KOMİSYON KONUŞMASI

ONURSAL ADIGÜZEL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum öncelikle.

Beş gündür onlarca saattir çalışıyoruz ve yarından itibaren seçim bölgelerimize gittiğimizde ya da bizi beş gündür arayan seçmenlerimize bu konuyu açıklamakta gerçekten güçlük çekiyoruz. Ben de kendi aklıma ve vicdanıma danıştığımda, neden böyle bir maddeyle barolar parçalanmaya çalışılıyor, çoklu baro sistemi ortaya atılıyor diye düşündüğümde şöyle bir karara vardım ve şöyle bir düşüncede buluştum: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İstanbul'da seçim kazanamayan arkadaşları "Bize bir koltuk lazım." dediler. E, şimdi de Adalet ve Kalkınma Partisi ve küçük ortağı bir koltuk icat etmeye çalışıyor, bunu gördük.

Tabii, değerli milletvekilleri, gönül isterdi ki bugün burada vatandaşın derdini, ekonomik krizi, işsizliği, kaynamayan tencereleri, birikmiş faturaları konuşalım, vatandaşın derdini tespit edelim, derdine çare bulalım. Ben de buraya gelirken acaba hangi eşitsizlikten bahsetsem diye düşünürken birkaç tespit yaptım. Birine Ramazan Can alınacak ama eğitim sistemindeki eşitsizlikten bahsetmek isterim önce, hele de pandemi sürecinde ortaya çıkan hak eşitsizliğinden özellikle bahsetmek isterim. Biliyorsunuz, pandemi sürecinde öğrencilerimizin dijital eğitime ihtiyacı oldu ve bu noktada TÜİK'in verilerine baktık, bütün öğrenciler aynı sınava tabi tutuluyorlar ama acaba aynı eğitimden yararlanabiliyorlar mı diye. TÜİK'e göre, ne yazık ki öğrencilerin yüzde 5'inin evinde televizyon bile yok. Hani, biz televizyon üzerinden eğitim veriyoruz ama yüzde 5'inin evinde televizyon yok. 2,5 milyon hanede -bakın dile kolay- hane halkı sayısı 6'nın üzerinde. Siz de tahmin edersiniz ki bir çocuğun, bir öğrencinin 6 kişinin yaşadığı bir evde televizyonu açıp da eğitime ulaşması hiç de kolay değil. Bu Millî Eğitim Bakanımızın itirafı: Öğrencilerin yüzde 20'si internet erişiminde sorun yaşıyor. Peki, TÜİK verileri ne diyor? Öğrencilerimizin yüzde 82'si masaüstü bilgisayara sahip değil, yüzde 62'si taşınabilir bir bilgisayara da sahip değil, yüzde 73'ünün de tableti yok. Peki, engelliler? Görme engelliler için EBA sisteminde -ki EBA on yıldır üzerinde çalışılan bir program- içerik yok, özellikle de şekilleri ve grafikleri anlatacak bir içerik yok. İşitme engelliler için de dersleri takip etmesini sağlayacak işaret dili yok, alt yazı yok. Peki, ne kadar öğrenci bu altyapıdan yararlanmak zorunda? 398.815 engelli öğrenci. Tabii, bu biraz konudan uzak oldu.

Adalet Komisyonuna gelirken barolar konuşulurken İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini yeni bitirmiş, Türkiye'nin en köklü hukuk fakültelerinden birini yeni bitirmiş bir genç arkadaşımızı aradım "Bu barolarla ilgili ne düşünüyorsun? Ne konuşayım orada?" dedim. "Abi, sana kendi hikâyemi anlatmak istiyorum." dedi. Ben de sizinle hikâyesini paylaşmak istiyorum: Malatya'dan İstanbul'a gelmiş, hukuk fakültesinde okumuş, dar gelirli bir ailenin çocuğu kendisi. "Üniversiteyi bitirdim, tabii, staj yapmam gerekiyor, bir hukuk bürosuna gittim." diyor sonrasında. "Hukuk bürosunda bir iş yeri sahibiyle, avukat büyüğümüzle çok iyi bir elektrik yakaladık. Tabii, laf döndü dolaştı ne kadarlık bir ücret istiyorsuna geldi." diyor. "Ben de tabii, hem işi istiyorum hem de bir elektrik yakaladık, biraz daha makul bir şey söyleyeyim: 'Ben İstanbul'a geldim, aileme yük olmak istemiyorum, ev kiram var. Sadece ayakta durabilecek, yaşayabilecek bir ücret yeterli olur bana.' dedim." diyor. "Tabii, biraz da özgüvenle iyi bir sohbetimiz oldu büro sahibiyle" diyor. "Büro sahibi dönüp bana dedi ki: 'Senden önce çıkan bin liradan çıktı.' Kendimi kiralık bir daire gibi hissetim, öncelikle bunu söylemek isterim." diyor. "Sonra, tabii ki hesap ettiğimizde de benim masraflarım daha fazla tutuyordu ve vazgeçmek zorunda kaldım, başka bir iş aramak zorunda kaldım." diyor. "Binlerce öğrenci hukuk fakültesinden mezun oluyor abi bu süreçte." diyor. Peki, bunlara nasıl bir yaşam reva görülüyor diye sorduğumuzda "2.500 liralık bir maaş makul görülüyor." diye de bir cevap aldık. Hatta şunu da söyledi: "İş görüşmesinde özellikle iş yeri sahipleri meseleye şöyle bakıyor: 'Eğer bu çocuğun ailesinin ekonomik durumu iyiyse bana yük olmaz, ben ona göre eleman alayım.'" diye. Böyle bir eşitsizliği bir gencin dilinden size anlatmak istedim öncelikle.

Tabii, dönüp baktığımızda, vatandaşın asıl meseleleriyle uğraşmak varken suni gündemler oluşturmak aslında Adalet ve Kalkınma Partisinin bir taktiği artık ve bu çözüldü. Adalet ve Kalkınma Partisi çözülmüş bir parti artık. Yani, bir sonraki adımını da bugün herkes tahmin ediyor burada, ne yapabileceklerini çok hızlı bir şekilde okuyabiliyorlar.

İktidar partisi ve küçük ortağı tüm dünyanın pandemiyle mücadele ettiği, milletin canıyla, aşıyla uğraştığı olağanüstü günlerde bu dönemi de fırsata çevirecek işlerden geri kalmıyor. Önce ne yaptılar? Önce gündeme tam da bu pandemi meselesinin içinde "sosyal medya düzenlemesi" diye bir başlık getirdiler. Peki, sosyal medya düzenlemesinin içinde ne vardı? Adalet ve Kalkınma Partisinin medya ve tanıtımdan sorumlu Genel Başkan Yardımcısının "etik" dediği yeşil toplar vardı. Peki, bu yeşil topların içinden ne çıktı? Şöyle bir hafızanızı tazeleyin; önce Adalet ve Kalkınma Partili troller yeşil toplarla işaretlendi, sonra bu işaretlenen troller Twitter tarafından kapatıldı. Tabii, Twitter tarafından kapatmaya -yani hepiniz güleceksiniz ama- Mahir Ünal Twitter'dan cevap verdi yani Twitter'a cevabı yine ""tweet"lerle verdi Mahir Ünal. Bu da yetmezmiş gibi "Bu proje çok büyük bir proje." diye arkasında durdu, kendi pergolacı Fahrettin'i, Fahrettin Altun'u da işin önüne atarak dedi ki: "Cumhuriyet Halk Partisi Fahrettin Altun'u hedef gösteriyor, hatta kendi sisteminde de böyle bilgiler var." diye bir montaj belgeyi de Twitter'dan paylaştı. Döndük dolaştık, tabii, hiçbirimizin tasvip etmediği, Başak Demirtaş'a, Sayın Meral Akşener'e, Canan Kaftancıoğlu'na ve Esra Albayrak'a yönelik saldırıları gördük. Bu saldırıların özüne baktığımızda üç saldırıyı yapanlar niyeyse yeşil topluydu. Peki, bunlar yeşil toplu olunca biz dedik ki: "Bunlar AK PARTİ'li troller herhâlde." Biz demedik aslında, bunu Mahir Ünal söyledi, dedi ki: "Bunlar AK PARTİ'li." Yani o üç saldırıyı yapan trolün -yeşil benekli mi dersiniz- yeşil toplu trolün AK PARTİ'li olduğunu Mahir Ünal söyledi. Sonra da her zaman olduğu gibi, baktılar ki tepki büyüyor, bu projeden geri adım attılar ama bir noktaya da değinmeden bu konuyu kapatmak istemem. Şimdi Adalet ve Kalkınma Partisi sıralarına bakıyorum, herkesin gözü telefonda arkadaşlar. Yani yarın, önümüzdeki günlerde sosyal medyayı yasaklamaya kalkarlar, kısıtlamaya kalkarlar biliyorsunuz, sonra da "Balık ağa girince aklı başına gelirmiş." misali bağırırlar. Hepsi şu an sosyal medyada dolaşıyorlar. Buradan uyarırım: Aman dikkat edin, ayağınıza sıkmayın yine diye.

Sonra ne yaptılar? Yüz kırk iki yıllık tarihi olan baroları gündeme taşıdılar. Avukatların bağımsızlığına göz diktiler. Bu da yetmedi, bir anda gündemimize Ayasofya'nın statüsü tartışması geldi. Nereden geldi bu gündeme acaba? O da yetmedi, iki gün önce Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş dedi ki: "Gerekirse İstanbul Sözleşmesi'nden çıkarız." Hepimiz hayretle izliyoruz neden böyle bir gündemleri olduğunu.

Yani özetle, değerli milletvekilleri, vatandaşın derdinden başka her şeyi gündeminize aldınız. Gözünüz ve vicdanınız, bir tek, sokaktaki vatandaşın sorunlarını görmedi. Millet işsizlikten, zamlardan, faturalardan kırılırken sizin tek bir derdiniz var: Ekonomi konuşulmasın. İktidar öyle dipsiz bir kuyuya düşmüş ki zannediyor ki yasaklarla bu kuyudan çıkacak, bütün sorunlarını çözecek. Vatandaşa nefes alacak tek bir alan bile bırakmıyorsunuz. "Yasaklarla mücadele edeceğiz." diye geldiniz, yasaklardan medet umar hâle dönüştünüz. Akademisyenlerin cübbelerini postallarla çiğnemek de, adaletin temsilcisi baro başkanlarına başkenti, Meclisi yasaklamak da sizlere nasip oldu.

Biz neden "adalet" diyoruz biliyor musunuz? Değerli milletvekilleri, adalet, kadınlarla, çocuklarla ilgilidir. Adalet, gençlerin torpil olmadan iş bulmasıyla ilgilidir. Adalet, seçimle gelenin seçimle gitmesiyle ilgilidir. Adalet, evde kaynayan tencereyle ilgilidir. Onun için, yükselen itirazımız ve adalet çağrımız her fırsatta devam edecek.

Peki, siz ne yaptınız on sekiz yılda? On sekiz yılda inatlaşmadan beslendiniz. Gazetecilerle inatlaştınız, muhalefetle görüyoruz ki -bayatlasa da söylemleriniz- inatlaşıyorsunuz, işçilerle inatlaştınız; gördük, öğrencilerle inatlaştınız, şimdi avukatlarla inatlaşıyorsunuz. Bu inatlaşmanın da size hiçbir fayda getirmeyeceğini tekrar söylüyorum. Size fırsatçı dediğimizde alınıyorsunuz, öfkeleniyorsunuz ama düne kadar aklınıza gelmeyen eylem yasağı ne hikmetse baroların büyük savunma mitingi öncesinde aklınıza geliyor.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Tamamlayalım Sayın Adıgüzel.

ONURSAL ADIGÜZEL (İstanbul) - Öyle bir corona düşünün ki AVM'de, restoranda, 2,5 milyon öğrencinin girdiği sınavda bulaşmayan corona, avukatların mitinginde hemen bulaşacak.

Değerli milletvekilleri, kimse hikâye anlatmasın. Bu teklif, iddia edildiği gibi çoğulcu, demokratik bir baro düzenlemesi değil aksine baroları işlevsizleştirecek bir teklif. Kaldı ki bu teklifi çoğulculuk kisvesi altında ele alanların, baro başkanlarını milletin Meclisine almamak için nasıl kırk dereden su getirdiklerini milletimizin vicdanına sevk ediyorum.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Teşekkür ediyoruz.

Toparlayalım Sayın Adıgüzel.

ONURSAL ADIGÜZEL (İstanbul) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Bir meslek kanunu değiştirilirken, bir hazırlık yapılırken, o mesleğin temsilcilerine söz hakkı verme gereği bile duymayan bir zihniyetten çoğulcu bir yaklaşım beklemek de mümkün değil.

"Ben her şeyi bilirim." anlayışı, kibri 83 milyona fatura ödetiyor. Bu faturayı da ne yazık ki hep birlikte ödüyoruz. Siz de "Kandırıldık." diyerek işin içinden çıkabileceğinizi sanıyorsunuz. Yol yakınken bu

FETÖ projesinden vazgeçin. Tarih sizi kötü yazacak fakat tarih sizi bir terör örgütünün projesini hayata geçiren iktidar olarak yazmasın.

Teşekkür ediyorum.