KOMİSYON KONUŞMASI

HÜSEYİN KAÇMAZ (Şırnak) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli hazırun; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle 24'üncü maddeye baktığımızda, Denetimli Serbestlik Hizmetleri Kanunu'nun 16'ncı maddesini çoklu baro sistemine uyarlamak için bu maddede bir düzenleme olduğunu görüyoruz. Benden önce 23'üncü maddede Milletvekilimiz Sayın Mehmet Rüştü Tiryaki'nin bahsettiği şekliyle teknik hususlar konusunda bire bir aynı sıkıntıların mevcut olduğu bir durum söz konusu. Sadece yapılan ek cümleye baktığımızda "Birden fazla baro kurulan illerde koruma kurullarına temsilci görevlendirilmesi, baroların eşit ve dönüşümlü temsili esas alınarak yapılır." şeklindeki cümle aslında tek başına zaten çoklu baroya söz konusu kanunun uyarlanmasının gerekçesi olduğunu göstermekte. Söz konusu bu cümle, temsilde adalet ve eşitliğe açıkça aykırılık teşkil etmekte, iki hususta özellikle. Örneğin, 2 bin üyesi olan bir baro ile 40 bin üyesi olan diğer bir baronun eşit ve dönüşümlü temsil esas alınması hakkaniyetli bir durum ortaya çıkarmaz. Ve yine söz konusu kurulun bu şekliyle dönüşümlü olarak her barodan avukatın bulunması sebebiyle de yine kurulda sağlıklı bir işleyişin olmayacağı açıkça ortaya çıkacak ve uygulamada birçok sıkıntıyla karşı karşıya kalacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günlerdir bu çoklu baroya ilişkin hukuki olarak meslekte doğabilecek sıkıntıları defaatle dile getirdik. Ancak bugün yine Türkiye Cumhuriyeti tarihinde maalesef ki acı bir olayın yıl dönümü: 27 yıl önce Erzincan'ın Kemaliye ilçesinde Başbağlar köyünde 33 köylünün katledilişinin yıl dönümü. Aradan 27 yıl geçmesine rağmen, katliamın gerçek sorumluları bulunup yargı önüne çıkarılamamış aksine iktidarlar Başbağlar katliamını ya 2 Temmuz 1993 Sivas katliamına karşıtlık üzerinden siyaset malzemesi yapmıştır. Bu durum kabul edilemez. Başbağlar katliamından sonra ortaya çıkan dosyanın durumuna baktığımızda zaten bir şekliyle bazı şeylerin gizlenmeye çalışıldığı şüphesi tarafımızca da oluşmakta. İlk başta, olay yeri incelemelerini savcı değil asker yapmıştı. Dosyaya baktığımızda da Erzincan Devlet Güvenlik Mahkemesinde 94 yılında başlayan Başbağlar katliamı davası önce İzmir DGM'ye taşınmış, ardından da 98'de dava takipsizlikle kapatılmış, 2013 yılında ise zamanaşımına uğramıştır. Aynı yıl, katliamda hayatını kaybedenlerin ailelerinin Meclis araştırma komisyonu kurulması talebi reddedilmiştir. JİTEM tetikçisi Ayhan Çarkın'ın, Başbağlar da dâhil birçok katliama bizzat katıldığını açıklaması soruşturulmamıştır. Mahkeme hakîmlerinden Şakir Kadıoğlu'nun "O davada hiçbir sanık suçlu değildi. Olay yeri incelemelerini savcı değil, oradaki görevli bir asker yaptı. O, kimin adını yazdıysa mahkeme karşısına da o çıkarıldı. Başbağlar Türkiye'nin hukuk tarihinde bir yüz karasıdır, yazıktır, günahtır." şeklindeki açıklaması da davanın yeniden görülmesini sağlayamamıştır. Bizler Başbağlar katliamında ve diğer bütün katliamlarda zaman aşımı olmaz diyoruz. Başbağlar katliamının üzerindeki sis perdesinin kaldırılması toplumsal vicdan ve barış için zorunludur. Başbağlar katliamı hakkında hamaset değil, adalet istiyoruz ve Başbağlar'da yakınlarını kaybeden ailelerin adalet talebi toplumsal olarak sahiplenilmelidir diyoruz. Bir kez daha hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum ve maalesef ki yine bugün yani 5 Temmuz, 90'lı yıllarda başlayan faili meçhul cinayetlerin ilkinin işlendiği Vedat Aydın cinayetinin de yıl dönümü. 38 yaşındaki 3 çocuk babası Vedat Aydın, Halkın Emek Partisinin yani HEP'in Diyarbakır İl Başkanıydı. 5 Temmuz 1991 gecesi kendilerini siyasi şube polisleri olarak tanıtan silahlı, telsizli kişiler tarafından ifadesi alınmak üzere emniyete götürüleceği iddiasıyla evinden gözaltına alındı. Avukat ve ailenin tüm çabalarına rağmen emniyet ve diğer kolluk birimleri Vedat Aydın'ın hiçbir şekilde kendilerinde olmadığını iddia ettiler ve daha sonrasında 7 Temmuzda yani iki gün sonra Ergani maden yolu üzerinde bulunan bir erkek bedeninin maden mezarlığına defnedildiği bilgisine ulaşıyor aile ve 10 Temmuz 1991 günü cenaze aile tarafından teslim alınıyor ve 10 binlerce kişinin katıldığı cenaze törenine maalesef yine ateş açılıyor kolluk güçleri tarafından. Bu sırada da onlarca kişi yine hayatını kaybediyor, yüzlerce kişi yaralanıyor. Emniyette ifade veren Şükran Aydın eşini gözaltına alanların eşkal bilgilerini detaylı bir biçimde verdi ve bu bilgilerle kişilerin robot resimleri çizildi. İfadesinde "Eşimi devlet öldürdü." diyen Şükran Aydın bu ifadesini çekmesi için tehdit edildi, onlarca kez evi basıldı, gözaltına alındı, beş yıl boyunca evinin önünde beyaz Toros bekletildi. JİTEM mensubu Abdulkadir Aygan'ın soruşturma dosyasında, alınan ifadesinde ve JİTEM mensubu Murat İpek'in basına yaptığı açıklamalarda Vedat Aydın'ın katledilmesinin JİTEM Komutanı Cem Ersever ve ekibi tarafından Diyarbakır Alay Komutanı İsmet Yediyıldız'ın bilgisi dâhilinde gerçekleştiği yer aldı. Kendileri de suça iştirak eden Aygan ve Demir, Vedat Aydın'ı gözaltına alan, sorgulayan ve infaz eden kişileri isim isim açıkladı. Dönemin Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü Hanefi Avcı hem yazdığı Haliçte Simonlar isimli kitabında hem de mahkemeye verdiği ifadede Vedat Aydın'ın JİTEM tarafından öldürüldüğünü söyledi. Avcı, kitabında, kaçırılan Vedat Aydın'ın da içinde bulunduğu 3 aracın rahatça seyredebilmesi için yol güzergâhındaki trafik kontrol polislerinin sahte kaza ihbarı yapılarak ters yöne gönderildiğini yazdı. Bu talimatın Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Harekât Merkezinden geldiğini öğrendiğinde de olayın artık kimin tarafından gerçekleştiğini net olarak anladığını belirtti. Ancak bugüne kadar dosyada etkili, tarafsız ve bağımsız bir soruşturma yürütülmedi. Devlet yirmi dokuz yıldır Vedat Aydın'ın gözaltında kaybedilmesiyle ilgili hakikatin açığa çıkarılması ve adaletin sağlanması görevini yerine getirmedi. Vedat Aydın dosyasında inkâra ve cezasızlığa son verilmeli. Hemen şimdi artık bu hukuk işletilmeli ve failler ve sorumlular yargılanarak cezalandırılmalı. Vedat Aydın için, tüm kayıplarımız için adalet istemekten vazgeçmeyeceğiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sadece AKP iktidarları döneminde artık yargının ve kurumların geldiği durumu anlatması hasebiyle aslında elimde bir mektup var, önceki dönem Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş'a yazdığım bir mektup var ve mektup okuma komisyonu tarafından bu mektubun neredeyse yarısından fazlasının çizilerek bu şekliyle ilgilisine verildiğini öğrendim bugün avukatım aracılığıyla. Sadece birkaç paragrafta üstü çizilen yerleri size aktarmak isterim. Bu şekliyle aslında kurumların, yargının nasıl siyasallaştığını, nasıl bazı memurların kendini iktidarın savunucusu olarak gördüğünü ve devlet adabı, devlet terbiyesi haricinde hareket ettiğini gözler önüne sermek için yeterlidir diye düşünüyorum. Silinen bir paragraf, bir Afrika atasözünde de geçtiği gibi "Aslan, ceylan, sırtlan, zebra birlikte kaçıyorsa orman yanıyor demektir. Gerçekten, ülkeyi yaktılar, bizler de söndürmeye ve yeni tohumların yeşermesi için uygun zemini ve demokratik ortamı sağlamaya çalışıyoruz." Üstü çizilen paragraflardan biri bu yani şaka değil. Diğer bir paragraf da... Tabii öncekinde eş genel başkanıma herhâlde propaganda yaptığımı düşünüyorlar, Afrika atasözünü yazmamam gerekiyormuş demek ki.

Diğer bir cümle de aslında söz konusu kurulda yer alan görevlilerin hani ne hiciv ne ifade özgürlüğü konusunda hiçbir tahammüllerinin olmadığını açıkça göstermekte. Yine burada yargı zaten Allah'lık, artık hâkim, savcı istihdam etmeye gerek yok bence, sayın büyüğümüz kimin içeri girmesini ve çıkmasını istiyorsa bir peçeteye yazsın, o peçete tebliğ edilsin kolluk kuvvetlerine, cezaevi yönetimine; işler hızlanır, kafalar karışmaz, mis gibi olur. Herhâlde yargı için bu kadar değerlendirme yeterlidir diye düşünüyorum. Yargı eliyle tutsak edilen birine daha fazla değerlendirme yapmak ayıp olur diye düşünüyorum. Ernst Fraenkel'nin İkili Devlet Kuramı'nda anlatılanların aynısını birebir yaşıyoruz günümüzde.

Diğer bir paragraf da: "Sorunları, acıları yazmaya kalksam günler yetmez, sayfalar, kalemler yetmez. En çok zorlandığım noktalardan biri özellikle, Cizre vahşet bodrumlarında katledilen, ancak cenazeleri bulunamadığı iddiasıyla ailelere teslim edilemeyen yurttaşlarımızın ailelerinin talebine cevap olamayışımdır. Bir ananın çocuğunun, bir kadının eşinin, genç bir kızın sevdiğinin cenazesini bulmak için bu kadar istekli olması acının geldiği noktayı göstermekte. 'Ne olur bir mezar taşımız olsun.' diyen haykırışlar, feryatlar insan zihninin kaldıramayacağı ağırlıkta ve büyüklükte acılardır. Bir daha bu acıların yaşanmaması için çok daha fazla mücadele etmek de boynumuzun borcu olsun."

Kuvvetle muhtemel bundan da fezleke gelecek yine bana. Çünkü çok daha saçma fezlekeler de gördük ki daha önce de anlatıldı. Hatta bir tanesini şimdi de anlatayım: HDP Eş Genel Başkanımız Sayın Pervin Buldan'ın yüzlerce kişinin katıldığı bir toplantıda yaptığı konuşmada propaganda yapıldığı iddiası var, örgüt propagandası yapıldığı iddiası var ve benim de orada durarak, tepki göstermeyerek propaganda suçunu işlediğim iddiası var.

OTURUM BAŞKANI GÜLAY SAMANCI - Hüseyin Bey, sözlerimizi toparlarsak.

HÜSEYİN KAÇMAZ (Şırnak) - Toparlayacağım.

Sadece bu birkaç örneği anlatmamın sebebi, şu an çoklu baroyla da yapmak istediğiniz yargının sadece zaten bir savunma ayağı kalmıştı size karşı koymaya çalışan, onu da rehin almaya çalışıyorsunuz.

Dolayısıyla, biz bu yasa teklifine karşı olduğumuzu tekrar iletmek istiyoruz.

Teşekkürler.