KOMİSYON KONUŞMASI

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Arkadaşları selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, ben öğretmenlikten gelen bir kişi olarak kendi adıma bir şey söylemek istiyorum: Gerçekten Genel Kurulda da komisyonlarda da toplumun kaderini belirleyen vekillerin kullandıkları üslup, birbirlerine karşı olan sevgi, saygı, nezaket ölçülerindeki yıpranmayı gördükçe kendi adıma hicap duyuyorum, üzüntü duyuyorum.

Bir eğitimci olarak bunun altını çizdikten sonra şuraya geçmek istiyorum: Bu barolar kanunuyla aslında, hep denilir ya "Üstünlerin hukukunu yaratmak." diye... Aslında ben burada "üstünlerin hukukunu" demiyorum. Niye demiyorum? Çünkü Türkiye'de hukuk zihniyeti, mantığı ve ölçüleri kalmamıştır. Sadece, kanun devleti niteliğini mevcut iktidar sürdürdüğü için ben, üstünlerin kanununa geçişin son aşamaları olarak baroların bu kanununun değiştirilmesi hamlesini bir netice olarak değerlendiriyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bilim insanları şöyle bir şey söylerler: İnsanların beyni iki kesimden oluşur; biri analitik zekâ, biri duygusal zekâ. Duygusal zekânın zayıfladığı iktidar anlayışında ya da elit kesimlerde felaketler başlar çünkü herkesi eşit görmez. Sevgi kaynakları, vicdan kaynakları, saygı kaynakları giderek kurumuştur. Kuruduğu için, örneğin atom bombasını atan ya da hazırlayan insanın sevgisi yoktur; o milyonlar, o yüz binler savaşlarda ölünce ya da aç kalınca hiçbir sıkıntı çekmiyor; onun için önemli olan, onun temel amacı iktidarı ve zevküsefasıdır. Dolayısıyla, kanun devleti mantığı aslında Hammurabi'den gelir, Hammurabi diyor ki: "Üstünlerin kanunu; üstün olanlar birbirlerinin gözlerini oyarlarsa, örneğin, bir üstün insan birinin gözünü oyduğunda diğerinin de gözü oyulmalıdır ama sıradan vatandaş için, örneğin, bir kadın öldürüldüğünde 30 şekel yani 375 gram gümüş verilir, bir sıradan vatandaş öldürüldüğünde 60 şekel ödenir bu da 750 gram gümüştür." Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, bu köleye indiğinde 250'ye iniyor.

Şimdi, egemen zihniyetlerde duygusal zekâyı ifade eden, vicdan, sevgi, adalet, merhamet duygusu köreldiği için, onlar için açlıkmış, ölünmüş, savaşmış, mağduriyetmiş, saygıymış hiçbir şey ifade etmiyor; eğer edilseydi, bakın, insanlığın en seçkin, en merhametli kesimi; toplumu, doğayı, kadını, çocuğu, savunan avukatlar dört gün boyunca orada tutulur muydu ya? Demek ki bir şey yok kalmamış. Şimdi, biz ne yapıyoruz? Kalmamış bir şeyden medet ummaya çalışıyoruz. Aslında ben kişi olarak medet ummuyorum. Ben, sadece halkımız bilsin, tutanaklara geçsin diye konuşuyorum. Vicdan ve adalet duygusunu kaybeden herhangi bir kişi ya da iktidar nasıl bakar rakamlara? 1'i 5'le eşitler, 1'i 100'le eşitler çünkü onda mantık yok, matematiğin önemi yok; felsefenin, ölçünün, şunun bunun önemi yok.

Bakın, ne yapıyoruz burada, Ardahan'da -arkadaşlar örnek verdiler- 12 avukata 1 delege, İstanbul'da 3.700 avukata 1 delege; şimdi, siz nasıl bakıyorsunuz bu olaya? Temsilde adalet. Yani arkadaşlar, şimdi bir matematiğe vurun, uyuyor mu? Adalete vurun, uyuyor mu? Ahlaka vurun, uyuyor mu? Şimdi, Babil'de Hammurabi diyor ki: "Ben bu kanunları tanrı Marduk adına yapıyorum." Din iman adına hareket edip böylesine adalette temsiliyetsizliğin doruk noktada olduğu bir şeyi savunmak nasıl izah edilebilir? Benim açımdan, işte o adalet duygusunu, sevgi, saygı -bilmem- vicdan ölçülerini kaybetmenin ötesinde hiçbir izahatı yok. O açıdan bu baro yasası da aslında -hani dedik ya kanun devleti yapıyorsunuz, faşizm dedik, diktatörlük dedik- hiçbir şey ifade etmiyor sizin için çünkü yasama, yürütme sizin elinizde. Hukuk devletinde yasama, yargı ve yürütme birbirlerini dengelerler. Çağdaş hukukta ya da demokraside dördüncü ayak olarak basın eklenmiş.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Özgüneş, toparlayalım.

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Bitiriyorum.

Şimdi, dün de söyledik, dedik ki: Siz basını bitirdiniz, tekelinize aldınız; bir ayak gitti, dördüncü ayak. Peki, yürütme kimin elinde? Sizin elinizde. Yasama kimin elinde? Sizin elinizde. Yargı kimin elinde? Üç ayaktan ikisi sizin elinizde. Son ayağı da insanlığı savunacak, doğayı savunacak, kadını, çocuğu, kimlikleri, muhalifleri savunacak ayağı da kırmak istiyorsunuz ve sonuç itibarıyla, muazzam, vicdandan, adaletten, özgürlükten, laiklikten, demokrasinden, sevgiden, ahlaktan uzak bir yönetim biçimi.

Şimdi, arkadaşlar, bizim de insan olarak görevimiz şudur: Halkların özgürlüğü ve eşitliği için, inançların özgürlüğü ve eşitliği için, kadın-erkek eşitliği için, ekolojinin savunulması için, emek sermaye arasındaki dengesizliği dengeye getirmek için; demokratik, özgürlükçü, laik hukuka dayalı bir cumhuriyeti kurmak için mücadelemizi yükseltmek, bunu halka anlatmaktan başka tek bir çaremiz kalmadı. Size söylediğimiz hiçbir lafın bir kıymetiharbiyesi yoktur. İki yıldır görüyorum, bir virgül bile değiştirmediniz. Ne zaman bir virgül değiştirdiniz? Bakıyorsunuz ki dünyada izah edebilecek bir nokta yok, o zaman "Hadi ya, şu virgüle bir dokunalım." diyorsunuz.

Arkadaşlar, bakın, Türkiye'yi felakete götürüyorsunuz. Birileri söylemediği, denilmediği, dile getirilmediği için, ısrarla, bakın, yüzde 50'nin üzerindeki muhalefet partileri sizi uyarıyor ama duvara söylüyoruz değerli arkadaşlar, duvara söylüyoruz, hiçbir anlamı kalmıyor, sadece halkı uyarıyoruz, sadece tarihe bırakıyoruz.

Saygılar sunuyorum.