| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Tokat Milletvekili Özlem Zengin ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri Manisa Milletvekili Erkan Akçay, Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül ile 5 Milletvekilinin İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3050) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 23 .07.2020 |
GAMZE TAŞCIER (Ankara) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Son söyleyeceğimi başta söyleyerek başlamak istiyorum: Yine bir sansür yasasıyla karşı karşıyayız. Tabii, tüm otoriter yönetimlerde olduğu gibi "Kontrol et, edemezsen sansürle." anlayışıyla da devriiktidarınızın yönettiği bir dönem. Kontrol etmeye çalışıyorsunuz, edemediğinizi sansürlüyorsunuz, onu da yapamazsanız yasaklama anlayışıyla bir çözüm üretiyorsunuz. Bu teklifi hep Almanya modeliyle savunmaya çalışıyorsunuz her fırsatta ama Allah aşkına, ben Almanya'da Merkel'e eleştiri diye "tweet" atıp da sabaha karşı şafak operasyonuyla alınan birini duymadım. Ya da Facebook'ta beğen butonuna bastığı için 13 yaşında karakola götürülen bir Alman çocuğunu hiç duymadım. Elbette ki Almanya'da da olan önleyici tedbirlerden bahsetti az önce üniversite hocası ama şimdi bir kanunu, bir yasayı çıkarırken bütüncül olarak bakmak lazım, sadece sosyal medyayla ilgili bir düzenleme yapıyorsunuz ama o ülkenin farklı kriterlerini de değerlendirmek lazım. Nasıl? Örneğin; örnek aldığımız Almanya, Hukukun Güven Endeksi sıralamasında 6'ncı iken, Türkiye 107'nci sırada; yine, Demokrasi Endeksi açısından Almanya 13'üncü sıradayken, Türkiye 110'uncu sırada. Almanya'da şu kadar içeriğin çıkartıldığından bahsetti yine değerli hocamız. Ama ben en basiti görsel basından bahsetmek istiyorum: RTÜK'ün bir açıklaması vardı, yandaş kanala şiddet içerikli ya da vatandaşın rahatsız olduğu gerekçelerle 90 bin şikâyette bulunuluyor ve tek bir soruşturma dahi uygulanmıyor. Varın, siz düşünün, bu uygulama Türkiye'ye geldiğinde Twitter'ın içerikleri, sosyal medyanın içeriklerinin eğer iktidarı eleştiren bir yapısı varsa elbette ki cezalandırılır ya da şikâyet edilir ama muhalefetten geliyorsa kulak üstüne yatılır.
Yine, hocamız şundan bahsetti, dedi ki: Getirdiğiniz kanunda, temsilcinin bir liyakat esasının eksikliğinden bahsetti. Bence eksiklik değil, tam da istenilen bu çünkü zaten burada iyi niyetli bir amaç olduğunu düşünmüyorum. Burada amaç tamamen muhalefet avlamak ve gerçekleri gizlemek dolayısıyla liyakat sahibi değil, her uygulamada olduğu gibi sadakat sahibi olması yeterli sizin için.
Peki, bahsettiğiniz uygulamalardan bir tanesi de "unutulma hakkı". Tabii, diğer konuşmacı arkadaşlarımızda bundan bahsetti. Bu unutulma hakkının gerekçesinden kişisel haklara zarar verme noktasında bahsediyorsunuz. Örneğin; Kanal İstanbul üzerinden kupon arazi alan Katar Emiri'nin annesi bu haberlerden kişisel haklarının zarara uğradığını iddia edebilir ve bu başvuruda bulunabilir. Yine, takım elbise poşetinde rüşvet alan, saat rüşvet alan bakanlarınız kişisel haklarının ihlal edildiğini düşünebilir ve hemen Resmî Gazete'de çıkar çıkmaz bu başvuruyu yapar ya da size yakın vakıflarda bir istismar vakası varsa yine içerik kaldırma talebinden ya da ekonomik kriz var diyen birinin de hemen yasaklanması gibi bir durum söz konusu olabilir.
Yani özetle, aslında AKP'yi tanımıyormuşuz gibi davranmanıza ben hakikaten şaşırıyorum çünkü açıkça ne amaçla çıkarmaya çalıştığınızı söyleyin, en azından millet ona göre bir kararını versin. Biz, burada bir niyet okuyuculuğu da yapmıyoruz çünkü on sekiz yıldır yaptıklarınızı görüyoruz. Bir konuşmacı şunu söylemişti: "Verilerin Türkiye'de tutulmasından niye rahatsız oluyorsunuz? " Verilerin Türkiye'de tutulmasından değil, bu verilerin sizin tarafınızdan kötüye kullanılma ihtimalinin olmasından aslında biz üzüntü duyduğumuz için, endişe duyduğumuz için bunu söylüyoruz, bunu da nereden biliyoruz, on sekiz yıllık iktidar döneminizden.
Yine bir konuşmacı dedi ki: Bir rumuz üzerinden yani "fake" hesap üzerinden hayvana şiddeti paylaşan bir kişi, bana bir şey olmaz diyerek bu paylaşımı gayet rahat yapabiliyor. Peki, siz bu yasağı getirdiniz, kimliğinden tespit ettiniz, hayvana şiddet videosu paylaştı, bu kişiye bir şey olacak mı? Yine ona bir şey olmayacak çünkü daha iki gün önce köpeği, hayvanı istismar eden bir kişiye hiçbir şey olmadığı gibi, bu kişiye de bir şey olmayacak.
ABDULKADİR ÖZEL (Hatay) - Volkan Uzun tutuklandı Hanımefendi.
GAMZE TAŞCIER (Ankara) - Dolayısıyla, bu "tweet"i atan kişiler, bana bir şey olmaz derken beni bulamazsınız diye değil, yarattığınız ve hayata geçirdiğiniz kanunsuzluklardan dolayı bu cüreti kendilerinde buluyorlar.
Peki, bir diğer örnekten bahsettiler, dedi ki yine bir konuşmacı: "Vatandaş beni arayıp diyor ki muhalefet partisine hakaret etmiş ama geçim durumum iyi değil, çocuklarım zor duruma düşecek..." Tazminat davası açılıyor.
Ben bir örnekten bahsetmek istiyorum: Çok ağır, sinkaflı bir küfür edildiği için bir kamu görevlisi bir dava açıyor, ceza davasını kazanıyor, tazminat davası açıyor, bunun sonucunda bin lira tazminata mahkûm ediliyor çünkü gerekçe olarak kararda diyor ki: "Asgari ücret aldığı için, onun yaşam standardını kaybetmemesi için..." Bin liralık tazminata mahkûm kılıyor. Doğru mu? Mahkemenin kendince doğru bir kararı vardır. Adil mi? Değil. Neden? Çünkü bakın, bir tarafta küfür eden -yani aleni bir küfür var- diğer tarafta da bir öğretmen, elinde bu Ensar Vakfı olaylarından sonra bir pankart taşıyor ve pankartta sadece şu yazıyor: "Bu utanç sana yeter Recep Tayyip Erdoğan." 40 bin lira tazminata mahkûm oluyor, maaşının neredeyse 10-12 katı. Peki, bu konuşmacı arkadaşımız -tabii burada olmadığı için, kendisine onu sormak isterdim- acaba "Bu vatandaşa üzülüyorum, keşke bu küfrü etmeseydi, ailesi zor duruma düşüyor." dediğinde Sayın Cumhurbaşkanının açtığı davalarla ilgili herhangi bir bilgisi var mı, varsa da benzer üzüntüyü o vatandaşlar için de taşıyor mu? Ki hakaret değil eleştiri, onu da ayrıca belirtmek istiyorum.
Bir diğeri, yani öyle bir anlatıyorsunuz ki Türkiye'de sosyal medya sanki bir vahşi batı gibi yani hiçbir düzenleme yok, isteyen herkese istediğini söyleyebiliyor ve devlet izliyor. Böyle bir şey yok. En azından, hani, sizin açınızdan zaten böyle bir şey mümkün değil çünkü Mayıs 2020 verilerine göre 415 bin internet sitesi, 140 bin link, 42 bin "tweet", 12.450 YouTube hesabı, 7.200 Twitter hesabı, 6.500 Facebook hesabı engellenmiş durumda. Yani teknolojiden o kadar bihabersiniz ki, sanıyorsunuz ki çıkarma getirirsek her şey düzelecek oysa siz içeriği çıkarsanız başka bir VPN'den bağlanacak, onu da engellerseniz tor ağından bağlanır yani bu bir çözüm üretmeyecek.
Siz istiyorsunuz ki, öyle bir sistem getirelim ki evet, bu düzenlemeyle biz sosyal medyayı kapatmıyoruz ama getirdiğiniz işte 10 milyonla, 30 milyonla, reklam yasağıyla, yüzde 90 bant yavaşlatmayla aslında bir anlamda gitmeleri için bir ortam hazırlıyorsunuz ve özetle de 21'inci yüzyılda Türkiye'yi medeni dünyaya bağlayan ne varsa Türkiye'den uzaklaştırmaya ısrarla ve koşar adımlarla gidiyorsunuz.
Peki bunları gençler görmüyor mu? Elbette ki görüyorlar çünkü gençler dünyayı da görüyorlar. Aslında bir anlamda amacınız da gençlerin dünyayı görmesini engellemek; onların, akranlarının Avrupa'da üç ay çalışarak güzel araba almalarını, ceplerinde para kalmalarını, güzel bilgisayar konsolları alabilmelerini, dünyayı gezmelerini görmelerini istemiyorsunuz. Çünkü Türkiye'deki bir genç zaten iş bulamıyor, bulsa 3 kuruş alıyor karnını anca doyuruyor. Yani eli yüzü düzgün, ayağını yerden kesecek bir araba almak istese dört-beş yıl hiç harcamadan para biriktirmesi lazım, üzerine borçlanması lazım; ev deseniz hayal. Playstation oyunlarına bakıyorsunuz, konsol oyunlarına bakıyorsunuz o kadar pahalı ki sadece oyunları YouTube'den oynayanların görüntülerini izlemekle yetiniyor. Yine, dünyayı gezebilmesi mümkün değil, YouTube'den dünyayı gezenleri izliyor. Amacınız da zaten böyle bir gençlik, dünyadan kopuk bir gençlik yaratmak.
Bu teklifin önemli zarar vereceği bir diğer kesimden de bahsetmek istiyorum. Yine, binlerce kadın seslerini sosyal medya üzerinden duyurmak zorunda kalıyor. Yine, Muğla'da 21 yaşındaki Tuğçe 46 yaşındaki biri tarafından bir yıl boyunca istismar ediliyor, kolluk güçlerine gidiyor "Bir şey yapamayız." diyorlar defalarca şikâyetçi olmasına rağmen, en sonunda sesini sosyal medyadan duyuruyor. Yine, İstanbul'dan Azime bir erkeğin saldırısına uğruyor, sosyal medyadan ismini duyurmaya çalışıyor. Yine, Bursa'da bir genç istismara uğruyor, sesini sadece sosyal medyadan duyurabiliyor çünkü sizin yarattığınız düzende ne devlet ne de kolluk güçleri seslerini duymadığı için seslerini duyurabilecekleri tek merci sosyal medya kalıyor. Zaten onun dışında da İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanmaması, kanunların, genelgelerin, yönetmeliklerin uygulanmaması da bu kişilere sosyal medya dışında başka bir çıkar yolu sağlamıyor.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Tamamlayalım Sayın Taşcıer.
GAMZE TAŞCIER (Ankara) - Bu teklifle sosyal medyanın gücünü azaltacak ve hatta nihayetinde Türkiye'den çıkmalarını sağlayarak aslında birçok kadının da hayatını tehlikeye atacaksınız. "Bu tekliften vazgeçin ya da Komisyonda farklı görüşmeler yapılıp ortak akılla bir çözüm üretin." diyeceğiz, yapmayacaksınız tabii ki biliyoruz, sadece sözde kalacak ama biz muhalefet olarak bu uyarılarımızı yapalım çünkü yaptığınız, imzayı attığınız, sizin hazırladığınız şeylerden daha sonra ya vazgeçiyorsunuz ya "kandırıldık" diyorsunuz ya da okumadan imzalamış oluyorsunuz. Biz uyarımızı yapalım, sonradan pişman olursanız da sadece kendinizi değil, bir ülkenin geleceğini yok etmiş olacaksınız çünkü.
Teşekkür ederim Başkanım.