KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

11'inci madde de 1136 sayılı yasayı, Avukatlık Yasası'nı çoklu baroya ilişkin teklife uygun hâle getirmek için yapılan bir madde değişikliği; "kayıtlı olduğu" "kararı veren baronun" gibi ibareler eklenmesinin tek amacı bu yani çoklu baroya ilişkin bir teklif maddesi daha.

Demokrasinin bir yöntem olarak çoğunluk ilkesine dayandığı kabul edilir. Bu çoğunluk, ister basit, ister salt ve bazen de görüldüğü gibi nitelikli çoğunluk olsun, belli bir karar alma sürecine işaret eder. Bu karar alma sürecinde bireyler oy kullanmak suretiyle iradelerini belli ederler ve iradelerinin bir araya toplanması soruncunda hangi görüş çoğunluktaysa o yönde karar alındığı kabul edilir. Demokrasinin kalbini oluşturduğunu söyleyebileceğimiz oy hakkına ilişkin bazı ilkeler bulunur. Bu ilkelerden bazıları 82 Anayasası'nda da açıkça sayılmıştır. Anayasanın "Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları" kenar başlığını taşıyan 67'nci maddesinde bu ilkeler sıralanmıştır. Bu göre serbest oy, eşit oy, genel oy, gizli oy ilkeleri yüzyıllar içinde demokrasinin gelişim düzeyine paralel olarak ortaya çıkmış ve yerleşmiş ilkelerdir. Eşit oy ya da diğer bir deyişle oy hakkının eşitliği ilkesi, her seçmenin sadece tek bir oy hakkına sahip olması gerektiğine işaret etmektedir. Eşit oy ilkesinin diğer bir ünlü anlatımı, özellikle İngilizcesi "tek adam, tek oy" olarak bilinmektedir. Eşit oy ilkesinin bu klasik tanımına istisnasız tüm anayasa hukuku kitaplarında rastlamak mümkündür. Eşit oy ilkesine ilişkin bu anlatımdan anlaşılacağı gibi, herkesin sahip olduğu tek oyun değeri birbirine eşittir. Bugün genel kabul görmüş bulunan bu ilkenin geçmişte uygulanmadığı da bilinmektedir, bazı ülkelerde geçmiş dönemlerde daha fazla vergi verenin oy hakkının fazla olduğu bilinmektedir.

Şimdi, eşit oy ve temsilde adalet ilkelerinin ne tür bir ilişkisi olduğuna değinebilmemizi için ülkemizde son dönemlerde yaşanan bazı sorunlara göz atmamız gerekir. Aslında, aradaki ilişkiyi görebilmemiz için öncelikle eşit oy ilkesinin klasik tanımının yetersizliğini dikkate almak gerekmektedir. Şöyle ki eşit oy ilkesi, gerek Amerikan Yüksek Mahkemesinin gerekse Anayasa Mahkemesinin yorumları çerçevesinde sadece "tek adam, tek oy" olarak kabul görmez. Bakın, bir Amerikan Yüksek Mahkemesi kararından bir alıntı yapacağım. Amerikan Yüksek Mahkemesinin Reynolds Sims, 1964 tarihli kararı. Amerikan Yüksek Mahkemesinin bu kararında tek adam, tek oy, eşit oy uygulamasının dayanağı olan eşit koruma maddesini şöyle yorumlamıştır: "Oy hakkı sadece açık bir biçimde seçmen olma yetkisinin elden alınmasıyla değil, aynı zamanda, bir vatandaşın oyunun değerinin azaltılması ya da sulandırılması suretiyle de inkâr edilebilir." Yani vatandaşın oyunun değerini azaltırsanız, vatandaşın oyunun değerini sulandırırsanız yine eşit oy ilkesine aykırı davranmış olursunuz. Bir başka Amerikan Yüksek Mahkemesi Kararı, Westbury Saunders kararında da seçim çevrelerinin belirlenmesine müdahale ederken bireylerin oylarının değerinin ya da ağırlığının azaltılmasına dayandığı görülmektedir. Şüphesiz, bir oy hakkının sayısal anlamda eşit olması ile bir oyun değerinin ya da ağırlığının eşit olması aynı şey değildir ve mahkeme de söz konusu kararında bu farklılığa dikkat çekmektedir. Mahkeme bir oyun ağırlığının azaltılmasını, oy hakkından mahrum bırakmaktan farklı ama kıyasen yakın olarak değerlendirmiştir.

Şimdi, Amerikan Yüksek Mahkemesi kararlarından sonra Anayasa Mahkemesinin kararlarına bakalım. Eşit oy ilkesinin farklı anlamına dikkat çeken kararına bakabiliriz. Bu karar oldukça yakın tarihli, 2009 tarihli karar. Milletvekili Seçimi Kanunu'nda yapılan değişiklik üzerine verilmiş olan bir iptal kararında mahkeme, eşit oy ilkesinin bu farklı anlamıyla temsilde adalet arasındaki yakın ilişkiye dikkat çekmektedir. Son milletvekili genel seçiminde Bayburt ilinin 2 yerine tek 1 milletvekili seçebilmesine sebep olan bu iptal kararında Anayasa Mahkemesi eşit oy ilkesini yeniden yorumlamıştır. Mahkemeye göre eşit oy ilkesi, sadece herkesin tek bir oy hakkına sahip olması anlamına gelmez, aynı zamanda, herkesin sahip olduğu oyun değerinin de mümkün mertebe birbirine yakın olması gerektiğini söyler.

Oyun değeri ya da ağırlığıyla anlatılmak istenen, bir sayısal grup olarak belli bir seçim çevresindeki seçmen grubunun benzer büyüklükteki bir seçmen grubuyla birbirine yakın ölçüde temsil edilmesi, bunun sonucu olarak da o grubun parçası olan her bir seçmenin oyunun değerinin diğer bir seçim çevresindeki bir seçmenin oyunun değerine yakın olmasıdır. Ülkemizde temsilde adalet genellikle partilerin oyları oranında temsil yeteneğine kavuşmasından ibaret görülür. Buna göre, diyelim ki A partisi seçimde yüzde 30, B partisi de seçimde yüzde 25 oy almışlarsa temsilde adalet gereği bunların Parlamentoda aynı oranlarda milletvekiline sahip olmaları gerekir. Bu durumun ülkemizde bazı seçimlerde yaşandığı gibi aşırı derecede bozulması ve örneğin A partisinin yüzde 30 oy oranına karşılık Parlamentoda diyelim ki yüzde 60 sandalye kazanması temsilde adalete aykırıdır; 2002 seçimlerinde yaşadığımız da tam olarak buydu. Oysa temsilde adalet, bırakın bu adaletsizliği, başka adaletsizlikler de barındırır. Salt siyasal partilerin ülke çapındaki büyüklüklerine orantılı bir temsil kabiliyetine sahip olmalarına indirgenemez. Temsilde adalet, sayısal bir grup olarak belli bir seçim çevresindeki seçmenlerin ya da ülkemizde olduğu gibi nüfusun da adil bir temsil kabiliyetine sahip olmasını gerektirir.

Şimdi, bir makale okuyacağım ama zamanım kısa o yüzden sadece birkaç şey söyleyeyim onunla ilgili. Bu makalede, Anayasa Mahkemesinin 2019 kararı sırasındaki temsilde adalet ilkesine ilişkin karşılaştırma yapılıyordu, diyordu ki: 1,05'e 2,97'nin; 1'e 4'ün ne kadar büyük bir adaletsizlik olduğunu anlatıyordu yani seçmenin verdiği oylarla milletvekili seçerken yaratılan adaletsizlik. Şimdi sizin getirdiğiniz bu teklifle, o makalede 1,05'e 2,97'nin ne kadar adaletsizlik yarattığı söyleniyordu, şimdi sizin getirdiğiniz tekliflerle bir baronun 354 oyu bir başka baronun 1 oyuna denk gelecek.

Bakın, 31 Aralık 2019 verilerine göre -Türkiye Barolar Birliğinin resmî sitesinden aldığım veriler bunlar- İstanbul, 46.052 avukatın olduğu İstanbul Barosunda 3.542 avukat 1 delege seçecek, 3.542 avukat. Ankara Barosu, 17.598 avukatın kayıtlı olduğu Ankara Barosunda 2.514 avukat 1 delege seçecek. 9.612 avukatın üye olduğu İzmir Barosunda 1.922 avukat 1 delege seçecek. Antalya Barosu, 4.757 avukatın kayıtlı olduğu Antalya Barosunda 1.189 avukat 1 delege seçecek. Bursa Barosu, 3.757 avukatın kayıtlı olduğu Bursa Barosunda 939 avukat 1 delege seçecek. 3.059 üyenin kayıtlı olduğu Adana Barosunda 734 avukat 1 delege seçecek. 2.680 avukatın kayıtlı olduğu Konya Barosunda da 670 avukat 1 delege seçecek. Esasen, 80 barodan 77 tanesi, 40 avukat ile 4.700 avukatın kayıtlı olduğu 77 baro, dörder delegeyle temsil edilecek sizin getirdiğiniz bu sistemde.

Peki, buna karşılık diğer barolar ne olacak? Tunceli Barosu, 42 avukatın kayıtlı olduğu Tunceli Barosunda 10 avukat 1 delege seçecek. Ardahan Barosu, 48 avukatın kayıtlı olduğu Ardahan Barosunda 12 avukat 1 delege seçecek. 89 avukatın kayıtlı olduğu Gümüşhane Barosunda 22 avukat 1 delege seçecek. 91 avukatın kayıtlı olduğu Kilis Barosunda da 22 avukat 1 delege seçecek. 110-111 avukatın kayıtlı olduğu Çankırı ve Artvin Barolarında da 27 avukat 1 delege seçecek. Şimdi bunun eşitsizlik olmadığını söylüyorsunuz, öyle mi?

Adalet Komisyonu 26 üyeden oluşuyor. Niye Adalet ve Kalkınma Partisi 13 üyeyle, niye Halkların Demokratik Partisi 3 üyeyle, niye İYİ PARTİ 2 üyeyle, niye Cumhuriyet Halk Partisi 6 üyeyle temsil ediliyor? Bu, adaletsizlik değil, öyle mi? Bu, adaletsizlik değil. Neden?

ALİ HAYDAR HAKVERDİ (Ankara) - Çok doğru.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Çünkü temsil edildiğiniz milletvekili sayısına göre bu komisyonlarda temsil edilme oranlarınız belirleniyor ve bunu olağan karşılıyoruz, hiçbirimiz buna karşı çıkmıyoruz; bazı konularda eşit temsili savunsak bile. Ama siz diyorsunuz ki: Bu adil ama "Barolar Birliğinde 10 avukat 1 üst kurul delegesi seçsin, Tunceli Barosunda, Ardahan Barosunda, Çankırı Barosunda, Kilis Barosunda ama İstanbul'da, Adana'da, İzmir'de, Bursa'da, Konya'da, Ankara'da 700 avukat, 1.100 avukat, 2.500 avukat, 3.542 avukat 1 delege seçsin." diyorsunuz ve bize bunun adil olduğunu yutturuyorsunuz, şimdi yutturmaya çalışıyorsunuz.

Ben, dün ANAP'la ilgili bir örnek verdim, arada, biri "Öyle bir şey yok." dedi, somut bir örnek; Anavatan Partisi 1983 seçimlerinde yüzde 45,1 oy almış, 400 üyeli Türkiye Büyük Millet Meclisinde 211 milletvekilliği kazanmış böylece Parlamentonun yüzde 52'sine sahip olmuş. Aynı Anavatan Partisi seçim kanunlarında yaptığı değişikliklerle dört yıl sonra 1987 seçimlerinde oyların yüzde 36,3'ünü almış yani oy oranı yüzde 8,8 düşmüş; 450 üyeli Türkiye Büyük Millet Meclisinde 292 milletvekilliği kazanmış, böylece Parlamentonun yüzde 60,5'ine sahip olmuş. Bu ne demek? 1983'den 1987'ye Anavatan Partisinin oy oranı yüzde 8,8 düşmüş ama seçim kanunlarıyla oynayarak Parlamentodaki temsiliyeti yüzde 8,5 artmıştır. İller bazında yapılmış değerlendirmeler var, incelerseniz çok daha çarpıcı sonuçlara ulaşırsınız. Peki, bu değişiklikler Anavatan Partisinin küçülmesini, zayıflamasını ve sonuçta ülkemizin siyasi hayatından yitip gitmesini engelleyebilmiş midir? Elbette engelleyememiştir Bunu niye söylüyorum? Seçim kanunlarında, içinde seçim hükmü bulunan kanunlarda hangi parti tek başına ya da genel bir uzlaşı aramadan değişiklik yapıyorsa bilin ki yenilgiyi engellemeye çalıyor. Şimdi, diyeceksiniz ki "Biz milletvekili seçim kanunlarını değiştirmiyoruz, baro seçimlerini düzenliyoruz." Evet, baro seçimlerini düzenliyorsunuz ama her gün bir gazeteye, bir televizyona, size yakın yazar çizer takımına seçim kanunlarını tartıştırıyorsunuz, "Bu seçim kanunlarıyla seçime gidemeyiz." diyorsunuz. Bu ilk adımı atarak gelecek düzenlemelere hazırlanıyorsunuz. Unutmayın kâğıt üzerinde seçimi kazanamazsınız, seçim ancak sandıkta kazanılır.

Zamanım var mı Sayın Başkan?

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Toparlayalım Sayın Tiryaki.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Şimdi, 2 tane Anayasa Mahkemesi kararı var. Arkadaşlarımız, Türk Tabipleri Birliğinin kararının ayrıntılarını çok tartışmak istemediler, nedenini bilmiyorum. O karar şu, bu başvuruyu yapan da sizin daha sonra milletvekiliniz olan -Özgür Bey benden daha iyi bilir- Türk Eczacılar Birliğinin Genel Başkanı olan Mehmet Domaç'ın başvurusu üzerine verilmiş bir karardır. Evet, İstanbul Tabip Odası, Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanlığına başvurarak odaların 14 bin civarında üyesi olmasına karşın Türk Tabipleri Birliği büyük kongresinde 7 delegeyle temsil edildiğini, 500 üyesi olan bir odanın da 7 delege gönderdiğini, bunun eşitsizliği yol açtığını belirterek Haziran 2000 tarihinde yapılacak büyük kongreye odalarının üye sayısına uygun bir delege sayısıyla katılımının sağlanmasını istiyor. Bu başvurunun reddi üzerine idare mahkemesinde dava açıyor, Ankara 4. İdare Mahkemesi de bunun Anayasa'ya aykırı olduğuna ikna oluyor ve Anayasa Mahkemesine götürüyor dosyayı; Anayasa Mahkemesi, 19 Şubat 2002 tarihli kararıyla bunun iptaline karar veriyor. Şimdi, kaç gündür tartışıyoruz ya bazı arkadaşlarımız özellikle Barolar Birliğine diyor ki "Barolar Birliği avukatlar birliği değil, baroların birliği." Bunun dayanağı ne biliyor musunuz? Haşim Kılıç'ın azlık oyu, sığındıkları tek şey burası. Evet, bu karar tartışılabilir Türk Tabipleri Birliğinin bu kararı tartışılabilir, neden tartışılabilir? Çünkü "Hukuksal tartışma açısından bazı eksiklikler barındırıyor." diyebilirsiniz ama Haşim Kılıç'ın azlık oyu bir demokrasi manifestosu falan değil, bugün de size ekmek falan kazandırmaz. Diyor ki Anayasa Mahkemesi, tartışabilirsiniz ona bir şey demiyorum: "Bu kuralın yalnızca Anayasa'nın 2'nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmektedir. Demokrasinin en belirgin özelliği adil bir katılımı gerçekleştirmeye yönelik serbest, eşit, genel oy ilkesine dayanan ve temsilde adaleti de gözeten seçimlerdir. Anayasa'nın 135'inci maddesinde kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşlarının kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında gizli oyla seçilen kamu tüzel kişileri oldukları belirtilerek kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının kuruluş ve işleyişlerinin demokratik esaslara uygun olması amaçlanmıştır. İtiraz konusu kuralla sayısı kaç olursa olsun 500'den yukarı olan tabip odalarının büyük kongreye katılımının 7 üyeyle sınırlandırılarak odaların birlik genel kurulunda adil bir denge kurulmasına elverişli sayıyla temsil edilmelerinin engellenmesi, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının oluşumunda demokratik ilkeleri esas alan Anayasa'nın 135'inci maddesiyle bağdaşmamaktır. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa'nın 2 ve 135'inci maddelerine aykırıdır." diyerek iptal etmiş. Ama Anayasa Mahkemesi bu karardan sonra çok daha ayrıntılı bir karar verdi -size az evvel de anlattım-Türkiye'de her bir kentin en az 2 milletvekiliyle temsil edilmesine yönelik iktidar partisi olarak, o dönemde iktidar olarak sizin getirdiğiniz düzenlemeyi iptal ederken verdiği karardır. Siz teklifi getirirken bu karardaki azlık oyuna bakıyorsunuz ya, yarın öbür gün Anayasa Mahkemesinden geri gelmez diye düşünüyorsunuz. Bence bu 19 Şubat 2002 tarihli Anayasa Mahkemesi kararına çok güvenmeyin. Bir daha söz aldığımda ayrıntılı anlatacağım. Anayasa Mahkemesinin 2009/88 esas 2011/39 sayılı yeni Kararı'yla, emin olun, bu düzenlemenin Anayasa'nın seçime dair herhangi bir maddesiyle bağdaştırılmasına olanak yok; Anayasa'nın açıkça ihlali anlamına geliyor ve mutlaka iptal edilecektir, eğer iptal edilmezse Anayasa Mahkemesi sadece kendini inkâr etmiş olur diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.