| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi (1/281 ) ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifi (1/280) ve Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 27 .10.2020 |
ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, bürokrasimizin değerli temsilcileri; hepinizi tekrar saygıyla selamlarım.
2021 yılı bütçesinin şimdiden hayırlı ve uğurlu olmasını, milletimiz için, ülkemiz için, kamu değerlerimiz için hayırlı olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ederim.
Tabii, usul hakkında konuştuğum meseleleri şimdi burada tekrarlamayacağım ancak bütçeye şöyle genel olarak bir baktığımızda yani bu bütçe ve üzerine oturduğu yeni ekonomik program veya orta vadeli program ikisini birlikte değerlendirmemiz gerekiyor. Arada bütçe dediğim yani ikisi birbirine atıf anlamında da bunu anlayabilirsiniz çünkü ikisi birbirinin parçası. Yani nasıl bir amacı var? Bu neyi çözmeye çalışıyor? Bu bütçenin bir vizyonu, bu programın bir vizyonu var mı? Yönü nereye doğrudur, bir yönü var mı? Ben işin doğrusu bunu çok fazla anlayabilmiş değilim. Veya buradaki büyüme modeli nedir? Yani evet, 2020 yılında pandemi nedeniyle diye söylüyor hükûmet, büyümemiz sıfıra yakın bir büyüme olacak, belki eksisi olacak ama 2019 yılında da bizim büyümemiz 0,9'du. Yani gelişmekte olan ülkeler tahmin ediyorum, bizim sınıfımızdaki ülkeler 3,7 civarında büyürken biz 0,9 büyümüşüz.
Hemen şunu, en son söyleyeceğimi başından söyleyeyim: Yani bütün bu, şu anda yaşadığımız sıkıntıları pandemiye bağlarsak Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, yanlış bir iş yapmış oluruz. Bunun bu ülkeye faydası yok, siyaseten bu dışarıda falan söylenilebilir ama teşhisi yanlış yaparsak bunun tedavisi tamamen yanlış olur. Türkiye'nin sorunları birike birike geldi, tabii, pandemi de bazı meselelerin daha fazla su yüzüne çıkmasına neden oldu, bazı meseleleri daha belirgin hâle getirdi. Yani hakikaten bunu cevaplarda bir anlatırsanız ben çok mutlu olacağım çünkü sizin konuşma metninizde bu yok. Programı, tabii, okuma imkânımız olmadı. Şunun içerisine ne kadar yazıldı, bilmiyorum ama ben burada bir büyüme modelini göremedim, birazdan bunun detaylarını söyleyeceğim, yani kamu-özel ilişkileri açısından.
Şimdi, bakıyoruz, "Bu program ve bütçe gerçekçi mi?" diye baktığımızda burada çok fazla zaman kaybetmeyeceğim ancak hakikaten "yeni ekonomik program" diyorsunuz, 29 Eylülde Sayın Bakan tarafından sunuldu. Bir veya iki gün sonra hemen dış ticaret rakamları geldi, orada 38,1 milyar dolar 2020 yılı sonunda dış ticaret açığı öngürülmüştü; cari açık değil, dış ticaret açığı. Bir gün sonra gelen rakam ocak-eylül döneminde dış ticaret açığının 37,9 olduğunu söyledi yani ikisi 38 küsuratlarını atarsak. Şimdi, bu, nasıl bir şey? O zaman büyüme modelini sorgulayacağız veya siz nasıl bir şey öngörüyorsunuz da kalan üç ayda da dış ticaret açığı sıfır gelecek? Kalan üç ayın dış ticaret açığını sıfır olduğunu öngören bir program. Elbette biz de bürokrasiden geldik. Bazı şeyler, siyasi otoritenin biraz da bastırmasıyla bir miktar rakamlarda gerçek dışına çıkılabilir ama ben hayatım boyunca, açıklanan bir programın bir gün sonra çöp olduğunu görmedim Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı. İnanın böyle, bana bu ifadeyi kullanmak çok ağır geliyor ancak hakikaten böyle oldu. Hele bakın, cari açık -ocak-ağustos- 29 Eylülde açıklanıyor, cari açık rakamı geliyor; yıl sonu için "24,4 milyar dolar cari açık" deniliyor, üç gün sonra gelen rakam -8 aylık rakam geliyor daha, yıllık değil bakın- ocak-ağustos rakamı 26,5 milyar dolar. Yani üç gün sonra gelen rakam, sekiz aylık rakam -yıllık- yıl sonu tahminini 2,1 milyar dolar geçiyor. Böyle bir şey olabilir mi? İşte, o yüzden yeni ekonomi programı açıklandığı gün kur fırladı Türkiye'de. İşte, o yüzden kamu otoriteleri beyanat verdiği zaman bu ülkede -ne derler- dolar artıyor, istikrarsızlık oluyor. Buna güvenmek etmek mümkün değil. Bu anlamda hakikaten gerçekçi değil, tutarlı da değil.
Az önce aslında başladım cümleye, bir örnek olsun diye söyleyeyim: Eğer bu cari açık rakamına, biz, bunu devlet getirmiştir, bunu siyasi otorite getirmiştir, ciddiye almamız gerekir dersek bundan sonra kalan dört ayda cari açık olmaması lazım; 2,1 milyar dolar fazla vermemiz lazım. Evet, bu olabilir mi? Olabilir. Ancak eksi 10 küçülürsek belki olur bu ama siz onu demiyorsunuz. Büyümede de ilk yarı büyümesini, eksi 3,1'i pozitife çevirecek yıl sonu büyümesini bekliyoruz. Kabaca, ekonomik dağılmanın -yani aktivitenin- altışar ayda eşit dağıldığını varsayarsak -çok basit bir mantık- 3,1 küçüldüysek sıfır olabilmesi için 3,1 de büyümemiz lazım; ikinci yarıda hem 3,1 büyüme bekleyeceğiz hem de 2,1 milyar dolar kalan dört ayda cari fazla bekleyeceğiz. Böyle bir şey olmaz. Yani en az 10 milyar dolar, belki daha fazla sapacak bir rakam. Bunu yapmaktan murat nedir, ben bunu da anlamıyorum, buna bir ihtiyaç da yok. Diyelim ki 40 bekliyorsunuz da bu "35" yazılabilir, bu anlaşılabilir, bunu piyasalar da anlar, hani piyasaya bir iyimserlik empoze edilebilir ama bunun anlamı ciddiyetsizlik oluyor. O yüzden, hakikaten, bu programı nasıl tartışacağız, nasıl yapacağız?
Şimdi, tabii, 2020 bu açıdan önemli, bazı bu olunca diğer yıllar da bunun üzerine biniyor dolayısıyla diğer yıllar da, bu anlamda, aslında hepsi samimiyetsiz hâle geliyor.
Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, toplum kan ağlıyor, bilmiyorum ne kadar farkındasınız. Ama Sayın Cumhurbaşkanının evvelsi gün otobüsten çay muhabbeti meselesinde toplumdan kopuk olduğunu biz anladık, zaten biliyorduk bunu ama orada hakikaten toplumdan, toplumun meselelerinden... Yani vatandaş "Ekmek bulamıyorum ben." dediğinde, Sayın Cumhurbaşkanının "Ya abartıyorsunuz. Alın, keyif çayı için." şeklinde bir şeyi oldu. Bunu değerlendirebilirsiniz yani öyle bir şey olmadığını siz söyleyebilirsiniz.
Hakikaten Sayın Genel Başkanla illeri, ilçeleri dolaşıyoruz, inanın, esnaf kan ağlıyor. Kıraathanecisinden servis şoförüne, büfecisinden bilmem neyine kadar herkes çok ciddi bir sıkıntı içerisinde; gırtlağa kadar borç gelmiş, çiftçi borç içerisinde. Ortalama tam rakamı şimdi hatırlayamıyorum belki ama, bir ara hesap etmiştim, en azından bizim Samsun için söyleyeyim: Bizim oralarda muhtarlara gittiğimde "Bu köyde ortalama borç ne kadar?" diye soruyorum, "70 bin liradan az değildir." diyorlar. Bir çiftçinin ortalama borcu 70 bin lira olursa bu işi biz nasıl sürdüreceğiz? Bakın, ekim ayı geldi, çiftçi mazot alamadığı için tarlasını ekemiyor. Destekleri daha öncesinden verin, ürünü yönlendirecek destek verelim diyoruz hep; destek bitiyor, ürün bitiyor, peşinden destek geliyor, o da zaten olması gerektiği kadar bir destek değil.
Dolayısıyla bu bütçe -sizin konuşmanızda var- "bir hizmet bütçesi" deniliyor. 2020 yılı bütçesine göre bakınca, 2021 yılında bütçe yatırımlarının, sermaye giderlerinin yüksek artışı görülüyor ama zaten bizim 2020 yatırımları, bütçe yatırımları zaten göçmüş yatırımlar, 2020'nin gerçekleşme tahminine baktığımızda çok cüzi bir artış var. Biraz geriye gittiğimizde, 2018 yılında -bakın, iki yıl önce- sermaye giderlerinin millî gelire oranı -ben bunu birçok arkadaşımızın atladığını tahmin ediyorum çünkü yüksek, yüzde 80'lerde mi ne, bir artış gözükünce başlangıçta hakikaten bütçe yatırımlarına iyi para ayrılmış filan dedik- 2,4; 2021 yılı bütçesinde 1,8'e düşürülüyor bu. Bu, AK PARTİ'nin tarihî trendinin de altında bir şey. Buna nasıl "hizmet bütçesi" diyebiliriz, bütçeyi nasıl böyle takdim edebiliriz? O beğenmediğimiz -hepimizin, sizlerin daha fazla- "Hep 2002 şöyle kötü, 2002 böyle kötü." dediğiniz yılda, bu ülkenin bütçesi millî gelire oranla yatırımlara 2,2 kaynak aktarmış, 2021'de 1,8; bu ciddi bir şeydir. Daha da berbatı ne, biliyor musunuz: 2022 yılında bu 1,8'in de yani tarihî değeri 2,2 ve 2,3 olan bu rakamın 2020'de 1,6'ya, öbür yılda da 1,7'ye düşeceğini söyleyen bir bütçeyle karşı karşıyayız biz.
Ha burada "Biz kamu-özel iş birliği projeleri üzerinden yatırımlar yapıyoruz." denilebilir, onu da hakikaten söylerseniz o zaman zaten konuşacağımız çok şey var; buna ilişkin zaten ortada doğru düzgün takip edebildiğimiz herhangi bir rakam yok.
Şimdi, "toplumun sorunları" dedik. Ciddi bir işsizlik var; her ne kadar TÜİK manşet işsizlik rakamında "Temmuz ayı sonu itibarıyla bir önceki yıla göre işsizlik oranı 0,6 oranında düşmüş." dese bile, tabii, buna kimsenin inanması mümkün değil. Yine TÜİK'in rakamlarını irdelediğimizde geniş tanımlı işsizliğin yüzde 23,8; pandemi nedeniyle, Covid nedeniyle oluşan yani iş başında olup da fiilî çalışmayanları, onları da eklediğimiz zaman -bu uluslararası metodolojidir- yüzde 34,5 olduğunu görüyoruz yani Türkiye'de 2020 Temmuz itibarıyla 12,3 milyon işsiz var. E burada bakıyorsunuz, "Bu programda işsizliğe nasıl bir çare var?" dediğinizde, işsizliğe bir çare yok. "Niye yok?" diyeceksiniz. Diğer o geniş tanımlıları programda onun rakamları olmadığı için mukayese edemiyorum ama burada şimdi tekrar döneceğim, manşet olan işsizlik rakamı üzerinden gideceğim. Tekrar hatırlayalım: 2020 yılında siz 13,8 olacağını söylüyorsunuz, tahmininiz -yani o çok dar ve gerçekçi olmayan işsizlik rakamı- 2023 yılında 10,9 diyorsunuz; bu zaten 2018 yılında 11'di yani 2023 hedefi 2018'deki işsizlik rakamı ve bunlar tarihin en yüksek işsizlik rakamlarıdır. Yani OECD filan değil de bizimle emsal ülkelerin tamamına baktığımızda hepsinin en az 2 kat, 3 kat üzerinde olan bir işsizlik rakamı var ve bunun 2023 yılında da süreceğini söyleyen bir bütçe ve programla karşı karşıyayız. O yüzden bu bütçe toplumdaki en büyük sorun olan işsizliğe -genç işsizlik de bunun içerisinde- buna herhangi bir çare üreten bir bütçe değil diyoruz.
Peki, ekonominin sorunlarını çözecek bir durum var mı bütçede? Toplumun sorunlarını çözmüyor ama makroekonomi anlamında sorunları çözmeye yönelik neler var diye baktığımızda... Oraya geçmeden önce veya onun belki üst başlığı olarak bir de şunu söyleyeyim: Ya bu bütçe ve program aslında milletin fakirleştiğinin belgesini ortaya koyuyor. Sayın Şener az önce ifade etti, çok fazla girmeyeceğim yani buradaki rakamları esasa alsak bile -kaldı ki 2020 yılı, 8 bin 381 dolar hiçbir şartta tutmayacak; bunu iki ay sonra, üç ay sonra göreceğiz- bu 8 bin doların altında bir bütçeyle 2020'yi kapatacağız. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, bu, Türkiye'nin 2006 yılındaki kişi başı geliridir. 2020, 2006... Türkiye on dört yıl öncesine dönüyor; böyle bir tablo ortaya koyuyor bu program ve bütçe. Dolayısıyla milletin fakirleştiğini gösteriyor.
Şimdi, tabii, şunu kabul etmek lazım: AK PARTİ toplumda algıyı çok iyi yönetiyor, geçmişte olan bir sürü meseleyi unutturuyor, başka şekilde sunma imkânına sahip. Şimdi, çıkın, topluma piyasada sorun, insanların yüzde 95'i -teknisyenler ve milletvekilleri dâhil- "G20'ye biz AK PARTİ döneminde girmişizdir." diyecektir çünkü hep böyle takdim edildi. Hâlbuki AK PARTİ hükûmetleri öncesinde Türkiye bir G20 ülkesiydi hatta 90'lı yıllarda Türkiye dünyada ekonomik büyüklük sıralaması itibarıyla 18'inci, 19'uncu sıralara geldi; 2001-2002'de bozuldu ondan sonra AK PARTİ dönemlerinde tekrar 17'lere, 18'lere geldi ama şu anda, 2019 yılı itibarıyla, dünyada büyüklük sıralamasında Türkiye 19'uncu sırada. 2020'de buradaki, yeni ekonomi programında verdiğiniz rakamı alırsak 19'u muhafaza ediyor ama IMF tahminini alırsak -ki o daha gerçekçi gibi duruyor- onu alırsak 20'nci sıraya düşüyor. Yani 90'lı yıllarda yakaladığımız 20'den daha ön sıralarda olma sıralamasını bugün kaybetmiş bir Türkiye ekonomisi var. AK PARTİ dönemlerinde 17'nciye kadar düşmüş bir Türkiye ekonomisi, bugün 20'ye. Bundan sonra düzelecek mi diye bakıyorsunuz, 2021 yılında da 21'nci sırada olacağını görüyoruz; bu, tabii, toplam büyüklük itibarıyla, kişi başı gelirde baktığımız zaman zaten iş vahim. Mesela Türkiye, kişi başı gelir açısından 1990 yılında dünyada 49'uncu sırada arkadaşlar, 91 yılında 51'inci sırada, 93 yılında 50'nci sırada; şimdi bakıyorsunuz, 2019 yılında 75'inci sırada. Yani 90'lı yıllarda 49-50'yi yakalamış Türkiye kişi başı gelirde... 2019 yılında pandemi filan yoktu arkadaşlar. Pandemi varsa da bütün dünyada pandemi var, emsallerimizde de pandemi var. Pandemi olunca herkesin millî geliri düşer, dolayısıyla sıralamanın değişmemesi lazım. Ha negatif ayrışırsak evet, sıralama değişir, ona geleceğim şimdi.
Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı sunuşunda "Pozitif ayrıştık." dedi. Allah aşkına, şunu bize bir anlatın: Nasıl pozitif ayrıştı Türkiye? Ondan sonra umarım Başkan bize de cevap verir çünkü zamanım sınırlı olduğu için o kısma girmeyeceğim. Çünkü sadece cümle olarak söylediniz, bir tane OECD rakamı verdiniz. Şundan yanayım ben, doğrusu da budur, bütün dünya da bunu böyle yapar: Değerlendirmeleri hep kendi emsal ülkelerimize göre yapacağız. Hedefleri gelişmiş ülkelere göre koyabiliriz belki ama kendi emsal ülkelerimize göre performans ölçülür. O şekilde yaptığınız zaman hiçbir şekilde Türkiye'nin pozitif ayrışmadığını zaten siz de göreceksiniz.
Şimdi, "Ekonominin sorunlarını çözecek bir bütçe midir?" diye devam ediyoruz. Türkiye'de tasarruf yetersizliği var. Bu tasarruf yetersizliğine bu bütçe veya program herhangi bir çare getirmiyor. Bakın, çok enteresan -bilmiyorum belki arkadaşların dikkatinden kaçtıysa, onlara da hatırlatmakta fayda var- yeni ekonomi programında... Biliyorsunuz, özdeşlik olarak millî gelirde tasarruf-yatırım açığı cari açık demektir yani özdeşlik anlamında cari açık demektir. Şimdi, tabii, kamunun tasarruf-yatırım açığı var, özel sektörün tasarruf-yatırım açığı var. 2020 yılında yüzde 3,5'luk bir cari açık bekliyoruz. "Kamunun cari açığı ne kadar?" diye baktığınızda, kamunun cari açığı 6,3. Yani kamudan kaynaklanan cari açık -yani tasarruf-yatırım farkı dolayısıyla- 6,3; özel sektör 2,8'lik bir fazla getiriyor ve toplamda da 3,5'luk bir açık olmuş. Şimdi, bu trendin biraz düşerek de olsa önümüzdeki dönemde devam edeceğini varsayan bir programla karşı karşıyayız. O yüzden soruyorum "Bu programın büyüme modeli nedir?" diye. Yani 2021 yılında kamunun yatırım-tasarruf farkı ve olmayan yatırımlarla, 1,6'ya düşmüş yatırımlarla Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı... Yani lütfen, hakikaten çok önemli, 1,6'ya... AK PARTİ'nin tarihî değerleri 2'nin üzerinde iken 2,2; 2,3'lerde iken 1,6'ya düşürüyoruz kamu yatırımlarının millî gelir oranını ama buna rağmen, bu durumda dahi 2021 yılında mesela kamunun yatırım-tasarruf farkının yüzde 5,2 olacağını varsayan bir program var önümüzde. Böyle bir program nasıl olabilir? Ve ondan sonra diyoruz ki ben devlet olarak hiçbir tasarruf yapmayacağım, ben tüketeceğim, tüketeceğim, tüketeceğim; geliri toplamayacağım, parayı tüketeceğim, ondan sonra azıcık da bir yatırım yapacağım, yüzde 5,2'lik kamu kaynaklı cari açık yaratacağım diyoruz, ondan sonra da toplam cari açık da düşecek diyoruz. Hâlbuki bu kaynağı özel sektörün kullanması lazım. Türkiye -birazdan söyleyeceğim- tekrar 90'lı yıllara gidiyor. Yani artık özel sektörün piyasadan kullanması gereken kaynağı kamunun daha fazla kullandığı bir bütçe maalesef karşımızda var; bu çok tehlikeli bir durumdur. Dolayısıyla bu bütçenin bir büyüme modeli yok, bu bütçe Türkiye'nin tasarruf yetersizliğine veya kamunun özellikle tasarruf-yatırım farkına herhangi bir çare üreten bir bütçe değil.
"Bu bütçe borç sorununu çözüyor mu?" diye bakıyorsunuz, "Borçlar nereye gidiyor?" diye bakıyorsunuz. Devletin borçlarına bakalım. Birinci çeyrek rakamı var elimizde, millî gelirin yüzde 56,9'u olmuş. Yani AK PARTİ 129,6 milyar dolar -kabaca 130 milyar dolar- aldığı Türkiye'nin dış borcunu 431 milyar dolara getirmiş, tam 300 milyar dolar artırmış. Bunu böyle söylediğimiz zaman, "Bu işe böyle bakılmaz, efendim, millî gelire oran olarak bakılır." deniyor; elhak doğru ama bunu söyleyenler on beş yıl öncesinin Türk lirası rakamları ile on beş yıl sonrasının Türk lirasın rakamlarını karşılaştıranlar. Yani emekli maaşı 65 liraydı, işte, 200 liraydı, bugün 1.000 lira oldu diye bir mukayeseyi ortaya koyacaksın TL cinsinden, yirmi yılı mukayese edeceksin ama milyar dolar cinsinden mukayeseye "olmaz" diyeceksin. Olmaz, doğru; dolarda da çünkü enflasyon var. O yüzden az önceki millî gelir, kişi başı gelir rakamları aslında bende var da şimdi çok teknik oluyor diye girmedim. Dolar açısından da reelleştirmek lazım, enflasyondan arındırmak lazım. O zaman tam bir felaket zaten Türkiye, on dört yıl geriye değil, o zaman on altı yıl geriye gidiyor çünkü dolarda da enflasyon var. O günkü dolar ile bugünkü doların alım gücü aynı değil.
Özetle, nereden bakarsanız bakın, Türkiye'nin dış borç stoku astronomik bir şekilde artıyor. İç borç stoku, o zaten bir felaket. Şimdi, çok geriye gitmiyorum, iki yıl öncesini alalım. İki yıl öncesini niye alıyorum? Hem bu partili Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş hem de "yeni" dediği için kendisini önceki bakanlardan, bu arada Sayın Naci Ağbal'dan da ayrıştırdığı için Sayın Bakan "yeni" diyorsa o zaman onun dönemine bir bakmak lazım. Temmuz 2018'de, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Türkiye'nin doksan beş yıllık Cumhuriyet tarihinde biriktirdiği merkezî yönetimin iç ve dış borç toplamı yani devletin brüt borç toplamı 1 trilyon 10 milyar, kabaca 1 trilyon diyelim.
Şimdi, ağustosu konuşuyordum, eylülü çıktı, eylülde bu 1,862'ye çıktı yani doksan beş yıl boyunca bu ülkenin biriktirdiği devlet adına borç kadar iki yılda -artık bunu bu sistem mi biriktirdi diyelim, bu Hükûmet mi biriktirdi diyelim, bu yeni Bakan mı biriktirdi diyelim?- borç biriktirildi. Yani doksan beş yılda 1 trilyon lira, efendim iki yıl bir ayda 862 milyar lira borç biriktirmiş ve buna herhangi bir çözüm yok. Şimdi, sözü fazla uzatmayacağım ama buna bir çözüm sunmadığı gibi bunun da artacağını öngören bir programla karşı karşıyayız.
Yine, "Makro problemleri devam ediyor." diyoruz. Neler devam ediyor? Mesela finansal kesim dışındaki firmaların varlık ve yükümlülüklerine bakıyorsunuz, net pozisyon 162 milyar dolar. Bu kadar çok açık pozisyonu olan firmaların -bankalar değil yani firmaların- açık pozisyonu 162 milyar dolar. Kurun geldiği seviyeye bakın işte. Sabahleyin 8,10'du kur. Bu arada söyleyelim 2023 yılı kur tahmini bu programın 8,02. Bugün 8,10 yani bu anlamda tebrik etmek gerekiyor. Hakikaten 2023'ü de geçildi, muhtemelen 2025 hedeflerini yakalamış bir kurla karşı karşıyayız. Yani tabii, bu beyanatlar verilirse "Ben kura bakmıyorum." derse bir Maliye Bakanı, olacağı budur. Yani o yüzden diyorum ben, konuşulmasa bu kadar kötü olmayacak, zaten bir şey yapıldığı yok.
Şimdi, kalan vadeye göre dış borç stoğuna bakıyorsun. Türkiye'nin önümüzdeki bir yıl içerisinde... Şu niye önemliydi? Kur arttığında bu adamların hepsi...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ABDULLAH NEJAT KOÇER - Sayın Usta, ek süre veriyorum, lütfen tamamlayın.
ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim.
Kurdaki her 1 kuruş artış ciddi yük getiriyor. Hem bu firmaları hakikaten iflasla veya el değiştirmeyle yabancılaşma sorunuyla karşılaşacağız, bu olacak, üretim azalacak çünkü bir kısmı üretimlerini kapatmak durumunda kalacaklar ve devlet tarafından da kurumlar vergisine ciddi bir yük getirilecek.
Şimdi, bu tarafta bakıyorsunuz 176 milyar dolar Türkiye'nin önümüzdeki bir yıl içerisinde ödenmesi gereken dış borcu var. Bunun üzerine de cari açığı 30-35 milyar dolar -ne koyacaksanız koyun- 210 milyar dolar civarında net finansman, dış finansmana ihtiyacı olan bir Türkiye var. Evet, bu gelebilir ama bu güvene gelir, bu huzura gelir, bu şeffaflığa gelir. Bunu sağlayacak herhangi bir şey var mı programda diye bakıyorsunuz, maalesef yok. Bu yolsuzluğun olmadığı anlayışına gelir.
Bakın, 2019 yılı Yolsuzluk Algı Endeksi'nde Türkiye -olacak iş değil- bir yılda 13 basamak birden kötüleşiyor, 13 basamak birden kötüleşen bir Türkiye var. Bu durumda hangi yabancı sermaye gelir de burada iş yapar? "Bunu yabancılar yapıyor." falan demeyin, işine gelenleri Sayın Cumhurbaşkanı söylüyor. 1 Ekim açılış töreninde İş Yapma Kolaylığı Endeksi'nde Türkiye'nin uluslararası sınıflandırmalarda birkaç basamak yükseldiğini ifade etti, onu kullanıyorsa Yolsuzluk Algı Endeksi'ni de kullanmamız lazım. Tekrar söylüyorum: Bir yıl içerisinde 13 basamak yolsuzluğun arttığı algısının oluştuğu bir Türkiye Cumhuriyeti devletiyle karşı karşıyayız; sıralamamız da 91'inci sırada, 180 ülke içerisinde 91.
Peki, baktığınızda, bu program eksiye dönen net rezervlerin düzeleceğine bir ilaç sunuyor mu; onu da göremiyoruz. Temmuz 2018, yine Sayın Bakanın işe başladığı dönemde Türkiye'nin -dört ayın altındaki swapları da çıkardığımızda üstündekileri çıkarmıyoruz, uluslararası bir metodoloji- 30,4 milyar dolar net rezervi var.
OTURUM BAŞKANI ABDULLAH NEJAT KOÇER - Sayın Usta, teşekkür ediyoruz, ek süreniz de bitmek üzere.
ERHAN USTA (Samsun) - Sayın Başkanım, bitiriyorum efendim.
OTURUM BAŞKANI ABDULLAH NEJAT KOÇER - Tamam.
Buyurun.
ERHAN USTA (Samsun) - Çok teşekkür ediyorum, çok sağ olun Başkanım. Mahsuplaşırız diğer bakanlık bütçelerinde bu daha önemli olduğu için konuşuyorum.
Şimdi, Ağustos 2020 itibarıyla baktığımızda eksi 43 milyar dolar yani iki yıl bir ayda 73 milyar dolar rezervleri harcamışız. O zaman daha fazla şey yapmayacağım ama sadece başlık olarak söyleyeyim, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Sayın Strateji Başkanı belki ekibini çağırıp konuşma ihtiyacı hisseder diye söylüyorum, hakikaten yani yapıcı bir şeyler söylemek için...
Verimlilikle ilgili ciddi problemlerimiz var. Bu toplam faktör verimlilik rakamlarını, bunları planlamacı arkadaşlar, stratejideki arkadaşlar hesap ediyor, lütfen bunları bir isteyin, bu konuyu bir çalışın. Ve bu dediğimiz şey nedir biliyor musunuz? İşte hukuk sisteminden iş ortamına, adaletinden hoşgörü ortamına, kamu yönetiminden diğer hususlara kadar hepsi bu verimlilikte gösterir kendini ve burada Türkiye çok ciddi bir sıkıntı içerisinde. Bizim kaynaklarımız sınırlı yani bizim hakikaten toplam faktör verimliliği kanalından büyümeyi ivmelendirmemiz lazım. Örnek olsun diye söylüyorum: 2002-2007 yıllarında AK PARTİ hükûmetleri döneminde Türkiye'de toplam faktör verimliliğinden büyümeye katkısı 2,7'dir.
OTURUM BAŞKANI ABDULLAH NEJAT KOÇER - Sayın Usta, lütfen...
ERHAN USTA (Samsun) - Hemen bitiriyorum.
Yani 4 ise; 2,7 de buradan gelmiştir; 6,7 olmuştur. Kaynak kısıtı çeken ülkeler için çok hayatidir bu. Hani Çin gibi paramız çok olsa, bilmem ne olsa, buraya ben bakmıyorum, ben basarım yatırımı, yaparım büyümeyi diyebiliriz. Dolayısıyla burası önemlidir. Lütfen, bununla ilgili rakamları analiz ettiğinizde ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacaksınız.
İki tane de riskini söyleyeceğim. Vaktim kalmadı, bunu Maliye Bakanlığı bütçesine bırakacağız. Türkiye yeniden bütçe açığı, borçlanma ve faiz sarmalına girmek üzere. Bu, büyük bir risktir Türkiye'nin önünde, onu söyleyip bırakıyorum.
Son olarak diğer bir risk de tekrar ikiz açığa giden bir Türkiye var. Tekrar demeyelim, Türkiye ikiz açığı hiç yaşamadı. Ya bizim bütçe açığımız kötü oldu ya cari açığımız kötü oldu, birinden biri kötü oldu. Ama ikiz açıkla -bakın, inceleyin ülkeleri, dünyayı- yüksek ikiz açıkla ayakta kalan bir tane ülke yoktur. Şu anda biz yüksek ikiz açığa gidiyoruz. Bu konu da önümüzdeki en büyük risktir.
Ben tekrar bütçenin hayırlı ve uğurlu olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum. Saygılar sunuyorum.