KOMİSYON KONUŞMASI

MURAT ÇEPNİ (İzmir) - Teşekkürler Başkan.

Ben de tüm katılımcı arkadaşları selamlıyorum.

Çok önemli bir gündemle toplanmış bulunuyoruz. Aslında belki de bu Komisyon 7/24 çalışması gereken bir komisyon. Çünkü hem dünyada hem de ülkemizde, Türkiye'de çok yoğun ekolojik tahribatların, ekolojik sorunların yaşandığı günlerdeyiz. Tabii, sadece Türkiye'yle ilgili değil yani biliyorsunuz, biz 2019'u küresel iklim krizi tartışmalarıyla kapattık. Küresel ısınmayı 1,5 derecede tutamazsak eğer ya da diyelim ki en maksimum 2 derecede tutamazsak eğer dünyanın geleceği çok büyük bir tehlike altında, bunun için de başta fosil yakıtların sınırlanmasının zorunlu olduğunu hepimiz biliyoruz. Fosil yakıtlar 2030 yılına kadar sınırlanmalı, 2050 yılına kadar da tümüyle ortadan kaldırılmak zorunda. Bunu başaramadığımız koşullarda bu ısınma dünyanın yok olması anlamına geliyor.

Şimdi, bir kere, öncelikle şunu söylemek isterim: Yani, ekoloji meselesi, çevre meselesi doğrudan bir anlayış meselesi yani meseleye nereden baktığımız... Şimdi, kuşkusuz "Aynı gemideyiz." denecek fakat ben baştan söyleyeyim, biz bu meseleye kâr odaklı bakanlarla aynı gemide değiliz. Şimdi, bir yerde eğer kâr varsa orada ne doğa ne de insan olur. Şimdi, Komisyon Başkanımız, vekil arkadaşlarımız da başta belirtti, dedi ki: "Dünyada çok ciddi bir su sorunu var." ve " Çöp meselesine dair istatistikleri verdim." Fakat şöyle bir istatistik de var yani istatistik bilimi dediğiniz şey, nasıl, nereden baktığınızla ilgili bir şeydir ve tümüyle gerçeği de altüst edebilir, öyle tehlikeli bir alandır. Şimdi, dünyada bireylerin evlerinde kullandığı sular tümüyle israf edilse dahi yani biz evimizde, mutfağımızda, lavabomuzda akan suları yirmi dört saat akıtsak dahi, işte, Amerikalı bir bilişim şirketinin su israfını karşılayamayız. Yani esas olarak şunu demeye çalışıyorum: Su varlıktır, kaynak değil. Bu varlığın yok edilmesinin temel sorumlusu şirketlerdir. Yani insanların tek başına sokağa attığı çöple, fazladan kullandığı suyla tarif edilebilecek bir yıkımla karşı karşıya değiliz. Bunu niye söylüyorum? Bunu şundan dolayı söylüyorum: Yani, karşı karşıya kaldığımız durum düpedüz bir siyasal anlayış meselesidir.

Şimdi, ülkenin kan ağladığı, deresinin, taşının, toprağının dozerlerle parçalandığı bugün, bu koşullarda siz Türkiye Büyük Millet Meclisinin Çevre Komisyonu olarak toplantı yapıyorsunuz ama biz çok az toplandık. Oysa bizim gerçekten 7/24 toplanmamız lazım çünkü burasının bir vasfı, sorumluluğu var. Şimdi biz ne için toplandık? Yeni bir yasa için toplandık ve bu toplantıda bugün ekonomi alanından, sektöründen arkadaşlarımız gelmişler, TÜSİAD'dan arkadaşlarımız gelmişler falan. Şimdi, çok enteresan bir şey yani bugün bu ekoloji mücadelesini, çevre mücadelesini cebinden paralar harcayarak yani varını yoğunu satıp mahkemeler açmak suretiyle bu mücadeleyi yürüten, hiçbir kâr elde etmeden yani düşünün ki cebinde olanı da harcayarak mücadele eden, köyüne, merasına, tarım alanlarına sahip çıkmak için bedel ödeyen, dayak yiyen, tutuklanma riskiyle mücadele eden ekoloji örgütlerini buraya çağırmıyorsunuz. Böyle bir şey olabilir mi? Bir düşünelim arkadaşlar yani ekoloji örgütleri var, çevre örgütleri var, şehir plancıları odası var, TMMOB var, var da var ve bütün bunlar hiçbir kâr gütmeden, hiçbir ekonomik katkı beklemeden bu mücadeleyi yürütüyorlar. Tek dertleri hem ülkenin hem de doğal olarak dünyanın... Çünkü ekoloji meselesi ülkenin meselesi değildir, dünyanın meselesidir. Küresel ısınma Türkiye'nin sorunu değil, tüm dünyanın sorunudur. Yani diyelim ki bir nükleer patlama nasıl tüm dünyayı etkiliyorsa doğal olarak bu mesele de böyledir.

Şimdi, bir kere bu toplantının, bu yasaların bu torba yasa mantığıyla yapılması başlı başına bir handikap yani meselenin Anayasa'ya aykırılığı meselesini Kaboğlu Hocam yeterince anlattı. Peki, siz bunu katılımcı, demokratik bir biçimde yapmadığınızda -ki yapmıyoruz, bunu hiçbir zaman yapmadık- ortaya çıkacak sonuç nasıl bir sonuç olabilir? İşte, kâr odaklı bir planlama olabilir, kâr odaklı bir sonuç ancak ortaya çıkabilir. Şimdi bu yasanın bütün ruhunda kâr var, her yerine sinmiş bir kâr mantığı var çünkü AKP iktidarı on sekiz yılda cumhuriyet tarihinin en büyük tahribatını yapmış bir iktidar fakat tabii burada aynı şey dünya için de geçerli yani burada günahını almayalım, dünya için de geçerli, evet. Tüm dünyada, işte, Amazon ormanlarından tutun da birinci sınıf bir ekonomiye sahip Avrupa emperyalist ülkeleri dışında çok yoğun tahribatlar söz konusu. Yani sermaye sıkıştıkça, krize girdikçe, kendini yeniden üretemedikçe, spekülatif sermayenin içinde boğuldukça, elde ettiği büyük spekülatif sermayeyi yeniden yatırıma dönüştüremedikçe yaptığı iki şey var: Birincisi doğanın tahribatı, ikincisi emeğin vahşice sömürüsü. İşte, tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de tam olarak bunu yaşıyoruz. Dolayısıyla on sekiz, on dokuz yılda, AKP döneminde yaşadığımız tablo budur.

Değerli arkadaşlar, maddelere geçeceğiz elbette de şimdi ben kısaca birkaç örnekten size bahsedeyim. Bu Komisyonun dün görüşülen Maden Yasası'yla ilgili bir gündemi nasıl olmaz mesela? Dün görüşülen Maden Yasası'nda ne konuşuldu biliyor musunuz arkadaşlar? Bir: Şirketlere tanınan imtiyazlar. İki: ÇED bölgesi dışında kesilen, tahrip edilen alanlardan muaf tutulmaları. Vergilerden bir dizi muafiyet var ve yeni teşvikler var. Şimdi ben soruyorum: Bizim Komisyonumuz şunu gündem yapmayacak mı mesela? Kaz Dağları'nda bir yıldır, tam bir yıldır Alamos Gold firması orada işgalci duruyor, işgal etti orayı çünkü faaliyeti durduruldu, devlet tarafından durduruldu; bu devlet, biz durdurduk. Peki, ben anlamakta zorlanıyorum: Birisi sizin kaldırımınıza sandalye atsa sandalyeyi başına geçiren bu devlet, değil mi? Yahu, Kanadalı bir şirket bu ülkenin dağını bir yıldır işgal ediyor, kimsenin sesi çıkmıyor. Bu Komisyon buna sessiz mi kalacak? Ve dün görüşülen yasa da işte Alamos Gold gibi süresi dolmuş şirketlere yeniden faaliyet izni veriyor. İşte bakın, bu yasa Alamos Gold'un yasasıdır; Alamos Gold emretti, Hükûmet tak diye yaptı. Açık tartışalım, ben burada hiç kimsenin niyetini falan sorgulamıyorum değerli arkadaşlar. Siz Karadeniz'in yaylalarını birbirine bağlayacağım diye Yeşil Yol Projesi başlattınız. Bakarsanız, kulağa hoş geliyor. Fakat soruyorum: Kimin için bu proje? Arap sermayesi için. Kimin için? Büyük zenginler için. Ya, Karadenizlilerin yaylaları birbirine bağlama derdi yok ki zaten yaylanın mantığına aykırı bu. İnsanlar yaylalarına çıkarlar, inerler, bu kadardır; dikeydir yani yatay değildir. Şimdi, siz ne yaptınız? Karadeniz yaylalarını birbirine bağladınız. Bitmez projeler bunlar, bitmez projeler. Yani yolu açarsınız, benzinlik lazım; benzinlik açarsınız, market lazım; market açarsanız, otel lazım; otel açarsınız, çamaşırcı lazım yani lazım da lazım... Bitmez bunlar, bu projeler bitmez. Aynı şeyi Kanal İstanbul'da gördük. Biz Kanal İstanbul'u tartışırken bize herkes itiraz ediyordu "Siz her şeye karşı çıkıyorsunuz..." Daha henüz inşaat başlamadan, biz, başta "Buralar Arap sermayesiyle satıldı." dediğimizde bize bunları söylediniz. Peki, ne oldu? 1 liraya alınan tarlaların şimdi binler katına çıktığı görüldü ve çok zeki, çok ileri görüşlü Katarlı zenginler şunu görebildiler: "Kanal İstanbul bölgesinde bir tarla alırsak çok büyük kâr ederiz." Bunu görebilmişler yani bunu hakikaten takdir etmek lazım, AKP'nin sayesinde. Biz bunları dediğimizde bize bunları söylediler. Peki, ne oldu? Dediğimiz çıktı mı? Kanal İstanbul bir rant projesi dedik, çıktı. Karadeniz de böyle. "Ayder'e ihanet ettik." denildi, bu çok net ifade edildi. Geçtiğimiz günlerde ne oldu? AKP Genel Başkanı dedi ki: "Ayder'de beş yıldızlı otellere ihtiyaç var." Pes gerçekten ya! Pes gerçekten arkadaşlar, olabilir mi böyle bir şey ya?

Şimdi, Salda Gölü zaten başlı başına bir trajedi. Bu iktidar, inşaat olmayan, rant gelmeyen... Ya, biraz dursanız ya, elinizi çekin de bir durun ya, bir duralım şöyle arkadaşlar. Gerçekten çok korkunç bir tabloyla karşı karşıyayız bütün ülkede.

Bu plastik atık meselesi... Evet, depozito meselesi kulağa hoş geliyor. Gerçekten, evet, sorun yok. E, peki, yani ama şimdi ben gerçekten özel olarak bir eleştiri için söylemiyorum, hakikaten soruyorum: Bunları söylerken mesela, Türkiye'nin çöp ithalatı meselesine nasıl bakıyorsunuz? Hayretler içerisindeyim. 2015 yılında, Çin, çöp ithal etmeyi yasaklamış. Bundan sonra devreye Türkiye giriyor, bakın, Türkiye devreye giriyor. Bakın, Türkiye, plastik üretiminde 8,6 milyar tonla dünya 6'ncısı, plastikte. Şimdi, zannedersiniz ki dünya 6'ncısı ekonomiye sahibiz. Enteresan değil mi yani? Şimdi, bu açık farkını herhâlde bir açıklaması olacak.

Bir diğeri, Türkiye'nin ithalatı 2016'da aylık 4 bin tondan, 2018'de aylık 33 bin tona çıkıyor. Şimdi, bu Komisyonda herkes okumuş yazmış yani vekil olmuşuz nihayetinde. Şu muhasebeyi yapmadan biz bu toplantıyı nasıl yönetebiliriz, nasıl geliştirebiliriz? Mümkün müdür? Şimdi, buna bir cevap vermek gerekmez mi? Şimdi, mesela, burada İngiltere başı çekiyor, aylık 10 bin tonla. Şimdi, ayda 33 bin ton çöpü Türkiye'ye alacaksınız ve siz kalkacaksınız, depozito meselesi üzerinden bir proje ortaya koyacaksınız. Neymiş efendim? "Sıfır Atık Projesi." Burada gerçekten ya aklımızla alay ediliyor -farkında olmadan diyelim, mesela yani- ya da başka bir durumla karşı karşıyayız. Şimdi, bu açıklanamaz değerli arkadaşlar.

Bakın, şimdi, yine, atık meselesi... İzmir Gaziemir'de on üç yıldır bir fabrikanın bahçesinde nükleer atık var; 100 bin ton olduğu söyleniyor ve süreç içerisinde bunun 250 bin-300 bin ton olduğu da söyleniyor yani en az 100 bin ton. On üç yıldır bu nükleer çubuklar çıkartılmıyor, temizlenmiyor. Hepsi birbirine atıyor. Şimdi, bir de bu atıklar da Türkiye'de kullanılan atıklar değiller, yurt dışından gelmişler. Bilim insanları bunu böyle söylüyor yani bunun Türkiye'de kullanım alanı yok; dışarıdan gelmişler, buraya gömmüşler bunları. E, şimdi, bu devlet, bu Bakanlık neyle meşgul? İzmir Gaziemir'deki bu nükleer bombaları, ölüm, zehir makinelerini, zehir kalıntılarını çıkaramayan bir Bakanlık neyle karşımıza geliyor? Yeni bir rant projesiyle karşımıza geliyor. Şimdi, dolayısıyla bu çelişkileri, bu antagonist çelişkileri çözmeden gerçekleri nasıl konuşacağız? Lütfen, rica ediyorum arkadaşlar, biraz oturup tartışalım, düşünelim.

Şimdi, bu ülkede "ekoloji mücadelesi" diye bir alan var. Değerli arkadaşlar, bakın, "ekoloji mücadelesi" yani merkezine doğayı alan -bakın, çevrecilikten bahsetmiyorum, merkezine insanı ve rantı koymaktan değil, merkezine doğayı koyan anlayıştan bahsediyorum- ekoloji mücadelesi yürüten insanlar ve örgütler var ve Karadeniz'den Dersim'e kadar, İzmir'den Samsun'a kadar bu mücadele sürüyor ve bunların tek derdi şu, dedikleri şu: "Her şey para değil, her şey para değil. Bu ülkenin geleceği, dünyanın geleceği söz konusu."

Şimdi, mesela, sağlık konusunda bu ülkeyi eleştiriyoruz, sonuna kadar, saatlerce oturup tartışabiliriz fakat bakın, bu düzeltilebilir yani yarın iktidar değiştiğinde, doğrusunu yapan birisi gelirse diyelim ki bu değişebilir. Üç yılda olur, beş yılda olur, yirmi yılda olur fark etmez; değiştirebilirsiniz. Örneğin, eğitim politikası -değil mi- şu anda, benim açımdan bir fecaattir. Fakat diyelim ki iktidar değişse değişebilir, becerilebilirse değiştirilebilir. Fakat bakın, bu ekolojik yıkımın telafisi mümkün değil, telafisi mümkün değil. Şimdi, siz "Şu kadar orman yandı, şu kadar ağaç diktim." Ya, böyle bir mantık olabilir mi? Bakın, AKP mantığı bu. "Ağacı oradan söktüm, şuraya diktim." Sanki ağaç dikildiğinde ormanlaşıyormuş gibi. Ya, bir ormanın oluşması yüz binlerce, milyonlarca yıl alır. Şimdi, böyle bir mekanik anlayışa sahip. Böyle, gerçeklikten uzak bir anlayışla karşı karşıyayız.

Toparlıyorum Başkan, uyarı yapmadan önce.

Şimdi, ben şunu soruyorum: Yani, bu bizim Bakanlığımız ne iş yapar yani Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ne iş yapar? Şimdi kurulan yeni çevre ajansı paralel bir bakanlıktır ve saraya bağlı bir bakanlıktır. Tam tersine, bütün tartışmalarda "Yerellere daha fazla inisiyatif verin, halka daha fazla sorun. Köyüne, bahçesine JES, HES, şu yapıldığında orada yaşayan insanlara da sorun." denilirken bu yasayla, bu düzenlemeyle her şey çok daha fazla sarayda merkezîleşiyor. Bakın, bu, merkezîleşmedir. Yani zaten kırıntılar kalmış. Bakın, "hukuk" dediğiniz şey; mahkeme karar alıyor, durduruyor işte Alamos Gold'da olduğu gibi, arkadan şirketler devam ediyor. Ya, zaten kırıntıları bile neredeyse kalmamışken bu ufak tefek diyelim ki aylık gecikmelere dahi -şirketlerin kârının küçücük de olsa eksilmesinden kaynaklı- tahammül edemiyorlar, şirketler tahammül edemiyor. Şirket koalisyonu olan saray da "Çok daha fazla hızlı, hemen hızlı, çok daha hızlı..." Başkanlık modeli de böyle gelmedi mi? "Çok daha hızlı yürüyeceğiz, çok daha hızlı, çok daha hızlı; gecikme olmasın." falan... Bakın arkadaşlar, işte bu yasa da böyle bir yasadır. Yarın bu yasa, bakın, hepimiz açısından... Herkes bunu görecek ama mesele bunu bugün görmekte. Şimdi, bu yasa teklifinin adı tam olarak devletin yetkisinin özel şirketlere havale edilmesidir. Havale ediyoruz, resmen havale ediyoruz. Bakanlık aradan çıkıyor, denetleme diye bir şey yok.

Şimdi, ÇED meselesi en çok tartışılan meseledir. Bakın, bunun Türkçesi: "ÇED ortadan kaldırılıyor." Ortadan niye kaldırılıyor ÇED? Çok mu sorun oldu bugüne kadar? Yok. Yani ÇED zaten başlı başına en büyük sorunlardan bir tanesiydi. Hiçbir tanesi halk lehine çözülmedi zaten. Ben "ÇED Gereklidir" kararı verilmesine rağmen duran proje hatırlamıyorum neredeyse yani bunlara rağmen duran proje hatırlamıyorum; bir biçimde sürüyor hepsi, bir biçimde sürüyor. Şimdi, bu da yetmiyor, ÇED meselesini tümden kaldırıyor bu yasa.

Dolayısıyla sonuç olarak şunu söyleyeyim: Bu yasa hem Anayasa'ya aykırıdır hem doğaya, ekolojiye aykırıdır, her şeye aykırıdır. Dolayısıyla bu teklifin acilen, hızlıca, hiçbirimiz bu suçu işlemeden geri çekilmesi ve bu illa da tartışılacaksa muhataplarıyla, ekoloji örgütleriyle, bunun için bedel ödeyen, mücadele eden, fikir, akıl tartışması yürüten, emek döken, ter döken -yani para değil, net söylüyorum, paradan başka ilahı olmayanlarla değil- bu konuda demokratik, özgürlükçü, adaletçi, doğadan yana düşünen insanların örgütleriyle bunu yapmak lazım, bu tartışmayı yapmak lazım diye düşünüyorum.

Teşekkür ederim.