KOMİSYON KONUŞMASI

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; herkese iyi akşamlar, hepinizi selamlıyorum.

Şimdi, tabii, önemli bir yasa teklifini görüşüyoruz. Duyabiliyor mu arkadaşlar?

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sessizliği sağlayalım arkadaşlar.

Evet, buyurun.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Türkiye'nin içerisinde bulunduğu siyasal koşulları düşündüğümüzde de gerçekten "Bu yasa teklifi, bu pandemi koşullarında bu kadar acil midir?" sorusunu sormadan edemiyoruz. Malum biliyorsunuz, büyük bir siyasi kriz içerisindeyiz, ekonomik kriz var, toplumsal bir kriz var ve tabii ki Türkiye'de çok uzun bir süredir bir hukuk krizi var. Bu hukuk krizini doğuran temel nedenlerden biri de aslında rejim krizini yapısal anlamda çözmek yerine...

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Evet, arkadaşlar, kendi aramızda konuşmayalım çünkü konuşmacı rahatsız oluyor.

Buyurun Koçyiğit.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Bu sistemin yapısal sorunlarını çözmek yerine daha ziyade palyatif tedbirlerle sistemi yürütmeye çalışan bir aklın çok uzun süredir Türkiye'ye hâkim olduğunu görüyoruz. Türkiye kurulduğundan beri ne yazık ki kendi demokrasisini gerçekleştirememiş ve çok kısa sürelerle, on yıl gibi sürelerle de demokrasisi kesintiye uğramış. Bu anlamda, demokratik kurumsallaşmasını da tamamlayamamış bir konumda. Bu şu demek değil: Türkiye'de demokrasi adına bir şey yok demek değil, aslında bütün bu olumsuzluklara rağmen, darbelere rağmen, partizan tutumlara rağmen, demokratik teamüllerin toplumsallaştırılamamasına, toplumsallaşmamasına rağmen tabii ki Türkiye'de çok önemli bir demokrasi dinamiği ve demokrasi içinde çok önemli bir mücadele olduğunu biliyoruz.

Şimdi, konuştuğumuz şey baroyla ilgili. Buna şöyle bakılabilir: "Ya, bu teknik bir mesele. İşte, baroların seçim sistemini konuşuyoruz ve baroların sorunlarını çözmeye, avukatlık mesleğinin sorunlarını çözmeye çalışıyoruz." gibi bir yaklaşım geliştirilebilir fakat meselenin siyasi olduğunu hepimiz biliyoruz. O zaman bu tasarının arkasındaki siyasi saikleri ve bu tasarıdan beklenen çıktıları, nasıl bir hedef gözetildiğini de görmek ve buna derinden bakmak zorundayız. Şimdi, arkadaşlar hatırlarlar, AKP 2002 yılında iktidara geldiğinde çok ileri söylemler kullanmıştı ve demokrasinin yerleştirilmesi, Avrupa Birliği, Kopenhag Kriterleri, üstünlerin hukuku yerine hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi gibi bazı toplumsal beklentileri aslında dillendirmişti ve bütün bu beklentiler toplumda bir karşılık bulmuştu. Fakat çok uzun sürmeden bir şunu gördük...

(Uğultular)

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Sayın Başkan, gerçekten...

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Arkadaşlar, konuşmacıya saygı duyarsak çok memnun olacağız.

Buyurun.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Biz herkesi dinliyoruz en azından, dinlemeyecek arkadaşlar arada konuşabilir.

Üstünlerin hukuku yerine hukukun üstünlüğünü tesis etmeye çalışıyordu fakat biz çok kısa bir süre sonra, özellikle de devletteki dönüşüm başladıktan ve AKP kendi iktidarını sağlama aldığını düşündükten sonra AKP'nin çıkış söylemlerinin tam tersi pratikleri sergilemeye başladığını gördük. Bunun en temel göstergelerinden birisi, devletteki dönüşümün başlatılmış olmasıydı. Evet, devlet dönüştürüldü, dönüştürülmeye çalışılıyor, hâlâ bu dönüşüm süreci tam olarak tamamlanmış değil fakat bu dönüştürme sürecinin kendisi de uzun bir süre yine bir demokrasi perdesinin arkasında sergilendi. Yani örneğin vesayetin tasfiye edilmesi, vesayetin yok edilmesi gibi argümanların arkasına sığınarak bugünkü "Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi" denilen ki bizim en hafif hâliyle "tek adam rejimi" diye tanımladığımız rejime kadar da bu süreci getirdi.

Şimdi, bu sürecin en temel ayaklarını nasıl oluşturdu? Birincisi, devletin dönüşümündeki en temel kurumları yani bir, seçim sistemine müdahale etti, ikincisi, rejimin en temel unsuru olan şeyi değiştirdi yani Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemini getirdi, diğer yandan ise toplumun demokrasisinin temel dinamiği olan demokratik kitle örgütlerini tasfiye etmeye ve aslında kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerinin de gücünü kırmaya çalıştı. Bu devletteki dönüşümün karşısında en temel direnç noktalarından biri olan Halkların Demokratik Partisine yargıyı siyasallaştırarak çok ciddi müdahalelerde bulundu, operasyonlarda bulundu ama bütün bunlara rağmen hâlihazırda bu dönüşümü istediği şekilde gerçekleştiremediğini ve devlete tam anlamıyla yerleşemediğini -istediği anlamda daha doğrusu- kurumlara yerleşemediğini ifade etmemiz gerekiyor.

Şimdi, bu anlattığım tablo içerisinde en önemli ayaklardan birisi yargı ayağı. Çok uzun süredir yargı siyasallaşmış diyoruz, yargı AKP'nin muhaliflerini tasfiye etme aracına dönüşmüş diye de ifade ediyoruz. Bunun sayısız örneği var, sayısız mahkeme kararı var ve bütün Türkiye halklarının bildiği çok çarpıcı örnekler var. Sayın Demirtaş, Sayın Figen Yüksekdağ, Osman Kavala, Ahmet Altan'la ilgili birçok karar bu anlamda sayılabilir. Bütün bunlar aslında yargı eliyle nasıl muhalefetin tasfiye edildiğinin temel göstergeleri. Peki, bu yargının tasfiye sürecinin içerisinde geride ne kalmıştı? En temel dayanak noktası aslında savunmanın gücünün kırılmasıydı. Tabii, bu, kolay bir şey değil, Türkiye'deki hukuk sistemi, savunmanın örgütlenmesi çok gerilere gidiyor. Aslında, güçlü bir savunma örgütlenmesi var ve Türkiye'de birçok kurumun aksine savunma, çoğu zaman muhalif bir çizgide durmuş, çoğu zaman iktidarlara biat etmemiş; aslında, çoğu zaman toplumun haklarını savunan, kamu adına insanların haklarını savunan bir yerde de durduğunu ifade edebiliriz. Bunu söylerken tabii ki baroların ve hukuk sisteminin, savunmanın binlerce eksiğini görmezden gelmiyoruz fakat bunlar şu an için tartışmamızın en azından ana başlığını oluşturmuyor.

Şimdi, barolar, kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütleri ve aslında çok yönlü bir işleve sahipler. Bugün, AKP'nin yapmak istediği temel dönüşümlerden birincisi, her yerdeki partizanlığın savunma ayağını inşa etmek. Bakın, ben bir sendikacıyım, yıllarca sendikacılık yaptım ve ben kamuda, memur sendikasında nasıl bir dönüşüm süreci olduğunu, nasıl bir tasfiye süreci olduğunu, muhalif sendikaların üyelerinin iş yerlerinde nasıl mobbinge maruz kaldıklarını, onların nasıl birim birim gezdirildiğini ama iktidara yakın olan sendikanın üyelerinin nasıl en iyi yerlere atandıklarını, bütün o sendikaların büroları ya da temsilcileri tarafından tayin sisteminin nasıl yapıldığını çok iyi gözlemledim ve çok iyi biliyorum ki bugün konuşan hatibimiz de yıllar içerisindeki bu yandaş sendikanın sayısal verilerle de nasıl büyütüldüğünü, nasıl desteklendiğini de açık ve net bir şekilde ortaya koydu.

Şimdi, getireceğiniz bu teklifle de ne yapacaksınız? Birincisi; birden fazla baro olacak, özellikle İzmir, Ankara ve İstanbul'da barolar bölünecek. Peki, bölününce ne olacak? Çok açık ve net, iktidarın nimetlerinden faydalanan barolar ve iktidarın nimetlerinden faydalanmayan barolar gibi bir ayrım olacak ya da...

(Uğultular)

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Sayın Başkan...

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Arkadaşlar, kendi aramızda konuştuğumuz için konuşmacının insicamı bozuluyor, lütfen dikkat edelim.

Buyurun Koçyiğit.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Şimdi, bunun, gerçekten ülkede kalan son demokrasi odaklarından olan, son kurumsallaşmış, kurumsallaşmasını da çok yönlü tamamlamış barolar açısından çok sorunlu olduğunu söylememiz gerekiyor; en basitinden, aslında, toplumun savunma ihtiyacını ortadan kaldırdığını söylememiz gerekiyor. Yani yargının savunma ayağı çökertilecek, sadece iddia makamı savcılık makamı ile hâkimlik makamı kalacak ve savunma, bunun içerisinde sadece bir figürana, sadece bir yardımcı, bir destek unsuruna dönüştürülecek; bunun çok tehlikeli olduğunu ifade etmemiz gerekiyor.

Hâlihazırda bu dönüşüm, henüz gerçekleşmemiş olmasına rağmen şunu çok iyi biliyoruz ki şu anda bile savunma, aslında bu yargı ayağının içerisinde, yargı üçlü sisteminin içerisinde en zayıf olan, en çok baskılanan ve en çok ötekileştirilen yeri oluşturuyor. Komisyon üyemiz Sayın Züleyha Gülüm avukat arkadaşların, savunmanın yaşadığı sorunları uzun uzun anlattı, ben ona girmeyeceğim fakat birkaç şeyi ifade etmemiz gerekiyor. Şimdi, hukuk eğitimi Türkiye'de çok uzun süredir nitelik kaybediyor ve barolar aynı zamanda meslek eğitimi yapan, meslekteki üyelerin meslekî niteliklerini artırmak için de hizmet veren birimler. Şimdi bu baroların bölünmesi, örneğin birinin 2.001 üyeyle, 2 bin üyeyle bir baro kurması ama birinin 20 bin-30 bin üyeye sahip olması en nihayetinde mali açıdan bir denksizliği, mali açıdan bir eşitsizliği getirecek. Bu durumda, 2 bin üyeli baronun, aslında üyelerinin bütün bu meslek eğitimlerinden faydalanamayacağını ve mesleki yeterlilik açısından da bir kayıp olacağını ifade etmemiz gerekiyor.

İkincisi; yargının özelleşmesi. Bakın, siz sağlığı özelleştirdiniz -ben sağlık alanından geliyorum- ve oradaki ekip bölündü yani biz hep şunu söyleriz: Ekip işidir sağlık, hekiminden, hemşiresinden, radyoloğundan, biyoloğundan temizlik hizmetini yapan emekçi kardeşimize kadar herkes o ekibin parçasıdır. Eğer bu ekibin içerisinden birini çekerseniz siz orada sağlıklı bir sağlık hizmeti veremezsiniz.

Şimdi, bu, yargı için de geçerli. Siz sağlıkta dönüşümü getirdiniz, aynı hastanede çalışan, aynı ameliyathanede çalışan cerrahlar birbirinin rakibi oldular ve birbirlerinden hasta kapmaya çalıştılar. Neden? Çünkü performans üzerinden ücretlendiriliyorlardı, kim fazla hasta ameliyat ederse o, o kadar fazla döner sermaye alıyordu. Şimdi ne olacak? Şimdi de barolarda aynı sistem olacak ve aslında bir bütün olması gereken savunma parçalanacak, birbirine rakip hâline getirilecek ve bu rekabetin sonucunda da savunmanın niteliği gerilemiş olacak. Bunun, tabii ki toplumun, halkın savunma ihtiyacını, savunma hakkını gasbeden ve yargıyı paralı hâle getiren bir yaklaşım olduğunu ifada etmemiz de gerekiyor.

(Uğultular)

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - İktidar partisi dinlemeyecekse konuşmayalım. Cam önünden ta buraya kadar geliyor sesler.

OTURUM BAŞKANI GÜLAY SAMANCI - Arkadaşlar, biraz sessiz olursak...

Buyurun.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - İkincisi: Şimdi, bizim ilkesel olarak aslında nispi temsile karşı olmamız mümkün değil. Tabii ki nispi temsil birçok seçim sistemine göre daha nitelikli ve temsilde adaleti daha fazla sağlayan bir yöntem fakat siz ülkenin seçim sistemini antidemokratik yapmışken, siz yüzde 50+1'i alanı bu ülkenin Cumhurbaşkanı olarak seçerken yüzde 49 oy alan kesim bu Cumhurbaşkanlığı sistemi içerisinde temsil hakkı bulmazken, bu ülkede hâlâ seçim barajı yüzde 10'ken ve siz yeni tartışmalarınızla dar bölge, daraltılmış bölge sistemiyle bunu 3'lü bir baraja çevirmeye çalışırken yani ittifak barajı, bölge barajı ve ülke barajı gibi bir sisteme evrilmeye çalışırken nasıl olur da barolardaki temsil adaletini bu kadar önemsersiniz? Buradaki samimiyete inanmamız mümkün değil. Neden? Çünkü bütün uygulamalarınız antidemokratik, bütün uygulamalarınız temsilde adalete zarar verecek şekilde. Buradaki "temsildeki adalet" denen şeyin, aslında Barolar Birliğinin üst yönetimini belirlemeye dönük olduğunu ve en nihayetinde, henüz size biat etmemiş, henüz sizin çizginize gelmemiş, sizinle aynı fikirleri paylaşmayan baro yönetimlerini ele geçirmeye, onları baskılamaya dönük olduğunu biliyoruz.

Şimdi, bir rahatsızlık dile getiriyor iktidar partisinin milletvekilleri; şöyle bir algı var: İşte, Diyanet İşleri Başkanı bir açıklama yaptı, baro bir açıklama yaptı. Şimdi, Diyanet İşleri Başkanı bir açıklama yapmış, olabilir, yapmış; beğeniriz, beğenmeyiz, biz de eleştirilerimizi yaptık. Bunun karşısında kamu kurumu niteliğindeki bir örgütün açıklama yapmış olmasını getirip bu süreçle ilişkilendirmek ve burayı bir basamak olarak kullanıp bütün Barolar Birliği sistemini ve baroların seçim sistemini değiştirmenin kendisi de aslında bir siyasi fırsatçılıktır. Bunu açık ve net bir şekilde ifade etmemiz gerekiyor. Şimdi, biz hukukun yerine teolojik yaklaşımları, hukukun yerine dinî referansları, laiklik yerine teolojik yaklaşımları koyarsak biz buradan çıkamayız. Herkesin bir inancı var, bir de aramızda inançsızlar var. Sonuçta bizim Anayasa'mızda hâlâ "laik cumhuriyet" ifadesi yer alıyor mu? Alıyor. Yani laiklik bir Anayasa hükmü. Peki, bugünkü uygulamada Hükûmetin kendisi bu anayasal hükmü gözetiyor mu? Hayır, gözetmiyor. Ne diyor? Diyanet İşleri Başkanının açıklamasını, bir halifeymiş ya da bir kutsiyet atfederek bunun üzerinden bir yapay tartışma ve bu yapay tartışmanın üzerinden de aslında devletin dönüştürülmesi ve toplumun dönüştürülme sürecini gerçekleştirmeye çalışıyor. Çok açık ve net, AKP bir nizan kurmaya çalışıyor. Bu nizamın 3 ayağı var; devleti dönüştürecek, demokratik kitle örgütlerini dönüştürecek, kamu niteliğindeki kurumları dönüştürecek ve tabii ki toplumu dönüştürecek bütün bu dönüşümlerinde temel bir amacı var, iktidarını baki kılmak, iktidarını bir şekilde uzatmak ve iktidarda kalmak.

(Uğultular)

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Bitireceğim, çok gürültü olduğu için açıkçası...

OTURUM BAŞKANI GÜLEY SAMANCI - Evet, salonda çok uğultu var arkadaşlar. Biraz sessiz olursak, konuşmacımız da konuşmasını toparlayacak zaten.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Şimdi, AKP çok uzun süredir şunu yapıyor: Beğenmediği seçimi değiştiriyor, yeniliyor bunu yaşadık, örneğin; 31 Mart İstanbul seçimlerini beğenmedi gitti 24 Haziranda tekrardan seçim yaptırdı. Hatta İstanbul İl Başkanı -AKP İl Başkanı- "Bir şey olmadı ama kesin bir şey oldu" diye bu süreci açıkladı. Ya da bizim karşımıza kayyumları koydu bölgede, bölge belediyelerinde ama alamadı o belediyeleri Halkların Demokratik Partisi aldı, çok kısa bir süre sonra -dört ay- kayyum atadı ve kayyumlarla oradaki iktidarı ele geçirdi, gasbetti.

Şimdi, barolar birliğinde bunun mekanizması yok, tabii kolay değil bir hukuk sistemi, bir de barolar Kürt değil. Yani öyle kolay olmuyor şimdi Kürt'e vurunca kolay ama Barolar Birliğine vurunca karşınızda hukuk örgütü var yapamıyorsunuz.

AYŞE KEŞİR (Düzce) - Ne alakası var onunla ya.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Bir başarınız var. Her anlamda bir sıkıntı yaşıyoruz hakikaten biz şunu söylüyoruz ve bunu söylerken de yapmamanız için söylüyoruz: İşte AKP toplumu bölüyor, toplumu kutuplaştırıyor, karşı karşıya koyuyoruz, diyoruz. Ama AKP'nin bu yasada başardığı bir şey var temsilcisi olduğum, vekili olduğum Muş'la valla Trabzon barosunu yan yana, omuz omuz getirmeyi başardı. Tebrik ediyorum yani çok açık ve net. Şu anda Türkiye'de hiç kimsenin, hiçbir örgütün, hiçbir toplumsal kesimin olmadığı kadar birleşmiş, bütünleşmiş bir baro örgütlenmesi var, bir savunma var, bir hukuk örgütlenmesi var bu anlamıyla da herhâlde size burada teşekkür etmemiz gerekiyor. Çünkü, bu birleşme inanıyoruz ki Türkiye'nin demokrasisinin önünü açacak bir birleşmenin de habercisidir.

Sayın Başkan şuna değinmeden geçemeyeceğim; bu devletteki dönüşüm nerede başladı? 2015 yılındaki aslında darbe girişimiyle başladı. Siz 20 Temmuzda OHAL ilan ettiniz ve 20 Temmuzda ki OHAL'le bu ülkedeki muhalif olan her odağı yok etmeyi önünüze hedef koydunuz. Yüzlerce gazete kapatıldı, dergi kapatıldı, televizyon kapatıldı, yetmedi 130 bin, 140 bin insan aşından edildi, işinden ihraç edildi ondan da önemlisi bu ülkede sırf barış istediği için artık çatışmalı bir süreç olmasın dediği için binlerce akademisyen üniversitelerden, kürsülerinden, öğrencilerinden ayrıldılar. Neden? Çünkü: AKP'nin hegemonya sorunu var. Evet iktidardasınız doğru ama hegemonya kurabilmiş değilsiniz.

OTURUM BAŞKANI GÜLEY SAMANCI - Dakikanızı hatırlatayım, yirmi dakikanız doldu.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Tamam son iki, üç dakikanızı kadın olmak nedeniyle de rica ediyorum. Toparlayacağım.

Şunu söyleyeyim, evet iktidarsınız ama bir hegemonya kuramadınız. Nasıl bir hegemonya kuramadınız? Siz mevcut aldığınız toplumsal desteği, toplumun gerçekten, sizi gerçekten desteklediğine indirgiyorsunuz. Tabii sayısal olarak, sonuç olarak ve çıktı olarak böyle görülebilir, fakat biz şunu biliyoruz, mevcut toplumsal desteğinizin büyük bir kısmı aslında yönettiğiniz yoksulluk üzerindendir. Evet, bu ülkede AKP'den daha iyi yoksulluğu yöneten bir iktidar olmamıştır. Bakın, "Yoksulluğu yok eden" demiyorum, "Yoksulluğu yöneten" diyorum. Yani siz sürdürülebilir yoksulluk politikasıyla bu ülkenin dar gelirlilerinin, bu ülkenin yoksullarını kendinize mahkûm ve mecbur etmişsiniz. Bu nedenle oy alıyorsunuz ve siz bunu bir toplumsal destekmiş, bir toplumsal rızaymış gibi de bizlere anlatmaya çalışıyorsunuz. Ama son seçimlerde de bugün ki baro tasarısında da gördük ki aslında artık yoksulluğu yöneterek elde ettiğiniz o toplumsal rızada yanınızda değil, ekonomik krizin artmasıyla beraber yoksullar da çok hızlı bir şekilde sizin karşınızda saf tutmaya devam ediyorlar. Son olarak bu baro sisteminin bütün bu ülkedeki demokratik teamülleri yok edeceğini, halkın savunma hakkını yok edeceğini ve en önemlisi bu ülkeyi daha karanlık bir noktaya götüreceğini ifade etmemiz gerekiyor. Burada çoklu baro sistemi de partizanca bir yaklaşımla bu, bugün AKP'nin çıkarınaymış gibi görünebilir. AKP buradan bir süreliğine daha belki iktidarda kalabilir ya da kendini devam ettirebilir ama inanın ki uzun vadede bu AKP'ye de ülkeye de ülke demokrasisine de zarar verecektir. Bu anlamda bir an önce bu tasarının en sorunlu iki maddesinin, özellikle çoklu baro sistemiyle nispi temsil sisteminin yani temsilde adaleti sağlıyoruz diye getirip aslında temsilde adaleti altüst ettiğiniz iki maddenin geri çekilmesini ifade etmem gerekiyor. Kadınlar, çocuklar, engelliler ve dezavantajlılar açısından yaratacağı tahribat, kadın şiddetini artırma ihtimali, kadınların hukuka erişimi, savunmaya erişiminin önündeki engelleri artırma ihtimalini de hiç ifade etmeye gerek yok sanırım. Bunlar zaten çok açık. Türkiye'de kadınlar en dezavantajlı grupta bulunuyor ve yoksul kadınlar bunun en tabanını oluşturuyor. Bu gelirse kadınlar çok daha mağdur olacaklar diyorum, teşekkür ediyorum hoşgörünüz için.