KOMİSYON KONUŞMASI

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Sayın Başkan, değerli üyeler; merhabalar. Yeni döneme ilişkin başarılı bir yasama yılı diliyorum.

Aslında bu hazırlanan taslak her zamanki gibi alelacele geldi ve dil konusunda da bayağı düzeltilmesi lazım. Yani bazı maddeleri defalarca okumamıza rağmen dil anlaşılmıyor, kasıt ne, yapılmak istenen ne, tam anlaşılmıyor. Bu tür yazım daha büyük sıkıntılara yol açıyor, umarım onlar da düzeltilir.

Performans esaslı bütçeleme, kamu idarelerinin ana fonksiyonlarını, bu fonksiyonların yerine getirilmesi sonucunda gerçekleştirilecek amaç ve hedefleri belirleyen kaynakların bu hedefler doğrultusunda tahsisini, kullanılmasını sağlayan ve performansı ölçerek istenen hedeflere ulaşılıp ulaşılmadığı değerlendiren ve buna göre raporlama yapan bir sistemdir. Baktığımızda gerekçede, girişte "ulusal ve uluslararası alanda yaşanan gelişmeler" ibaresi yazılmış ama performans esaslı bütçelemenin hem dünya hem Türkiye sürecine bakıldığında da ekonomik olmak üzere aslında bir krizin içerisinde olduğumuzun göstergesi ve belki de iktidar tarafından bunun bir itirafıdır. Performansa dayalı sistemlere aslında 80'li yılların sonlarında Yeni Zelanda, Avustralya, 90'lı yıllarda İsveç, ABD, Finlandiya, İngiltere, Danimarka, 2000'li yıllarda ise Avusturya, İsviçre, Almanya geçiş yönünde düzenlemeler yapmıştır. Türkiye'de krizin yaşandığı 2001 yılında, Maliye Bakanlığınca sürekli kalite geliştirme, kamu bütçeleme sisteminin yeniden yapılandırması projesi çerçevesinde pilot olarak çeşitli kurumlarda bu işe, performans esaslı bütçelemeye başlanmıştır. Fakat geldiğimiz aşamada krizden çıkışın anahtarı olarak lanse edilen bu program -Adalet ve Kalkınma Partisinin- 2003 yılında Mecliste Aralık ayında kabul edilen 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ve gerekse diğer düzenlemelerde yayınlanmış. Bu kanunla mali yönetim ve mali disiplin, hesap verilebilirlik, mali saydamlık hedeflenmiş, kamu kaynaklarının etkin, verimli, tutumlu kullanılmasını sağlamak üzere performans esaslı bütçelemeye geçiş öngörülmüştür. Ancak görüldüğü üzere birçok kurumda da şeffaflık yok olmuş, her şeyin programlarda yazılanla hiçbir ilişkisi yoktur. Ne yazılırsa yazılsın; "özerklik" yazılsın, "şeffaflık" yazılsın, "hukuksal düzenleme" denilsin, "liyakat" denilsin ama biz biliyoruz ki pratikte bunlar birer süse dönüşmüş ve hiçbiri de uygulanmamaktadır. Burada baktığımızda da bir kemer bütçe politikasına tekrar geçişe bir zemin aranmaktadır. Kamu harcamalarının şeffaflığı bilinemiyor, hatta kamudaki kimi düzenlemelere, sözleşmelere Parlamentodaki vekiller bile ulaşamıyor, ticari sır diye saklanıyor; şeffaflıkla hiçbir ilişkisi yok.

Şimdi, maddelerle ilgili konuşacağız ama burada dili konusunda söylediğim gibi... Şimdi, mesela tıp fakülteleriyle ilgili arkadaşlarımız söylediler, gerçekten, bir tıp fakültesi varsa ve hastanesi yoksa zaten bu anlamsız bir şey. Ama Türkiye'de bir taraftan Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki "Bizim ilk 500'e giren üniversitelerimiz yok, üniversitelerimiz kötüye gidiyor." bir taraftan da bakıyoruz, artık neredeyse her kentte 2 3 tane üniversite açılmış ve şimdi de neredeyse her üniversitenin bir tıp fakültesi açması için bir zemin yaratılıyor. Hastane dediğiniz, tıp fakültesi dediğiniz basit bir olay değildir, hem mali açıdan hem eğitim açısından uzun uzadıya dünyada üstünde çalışmalar yürütülmüştür. Dünyada şu anda standart 1-1,5 milyon nüfusa bir tıp fakültesi açmaktadır ama buraya baktığımızda, Türkiye'de şu anda 120'nin üzerinde tıp fakültesi mevcut. Bir taraftan da bu insanların seçilme kriterlerine baktığımızda, bir seçilme kriteri var fakat pandemi birçok konuyu fırsata dönüştürüldüğü gibi, değerli vekiller ve Ekrem Bey, şu anda ne var biliyor musunuz? Türkiye'de 700 bininci şekilde sınavı zorla geçen kişiler Ukrayna'da, Macaristan'da kayıt yaptırıp buradaki özel tıp fakültelerine geçmekte. Bu ne eşitlik ilkesiyle bağdaşmakta ne bir eğitimle bağdaşmakta, hiçbir şeyle bağdaşmamakta. Şimdi, yeni tıp fakülteleri açılsın, evet, ihtiyaç var; hastanesi olmazsa olmaz, mutlaka olması lazım ama burada demişiz ki YÖK eğitimin standartlarını belirleyecek, Sağlık Bakanlığı kriterleri. Ama biz biliyoruz ki Sağlık Bakanlığının kriterlerinde bir hastane açmak için ruhsat satılıyor Türkiye'de, kadro satılıyor Türkiye'de. Yani Cizre'de geçen yıl kapatılan hastane ilan vermiş: "Radyoloji kadrosunu satıyoruz, fizik tedavi kadrosunu satıyoruz." Bunu niçin söylüyorum? Bugün elini kolunu sallayan, cebinde parası olan hastane açamıyor, Sağlık Bakanlığının bir mevzuatı var. Ama biz bunu iyi düzenlemezsek her özel hastanesi olan veya her özel hastane açmak isteyen diyecek ki ben üniversite kuruyorum, tıp fakültesi açmak istiyorum. Böyle bir baypas yolu açmış oluyoruz ve bunu tümüyle eğitime değil, para kazanma mekanizmasına dönüştürüyoruz.

Bir diğer konu da bu mütevelli heyetiyle ilgili. Üniversitelerde karar alan senatolardır yani onunla ilgili çok düzenleme yapmak lazım. Yani deyim yerindeyse "Birileri otursun, biz size maaş veriyoruz ama hiçbir şey yapmayın, aracınıza binin gelin gidin." yani hiçbir karar mekanizması... Bunun tümüyle çıkartılması lazım. Üniversite deyip bir de üzerine özerklik yazmak hiç doğru değil yani tümüyle bağlanmış.

Diğer düzenlemelerle ilgili, mesela bu büyükşehir ve kırsal kesimlerle ilgili yani değerli arkadaşlar, bazen söylediğimizde şu anda, Türkiye'de büyükşehirlerin bir kısmında kayyum var ve meclis üyeleri toplanmıyor, meclis üyelerini çağırmıyorlar, meclis üyeleri toplantılara girmiyor. Burada böyle bir düzenleme varken bunu iyice düşünmek lazım. Yani neresi kırsal olur? Belediyelerin gelirlere ihtiyacı var. Meclis üyelerinin daha özerk olması lazım, daha katılımcı olması lazım. Ama biz biliyoruz ki bir keyfiyete dönüşüyor. Oraya atanan kişi istediği zaman istediği şekle dönüştürebiliyor. Bir taraftan, biz, yerellerin güçlenmesi, özerkleşmesi, daha katılımcı olması diyorduk -ki yeni sistemle beraber yerele daha fazla yetki verilmesi düşünülüyordu- ama şimdi burada bakıyoruz ki bir deneme yanılma yöntemiyle bir keyfiyete dönüşüyor. Bununla ilgili de çalışma yapmakta yarar var.

Bu kanun hükmünde kararnameyle ilgili -Sevgili Erol Hocam da söyledi- ben bir hekim arkadaşımdan söz edeyim. Emekli olmuştu, tekrar kamuya dönmüştü -şu ana kadar hiçbir yanıt verilmedi- bir yerde iş yeri hekimliği yapıyordu, iş yeri hekimliği yaptığı yerdeki şirket dedi ki: "Yüzde 1 bana ortak olur musun?" Şirkette hekim olması şart, o da bir sermaye koyup ortak oldu. Sırf kanun hükmünde kararnameyle işine son verildiği için şirket bütün anlaşmalarını feshetti. Yani birçok ilk şey iç içe gelmiş. Bir an önce bu birikmiş, bekletilen dosyaların sonuçlanması lazım, altı ay uzatma değil. Bugüne kadar bunların sonuçlanmaması ve karara bağlanmaması asıl problemdir yani süre almaktansa...

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Arkadaşlar var burada, onlar zaten size bilgi verecekler.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Dönsünler Ekrem Bey. Ertelemek değil, bunun bir an önce -mağdurların- sonuçlanması lazım. Yani iki yıl geçmiş, hiçbir sonuç yok, hiçbir yanıt yok, kimse bir şey yapmıyor. Şimdi giderek daha çok... İşte, Ankara'da mahkemeye ver... Uzadıkça uzasın, mahkeme de uzatacak. Bu tümüyle bir mağduriyete dönüşüyor. Bununla ilgili de bir düzenleme yapılması lazım.

Maddelerde yeri geldiğinde teker teker konuşuruz. Şu anda bu kadar belirteyim.

Teşekkürler.