| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekilleri Denizli Milletvekili Cahit Özkan, Çanakkale Milletvekili Bülent Turan, Tokat Milletvekili Özlem Zengin, Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekilleri Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül, Manisa Milletvekili Erkan Akçay ile 182 Milletvekilinin, Avukatlık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2999) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 05 .07.2020 |
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Teşekkürler Başkan.
Evet, günlerdir baro kanunu üzerinde görüşmeler yapıyoruz. Şimdi, öncelikle şunu ifade etmek gerekiyor ki evet, baro başkanları kapıda, hâlâ ısrarla bu kanunun karşısındalar. Ama biz, sadece baro başkanları bu kanunun karşısında olduğu için bu kanuna karşı değiliz. Şimdi, AKP uzun bir süredir demokrasi güzellemeleriyle, özgürlük güzellemeleriyle aslında ülkeyi günbegün daha da otoriterleştiren bir rejim hâline getirdiği için karşıyız. Bu kanunda da yine demokrasi güzellemeleri, temsilî demokrasi ifadeleriyle geliyor ama bakın, ben "demokrasi" adı altında son beş yılda neler yapıldığının kısa bir özetini sizlere ifade edeyim.
Şimdi, arkadaşlar, şöyle bir durum var: 2013 tarihinde gerçekten bu ülkede az da olsa bir demokratikleşme çabası vardı, demokratikleşme paketleri çıkartıldı, ama 27 Mart 2015 tarihinde iç güvenlik paketiyle bir süreç başladı. İç güvenlik paketiyle polislere çokça yetki verildi, birçok temel hak ve özgürlük kısıtlandı. Sonrasında, 7 Haziran 2015'te iktidar tek başına iktidara gelemedi, bir seçim darbesi yaptı ve o günden bu güne aslında darbeyle bu ülkeyi yönetmeye çalışan bir akılla karşı karşıyayız. 1 Kasım gerçekleşti. Bu süreç içerisinde askerlere dokunulmazlık verildi, hatırlarsınız, 15 Temmuz darbe girişiminden önce. Yine, bizim bu Mecliste defalarca uyarı yapmamıza rağmen iktidar, muktedir kibriyle muhalefetin hiçbir söylemini dinlemedi, askerlere dokunulmazlık verdi ve o askerler -o dokunulmazlık zırhıyla kuşatılmış askerler- 15 Temmuzda darbe gerçekleştirdi. 20 Temmuzda OHAL ilan edildi. Devlete karşı ilan edilmiş OHAL'di. Biz, defalarca zaten, OHAL'in burada ortaya çıkarttığı sonucu ifade etmiştik. 21 Temmuz 2016, 20 Mart 2018'e kadar OHAL uygulamalarında 31 KHK çıkartıldı ve bu KHK'lerle hatırlarsınız, demokratikleşme süreciyle atılan birtakım adımların hepsi geri alındı. Ülke yavaş yavaş, daha otoriterleşen bir rejim, antidemokratik uygulamalarla yönetilen bir ülke hâline geldi.
OHAL döneminde bir Anayasa değişikliği yapıldı; Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi. Yine, aynen böyle, demokrasi güzellemeleri yapıldı. Tıpkı şu an baro kanunda konuşulduğu gibi kuvvetler ayrılığı olacaktı, bürokrasi ortadan kaldırılacaktı ama bir saray var. Saray şu anda yargının da, yürütmenin de, yasamanın da yerine kendini koyarak her türlü antidemokratik uygulamaları gerçekleştirmeye devam ediyor.
OHAL KHK'leri gözaltı süresini uzattı. İktidarın getirmek istediği kayyum rejimi Meclisten geçmemişti daha önce ama yine, seçilmiş bir halk iradesi yok sayarak, Meclis içerisinde seçimi de engelleyerek bu kayyum rejimini bir yönetim biçimi hâline getirdi. Valileri yetkilerle donattı ve hâlen valiler o yetkileri kullanıyor. Sonra yasalaştırarak bu devam etti.
İttifak düzenlemesi getirdi çünkü iktidar biliyordu ki tek başına artık bu ülkede bir karşılığı kalmamıştı. Seçim tartışmaları yürütürken ittifak düzenlemesi getirdi, bununla bir şekilde bir dönem daha ömrünü uzattı. Bu süreç içerisinde tabii kayyumlar devam etti, vekillikler düşürüldü. Öncesinde tabii, 20 Mayıs 2016 tarihinde dokunulmazlıklar kaldırıldı, milletvekilleri tutuklandı, infaz yasası geldi. Kadına ve çocuğa karşı suç işleyenler, mafyalar, çeteler, hepsi salındı ama pandemi sürecinde siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler cezaevinde ölüme terkedildi. Bekçiler Yasası getirildi. Bu ülkede sadece polis, asker yetmiyordu, bütün sivil ve demokratik eylemselliklerin karşısında "bire bir bekçiler" diye bir milis örgüt yaratıldı. Şimdi, çoklu baro tartışıyoruz. Şu anda sosyal medya yasaklamaları gündemde. İstanbul Sözleşmesi gündemde onu birazdan size daha detaylı açıklayacağım. İstismar yasası gündemde yani küçük yaşta kız çocuklarının tecavüze uğradıkları kişilerle evlendirilmesinin meşrulaştırılması Meclise getirilmeye çalışılıyor. Kıdem tazminatı, nafaka gibi, iktidarın türlü demokratikleştirme paketleriyle karşı karşıyız.
İktidar, ifade ettiğim gibi, bir muktedir kibriyle, o iktidarı bırakmamak için, sistemin her tarafına, karşısındaki bütün demokratik kitle örgütlerini ortadan kaldırmak için her türlü yönelimi gerçekleştirmeye devam ediyor.
Şimdi, bugün baroları konuşuyoruz. Bizim ifade ettiğimiz gibi, bu, iktidarın baroları da yargının kalan özgür tek alanını da ele geçirme operasyonudur. Bu da aslında darbeci rejimin, kayyum rejiminin bir devamıdır çünkü iktidar böyle ayakta durabiliyor; zor aygıtları, kayyum rejimi, darbe uygulamaları. "Demokrasi" dedikleri şey, maalesef, şu anda bir adadaki bir anıttan başka bir şey değil artık bu ülkede. O anıtın etrafı sularla çevrili, zaten ulaşabilene de aşk olsun ancak Cumhurbaşkanının kendisi gider, orada söz söyler.
Değerli arkadaşlar, bir de İstanbul Sözleşmesi şu anda tartışmalı bir konu. Birkaç gün sonra onu da getireceksiniz, okumamıştınız, ne olduğunu bilmiyordunuz. 2019 yılının Şubat ayında AKP Genel Başkanı "İstanbul Sözleşmesi'ni gözden geçireceğiz." dedi, geçenlerde Numan Kurtulmuş "Evet, İstanbul Sözleşmesi yanlış bir şeydir, bunu açık söylüyorum." dedi. Şimdi ben size okuyayım, İstanbul Sözleşmesi'nin neresi yanlış, size hangi maddesi yanlış geliyor? Yani kadınları koruduğu için mi, eşitlik olsun dediği için mi yanlış geliyor? Sadece ilk maddeyi okuyacağım: "Madde 1- Sözleşmenin Amacı
1. İşbu Sözleşmenin amacı;
a. Kadınları her türlü şiddetten korumak, kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak, ortadan kaldırmak,
b. Kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığının ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınların güçlendirilmesi yolu dâhil kadın ile erkek arasında temel eşitliği teşvik etmek;
c. Kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddet mağdurlarının korunması ve bu mağdurlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politikalar ve tedbirler geliştirmek;
d. Kadınlara yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmak amacıyla uluslararası işbirliğini teşvik etmek;
e. Kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmak üzere bütüncül bir yaklaşım benimsemek amacıyla etkili işbirliği sağlamak için kuruluşlara ve kolluk kuvvetlerine destek ve yardım sağlamaktır." İstanbul Sözleşmesi'nin amacı bunlar ama AKP iktidarına göre yanlış, çok yanlış. İşte sizin yanlışınız ve doğrunuz, maalesef, sizin iktidarınızla bağlantılı bir durum. Sizin demokrasi anlayışınız da sizi koruduğu müddetçe demokrasi. Eğer muhalifler ya da bu ülkede demokrasi isteyen herhangi bir başka kesim bu meseleden bir şekilde yararlanacaksa bunun adı sizin açınızdan demokrasi değil, size yaradığı sürece demokrasi, size yaradığı sürece doğru, size yaradığı sürece özgürlük. İşte, siz böyle bir ülke kurmak istiyorsunuz ve bu sözleşmeyi de bugün tartışmaya açıyorsunuz, tıpkı bu çoklu baro meselesinde olduğu gibi.
Peki, Türkiye'nin kadınlar açısından karnesi nasıl? Bakın, on sekiz yıllık AKP iktidarı döneminde resmî rakamlara göre 7.500 kadın katledilmiş, 7.500 kadın ve bunlar resmî rakamlar; şüpheli ölümler ve üstü kapatılan dosyalar bunlara dâhil değil. Bakın, kadınlar hâlâ bu ülkedeki yargı mekanizmasında kendilerini bir şekilde ifade edemedikleri için, adil bir yargı mekanizması oluşturulamadığı için, yargı erkek olduğu için, erkek bakış açısına sahip olduğu için kadınlar ya kadın derneklerinin desteğiyle gündem oluşturmaya çalışıyor ya da sosyal medya aracılığıyla seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Sosyal medyada ses yükselterek adaletin tecelli ettirilmesini sağlayan tek ülke neresi derseniz, o da maalesef ülkemiz Türkiye'dir. Bakın, bir örnek vereyim sizlere, size daha onlarca, yüzlerce örnek getirebilirim ama bu, bugünlerde gördüğümüz bir örnek. 25 Aralıkta Arya diye genç bir kadın, sosyal medyada da videosu var. Bu kadına bir telefon geliyor, tanımadığı bir kişi, telefonda kendisine onu öldüreceğini, tecavüz edeceğini ifade ediyor karşı taraf, o erkek defalarca kendisine tehdit mesajları gönderiyor, defalarca kendisini arayarak tehdit ediyor. Genç kadın hem mesajları kayıt altına alıyor hem telefon görüşmesini kayıt altına alıyor ve suç duyurusunda bulunuyor, adalete ulaşmaya çalışıyor; bundan daha doğal bir şey var mı? Adalet sağlanır diye bekliyor ama kendisine gelen cevapta, kovuşturma açmak için yeterli delil olmadığı için takipsizlik kararı veriliyor. Bu kadın, bu genç kadın sesini ulaştırmaya çalışıyor, diyor ki: "Yeterli delil olması için ne gerekiyor? Tecavüze mi uğramam gerekiyor? Öldürülmem mi gerekiyor yeterli delil kabul etmeniz için?" Ve bunun gibi daha onlarca örnek sayabilirim. İşte, İstanbul Sözleşmesi bu kadınları koruyor; işte, 6284 bu kadınları koruyor. Ama siz bunu da ortadan kaldırmak için, kadınları koruyan mekanizmaların hepsini ortadan kaldırmak için elinizden geleni yapıyorsunuz ve bu pandemi sürecinde biz bu yaklaşımınızın, eşitlikten uzak yaklaşımınızın aslında nasıl bir tablo ortaya çıkardığını gördük. Kadınlar hiçbir mekanizmaya ulaşamadı. Pandemi koşullarında HSK bir karar verdi; kadından yana tavır sergilemesi gereken HSK çıkıp "Verilen tedbirlerde pandemi göz önünde bulundurulsun." dedi ve bunu talimat olarak algılayan yargıçlar hiçbir biçimde kadınların başvurusunu değerlendirmedi, haklarında tedbir kararı vermedi. Onlarca kadın bu süreçte katledildi. Kadınlar mekanizmalara ulaşamadıkları için, kadınlar, ulaştıkları yerde cevapsız kaldıkları için bir biçimde katledildiler. Sizin ortaya koymadığınız mekanizmaları barolar işlettiği için... Şu anda bir çok baronun kadın hakları merkezleri var ve bu kadın hakları merkezleri, işte bu mekanizmaya ulaşamayan, işte sizin güvencesiz bıraktığınız, sizin korumasız bıraktığınız kadınlara destek sunmak için belli mekanizmalar kuruyorlar.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Toparlayalım Sayın Başaran.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Toparlıyorum Başkan.
İfade ettiğim gibi arkadaşlar, demokrasiden -maalesef ki defalarca söylüyoruz- anladığınızın ne olduğunu ifade ettim. Bu baro kanunuyla yapmak istediğinizin de sizin dönemsel yaklaşımınız olduğunu biliyoruz. Ve şöyle yaklaşıyorsunuz siz: 28 Şubatçılar geldi "Bin yıl sürecek bu darbe." demişti, bin yıl yürüteceklerini zannediyorlardı. Siz de iktidarınınız bin yıl devam edeceğini zannediyorsunuz. Hiçbir iktidar, hele otoriter, hele günbegün diktatöryer rejime doğru giden, hele bu kadar özgürlüklerden, demokrasiden uzak bir rejim hiçbir zaman sonunun gelmeyeceğini düşünmesin. Bu iktidar kibrinizden vazgeçin. Sizin iktidar kibriniz ülkeyi her gün uçurumun daha fazla kenarına götürüyor. Kadınların bu ülkede can güvenlikleri yok; toplum, bu ülkede karşı karşıya gelmiş durumda. Kutuplaştırma siyasetiniz insanları birbirine kırdırıyor, nefret söylemleriniz toplum içerisinde toplumsal barışı her gün baltalıyor. Siyasetiniz sizinle beraber gidecek ama umuyorum ki en az zararla bu süreci atlatabilir bu toplum.
Teşekkür ederim.