KOMİSYON KONUŞMASI

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Öncelikle sunumunuz için teşekkürler.

Hem sizin sunumunuzda hem de Sayın İsmet Uçma'nın yaptığı değerlendirmelerde, Türkiye'deki kadına yönelik şiddet konusunda çalışan ve kadın özgürlüğü konusunda çalışan sivil toplum örgütlerine ve kadın hareketlerine yönelik maalesef negatif bir algının olduğunu hissettim. Öncelikle, şunu ifade etmek gerekir: Hem kadın hareketleri hem de şiddet konusunda çalışan sivil toplum örgütleri bir kadın erkek düşmanlığı üzerinde çalışan örgütler değillerdir. Yani, amaçları şunları, şunları yapalım da Türkiye'de kadın ve erkek birbirine düşman olsun değil, yani bu temelde çalışan örgütler değiller. Tam tersine, dünyayı kadının ve erkeğin eşit, özgür yaşamı üzerine şekillendirmek isteyen kurum ve kuruluşlar olarak ben görüyorum, değerlendiriyorum. O nedenle, ben öncelikle bu negatif algının değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Tabii ki esas, ana çalışma konuları şiddettir ve şiddeti görünür kılmak için yani Türkiye gibi bir toplumda da bir algı değişikliği yaratmak için elbette ki çok fazla öne çıkarıyorlar. E, şiddeti uygulayanlar erkekler olduğuna göre de mecburen her açıklamalarında da, her değerlendirmelerinde de erkekleri, şiddet uygulayan erkekleri hedef tahtasına oturtmak durumundalar. Fakat böyle olması, kadın özgürlüğü alanında çalışan kadın hareketleri erkek düşmanlığı üzerinde çalışıyorlar ya da toplumda bir erkek düşmanlığı yaratmak istiyorlar şeklinde değerlendirmeler bence doğru değerlendirmeler değil.

Size şunu sormak istiyorum: Bir değerlendirme yaptınız yani şiddet konusunda kadının gördüğü şiddet kadar erkeklerin de Türkiye'de şiddet gördüğünü, 2010 yılında -çok not alamadım ama- 200 kadının katledildiğini ama aynı yılda sanırım 1.040 civarında erkeğin de katledildiğini söylediniz. Yani, anlayabildiğim kadarıyla toplumda bir şiddet olgusunun var olduğunu belki anlatmaya çalıştınız ama bu alanda çalışan bir kadın örgütü olarak bu karşılaştırmayı ben çok doğru bulmuyorum. Yani, kadının katledilme nedenleriyle erkeğin öldürülme nedenleri arasında çok büyük fark var. Yani, karşılaştırma yaparken, bir tanımlama yaparken buna dikkat etmezsek nedenlerini açığa çıkarmada ya da bu noktada bir algı değişikliği yaratmada sıkıntımız olabilir diye düşünüyorum. Erkeklerin genellikle öldürülme nedenlerini biliyoruz. Şiddeti kendileri yaratıyorlar zaten, birbirleriyle bir şiddet olgusu çerçevesinde ilişkileri var genelde ve o çerçevede de birbirlerine fiziksel şiddet uyguluyorlar, birbirlerini katlediyorlar. O nedenle, ben böyle birbirlerini yan yana koyan bu değerlendirmeyi doğru bulmadım, onu ifade etmek istiyorum.

Bir de şunu soracağım, bu şiddeti derecelendirme meselesini. Bunu da çok gündemleştirmenin yaptığımız iş açısından çok doğru olmadığını düşünüyorum ben. Hele hele bizim gibi bir toplumda bunu derecelendirirsek az şiddet ya da çok şiddet şeklinde, şiddet uygulayanlar açısından bir alan açma durumu ortaya çıkar diye düşünüyorum. Biz gerekçesiz, amasız, şiddetin her türlüsüne karşıyız. Yani, ekonomik şiddete de karşıyız ki bu çok önemli bir şey. Ben yirmi yıl devlet memurluğu yaptım. Birlikte çalıştığım bir doçent kadın vardı, on yıl beraber çalıştık, bir gün maaşını alamamıştır, maaş kartı eşinin elindeydi çünkü. Yani, bundan daha büyük bir şiddet olabilir mi? Ve her gün de hemen hemen fiziksel şiddet görüyordu. Her gün fiziksel şiddet görüyordu doçent bir kadın. Ben kendisine bir arkadaş, dost olarak bu konuda çok da yardımlarda bulunmuştum. Yani, o nedenle, bu konu çok hassas bir konu, özellikle Türkiye'de çok hassas bir konu. Ne demek istediğinizi belki tam anlayamamış da olabilirim ama hem duygusal şiddetin hem ekonomik şiddetin... Yani, derecelendirme diye ben onu anladım. İşte, "Ağır fiziksel şiddet, öldürmeye kastetmek, cezalandırmayı gerektirebilir." demiştiniz ama kategori olarak, küfretme, duygusal şiddet yani psikolojik şiddet diyoruz biz. Türkiye'deki erkeklerin büyük çoğunluğu maalesef eşlerine küfretmeyi bir maharet sayıyorlar -evden çıkarken, eve gelince- geneli yani öyle. Şimdi, bunu kategorize edersek doğru bir şey yapmamış oluruz diye düşünüyorum. Toptan karşı çıkmak gerekir ki bu konuda bir algı değişikliği, bir zihinsel değişim ve dönüşüm yaşansın. Zaten bu zihinsel değişim ve dönüşüm yaşanmazsa sorunu çözmek zor.

Teşekkürler. Sizin de görüşlerinizi alalım.