KOMİSYON KONUŞMASI

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tabii, insicamım bozulduğu için biraz daha uzun konuşacağım ona göre, baştan bir pazarlık yapalım.

Efendim, şimdiye kadar yaptığım konuşmada vurgulamak istediğim, bugün iktidarda olan partinin kuruluşundan bu yana, on sekiz yıllık süre içinde görüşlerinin değiştiğinden söz ediyorum, yönetim tarzının değiştiğinden söz ediyorum ve tabii ki ekonomideki politika tercihlerinde de var olan -benim gözleyebildiğim kadarıyla- tercihlerini eleştirmeye çalışıyorum.

Son birkaç cümleyle de bugüne kadar getireyim, ondan sonra meselenin başka bir yanına geçeceğim. Benim gördüğüm kadarıyla pandemi gündeme geldiğinde -ki mart ayıydı- mart ayı itibarıyla tabii ki bütün dünya ekonomileri gibi Türkiye ekonomisi de etkilenmeye başladı çünkü bu "pandemi" dediğimiz hadise yani dışarıdan gelen bu etki, esasında sadece tek yönlü bir olumsuzluk yaratmıyordu yani hem talebe vuruyordu hem üretime vuruyordu yani arza vuruyordu. Dolayısıyla, çok da fazla bilmiyorduk yani bununla nasıl mücadele edeceğimizi ve dolayısıyla da zaten ekonomide mart ayı öncesinde, belki -iktidar partisi ve özellikle Bakan Albayrak o tür konular üzerinden giderek iyileşmenin ortaya çıktığına dair kanaatlerimizi desteklemeyi seviyor diyelim- o zaman da bazı değişkenler de iyiye gitme işaretleri varken pandemiyle birlikte bu işler bozuldu ve giderek ekonomik kriz daha da büyük boyutlara ulaştı.

Şimdi, ben çok kabaca yani bütün dünyada da yapıldığı gibi deyim ama bizim biraz daha farkımız şu: Biz parasal genişleme yaptık. Parasal genişleme, aslında, yoksul, işini kaybetmiş, güç durumda olan insanlara gelir transferi şeklindeki bir politikadan çok... İhtiyacı olanlara kredi vermek için bile bir politikayı gündeme getirdiler bankalar aracılığıyla, neyse orada da aktif rasyosu vesaire, bankalara başka türlü baskılar oldu ama sonuç olarak şöyle bir şey oldu arkadaşlar: Bu parasal genişleme üç şeyin fiyatını etkiledi. Bunlardan bir tanesi altın, bir tanesi döviz, bir tanesi de borsa. Bu hikâye aslında 2008 krizinde de yaşanmıştı, özellikle Amerika'da. 2008 krizi orada enflasyona sebep olmadı ama orada da varlık fiyatlarının artışına sebep oldu. Bir anlamda varlık fiyatları enflasyonu oldu, büyük kazançlar söz konusu oldu ve dolayısıyla da gelir dağılımı bozuldu; getirmek istediğim yerlerden biri bu. Bizde de bu oldu, bence gelir dağılımında bozukluklar ortaya çıktı. Bu veya bu gelişmeyle ilgili olarak, Hükûmet, kısıtlayıcı politikalara dönmek zorunda hissetti, faizleri yükseltmek zorunda hissetti vesaire, bugüne kadar geldik. Hükûmetin bu bütçeyle önümüzdeki yılla ilgili ne düşündüğü üzerinde de birazdan konuşacağım burada fakat başlangıçta şunu söyleyeyim: Bir kere, kurumlara karşı büyük bir inançsızlık ortaya çıktı arkadaşlar; bunu görmek zorundayız yani bugün TÜİK'in sayıları, rakamları gerçekten güvenilmez.

Şimdi, birazdan üzerinde konuşacağım yani "Gerçekten bu rakamlar sahici rakamlar mı? Eğer sahiciyse niye bunlar oluyor?" gibi birçok konu var. Bence, TÜİK başta olmak üzere, genel olarak bir güven sorunu yaşıyor Hükûmet; bu da aldığı tedbirlerin, iktisadi tedbirlerin de bazılarını boşa çıkarmak için bir etki üretiyor.

Şimdi, mesela, ne oldu son olarak? Merkez Bankası, faizleri sabitledi ya da değiştirmedi ama öte yandan gecelik faizleri yüzde 14-15'lere çıkardı. E, yani bu iktisadi aktörlerin, bu insanların ya da kurumların da kendilerine göre rasyonellikleri var, dolayısıyla da bugün itibarıyla dolar 8,15 oldu. Dolayısıyla da, bu yönetim tarzının sorunları var ve bu sorunların en önemlisi de sanıyorum güven veren kurumların büyük ölçüde zedelenmiş olduğu ki bu da -demin ifade etmeye çalıştığım- Hükûmetin merkezîleşme şeklindeki yani merkezî kararlar alma şeklindeki anlayışına da denk geliyor diye düşünüyorum.

Şimdi, geçenlerde Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı bize bir sunuş yaptı ve bu sunuşla aslında Hükûmetin önümüzdeki yıl bütçesini, tabii ekonomisini de nasıl gördüğünü, bütçeyi de nasıl gördüğünü bize anlatmış oldu. Şimdi, burada söyleyecek çok şey var ama zamanı da iyi kullanmak adına hızla şey yapayım. Önce büyümeden bahsetti Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı. Geçen sene 0,9 büyüdüğümüzü, bu sene güçlü başladığımızı fakat birinci çeyrekte 4,4 büyüdüğümüzü... İkinci çeyrekte "eksi 9,9" demeyi tercih ediyorsunuz Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı ama onun 11 olduğunu sanıyorum çünkü Dünya Bankası da eksi 11 olarak söylüyor, başka kurumlara da baktım eksi 11 olarak söylüyor. Dolayısıyla da hani Sayın Bakan dedi ya "Rekor kırdık." O da tam doğru değil çünkü Avrupa Birliği eksi 11,8... "14,1" demiş mesela siz de "14,1" demişsiniz ama öyle değil. OECD'nin daralmasına "10,9" demişsiniz, hâlbuki 10,5 son rakam benim görebildiğim kadarıyla.

Ondan sonra, yeni dengelenme sürecine başladığımızı ve "V" tipi bir iyileşmenin ortaya çıkacağını söylüyorsunuz. Tabii bu bir bakıma iyimser olmamızı sağlayacak bir cümle yani "İş buraya kadardı, burada bitti, şimdi yukarıya doğru tırmanacağız." Peki, ne var burada, neye dayanarak söylüyorsunuz bunu? "Öncü veriler" diyorsunuz "İkinci çeyrekte daralmanın ardından 'V' tipi güçlü bir toparlanmaya işaret etmektedir." diyorsunuz.

İki üç tane "öncü" diyebilirim kapasite kulanım oranında bir iyileşme var, birkaç değişken daha vardı şimdi hatırlayamayacağım hepsini. Evet, doğru o rakamlar öyle hakikaten, bir iyileşmeye işaret de ediyor ama başka rakamlar da kötüleşmeye işaret ediyor aslında. Ama siz o rakamları görmemeyi tercih ediyorsunuz. Mesela, elektrik tüketimi öncü göstergelerden biridir. Baktığımızda elektrik tüketimi 9'uncu ayda 871 milyonken 10'uncu ayda 779 milyona düşmüş yani elektrik tüketiminde bir azalma var, bu aslında üretimde azalmaya işaret eden bir gelişmeyi de gösteriyor olabilir.

"Güven endeksi" diyorsunuz, mesela Sayın Bakan da çok hoşlanıyor, güven endekslerinden giderek... Ben yine baktım, 9'uncu ayda mesela Reel Kesim Güven Endeksi 105,3'ken 10'uncu ayda 108,1'a çıkıyor, evet, bir iyileşme var hakikaten fakat Tüketici Güven Endeksi'ne baktığımızda da orada tam tersi bir durum var, 9'uncu ayda 81,91'ken 10'uncu ayda 81,54'e düşmüş veya "PMI" dediğimiz endekse baktığımızda da geçen aya göre 1,5 puan kaybetti. 50'nin üzerinde, yine bir toparlanmaya işaret ediyor ama toparlanmada da bir düşme, bir zayıflamaya da işaret ediyor aynı zamanda. Dolayısıyla da buradan şunu söylemek istiyorum: Evet bazı olumlu işaretler var ve biz bunları görüyoruz ama bazı olumsuz işaretler de var ve dolayısıyla da onlara da dikkat ederek bir yorum yapmamız lazım. Fakat Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız, sizin bu çalışmanızda, bu bize anlattığınız vizyon içinde doğrusunu isterseniz iyimser olmayı baştan önünüze koymuşsunuz ve dolayısıyla da olumsuz olabilecek konular üzerinde fazla durmamayı yeğlemişsiniz.

Ben yine birkaç tane noktaya değineceğim. Mesela diyorsunuz ki: "Mal ve hizmet piyasalarında rekabet ve verimliliği artıracak, gıda fiyatlarındaki yapışkanlıkları giderecek ve tüketici enflasyonlarında kur geçişkenliğini azaltacak önlemler hayata geçirilmektedir." Şimdi bunu niçin söylüyorsunuz? Enflasyonda bir iyileşme olacağı için söylüyorsunuz fakat ben bakıyorum mesela yine -geçen yıl yine konu ettim- Merkez Bankasının bir çalışması var, çok da değerli bir çalışma ama o çalışmada Türkiye ekonomisinde 2012'den sonra tekelleşmenin ve kartelleşmenin arttığı söyleniyor. Yani serbest piyasanın tümüyle başkalaştığını söylüyor esasında. Dolayısıyla da piyasalar bizim ya da sizin geçmişte gördüğünüz türden piyasalar değil artık. Orada da tekelleşmelerin, kartelleşmelerin olduğu piyasalar. Yani orada fiyat yapıcı firmalar var artık, fiyat alıcı değil.

Öte yandan, verimlilik diyorsunuz, verimlilik de tam aksine düşüyor gibi geliyor bana. Yine bir üretim endeksine baktım, kişi başına üretim endeksine baktım, 2020'nin birinci çeyreğinde 104,37, ikinci çeyrekte 86,69'a düşüyor. Orada da bir verimsizlik ya da verimlilikte bir düşüş ortaya çıktığını görüyoruz. Dolayısıyla da bu konular var.

Bir de Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, daha önce de söylediler galiba, şimdi sadece siz değil, bence, iktidar mensupları, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, şunu yapmayı seviyorsunuz, referans yılını 2002 olarak almayı yeğliyorsunuz ama konuştuğumuz konular teknik konular. 2002 siyasi bir nokta sizin için, anlıyorum onu. "Biz 2002'de başladık yani oradan bakmamız lazım." diyorsunuz ama doğru değil bu bence. Dün akşam oturdum, baktım, mesela şöyle bir tablo veriyorsunuz: "Faiz gideri/toplam harcamalar" Ne gözüküyor arkadaşlar? 2000'den itibaren bakıyorsunuz, müthiş bir azalma var değil mi? Müthiş bir azalma var. Peki, aynı grafiği şöyle göstereyim size. Ne var? Artış var. Niye? Çünkü baz noktasını farklı aldım, 2015 aldım. Aynı şekilde "Faiz giderleri toplam vergi gelirleri azaldı." diyorsunuz bu tabloya bakarak, bu grafiğe bakarak. Evet, doğru, baktığınızda öyle gözüküyor ama aynı bilgilerle ben 2015 yılını referans aldığım zaman faiz giderlerinin toplam vergi gelirleri içinde arttığını görüyorum. Dolayısıyla da sizin 27'nci sayfada verdiğiniz bilgiler...

YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Ortalamasını aldığımızda...

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Kasıtlı yaptığınızı söylemek istemiyorum ama bence bu yanıltıcı bir bilgi oluyor.

Yine aynı şekilde, mesela "AB tanımlı genel yönetim borç stoku/gayrisafi yurt içi hasıla" meselesinde de benzer bir durum var. Süre bittiği için hızla geçiyorum.

Son olarak aslında şu konuyu konuşmak istiyorum bütçeyle ilgili olarak: Bir bütçe esas itibarıyla 2 temel bilgi verir bize.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - İlave süre veriyorum efendim.

Buyurun Sayın Katırcıoğlu.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bunlardan bir tanesi, kamunun mali yapısını gösterir, borçlanma olasılığı önümüzdeki yıl için nedir diye bir bilgi verir bize. Bir de aynı zamanda yıl içinde özel sektörün de nasıl çalıştığı bilgisini de verir. Ben baktığımda sizlerle paylaşayım gördüklerimi. Bir kere, ne gözüküyor? Benim kullandığım verilerde bütçe açığı 140 milyar 591 milyon TL olarak gözüküyor, faiz dışı dengeye bakıyoruz, 33 milyar TL bir açık gösteriliyor. Bir kere, açıkçası bu, özellikle faiz dışı denge eksi 33 olduğuna göre önümüzdeki yıl yani 2021'de hazinenin borçlanmaya gideceğini... Dolayısıyla da hem faizlerin yükselmesine ilişkin olarak bir etki yaratacaktır hem de kullanılabilecek olan fonların özel sektörün değil kamunun kullanımına doğru yöneltme imkânı ya da olasılığı ortaya çıkacaktır. Bunun önümüzdeki yılın ekonomisine olumsuz etki edeceğini düşünüyorum.

Öte yandan, bakıyorum, bütçe giderleri 17,6 artmış gözüküyor. Evet, eğer enflasyon yüzde 11 ise bu esasında 7 puanlık bir artışa tekabül ediyor. Öte yandan, faiz giderlerine bakıyorum, faiz giderleri yüzde 32,3 artış göstermiş ki bu borçlanma maliyetinin yüksek olduğunu gösteriyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Buyurun efendim.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bütçe gelirleri esas itibarıyla enflasyona eşit yükseklikte gözüküyor. Vergi gelirleri yüzde 19,3 artmış.

Şimdi, buradan bir kere önümüzdeki yılın kamu dengesiyle ilgili olarak ya da kamu maliyesi ve Hükûmetin kaynaklarıyla ilgili olarak çıkan sonuç, bence önümüzdeki yıl borçlanma -demin de söylediğim gibi- ihtiyacı var ve bu borçlanma ihtiyacının da ekonomik dengeleri olumsuz etkileyeceğini düşünüyorum.

İkinci olarak da demin söylediğim gibi özel sektörün nasıl çalıştığını göstermesi lazım. Mesela burada ilginç bir şeyle karşılaşıyoruz: Dâhilde alınan katma değer vergisi geçen yıla göre 7,1 artmış. Yani biliyorsunuz, katma değer satışlardan alınan bir vergi olduğuna göre... 7,1 artmış, artmış ama enflasyonu yüzde 11 düşünürseniz esasında orada olması gerekenden daha düşük bir gerçekleşme var demektir. Bunu da anlıyoruz, bu da anlaşılabilir bir şey çünkü katma değer vergisiyle ilgili olarak özellikle pandemiyle mücadelede indirimler yaptınız; peki, tamam. Fakat öte yandan, özel tüketim vergisi 34,3 artmış. Efendim, ithalden alınan katma değer vergisi 19,5 artmış. Şimdi, arkadaşlar, bu dönem esasında böyle bir büyüme olmadı ki bu artışlar nereden geldi?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, ben birkaç dakika daha istiyorum.

BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Buyurun.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim.

Dolayısıyla da burada enflasyon rakamı mı yanlış acaba? Yani burada bir terslik var çünkü üretimde büyük kayıpların olduğu bir dönemde eğer biz "Katma değer vergisi artıyor, özel tüketim vergisi artıyor, efendime söyleyeyim, ithalattan alınan vergi artıyor." diyorsak eğer burada açıklamamızın zor olduğu bir şeyle karşılaşıyoruz demektir. Bunun doğrusunu isterseniz, ilk başta söylediğim gibi kurumların bize sağladığı verilerin şüpheli oluşuyla da yakından ilgili olduğunu düşünüyorum.

Özetle, şöyle şeyler söylemek istiyorum, şöyle bitireyim: Görebildiğim kadarıyla iktidar partisinin iktisat tercihleri ve vizyonu sorunlu. Bu dünyadaki gelişmeleri nasıl okuduklarına dair yazılanlardan, çizilenlerden giderek bir eleştiri yapmak mümkündü, tabii ki zamanımız çok sınırlı olduğu için öyle bir yere girmeyeceğim ama şunu söyleyebilirim: Temelde, gerek bu daralmadan veya krizden çıkmanın yolu olarak, gerekse pandeminin getirdiği yaraları sarmak için bu krizden çıkmanın yolu olarak sizler özellikle özel sektör kârlılığını artırmanın gerektiğini düşünüyorsunuz. Çünkü özel sektör kârlılığı artarsa yatırımlar ve üretim artar diye inanıyorsunuz. Bu sebeple de yaptığınız iş -geçen hafta da başka bir vesileyle konuşuyorduk- emek piyasasını esnekleştirerek ücretleri düşürmek; öte yandan, katma değer vergisi veya diğer teşviklerle, kredi teşvikleriyle özel sektörün kârlılığını artırmak fakat değerli arkadaşlar, iktisat bilimi bize şunu söylüyor: Üretimin ve yatırımın artması için her şeyden önce talebin artması lazım. Dolayısıyla da bu Hükûmetin yapmadığı, yapmaktan kaçındığı şey... Yani sadece kredileri genişleterek bu pandemiyle mücadele etmek veya krizin yarattığı yaraları tedavi etmek mümkün değildir. Yapmamız gereken ya da yapılması gereken şey, özellikle çalışanlara, yoksullara, emeklilere, kadınlara yani dar gelirli vatandaşlara yönelik olmak üzere gelir transferi yapmaktır. Maliye politikası böyle bir biçimde dizayn edilmelidir.

Öte yandan, para politikasını da faizleri yükselterek, kurları kontrol altına alarak ve böylelikle, ithalatın ve üretimin artmasına yönelik -bu sistem çerçevesinde- bir yöneliş içinde olmanız lazım. Aksi takdirde yaptığınız şey hakikaten şuradan kurtulamaz: Sizler halkımızın vergileriyle oluşmuş olan kaynakları iş dünyasının kârlılığının artırılması için kullanıyorsunuz. Bu hem ahlaki hem vicdanı olarak doğru değildir, yanlıştır. Ayrıca da teorik olarak da demin ifade ettiğim gibi doğru değildir. O sebeple de benim size önerim: Bu politikalardan vazgeçmenizdir ve ilk yapmanız gereken şeylerden bir tanesi sanıyorum, bir, kurumların güvenilirliğini sağlamanız lazım, bu başka türlü olamaz. Yani, bunu nasıl yaparsınız ben size söyleyeyim: TÜİK veya buna benzer kurumların başına doğru dürüst insanları atamanız lazım. Şimdikilerin doğru dürüst olup olmadığı meselesi değil söylemek istediğim ama toplumun güvenebileceği insanları atamanız lazım veya belki heyetleri atamanız lazım, bilemiyorum.

İkinci olarak da bu politikaların toplumun çalışan kesimini daha çok dikkate alan bir yerden kurgulanması lazımdı. Bu aslında inanın size iş dünyasının da ihtiyacı olan şeydir. Eğer siz iş dünyasının kârlılığını azaltmak şeklinde politikalar uygulamazsanız eğer, ben size söylüyorum, iş dünyası teknoloji falan geliştirmez. İş dünyasının teknoloji geliştirmesinin tek şartı vardır, o da reel ücretlerin yükselmesidir ve dolayısıyla da doğru bir politika reel ücretlerin yükseltilmesi yönünde bir politika olmalıdır. Ama sizler benim anladığım kadarıyla bu bütçe teklifinde de ve de bütçe teklifi çerçevesinde yaptığınız konuşmada da sanki daha önce koyduğunuz hedefler söz konusu değilmiş gibi bir anlam dünyası içinde konuştunuz ve "Evet, işler kötü gidiyor ama bir V çıkışı yapacağız, öncü göstergeler de bunu gösteriyor, her şey kontrol altında." gibi bir mesaj vermek istediniz. Doğrusunu isterseniz ben bu mesajın Türkiye'nin ihtiyacı olan mesaj olduğunu sanmıyorum. Çok açık bir şey var, Türkiye halkı -yani sahiden bunu da anlıyorsunuz bence, anlamamanız mümkün değil- ekonomik olarak zor durumda, özellikle gelir dağılımının altındaki kesimler zor durumdalar ve onların o zor durumunu en azından dikkate alan bir yerden politikaları kovalamanız lazım. Aksi takdirde, Türkiye herhangi bir şekilde değişmez diye düşünüyorum.

Hepinize dinlediğiniz için teşekkür ediyorum, sağ olun.