| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Tokat Milletvekili Özlem Zengin ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri Manisa Milletvekili Erkan Akçay, Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül ile 5 Milletvekilinin İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3050) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 23 .07.2020 |
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Ben de bir kez daha yeni görevinizde başarılar diliyorum, sizi tebrik ediyorum.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Teşekkür ediyorum.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Adil bir yönetim sergileyeceğinizi umuyoruz. önümüzdeki 3 yıl için.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Sağ olun.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Çok uzun konuşmayacağım çünkü ülkemizde söz hiç bu kadar kıymetsiz olmadı. Uzunca bir süredir parmak sayısı çok daha değerli. Söylediğinizin çok fazla önemi yok. Kimin ne söylediğinden çok kimin ne kadar çok parmak sayısı varsa o daha önemli. Türkiye'nin uzunca bir süredir demokratik değerlerden uzaklaştığını düşünüyoruz, buna inanıyoruz. Kapatılan yüzlerce gazete, dergi, televizyon bunun çok açık göstergesi. 2 bin günü aşan toplantı ve gösteri yürüyüşü yasakları var, 2 bin günü aşan, kesintisiz. Sadece bir vali kararıyla Van'da 2 bin günü aşkın bir süredir hiçbir toplantı yapılamıyor, basın açıklaması yapılamıyor, demokratik hiçbir protesto hakkı kullanılamıyor. Ayrıca barışçıl ve demokratik protesto hakkını kullanan kişilere de -ki demokratik ve barışçıl protesto hakkı dediğimiz şey aslında düşüncenin kolektif bir biçimde ifade edilmesi anlamına gelir- ciddi saldırılar oluyor, şiddet uygulanıyor ve çok sayıda insan bu tür etkinliklerde göz altına alınıyor.
Düşünce ve ifade özgürlüğü Türkiye için artık uzak bir hayal. Düşünce ve ifade özgürlüğü konusunu Genel Kurulda da birkaç konuşmada gündeme getirdim. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, düşünce ve ifade özgürlüğüne yaşam hakkından sonraki en önemli hak olarak bakıyor. Diyor ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi: "Eğer bir yerde düşünce ve ifade özgürlüğü yoksa o ülkede aslında din ve vicdan özgürlüğü yoktur, o ülkede aslında örgütlenme özgürlüğü yoktur, o ülkede dernek kurma özgürlüğü yoktur, o ülkede toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı yoktur." Düşünce ve ifade özgürlüğünü bu nedenle çok önemser Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve yaşam hakkından sonraki en önemli hak olarak görür.
Şimdi biz bundan on yıl öncesine kadar diyelim, ülkemizin demokratikleşmişinden söz ediyorduk. Türkiye'de bir cumhuriyet ilan edildiğini, seksen yılda bu cumhuriyetin demokratikleşemediğini söylüyorduk ve cumhuriyetin en önemli sorununun demokratikleşme olduğunu ifade ediyorduk. Ama bırakın cumhuriyetin demokratikleşmesini, cumhuriyetin temel değerlerinden de uzaklaşmış bir durumdayız. Sadece bir örnek, bu ülkede aslında artık seçme ve seçilme hakkı bile yoktur. Çünkü seçilmiş belediye başkanları çok rahat bir şekilde hakkında herhangi bir yargısal karar olmadan, sadece "Şu şu iddialarla soruşturma başlatıldı." denilerek, milyonlarca insanın iradesi yok sayılabilmekte, atanmış bir valiye, kaymakama devredilebilmektedir.
Türkiye'de demokratik iklim çoraklaştığı için yurttaşlar çoğu zaman sosyal medya üzerinden ve kimliklerini gizleyerek eleştiri haklarını kullanıyorlar. Emin olun, evrensel olarak suç kabul edilen fiillerle mücadelenin en etkili yolu demokrasiyi güçlendirmekten geçiyor. Yoksa baskıyı, zoru, sınırlamaları artırarak hiçbir ülke demokratikleşmemiştir. Bunun ne dünyada ne geçmişte ne de günümüzde bir örneği yok. Hakaret ve küfürleri gerekçe göstererek sosyal ağların sınırlanması hatta bant daraltmayla fiilen ülkemiz açısından kapatılması, bu sosyal medya platformlarının kapatılmasının ülkemizin demokrasisine hiçbir katkı sunmayacağı çok açık.
Ayrıca, sosyal medya düzenlemesinin tartışılmaya başlandığı gün vatandaşlar ve konuyla ilgili tarafların aklına gelen ilk şey sansür olduğu. Kimse bu ülkenin demokrasisine kimse demeyelim ama toplumun büyük bir bölümü ülkemizin demokrasisine, bir katkı sunacağını düşünmedi. Hiç kimse sosyal medyada isteyenin, istediğini söyleyebildiğini düşünmüyor, böyle bir şey yok. Her gün yüzlerce kişi Cumhurbaşkanına veya Adalet ve Kalkınma Partisinin bir yöneticisine veya iktidara yakın kişilere hakaret ettiği iddiasıyla gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, cezalandırılıyor. Sizin çevrenizde bu nasıl konuşuluyor bilmiyorum ama bizim çevremizde şöyle konuşuluyor. Diyelim ki başına bir iş gelen, bir haksızlıkla, bir hukuksuzlukla karşı karşıya kalan kişi, evi soyulmuş kişi diyelim, polisi aradığında saatler sonra geleceklerini biliyor, günler sonra geleceklerini biliyor ama Sayın Cumhurbaşkanına burada bir kişi hakaret ederse on dakika sonra oraya güvenlik görevlilerinin geleceğini biliyor. Durum bu ülkede bu. Muhaliflere, muhalefet partilerine yöneticilerine ise hakaret serbest. Bunun nedeni de yargının tarafsızlığını yitirmesi. Ve emin olun bu ülkede geçmişte Türkiye'de yargı çok bağımsızdı falan böyle bir şey söylemiyorum ama yargı kurumları şu anda iktidarın bir aparatına dönüşmüş durumda. Yargı bu kadar taraflı iken kişilerin ve kamu kurumlarının taleplerini karşılamadığı için sosyal medya platformlarına getirilecek sınırlamaların sonucunu varın siz düşünün.
Şimdi, Anayasa'da güvence altına alınmış olan bilgi alma, ifade özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü gibi pek çok temel hak ve özgürlük arasında bir dengenin internet ortamında korunmasını amaçlayan 5651 sayılı Yasa var. Bu yasa kapsamında yapılması planlanan değişiklikler bir süredir kamuoyu tarafından da ilgiyle izleniyor. Nitekim konunun hassasiyeti, değişikliklerin temel hak ve özgürlükler üzerindeki etkisinin detaylı bir şekilde araştırılarak düzenlenmesine ilişkin denildi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonuna 16 Temmuz 2020 tarihinde görüşülen İşsizlik Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'ne sunulan bir önergeyle Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesi altında dijital mecralar komisyonunun kurulması önerildi. Bu komisyonun kurulmasına da muhalefet partileri karşı çıkmadılar. Dün de yasa teklifinin 1'inci maddesi Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildi. Yasanın görüşmelerine devam ediliyor. Muhtemelen bugün yarın yasa Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilecek ve bir komisyon kurulacak. Fakat bu komisyon henüz kurulmadan, bu komisyon henüz çalışmalarına başlamadan sosyal medya platformlarına ilişkin bir teklifi Adalet ve Kalkınma Partisi komisyon çalışmalarını beklemeden Meclisin gündemine getirdi. Faaliyet alanı doğrudan 5651 sayılı Kanun olan dijital mecralar komisyonu henüz kurulup faaliyete başlamadan uluslararası bir pandemi dönemi sırasında özel sektör ve kamu kurum, kuruluş ve uzmanlarının görüşü alınmadan bu kanun kapsamında yapılacak değişikliklerin hızla eğer kabul edilirse bir dizi sorunla karşılaşılacağını düşünüyoruz.
Şimdi, konu tartışılmaya başlanınca sosyal medya platformları şöyle bir şey söylediler, gerçekten çok inandırıcı, diyorlar ki: "Sosyal medya platformlarının kullanıcılarına sunmuş olduğu paylaşım alanı toplumun ve bireylerin huzuru bakımından da son derece önemlidir. Özellikle Covid-19 pandemisi göstermiştir ki hayatımızın bir parçası olan ve yakın zamanda da hayatımızdan çıkmayacak olan 'sosyal mesafe' kavramının yaratmış olduğu yalnızlaşma hissiyle bireyler bu platformlar aracılığıyla başa çıkmıştır. Bu süreçte platformlar üzerinden yapılan paylaşımlar önceki döneme oranla artmış, insanın sosyal bir varlık olması âdeta sosyal medya platformları aracılığıyla yerini bulmuştur. Bu süreçte gerek eğitsel gerek eğlence gerekse kişisel paylaşımlar sosyal ağlar aracılığıyla yapılmış, insanlar bu mecralar aracılığıyla birbiriyle etkileşim hâlinde kalmıştır. Bu durum göstermektedir ki bireylerin kendilerini platformlar aracılığıyla ifade etmesi, toplumsal huzurun sağlanması ve bireyin sıkışmışlık ve yalnızlaşma hissini gidermesi bakımından da son derece önemlidir."
Sosyal medya platformlarının günlük milyonları bulan içerik paylaşımlarını denetlemesi o kadar kolay değil. Buna uygun olarak 5651 sayılı Yasa'da da içerik sağlayıcısının sorumluluğu esas alınmıştır fakat bu düzenlemeyle anlaşılan o ki yer sağlayıcıların doğrudan sorumlu olması kabul edilmekte ve yer sağlayıcılarına yönelik bir dizi mekanizma işletilmek istenmektedir. 5651 sayılı Yasa kapsamında yapılması planlanan değişikliklerin temel olarak iki konuya odaklandığı görülüyor. Sosyal medya şirketleriyle ülkemizdeki kurumların iletişimlerinin artırılması ve içerik yönetiminde kişilerin ve kullanıcıların etkinliğinin artırılması. Şimdi, yakın zamanda Almanya ve Fransa'da yürürlüğe giren düzenlemelere paralel olarak bir yapının da Türkiye'de oluşturulması isteniyor. Şimdi, belirtmek gerekir ki hâlihazırda 5651 sayılı Yasa'yla öngörülen içerik yönetim mekanizması Avrupa Birliği üye devletleri başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde düzenlenmemiş bir konu. Bu nedenle günümüzde genel bir çerçeve düzenleme haricinde hukuka aykırı içeriklere ilişkin olarak içerik yönetim mekanizmalarına ilişkin detaylı bir düzenlemenin yapılmamış olması ve yer sağlayıcıların yükümlülüklerinin belirlenmemiş olması sebebiyle Avrupa Birliğinde de bu konuda yoğun tartışmalar yaşanmaktadır. Avrupa Birliği seviyesinde yapılan düzenleme çalışmalarında ayrıca az evvel Zeynel Bey'in de söylediği gibi Almanya'da kamuoyunda "nefret söylemi kanunu" olarak bilinen ve pek çok eleştiriye buna rağmen maruz kalan içerik yönetimine ilişkin bir düzenleme Sosyal Ağ Kanunu 1 Ekim 2017 tarihinde Almanya'da yürürlüğe girdi. Takiben Fransa'da ilk olarak 20 Mart 2019'da yasa tasarısı olarak Meclise sunulan ve kamuoyunca "avia kanunu" olarak bilinen düzenleme neredeyse bir yıllık bir görüş ve değerlendirme süreci sonucunda Mayıs 2020'de Fransa Meclisi tarafından onaylandı, kabul edildi. Ne var ki ifade özgürlüğü ve platformlara getirmiş olduğu yükümlülükler bakımından şiddetle eleştirilen düzenlemenin katı hükümleri Fransa Anayasa Mahkemesi tarafından bir ay sonra, 18 Haziran 2020 tarihinde iptal edildi çok kısa bir süre sonra. Özellikle Fransa Anayasa Mahkemesinin ihlal değerlendirmesinin adli mercilerden alınarak sosyal medya şirketlerine yüklenmesi. Bu değerlendirme süresinin oldukça kısa olması, sosyal medya şirketleri için öngörülen idari para cezalarının yüksek olması Fransa Anayasa Mahkemesi tarafından iletişim ve ifade özgürlüğünün gereklilik, uygunluk ve orantılılık ilkeleriyle bağdaşmayacak şekilde kısıtlanması olarak yorumlanmış ve düzenlemenin anayasal hakları ihlal ettiği kanaatine varılmıştır ve bugün teklif sahiplerinin önümüze getirdikleri metin de tam olarak bunları içermektedir. İhlal değerlendirmesi adli mercilerden alınarak sosyal medya şirketlerine yüklenmektedir. Değerlendirme süreci oldukça kısadır. Sosyal medya şirketleri için öngörülen idari para cezaları 10 bin kat artırılmaktadır. Dolayısıyla, benzer düzenlemeleri yapan, örnek gösterilen ülkelerin de tartıştığını hatta o ülkelerdeki anayasa mahkemeleri tarafından iptal edildiğini unutmamak gerekir.
Şimdi, değişiklik teklifine ilişkin birkaç şey söylemek isterim. Yöneldiği iki tane temel amaç var. Bir tanesi internette yaşanan hak ihlalleriyle mücadele noktasında kişilerin etkinliğini artırmak. Bir diğeri de platformların içerik yönetimine ilişkin olarak adli ve idari makamlarla etkili bir iletişim ve ilişki kurmasını sağlamak. Sanırız teklif sahipleri de bunu istiyorlar. Diyorlar ki: "Platformlar içerik yönetimi konusunda bizimle, adli makamlarla, idari makamlarla etkili bir iletişim kursunlar. Ayrıca internette yaşanan hak ihlalleriyle mücadele noktasında kişilerin etkinliği artırılsın." Teorik olarak kulağa doğru gelen amaçlar, bunda bir sorun yok fakat tartışmalı başlıklar var teklifin içeriğinde. Bir tanesi Türkiye'de temsilci belirleme yükümlülüğü ve verilerin yerelleştirilmesi. Bir diğeri kişisel başvurular. Bir diğeri de raporlama. Şimdi, bunlara kısaca, bu konularda birkaç şey söylemek istiyorum. Teklifte yer alan yükümlülük kapsamında belirlenecek temsilcinin yerleşim yerine doğrudan işaret edilmemekle beraber Türkiye'de bir temsilci bulundurulması isteniyor yani Türkiye'de bunun temsilci bulundurmasını istiyor. Yabancı şirketlerin Türkiye'de bir temsilci veya ofis açma zorunluluğunun beraberinde bir dizi sorun yaşatacağı açık çünkü tek bir kişinin veya bir ofisin her gün milyonlarca paylaşımın yapıldığı bu mecraları etkin bir şekilde değerlendirmesi ve kısa süre içerisinde bu paylaşımları kaldırmaya karar vermesi biraz güç görünüyor yargısal süreçlerin uzunluğu göz önünde bulundurulduğunda "Hem burada bir temsilci bulundurun hem de çok kısa süre içerisinde kişilerin ve kurumların, fark etmeksizin, yaptığı başvuruları değerlendirin ve içerikleri kaldırın." gibi bir şey söyleniyor. Kurumlar açısından aslında iletişim mevcut durumda var, kurumsal iletişimler sosyal medya platformlarıyla sürüyor fakat getirilen düzenleme ayrıca kişilerin başvuruları üzerine de bu sosyal medya platformlarına ciddi bir yükümlülük getiriyor. Bunun bu kadar kısa sürede çözümlenmesinin mümkün olmadığını düşünüyoruz, bunu biraz daha tartışmakta yarar var.
Ayrıca şöyle de bir tarafı var, sözleşme özgürlüğü açısından da bunu değerlendirmek gerekir yani buradaki sözleşme kiminle yapılmış bir sözleşme. Sosyal medya platformuyla, o sosyal medya platformunun hizmet sunduğu ülke yönetimiyle yaptığı bir sözleşmeden mi bahsediyoruz yoksa içerik sağlayan kişilerin kendi arasındaki bir sözleşmeden mi bahsediyoruz veya sosyal medya platformu ile o içeriği paylaşan kişi arasındaki sözleşmeden mi bahsediyoruz, bu açıdan da, sözleşme özgürlüğü açısından da bir dizi sorun barındırıyor.
Verilerin Türkiye'de tutulması da ciddi bir sorun yani bunun dünyada bildiğimiz kadarıyla bir örneği yok. Ayrıca bu verilerin Türkiye'de tutulması demek hani bunu kim neye göre yapıyor, muhtemelen bu konuda teklif sahipleri herhâlde bunu danışmışlardır yani "server"larının tek parça hâlinde Türkiye'de olmasını istiyor olmalı teklif sahipleri. Herkes bilir ki bu sosyal medya platformları bu "server"ları kururken ciddi bir hazırlık yaparlar yani iklim şartlarından korumaya, güvenliğine, birçok şeye kadar ve bunlar tek bir parça hâlinde depolanan yerlerdir. Şimdi, bu sosyal medya platformlarının bir kısmını, Türkiye'ye ait olan paylaşımları o tamamının içerisinden alıp Türkiye'de depolaması teorik olarak mümkün müdür? Mesela burada bize bir bilgisayar mühendisi, uzman bir kişi bu konuyla ilgili "Evet, mümkündür." diyebilir mi?
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Evet, bunu not alalım, biraz sonra...
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Yani Facebook'ta, Twitter'da, Instagram'da 100 milyarlarca paylaşım yapılıyor ve bu 100 milyarlarca paylaşım içerisinden Türkiye'den yapılmış olanların ayrıştırılıp Türkiye'de bir yerde depolanması mümkün mü? Şirket açısından bunun yükü ne olacak? Bu, çok kolay görünmüyor onu özellikle söylemekte yarar var.
Şimdi, "verilerin yerelleştirilmesi" diyelim yani o veriler yerelleştirilsin, bu ülkede kalsın. Buradaki asıl amaç, suç olan içeriklerin tespiti ve bu suç olan içeriklerle mücadele ise bu verilerin illa Türkiye'de tutulmasını gerekli kılan bir şey yok. Bu veriler, başka bir ülkede, başka bir merkezde olsa bile suçla mücadele kapsamında girişimde bulunulması mümkün.
Şimdi, ikincisi, bu, kurumsal başvurularla, kişisel başvurular arasında büyük bir fark var yani bir kurumun bu sosyal medya platformlarıyla kuracağı ilişkiyle bundan yararlanan 100 milyonlarca kişinin doğrudan bir kişiyle muhatap olup taleplerini dile getirmesi ve çok kısa sürede sorunun çözülmesini istemesi de kolay gözükmüyor. Hayatın olağan akışıyla uygun mu? Bu da tartışmalı bir konu. Bunun gerçekten bu uluslararası çapta kurulmuş olan sosyal medya platformlarıyla tartışılmasında, ortak bir çözüm bulunmasında yarar olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca, şunu söylüyorum, başka yerlerde de söyledik: Şimdi, burada bir yasal boşluk var da hani o yüzden yeni bir yasa getiriliyor falan değil, internet ortamında işlenen suçlarla mücadele açısından yürürlükte olan bir yasa var, 5651 sayılı Yasa ve bu yasanın kendisi de düşünce ve ifade özgürlüğü açısından tartışmalı bir yasa.
Şimdi, bu 5651 sayılı Yasa bile tartışılırken sizin düşünce ve ifade özgürlüğünü biraz daha kısıtlayacak yeni bir düzenleme getirmeniz başta da söylediğim gibi, gerçekten ülkemiz açısından ciddi sıkıntılara yol açacak. Şimdi, bu rapor meselesi de deniliyor ki: "İşte, altı ayda bir, belirli aralıklarla raporlar sunsunlar." Fakat BTK tarafından bunun kapsamının genişletilmesi mümkün, ne istedikleri daha tam olarak belli değil, dolayısıyla standardı nasıl olacak, ne istiyor ve en önemlisi bu raporlama aynı zamanda fişleme sonucunu doğurabilecek mi? Yani, hani, bu raporlarda ne olacak? Kimler başvurdu, bunların adları, soyadları ne olacak? Kim ne için başvurdu, içeriğini mi söyleyecek, sonuçta aldığı kararları mı söyleyecek? Bunun da ciddi bir sorun olduğunu düşünüyorum.
Şimdi, önerimiz başta da söyledim: Bugün Genel Kurulda görüşmelerine devam edilen 225 sıra sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'nin 1'inci maddesiyle kurulmasıyla öngörülen Sosyal Mecralar Komisyonunun çalışmalarına başlaması, tarafları ve uzmanları dinlemesi, uluslararası örnekleri araştırması ve teklifin bundan sonra, ekim ayında veya daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisinde gündeme getirilmesinin daha doğru olacağını düşünüyoruz. Gerçekten bu konuda ivedi bir gereksinim var mı? Bu teklifin ivedi bir gereksinimi karşıladığı konusunda kuşkuluyum.
Son olarak bir şeyi söylemeden geçmek istemem... Getirdiğiniz teklifin önemli başlıklarından biri, unutulma hakkı kapsamında içeriğinin kaldırılması... Özlem Hanım'ın verdiği örnek, doğru ve önemli bir örnek elbette ama ben bunun unutulma hakkından çok, uyutma hakkı olduğunu düşünüyorum çok açık söyleyeyim. Her gün FETÖ'yle ilgili bir tane resim yayınlanıyor, paylaşımlar yapılıyor ondan sonra geçmiş yolsuzluklarla ilgili paylaşımlar yapılıyor.
Sanırım amaç bu içeriklerin kaldırılması ve vatandaşların uyutulması diyorum, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Teşekkür ediyoruz Sayın Tiryaki.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Son şunu söyleyeyim.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Buyurun.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Maddelere ilişkin aslında değerlendirme yapmak istiyordum, en azından başlıklarla ilgili, sadece kayıtlara geçsin diye. Maddeler geldiğinde söyleyeceğiz ama geneli üzerine konuşacağım için söyleyeyim.
Teklif metniyle ilgili özellikle karşı çıktığımız maddeler; 3'üncü maddenin (6)'ncı fıkrası bu, para cezalarının çok ciddi bir şekilde artırılması, yanlış hesaplamadıysam 10 bin kat artırılmış cezalar var. 5'inci maddenin (3)'üncü fıkrası "Kişilik hakları ihlal edilenlerin talep etmesi durumunda hâkim tarafından..." Yani bu unutma hakkı dediğimiz konu.
6'ncı maddenin (2)'nci fıkrası "Reklam yasağı kararının verildiği tarihten itibaren üç ay içinde bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde Başkan, sosyal ağ sağlayıcının internet trafiği bant genişliğinin yüzde elli oranında daraltılması için sulh ceza hâkimliğine başvurabilir." diyor. Bu, sonuçta sosyal medya platformunun tamamen yasaklanması anlamına gelecek.
6'ncı maddenin (5)'inci fıkrası, "Türkiye'den günlük erişimi bir milyondan fazla olan yurt içi veya yurt dışı kaynaklı sosyal ağ sağlayıcı, Türkiye'deki kullanıcıların verilerini Türkiye'de barındırma" yükümlülüğü getiriyor, buna karşıyız.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Maddelerde de onları konuşacağız.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Evet, bitiriyorum zaten Başkan.
6'ncı maddenin (7)'nci fıkrası, "Türkiye'den günlük erişimi bir milyondan fazla olan yurt dışı kaynaklı sosyal ağ sağlayıcılar hakkında 8 ve 8/A maddeleri kapsamında verilecek olan idari para cezaları bir milyon Türk lirası olarak, 8 ve 9'uncu maddeleri kapsamında verilecek olan adli para cezaları ise elli bin gün olarak verilir. Söz konusu ihlallerin bir yıl içerisinde her bir tekrarında cezalar bir kat artırılarak uygulanır."
Son olarak 6'ncı maddenin (8)'inci fıkrası "Hukuka aykırılığı hâkim veya mahkeme kararı ile tespit edilen içeriğin sosyal ağ sağlayıcıya bildirilmesi durumunda, bildirime rağmen 24 saat içinde içeriği çıkarmayan veya erişimi engellemeyen sosyal ağ sağlayıcı, doğan zararların tazmin edilmesinden sorumludur." Bu hukuki sorumluluğun işletilmesi için içerik sağlayıcının sorumluluğuna gidilmesi veya içerik sağlayıcıya dava açılması şartı aranmadan doğrudan bu hizmeti sunana yönelmesinin de adil, hakkaniyet uygun olmadığını düşünüyoruz.
Tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum.