KOMİSYON KONUŞMASI

ORHAN SÜMER (Adana) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, hukukçular, hukukçu milletvekillerimiz, baro başkanları, bilim adamları yani konunun tüm uzmanları günlerdir bu teklifin sakıncalarının neler olduğunu anlatıyor. Bir siyasetçi olarak benim de bu iktidara dair öne çıkan gözlemim şudur: Barolar, meslek odaları, sendikalar gibi demokratik bir rejimde olması gereken ve hatta YÖK gibi olmaması gereken kurumları bile iktidarınız için ele geçirilmesi gereken bir mevzu olarak görüyorsunuz. 2002 yılından bu yana iktidarınızın en vazgeçilmez yönetim felsefi "Ya benim olur ya da etkisiz hâle getiririm." Yeri ve zamanı geldiğinde, yeterli gücü bulduğunuzda cumhuriyetimizin tüm kazanımları için de bunu yapacağınızdan hiç kuşkumuz yok. AK PARTİ'ye yasalarla belirlenen bir iktidar alanı dar geldi ve bunu sürekli genişletmek istedi, her alana nüfuz etmek, nüfuz edemediği alanı etkisizleştirmek gibi bir amacı hep oldu. Türkiye'nin yönetim şekline ilişkin olarak bizlerin ifade ettiği ve toplumun genelinde de kabul gören bir tanımlama var: Tek adam ya da saray rejimi.

Bugün burada "benim barom" "senin baron" "onun barosu" diye baroları parçalayıp etkisizleştirmeyi amaçlayan bir teklifi görüşüyoruz. Teklif daha yasalaşmadan, vatandaşlarımız "İktidara yakın barodan mı avukat tutacağız?" "Benim avukatım iktidara yakın değil, onu değiştirmek zorunda mı kalacağım?" diye sormaya başladılar bile. Eğer "Bunlar teknik konulardır, sokaktaki insanı fazla ilgilendirmez. Baroları ve muhalefeti susturup bu teklifi geçiririz." diye düşünüyorsanız, maalesef yanılıyorsunuz. Her zaman söylenen ama sizlerin bir türlü kavramak istemediği bir gerçek var: Ekonomi, hukuk ve demokrasi birbirine paralel hareket eder. Yatırımcı, güvenilir bir hukuk devletine yatırım yapmak ister ama mesele sadece bu da değil, özellikle kriz dönemlerinde ülkeyi ortak akılla yönetmek, krizin aşılması sürecine tüm muhatapları katmak gerekir, bu da ancak ve ancak demokratik bir yöntem anlayışıyla mümkün olur. "Ben iktidarımı kimseyle paylaşmam." zihniyeti antidemokratik olduğu gibi, aslında korkunun bir dışa vurumudur. Böyle bir yönetim anlayışı, Türkiye gibi tercihini uzun zaman önce demokrasiden yana yapmış, köklü parlamenter sistem geleneği olan bizim ülkemize dar gelir. Böyle yapamazsınız, böyle yönetemezsiniz. Ülkemizi gidip gelip duvara çarptırıyorsunuz. Denetlenmeyen, sorgulanmayan tek adam ya da saray rejiminde Türkiye sürekli geriledi. Cumhuriyetimiz parlamenter rejim ve liyakate dayalı bir yönetim anlayışıyla inşa edildi, hukukun üstünlüğü tesis edildi, özgürlükler zamanla artırıldı, sosyal adaleti gözeten bir ekonomik kalkınma öncelik olarak benimsendi; 2002'den bu yana adım adım tasfiye edilen bu temel özellikler Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle tamamen rafa kaldırıldı. Saray rejimi istiyor ki "hukuk" denilen bir şey olmasın, mümkünse "adalet" kelimesi sözlüklerden bile çıkarılsın, kendi atadığı hâkimler ve savcılar istediği cezayı versin, savunma makamı yani avukatlar da tüm bunlara ses çıkarmasın.

Demokratik değer ve hedeflerden uzaklaşan Türkiye büyük bir gerileme sürecine girmiştir. Türkiye, artık, bağımsız uluslararası kuruluşların yaptığı sınıflandırmalarda "demokratik olmayan rejimler" başlığı altında değerlendirilmektedir. Demokrasinin Küresel Durumu -2019 Raporu'nda, Türkiye, son beş yılda "demokrasisi en çok aşınan ülke" olarak tanımlanmıştır. Türkiye, siyasal hak ve özgürlükler bakımından 41 OECD ülkesi arasında son sırada yer almaktadır. Dünya Adalet Projesi Endeksi'nde, Türkiye, hukukun üstünlüğü sıralamasında 126 ülke arasında 109'uncu sıraya gerilemiştir, Orta Asya ve Doğu Avrupa bölgesindeki 13 ülke arasında da son sıraya düşmüştür. Dünya Ekonomik Forumu'nun Küresel Rekabet Endeksi'ne göre, Türkiye, yargı bağımsızlığı sıralamasında 2007'de 50'nci sıradayken 2019 yılında 104'üncü sıraya gerilemiştir. Bu endekslerden ben ülkem adına kaygı duyuyorum, siz hiç mi rahatsız olmuyorsunuz? Türkiye buna layık olmamalı. Yüz yıllık parlamenter sistem geleneği olan ülkemize, maalesef, bu yakışmıyor. Birçok hak ve özgürlüğü Batı ülkelerinden önce kendi vatandaşlarına tanıyan Türkiye'miz bu olamaz. Saray rejimi, yıkımı bunlarla da sınırlı değil; hukuk, demokrasi ve adalet tablosu bu olan Türkiye'nin ekonomik durumu da maalesef, içler acısı. Dünya Ekonomik Forumu'nun makroekonomik göstergelerin istikrarına dair yaptığı sıralamada, Türkiye son dokuz yılda 64'üncü sıradan 129'uncu sıraya geriledi. Enflasyon endekslerinde, 141 ülke içerisinde 130'uncu ülkeye kadar, maalesef, geriledi. Türkiye'yi, gelir adaletsizliği artan, sosyal devlet anlayışı çöken, şirketleri iflas eden, esnafı maalesef kepenk açmakta zorlanan, çiftçisi ürettiğinin karşılığını alamayan, eğitimde gerileyen bir ülke hâline getirdiniz. Tüm bunlara çözüm bulması gereken iktidar, çoklu baro önerisiyle hem ülke gündemini değiştirmeye hem de baroları etkisizleştirmeye çalışıyor. Farkında değil misiniz, bu girişimler, hukuksuzluk ve yapay gündemler zaten kötü olan ekonomimizi olumsuz etkiliyor. İnsanlarımız aç, işsiz, kaygılı ve hepsinden kötüsü umutsuz. Türkiye'ye bu kötülüğü yapmayın; gelin, ekonomi, işsizlik, pahalılık gibi temel sorunlarımıza çare arayın. Savunmayı kendi hâline bırakın, savunmayı kötü emellerinize alet etmeyin diyor, saygılar sunuyorum.