| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi (1/281 ) ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifi (1/280) ve Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 27 .10.2020 |
NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Herkesi saygıyla selamlıyorum.
Aslında birçok arkadaşımız dile getirdi, Sevgili Garo Paylan da dile getirdi yani bütçe daha önceki dönemlerde çok tartışılan, merak edilen, izlenen, takip edilen bir süreçti ve hatta çok geçmişte de uzun süre konuşulan, üç aydan fazla süren bir süreci vardı. Şimdi, geldiğimiz aşamada daha kısa, daha öz olduğunu ve giderek ilginin azaldığını görüyoruz. Bu ilginin azalması yani bir güvensizlik mi, artık bir umut beklememek mi, yoksa bir hayal kırıklığı mı ya da insanlar kendilerini bütçede göremediği için mi? Belli bir azınlık görüyor, büyük bir çoğunluk kendisini bütçede göremediği için artık buradan umudunu kesmiş gibi.
Şimdi, bütçeyi ele aldığımızda "Bütçeyi neler etkiler?" diye baktığımızda ve okuduğumuzda, dünyada da inceleme yapanlara, bu konuda çalışma yapanlara göre -az önce de dile getirildi- bir, güven; diğeri özgürlükler, barış ortamı; bunlar olmadığı zaman bütçeye ilgi azaldığı gibi bütçeye güven de azalıyor. Şimdi, baktığımızda, Türkiye'de son dönemde, evet, hep güvenlik konuşuluyor, güvenlik önemseniyor, güvenlik önemsenmeli de ama siz kitleye güven veremezseniz... Güvenliği bir maske gibi, bir şal gibi tutmamanız gerekir. Bugün Türkiye'de kurumlara güven kalmadı, rakamlara, verilere, hedeflere güven kalmadı. Enflasyon açıklanıyor, kimse ona güvenmiyor; işsizlik rakamı açıklanıyor, kimse güvenmiyor; yoksulluk açıklanıyor, kimse güvenmiyor; dövizle ilgili hedef konuluyor, kimse güvenmiyor; işte, borçlanmayla ilgili bir şeyler söyleniyor, kimse güvenmiyor; en son, hastalık sayısıyla ilgili rakamlara güven kalmadı ve dünya da artık güvenmiyor. Dünya artık bize bakarken, Türkiye'deki verileri araştırmak için daha bağımsız kuruluşlardan faydalanıyor, sahada çalışmalar yürütüyor ve bizler de gittiğimizde, gerçekten sahada buluştuğumuzda, iktidardaki sayın vekillerin söyledikleriyle farklı bir ortamla karşılaşıyoruz. Hiçbir veriye güven kalmamış. Şimdi "İşsizlik, azaldı, bitti." Ben Batman'a her gittiğimde, Diyarbakır'a her gittiğimde, Mardin'e her gittiğimde had safhada, yoksulluk had safhada. Şimdi, bunları görmediğimizde olmaz ve evet, on sekiz yıllık bir iktidar, 19'uncu dönemden söz ediliyor; ilginin azalmasından sizler de sorumlusunuz arkadaşlar. Neden sizler sorumlusunuz? Ya, geldiğinizde dediniz ki: "Yoksulluğu kaldıracağız." On sekiz yıldır yoksulluk devam ediyor ve son dönemde daha da arttı. Sadece, diyelim ki, insanların geçen yıl ile bu yıl yaptığı market alışverişi, pazardaki alışverişler birbirini tutmuyor; insanlar kirasını ödeyemiyor, insanlar çocuklarını okula gönderirken düşünmeye başlamış. Şimdi bunları görmeyecek miyiz, konuşmayacak mıyız? Yani sizler geldiğinizde "3Y" diye tanımlıyordunuz ama işte yoksulluk artmış. Eğer deseniz ki "Bitirmişiz." inanalım, yok öyle bir şey.
Bir diğeri, yolsuzluk; ya, artık bunun konuşulacak bir tarafı kalmadı, az önce arkadaşım dile getirdi. Yani sadece son dönemde belediye başkanlarının yerine atanan kayyumların yaptığı yolsuzluklar ve tutuklamalar gerçekten kabul edilecek durumda değil. Sayıştay raporlarında bile dile getiriliyor, her tarafta bir yolsuzluk, bir şatafat ve bu bir usule dönüştü; siz "Bunları önleyeceğiz." diyordunuz.
Yasaklar, her tarafta bir yasak yani her konuşmayla ilgili yasak, bir dava açmalar... Şimdi, böyle olunca ilgi azalıyor, böyle olunca insanlar burayı merak etmekten çekiniyor, böyle olunca da insanların burada konuşulan, getirilen şeylere güveni azalıyor. Bizim bunu en başta düşünmemiz lazım, ne yapabiliriz, nasıl önleyebiliriz? Bunun için de tabii huzur ortamını, güveni sağlamamız lazım, kurumların bağımsızlığını korumamız lazım ama bunu yapmadığımız gibi, her seferinde bir bahane çıktığı gibi bu sefer de "pandemi" diye bir şey tutturduk. İnanın, pandeminin sokaktaki yansıması vatandaşın, yurttaşın yüzde 99'unun cebine yansıması, hanesine yansıması olumsuz; geçimde olumsuz, sağlıkta olumsuz, eğitimde olumsuz, köyde olumsuz, tarlada olumsuz, fabrikada olumsuz. Yani bütün bunları görmemiz lazım.
Bir taraftan da büyüyoruz, ya hep büyüyoruz, büyüyoruz, rakamlar büyük, büyük projelerden söz ediliyor; işsizlikte büyüyoruz, borçlanmada büyüyoruz yani bunlar sürekli olumsuz yönde seyrediyor. İnsanların açlık sınırına baktığımızda, yoksulluk sınırına baktığımızda, şirketlerin veya sendikaların yaptığına baktığımızda gerçekten o konuda da büyüyoruz. Şimdi, bunları biz konuşmadığımızda olmuyor ve biz ne söylersek söyleyelim, insanlar günlük yaşamlarında, günübirlik sokağa çıktığında, markete gittiğinde karşılaştığı şey ile burası birbirini tutmadığında olmuyor. Ama ne iyi yönetiliyor? Algıyla iyi yönetiliyor, televizyonları açtığınızda, yandaş medyayı açtığınızda, ana akım medyayı açtığınızda her şey güllük gülistanlık. Bu da güvensizliği daha da arttırıyor.
Şimdi, veriler farklı olabilir, veriler dile getirilebilir. Gerçekten baktığımızda Covid tabii dünya için bir problem. Ha, bunun tartışması da yapılabilir. Niçin Covid geldi? Dünyada insanların doğaya sahip çıkmayıp, vahşice para hırsına girip neoliberal politikalarla beraber nereden nereye geldiğini gösteriyor. Aslında 2020'ye girdiğimizde birçok uluslararası alanda iklim meselesi konuşuluyordu, ekoloji meselesi konuşuluyordu, doğaya sahip çıkma konuşuluyordu ama pandemiyle beraber böyle bir süreçle karşı karşıya kaldık ve ne oldu? Pandemi başlayınca işte birtakım önlemler alınmaya başlandı, en başta sessiz kalındı, işte görülmedi ve bu önlemlerle beraber Türkiye 100 milyarlık bir paket açıkladı. Bu paket yurttaşa değildi, yandaşaydı, sermaye kesimineydi ve bugünkü rakamla baktığımızda, o günkü rakamlarla dolara vurduğumuzda 14,7, bugün itibarıyla hesaplasanız 12 milyar dolar ve dolar sürekli oynadığı için aslında insanlar daha da yoksullaşıyor.
Ne acıdır ki, az önce söyledi arkadaşlarımız, maliyeden sorumlu veya Hazine Bakanı veya ekonomiden sorumlu Bakan, dolarla ilgili her yaptığı hedef ve açıklama bir sonraki dönemde birbirini tutmuyor, bazen kırk sekiz saatte birbirini tutmuyor. Sayın Fuat Oktay geçen hafta burada Türkiye'nin dış borcuyla ilgili açıklama yaptığında, daha önce, 30 Haziranda Bakanlığın açıkladığı brüt ve net hesaplara göre kamu net borç stokunda, Avrupa Birliğine tanımlı genel yönetim borçları dâhil, 422 milyar dolara yakın bir borç var. Sadece beş gün içerisindeki farka, doları TL'ye dönüştürüp baktığımızda 139 milyar. Net borç açısından baktığımızda 80 milyarlık bir fark. Bakan diyor ki: "Dolarla mı maaş alıyoruz?" Ama biz dolarla borç ödüyoruz, dolarla geleceğimizi yok ediyoruz. Bunları konuşmadığımızda olmuyor.
Nitekim, bakın, bu, geçen hafta açıklandığında, sayfa 20'de, her ne kadar dolarla ilişkimiz olmasa bile "Özellikle salgın kaynaklı birim maliyet artışları ve döviz kuru gelişmeleri fiyatlara yansımıştır." diyoruz. Bu kitapçıkta söylüyor, sayfa 20'de. Bir haftada daha da değişiyor. Peki, bunu söylerken Bakanın bundan bilgisi yok mu? Biz nasıl o zaman 2021'in hedeflerini tutturabileceğiz bu kadar oynuyorken?
Diyoruz ki: 2018'de şöyleydi, 2008'de böyleydi, 2009'da böyleydi. Gelin onları çeyrek altınla hesaplayalım, gram altınla hesaplayalım. Asgari ücreti ona göre hesaplayalım, yoksulluğu ona göre hesaplayalım. Yok. Ama vatandaş günübirlik bunu yaşıyor.
Bir diğeri, bu, Covid'le beraber -evet, bunlar böyle- ve rakamlardaki bir karmaşayla beraber insanların işsizliği giderek artıyor ve son dönemde -geçen hafta da burada konuşuldu, Plan ve Bütçede- artık insanları esnek çalışmaya, kısmi zamanlı çalışmaya ve sosyal güvencesiz çalışmaya bir ortam yaratılıyor ve bunu da pandemiyle örtmeye gerek yok, maskelemeye gerek yok. Geçen hafta burada biz konuştuğumuzda ne dediler burada işveren sendikaları: "Ya, giderek bütün koşullarda, sadece 25 yaş altı, 50 yaş üstü için değil, herkes için bir esnek çalışma yapılsa daha iyi olur. "Bunlar kendi emeklilik haklarını yatırsınlar, kendi güvenceleriyle ilişkili çalışmalarını yürütsünler." Siz böyle yaptığınızda aslında işsizlik artacağı gibi bir taraftan da modern köle yetiştirmiş oluyorsunuz, modern köleliğe ortam yaratmış oluyorsunuz.
Bir diğeri kayıt dışı. Şimdi, ben Batman'dan örnek vereyim tekrar veya Mardin'den örnek vereyim veya Adıyaman'dan örnek vereyim. Ya, Türkiye'deki bütün verilerle nasıl oynanırsa oynansın, "GAP illeri" densin "tercihe göre yapılmış iller "densin "olağanüstü hâl illeri" densin, ne denirse densin yoksullukta en fazla olan iller Mardin, Siirt, Batman, Şırnak çıkıyor ve değişmiyor, on sekiz yıldır değişmedi. Bunun bir gerekçesini izlemek lazım, bilmek lazım. Buna sadece çeşitli söylemlerle yola çıkmak doğru değildir. Ekonomi gerçekten güvenlikle beraber, özgürlüklerle beraber şey ediyor. Burada 2013-2015 dönemini alsanız dolarda bir hareketlilik yoktu, insanların ekonomik refahında bir artış vardı ama peşinden arttı. Ne oldu? Bir taraftan da mevsimlik işçiyi, kaçak çalışmalar, mültecilerle beraber gelen bir yığın işsizlik de bunlara eklense zaten devasa bir problemle karşı karşıyayız.
Türkiye'de giderek isimlerle oynamak ve isimleri kamufle etmek... Türkiye'de işte İşsizlik Fonu... Çok güzel. İşsizlik Fonu'nda aslında 2010 ile 2019 arasında 112 milyara yakın bir para toplanmış. Peki bunun ne kadarı işçiler için kullanılmış? 32 milyarı işçiler için kullanılmış. Diğeri kime kullanılmış? Sermayeye, yandaşa. Eğitim vereceksin, ona verelim; pandemi çıkmış, sermayeye verelim; başka bir çalışma yürütülmüş, sermayeye verelim. Peki, gerçek işçiler ne olacak, işsizler ne olacak? Onların parasıyla toplanan bir şey onlara yansıtılmıyor. O zaman buna "İşsizlik Sigortası Fonu" demeyelim, "işveren destek fonu" diyelim. Yani isimleri Merkez Bankası ihtiyat akçesi, depremle ilgili toplanan vergiler, tekrar, 15 Temmuzla ilgili toplanan vergiler, "Biz Bize"de toplanan vergiler; her şeye bir isim konuluyor fakat vatandaş kendisine yansıyan bir şey göremiyor. İsrafa para var, güvenliğe para var, başka konulara para var ama bunlara yok.
Şimdi, baktığımızda, bir diğeri de borç, borç, borç. Zaten Türkiye devleti borçlanıyor, sürekli borcunu yüksek faizlerle getiriyor, bunu bizlere ödetiyor; bir taraftan da bu pandemi döneminde insanlara destek olması gerekirken borç para veriyor ucuz krediyle borç vermeye geliyor. Şimdi bunların ödeme zamanları geldi. Tekrar "Hadi hepsini uzatalım." Uzatalım. Bu çözüm değil. Ama sermayeye uzatabiliyoruz, işverene uzatabiliyoruz. Ama esnafa yok, KOBİ'ye yok, memura yok, işçiye yok, işsize yok, çiftçiye yok; bunlar perişan vaziyette. Yani şimdi çiftçiye "destekleme" diyorsunuz, destekleme için bir çaba yürütülüyor; 2020'nin desteklemesini 2021'de alıyor. Avrupa Birliği daha geçtiğimiz hafta yedi yıllık destekleme hedefini açıkladı, çiftçi ona göre davranıyor, bir dahaki yıl ne ekeceğini hesaplıyor. Burada ekecek, biçecek, dolar artacak, ilaç artacak, mazot artacak, gübre artacak, her şey olacak bir yıl sonra desteklemesini alacak yani siz çiftçiyi bitiriyorsunuz. Ve şu anda Türkiye buğdayı ithal ediyor, mısırı ithal ediyor, pamuğu ithal ediyor, ayçiçeği yağını ithal ediyor yani bu duruma geldik. Hayvancılık deseniz... Mesela baktığımızda, insanlar artık süt verecek hayvanlarını kesecek duruma geldiler. Bütün bunlar aslında... Bir bütçede gelecekle ilgili kurgu yok, sadece belli bir kesim hedef alındığı için, belli bir kesim korunduğu için böyle bir sürece giriyoruz.
Başka ne yapılıyor borç konusunda? Ya, defalarca sorduk biz, dedik ki: Bu şehir hastanelerindeki sözleşme nedir? Bu sözleşmenin içeriğini bir bilelim. Bir oylama yapıldı burada "dövizle ilgili bir düzenleme yapılabilir" diye ama biz gerek kamu-özel iş birliğiyle yapılan anlaşmalarda ve gerek yap-işlet-devret modellerinde, otoyol olsun, köprü olsun, havaalanları olsun birçok işletmelerin dolar bazında anlaşma yaptığını biliyoruz ve garanti verildiğini biliyoruz. Peki, bunları kim ödüyor? Biz ödüyoruz. Peki, bunlara garanti veren kim? Hazine. Nasıl veriyor? Bizlerin sayesinde veriyor. Bunları biz konuştuğumuzda, sorduğumuzda, hesap istediğimizde niye saklanıyor? Ve ne oldu? Hep soruyorduk. Şimdi, geçtiğimiz hafta buraya Plan ve Bütçe Komisyonunda konuşulan konulardan birisi bütçeyi yeni bir sisteme dönüştürelim, fonksiyonel, programa dayalı bir şeye. 68 cetvel açıklandı, 68 cetvelin içinden çıkaramıyoruz bunları, göremiyoruz bunları. Daha önce soruyorduk, şu anda bunları göremiyoruz, biliyorsanız bize açıklayın: "Şu şehir hastanesinde şu kadar para verilecek, sözleşmesi şunları kapsıyor, şunları içeriyor, dolar bazında, şu bazında." Mesela herkesin merak ettiği şey: Sağlık Bakanlığı ne kadar kira veriyor, şehir hastanelerine ne kadar kira veriyor? Bir bunu açıklasanız. Türk lirası mı veriyor, döviz mi veriyor?
Sayın Bakanım, siz yıllarca burada bakanlık yaptınız, Ekonomi ve Strateji Dairesinde bu işin başındasınız, yanınızdaki arkadaşlar da oturuyor, kapanışta söyleseniz: Türkiye'de şehir hastanelerine ne kadar kira veriliyor, dolar bazında mı veriliyor, euro bazında mı veriliyor? Kaç yıl verilecek bunlar? Şimdi, biz bunlara baktığımız da bunlar hep bizlerin cebinden çıkıyor.
Şimdi, pandemi... "Kırk beş günde hastane bitirdik." On yıldır Batman'da bitmeyen hastane var, on yıldır. Her seferinde müjde veriliyor, on yıldır bitmemiş, Batman Vekilimiz de burada olsa keşke, o da dile getirse. Bu pandemi döneminde de "On beş gün sonra açılacak." Üç ay geçti, altı ay geçti hâlâ açılmadı. Yani bu olur mu?
Sarayda her gün test yapılıyor ama Mardin'de, Siirt'te test yaptıramayanlar bize telefon açıyor, diyorlar ki: "Bizi özel hastanelere gönderiyorlar, gidip işte 350 lira 550 lira para vereceğiz." Ya, şimdi, bir ekonomi iner, çıkar, borçlanma olur ama insan en kıymetlidir, en kutsaldır, insanı korumak lazım. "Ekonomiyi kurtaracağım, koruyacağım, sermayeye sahip çıkacağım." diye büyük çoğunluğu siz pandemiyle baş başa bırakırsanız olmaz ve onlara verdiğiniz asgari ücretin yarısı kadar bir ayda verdiğiniz para onların geçimini sağlamaz; kira artıyor, market artıyor, eğitim artıyor, her şey artıyor.
Şimdi, eğitim derken EBA sistemi... Ya, insanların köyünde internet yok, hâlâ 4 sınıf aynı sınıfta okuyor, 4 sınıf. Diyor ki: "İnternet yok, internet parası yok, elektrik yok. Evde hâlâ tüplü televizyon var, akıllı mobil telefon yok. Ben nasıl çocuğumu okutacağım? Ve benim 3 çocuğum var." Maşallah, hep diyorduk çocuk sayısı artsın, çocuk sayısı artsın. Bir evde aynı anda 2-3 tane bilgisayara ihtiyaç var. Peki, bunlara çözüm bulamazsak ne olacak? Bunlara biz çare getiremezsek ne olacak? Bunların o zaman hepsinin geçmesi lazım.
Gençlik... Ya bütün anketlerde yapılan saha çalışmalarında gençlik diyor ki: "Mutsuzuz. Biz bu ülkeyi terk etmek istiyoruz." Türkiye'deki en büyük işsizlik gençlerde ve üniversite mezunu gençlerde, sonra kadınlarda. Her 3 gençten 1'i işsiz, her 3 kadından 1'i işsiz ve okumuşlar daha çok işsiz. Ve giderek daha az bir ücrete tabi tutuluyor ve şu anda da diyoruz ki: "25 yaşının altında olanlar esnek çalışsın, part-time gibi çalışsın ama emekli olamasın. Emekli primini istiyorsa cebinden yatırsın." Böyle olunca daha da problemler artıyor ama biz biliyoruz ki gençlik bir taraftan da İddaa kucağına düşmüş, bahis kucağına düşmüş, uyuşturucu batağına düşmüş, bunlarla ilgili hiçbir çaba yok, bütçede hiçbir kalem yok, bunlarla ilgili bir ortam yaratılmıyor. Siz bunu yapmadığınızda o zaman gençlerin problemlerine de eğilmiyorsunuz.
Tüm bu verilerle beraber baktığımız bir durum da şu: Bütün ülke bölgeler arası eşitsizliği gidermeye çalışırken, bunların görünür olduğu anlaşılırken siz bir yerleri görmeyip sadece belli bir kesimi gördüğünüzde bu inandırıcı olmaz, doğru olmaz ve sadece yasakları belli bir kesime, özgürlükleri kendinize doğru yöneltirseniz olmaz. Yani pandemiyle ilgili sokağa çıkma yasağına kim karar verecek, kim vermeyecek, belli değil. Bilim Kurulunun ne dediği belli değil ama ne hesap soruyorsak buna "Pandemi nedeniyle bunu yapamazsınız." diyorsunuz. Şimdi, Bilim Kurulu birçok çalışmayı yürütürken aslında Bilim Kuruluyla beraber şunu konuşmak lazım: Türkiye'de asgari ücret belli, yoksulluk sınırı belli ve maske fiyatı da belli. Gelin, bütün yoksullara maske dağıtalım. 8 kez bu konuda karar değişti. Ya, Amerika'ya, İngiltere'ye maske göndermek bir şey değildir, siz Batman'a, Siirt'e, Mardin'e, Bitlis'e, Denizli'ye, Rize'ye maske gönderemiyorsanız, hâlâ "Maske tak." diyorsanız, o maske 75 kuruşa, 1 liraya satılıyorsa ve bilim insanları "Günde 4 tane değiştir." diyorsa bunun bir ücretinin olması lazım. Bunlar konuşulmuyorsa hiçbir yere gidemeyiz.
BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Sayın İpekyüz, tamamlayabilir miyiz lütfen.
NECDET İPEKYÜZ (Batman) - O yüzden, bütçenin şeffaf, saydam ve güvenlikçi olması lazım, güvenlik içermesi lazım, özgürlükleri içermesi lazım. Bütçenin büyük çoğunluğu içermesi lazım, halkın büyük çoğunluğunu kapsaması lazım. Belli bir azınlık görülürse, sadece algıyla bunlar dile getirilirse, evet, ilgi az olabilir, oylamayla, parmaklarla geçebilir ama inanın, halk bunun ne olduğunu biliyor, bu verilere güvenmiyor, inanmıyor ve en büyük sorun, güveni azaltıyorsunuz; Meclise güveni azaltıyorsunuz, sisteme güveni azaltıyorsunuz, hepimize güveni azaltıyorsunuz. İyi ki bizler halkla buluşuyoruz, her gün baş başayız ve sorunları dinliyoruz ki halk bunları biliyor.