KOMİSYON KONUŞMASI

ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, kurumlarımızın değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlarım.

Şimdi, tabii, Türkiye ekonomisi ve Türkiye zorda; sanayici zorda, esnaf zorda, tüketici zorda, emeklisi, çalışanı herkes zorda. Sıkıntılı bir süreçten geçiyor Türkiye ekonomisi. Tabii, pandemiyle mücadele veya pandeminin getirdiği sıkıntılar da bunda mutlaka etkili oluyor. Ancak, bir defa, önce şunun kararını vermemiz lazım: Türkiye'de her şey çok iyi gidiyordu da -ekonomi açısından söylüyorum tabii ki- bu pandemi geldi makroekonomik dengesizlikler mi oluştu Türkiye'de, yoksa Türkiye ekonomisi zaten sıkıntıdaydı, bu geldi, bu da sıkıntılarımızı artırdı mı?

Şimdi, Hükûmetin beyanlarına veya burada iktidara destek veren milletvekillerimizin konuşmalarına bakınca yani sanki her şey çok iyiydi, çok iyi gidiyordu, pandemi geldi, işler bozuldu gibi bir anlam çıkıyor.

O zaman şunu sormamız lazım: Yani her şey o kadar iyiydi, sadece pandemiyse sorun, niye pandemiyle daha etkili bir mücadele yapılmadı? Yani ekonomik anlamda, insanlarımıza bir kısım gelir transferleri anlamında. Ha, "Sıkıntımız zaten vardı." diyorsak o zaman bunu niye itiraf edip de kurtulmuyoruz? Dolayısıyla bu kararı vermek lazım. Tabii, çok nettir bu, ekonomiden birazcık anlayan, şu ortamı, Türkiye ortamını birazcık teneffüs eden birisinin, iktisatçı olmaya da gerek yok... Türkiye ekonomisi pandemiden önce de ciddi sıkıntı içerisindeydi.

Bir defa, 2019 yılını alalım, çok geriye gitmeye de gerek yok, 2019 yılında Türkiye ekonomisinin büyümesi 0,9 arkadaşlar. Pandemi mi var? Yani büyüyemeyen bir ekonomide zaten bütün sıkıntılar bir defa neşet eder.

Efendim, işsizlik oranına bakıyorsunuz, yani pandemiden önce de 2019 yılında geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 19,8. Evet, pandemiyle bu 23,8'e çıkıyor. Her ne kadar TÜİK "İşsizlik düştü." dese de... Yani bir kurum itibarını bu kadar mı çok ayaklar altına alır, bunu da anlamak mümkün değil.

Şimdi, dolayısıyla, ee, bütçe açığına bakıyorsunuz, yani "Maastricht Kriterleri" filan diyor. Türkiye bir ara Maastricht Kriterlerini tutturuyordu, hakikaten çok iyi bütçe açıklarımız vardı ama 2019 yılında Maastricht Kriterlerine en yakın tanım olan genel devlet özelleştirme geliri hariç bütçe açığı rakamı 3,2. Yani onun üzerinde, ha, şimdi bu tabii daha da artıyor. Ee, borç stoğu desen aynı şey. Dolayısıyla, şu andaki yaşadığımız sıkıntıları pandemiye bağlamak bir defa iktisaden de yanlıştır, gerçeklerle de bağdaşmamaktadır.

Ekonomiyi ayakta tutan nedir? Bir defa, iş dünyası diyelim yani sanayicisi, esnafı, küçük esnaf ciddi olarak zor durumda. Ne yapıyoruz, pandemiyle mücadele kapsamında ne tür destekler verdik diye baktığımızda, aslında Sayın Cumhurbaşkanı 1 Ekim tarihli Meclis açılış konuşmasında söyledi, 35 milyar TL'dir Türkiye'nin pandemiyle mücadele kapsamında yaptığı toplam gelir transferi anlamındaki destek. Bunun da sadece 8 milyar TL'si bütçedendir, kalanı İşsizlik Sigortası Fonu'ndandır, o da zaten çalışanın kendi hakkıdır. Dolayısıyla, bütçeden sadece 8 milyar TL para harcayarak bütün bütçedeki sorunları gelip pandemiye bağlamak kadar gerçek dışı bir beyan olamaz.

Şimdi, bütün dünyaya bakıyorsunuz -az önce Sayın Durmuş Yılmaz Vekilim de söyledi ama ben de tekrarlayacağım- işte IMF'nin çalışması var burada: Türkiye, G20 ülkeleri içerisinde doğrudan gelir transferi anlamında pandemiyle mücadelede en sonda geliyor ve çok düşük, millî gelire oranı yüzde 0,2. Yani Amerika'nın 12,3 verdiği, efendim, temerrüde düşmüş Arjantin dahi yüzde 2,8 büyüklüğünde doğrudan gelir transferi yaparken Türkiye 0,2 verdi, verebildi. Tabii, şimdi, alanımız dar onu kabul ediyoruz ancak, yani her şeyi bu kadar kötü yapacaksınız, bütçeyi kötü yöneteceksiniz, ekonomiyi kötü yöneteceksiniz ondan sonra üzerine de bir sıkıntı geldiğinde "Ya, ne yapalım imkânlarımız yok." diyemezsiniz, devlet böyle yönetilmez.

Şimdi, kredi musluklarını açtık, tamam. Kabaca bakınca doğru bir karar, bütün dünya da aynı şeyi yapıyor ama biz bunu o kadar yanlış uyguladık ki ondan sonra ne oldu? Paralar altına gitti, dolara gitti, emlake gitti, arabaya gitti. Yani, yapmamız gereken bu değildi ki bizim. Ama iş yeri kapanmış, iki yüz gündür kıraathanesi kapalı olan kahveci esnafına hiçbir şey vermedik, efendim, lokantacısına, kafecisine, diğer küçük esnaflara... Esnafın hepsi şikâyetçi. İşte, Sayın Genel Başkan bizim ilçeleri, illeri dolaşıyor -ben de bir kısım ziyaretlerine katıldım- hakikaten insanlar kan ağlıyor, bunu görmek lazım ve bu insanlara bir şey vermemiz lazım, kredi falan değil, hadi KGF'den verdik, şuradan, buradan küçük küçük paralar verdik, onların geri ödeme vakti geldi. Gelir olmayınca bu insanlar bunu nasıl ödeyecek? Bunları görmemiz lazım. Bunlar yapılmıyor, ne yapılıyor -maddelere geçmek anlamında söylemiyorum, birazdan maddelerde bunları daha detaylı konuşacağız- gidiyoruz kurumlar vergisini 5 puan indirmek için Cumhurbaşkanına yetki veriyoruz. Eğer bu indirim gerçekleşirse, maliyeti 2021 yılı için 28 milyar TL arkadaşlar. 8 milyar TL, milyonlarca aç, açıkta kalan insana yani evine ekmek götüremeyen insana, efendim 8 milyar lira para veriyoruz ondan sonra kurumlar vergisini... Bakın, bir de şöyle bir mantık hatasına düşülüyor, ben hayretler içerisinde kalıyorum bu kanun teklifini hazırlayan sayın milletvekillerinin bakış açısına veya ona destek veren bürokratların bakış açısına. Ya kardeşim, şimdi şu durumda değiliz, yani insanlar aç, insanlar para bulamıyor. Vergi düşürecekseniz veya devlet bir yere para... Hani ya harcama yaparak ya da gelirinden vazgeçerek bir şey verecekse kazanandan az almayı mı tercih edeceğiz? Yani kurumlar vergisinin normal bir zamanda indirilmesi meselesi tartışılabilir. Kaldı ki biz, kurumlar vergisi yüzde 20 ve en düşük ülkelerinden bir tanesiyiz. İrlanda yüzde 12,5'tu, son zamanlarda takip edemedim, Avrupa Birliği onu çok eleştiriyordu, çok düşük diye. Yani yüzde 20'nin altına daha nereye götüreceksiniz kurumlar vergisini? Kaldı ki, kazanç üzerinden alınıyor, zarar ediyorsa zaten vergi almıyorsun. Yani kazancından da şöyle zor bir zamanda yüzde 20'yi geçmişte verdiği gibi versin, zaten önceki yılda da 22'ye çıkarmışız. Ya, bu ne kadar istikrarsız bir devlet yönetimi. Ondan sonra "Türkiye'ye niye para gelmiyor?" diyoruz "Türkiye niye sıkıntıda?" diyoruz. Yani ekonomiden sorumlu Bakan "Ben dolara bakmam." diyor "Dolar kontrolümün altında." diye laflar ediyor, ondan sonra "Türkiye'ye niye para gelmiyor?" diye düşünüp duruyoruz. Ya, hakikaten beyanat vermeseler bu kadar güvensizlik olmayacak. Sayın Cumhurbaşkanı 2016 yılında -yeri değil başka zaman söyleyecektim ama- videoları falan var, tarihi de buralarda bir yerdeydi bir konuşmasında -ben onu Genel Kurulda çok eleştirdim- millete altın almayı tavsiye eden bir Cumhurbaşkanı. Şimdi de bütün analizlerde altın hariç olsaydı şöyle olurdu, böyle olurdu diye analiz yapıyoruz, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu! Ya, biz altın mı üretiyoruz? Yani "Dolar almayın, altın alın, TL'nizi altına çevirin." Sayın Cumhurbaşkanının beyanatı bu. Altını neyle alacaksınız? Türk lirası vererek altın mı alabiliyorsunuz bir yerden? Hangi iktisatçı bu aklı veriyor? Şimdi, ondan sonra da "Efendim altın ithalatımız arttı, altın şöyle oldu, altın böyle oldu." diye şikâyet ediyoruz. Bir borçlanma stratejisi var. Bizim Kalkınma Politikaları Başkanı Ümit Hoca hesaplamalar yaptı. Bakın, bu kadar kötüysek yanlış iş yaptığımız için kötüyüz. Sadece 1 Ocak 2020'den bugüne kadar yanlış borçlanma stratejisinden dolayı -dövizle borçlanma- TL'yle normal o günkü cari kur faizlerle borçlanılmış olsaydı -yani düşük faiz falan demiyoruz- bugün itibarıyla 27 milyar TL yükümüz daha az olacaktı, borçlanmanın maliyeti. Bakın, yedi sekiz aylık yanlış borçlanmanın maliyeti. Altınla borçlanmalar ya iki yıllığı yüzde 110 maliyetle borçlanma stratejisi izleyen bir şey var. Borç stoku almış patlamış. Cumhuriyet tarihi boyunca merkezî yönetimin iç ve dış borç toplamı 2018'in Temmuz ayı itibarıyla 1 trilyon lira iken... Hani diyorsunuz ya "Cumhuriyet tarihi" filan diye, böyle geçmişi karalama anlamında. Yani işte, doksan küsur yılda yapılan borç stokunu Sayın Bakan geldi iki yılda yaptı. 1,8 trilyon şu anda, 1,810 tam rakamı, ağustos sonu. Ondan sonra "Niye Türkiye kötü? Niye mali alanımız yok?" diye söylüyoruz.

Efendim, şimdi, ya vatandaşın da... Kirasını ödeyemeyen esnaftan kira stopajı alıyoruz; ödemesini istiyoruz, ödemediği zaman da devlete borçlu oluyor. Bakın, bir yandan kurumlar vergisini, kazananın vergisini, zaten düşük olan vergisini düşürüyorsunuz; şu mantığa bak. Sayın Cemal Öztürk Vekilim, yani tabii şu anda siz sorumlu olduğunuz için size söyleyeceğim, muhatabım sizsiniz. Yani kira ödeyemiyor, üstelik bir de kira stopajını devlet borç olarak üzerine bindiriyor. İşte, belki biraz daha yapılandıracağız onu, bilmem ne yapacağız. Ama yani burada herhangi bir feragat etmiyoruz, bir şey yapmıyoruz; gelin, şunları yarıya indirelim bir defalığına hatta kira desteği verelim demiyoruz, kazanandan vergiyi daha az alacağız diyoruz. Bunun mantığını birisi bize izah etsin. Veya menkul sermaye iratlarıyla ilgili geçici 67'nci madde. Ne zaman çıkmış? 2004 yılında. Geçici madde olarak ekleniyor 2004 yılında. Yıl kaç? 2020. On altı yıl boyunca bir geçici madde uyguluyoruz. Beş yıl uzatıyoruz, Anayasa'ya da -bana göre- aykırı bir şekilde bir beş yıl daha uzatma yetkisi veriyoruz Sayın Cumhurbaşkanına. Yani yirmi altı yıl uygulanacak bir geçici madde. Bir defa, zaten böyle bir kanun teklifi...

OTURUM BAŞKANI ŞİRİN ÜNAL - Sayın Vekilim, ek süre veriyorum.

ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim.

Bu arada bizim sürelerimiz niye on dakikaya düştü, ben anlayamadım. İç Tüzük'te yirmi dakikadır süre. Sayın Başkan, onu da bir konuşmak lazım. Yani bu süreleri on dakikaya ne zaman düşürdünüz?

OTURUM BAŞKANI ŞİRİN ÜNAL - Devamlı on dakika Sayın Usta.

ERHAN USTA (Samsun) - Hayır, yirmi dakikadır, asgarisi yirmi dakikadır. Bizim hakkımızı... Yani Komisyonda İç Tüzük'te...

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Yirmi dakika değil daha fazla. İç Tüzük'te öyle bir şey yok.

OTURUM BAŞKANI ŞİRİN ÜNAL - Grup sözcüleri yirmişer dakika konuştu, üyelerimiz onar dakika, üye olmayanlar beşer dakika Sayın Vekilim.

ERHAN USTA (Samsun) - Hayır, grup sözcüsü... İç Tüzük'te efendim, grup sözcüsü veya milletvekili diye bir ayırım bilmiyorum -İsmail Bey daha iyi bilir- öyle bir ayrım filan yok. Hayır, zaten maddelerde filankonuşmayacağız, bizi şimdi sıkboğaz etmenin bir anlamı yok.

Şimdi, geçici madde 67. On altı yıldır uygulanıyor, yirmi altı yıla çıkarılması konusunda şu anda bizden yetki isteniyor. Ne var burada? Menkul sermaye iratlarının vergilendirilmesi. Ya fakirin fukaranın ümüğüne basıyoruz, her türlü parayı alıyoruz; burada faiz geliri olandan, işte, borsa geliri olandan, bilmem ne geliri olandan... Yani kısa süreli bir iki yıl için konulmuş maddeyi uzata uzata uzata bugüne kadar getirmişiz, bir on yıl daha uzatılması konusunda yetki veriyoruz. Biraz Allah'tan korkmak lazım. Faizden sıfır vergi alacaksın, kimisinden yüzde 10 stopaj alacaksın, benim zorda olan esnafımdan; kirasını ödeyemeyen, çocuğuna ekmek götüremeyen adamdan yüzde 20 stopaj alacaksın. Bu ne biçim adalet? Ve geliyorsunuz, böyle bir zamanda bunun süresini uzatma konusunda bu heyetten yetki isteniyor; bunu anlamak mümkün değil. Nasıl bir mantıkla hazırlandı bu? Nasıl bir şey yapılıyor? Yani biz ne yapmaya çalışıyoruz? Yani sanki Türkiye'de her şey çok mükemmel gidiyor, pandemiden kaynaklanan bir ekonomik zorluk filan yok, paramız da çok fazla, biraz saçalım bunları gibi bir anlayışla bir kanun teklifi geliyor önümüze. Allah aşkına, bakın, hepimiz bu ülkede yaşıyoruz, yıllarımızı verdik bu işlere, sizler de öyle. Ama bunun mantığını birisi bize anlatsın, bunu izah etmek mümkün değil ve bu hâllerimiz, işte, bu tür yaptığımız işler güveni sarsıyor.

Bakın, Türkiye, hep söylüyoruz, siz de biliyorsunuz zaten, finansman açığı veren bir ülke yani kendi tasarruflarımız yetmiyor. Biz gidiyoruz hâlâ tüketimi kamçılayacak birtakım şeyler yapıyoruz, Hükûmet öyle tedbirler alıyor. Yani o da yanlış da hadi neyse ama ne ihtiyacımız var? Dış tasarrufa ihtiyacımız var. Dış tasarruf gelmediği zaman bizim çarklar dönmüyor. Şimdi, bu kadar belirsizliğin olduğu, bu kadar yanlış beyanatın olduğu, yanlış icraatın olduğu bir yere hangi sermeye gelir? Sermaye gelmediği zaman da ondan sonra hemen "dış güçler" diye bir şey uyduruyoruz veyahut da şöyle oldu, böyle oldu diyoruz. Yani bu dış güç yeni filan çıkmadı. Yani Türkiye 2006-2007 yıllarında 20 milyar dolar net doğrudan sermaye girişi sağlamış bu ülke yani o zaman millî değil miydi bu ülkeyi yönetenler? Aynı insanlardı. O zaman başka bir şey mi yapılıyordu bu ülkede? Yani, geldiği zaman iyi...

O, şimdi, iş ortamı endeksinde 1 basamak atladık, gayet güzel. Orada manipülasyon olduğu söylendi, ayrı bir konu ama uluslararası bir gösterge, Sayın Cumhurbaşkanı onu söylüyor. "Ya, Yolsuzluk Algısı Endeksi'nde bir yılda 13 basamak düştü." dediğimizde "Ya, bu dış güçler böyle." diyoruz. Bu ikiyüzlülükten de kurtulmamız lazım. O yüzden, yani, geldiği zaman iyi, gelmediği zaman "dış güç" edebiyatına sarılarak bir kısım insanları kandırabilirsiniz ama bu ülkeye bir faydamız olmaz, yaptığımız şey yanlış olur.

Bu ve varlık barışı meselesine, yapılandırma meselesine teknisyen olarak geçmişte karşı çıkmış birisiydim yapılandırma konusunu çok uygun bulmayan bir siyasetçi olarak da ama şu anda yapılandırma bir ihtiyaç; işte, hakikaten yapılandırmanın tam da olması gerektiği bir zaman çünkü insanlar artık her şeyin dışında bu kadar sıkıntıdayken onları devletle daha fazla sıkıntılı hâle getirmemek lazım. Ancak bunu yaparken de Sayın Öztürk, lütfen, şuna dikkat etmemiz lazım: Yani "Bunu eğer üç ay sonra, hemen yılbaşında ödeyeceksiniz." dersek -yılbaşında, tabii, ne getireceğinizi bilmiyoruz; sizin getirdiğinizin dışında bir şey de çıkmadığı için artık biz de bir şey getirmiyoruz- "Yılbaşında hemen, efendim, yapılandırma taksitleri başlayacak." dersek yine olmaz bu, asgari bir yıl bir süre vermemiz lazım. Yani, bu yapılandırmayı devlete biraz para bulma meselesi olarak değil, milleti devletle nizalı olmaktan kurtarma meselesi olarak görmemiz lazım milleti rahatlatmak için; esnafımızı, özellikle küçük esnafı rahatlamak için yapmamız lazım. En az bir yıl ödemeyelim; mümkünse kırk sekiz ay, mümkün değilse otuz altı ay gibi bir vadeye yayarak insanların bu borçlarını ödemelerine imkân sağlayalım.

Ben artık şuna inandım: Bu varlık barışı meselesi, bunlar kişiye özel, birilerinin bir ihtiyacına özel yapılmış bir şey. Az önce sayın konuşmacılar da ifade ettiler. O zaman bir söyleyin bakayım, öncekilerde ne olmuş, ne gelmiş, ne gelmemiş, niye tıkanmış? Ya, iki yılda bir "varlık barışı" dediğiniz şey, şimdi, hele geçmişte biraz, yüzde 1, yüzde 2 filan vergi alıyorduk, içeriden gelen ile dışarıdan geleni farklılaştırıyorduk; şimdi hiç vergi almadan. Yani, şunu söylüyoruz; bunun Türkçesi ne, biliyor musunuz? Türkçesi şu, diyoruz ki: "Kardeşim, senin kara paran mı var?" "Var." "Sen kayıt dışı mı kazandın? Kazandın. Yani, konusu suç bile olsa veya işte, illaki suç olması gerekmiyor; yani bugüne kadar vergi kaçırarak kazandığın paraları getir, şurada beyan et, senden sıfır vergi alacağım ve bundan sonra ananın ak sütü gibi helal olacak." Yurt içindekilere de, yurt dışındakilere de böyle bir şey söylüyoruz. Ya, bu ne kadar doğru? Tamam, paraya ihtiyacımız var filan ama bence bu, kamu vicdanını yaralayacak bir şey; bunu da buradan bir defa şiddetle çıkarmak lazım.

Dolayısıyla, maddelerde daha detaylarını konuşacağız. Bir de şunu görelim: Tabii, Durmuş Bey bu konuda otorite ama benim anladığım kadarıyla -bütün dünyada da var, Türkiye'de de var- bir likidite tuzağına doğru gidiyoruz yani parayla, parasal politikalarla bu işleri çözmek çok kolay olmuyor. Parayı veriyorsunuz, ya hiç istemediğiniz, bizde olduğu gibi, Türkiye'de... Ya, biz parayı verdik, enflasyonumuz arttı; kredileri verdik, ondan sonra -az önce söyledim- enflasyonumuzu bir defa artırdık kısmen, ondan sonra dolar arttı, altın -uluslararası piyasaları söylüyorum- talebi arttı diyelim, ondan sonra araba piyasası arttı, ev fiyatları arttı. Bizim istediğimiz bu değildi hâlbuki, biz çarklar dönsün diye bu paraları verdik. Dolayısıyla, böyle bir likidite tuzağına... Veya kimisi alıyor o parayı, güven olsun diye yastığının altına götürüyor.

Özetle önerim şudur: Bu formüle edilebilir ama burada buna ilişkin hiçbir şey görmüyoruz. Tabii ki işsizlikle ilgili getirilen maddeleri destekleyeceğiz yani ama bunlar zaten rutinin götürülmesi meselesi ama esas, gelir kaybına uğrayan küçük esnafa, KOBİ'ye gelir transferi veya hiç geliri olmayan ailelere geçimleri için ciddi gelir transferleri yapmak durumundayız. Eğer bütçeyi de bozacaksak buradan bozalım. Maliye politikası ancak bu işlerde etkili olabilir. Para politikası, az önce ifade ettiğim gibi, verdiğimiz para ya başka dengeleri bozuyor veya işte, yastık altına gidiyor. Para politikası, dolayısıyla, çok etkisiz bana göre ama maliye politikası burada etkili olabilir. Zaten Hükûmetin de elindeki en önemli silah maliye politikasıdır, maliye politikasını bu alanlarda kullanmamız lazım.

Borçlanma stratejimizi lütfen yeniden gözden geçirelim. Çok ciddi yükler geliyor. İşte, bugün gazetelerde var, daha bizim inceleme imkânımız olmadı: "Cumhurbaşkanına bilmem şu kadar otomobil alınıyor, şuraya bu kadar otomobil alınıyor." Ya, şu Mecliste gözümüzle görüyoruz, herhâlde 100 tane A6 var, bunların her biri kaça mal oluyor? Şimdi, devlet olarak siz hiçbir tasarrufta bulunmayacaksınız; şatafat, saltanat son haddinde gidecek; ondan sonra millete de "Ya, aç dur." diyeceksiniz, bilmem ne diyeceksiniz. Milleti ekmeğe muhtaç hâle getirdik. O yüzden, tekrar gözden geçirelim. Bizden bir destek istiyorsanız her türlü desteği, siyasi desteği, teknik desteği vermek istiyoruz, vermeye hazırız ama bu çerçevede bu kanuna bakılması lazım, bu kanunun bu yanlış maddelerini buradan çıkarmamız lazım.

Ben çok teşekkür ediyorum hepinize, saygı sunuyorum.