| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi (1/281) ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/280) ve Sayıştay tezkereleri a) Kültür ve Turizm Bakanlığı b) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu c) Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü ç) Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü d) Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı e) Vakıflar Genel Müdürlüğü f) Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı g) Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ğ) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu h) Atatürk Araştırma Merkezi ı) Atatürk Kültür Merkezi i) Türk Dil Kurumu j) Türk Tarih Kurumu k) Kapadokya Alan Başkanlığı |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 02 .11.2020 |
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, Kültür ve Turizm Bakanlığının değerli bürokratları, Bakanlığa bağlı ve ilgili kuruluşların değerli başkanları, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak isterim.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Bakanlığa bağlı ve ilgili kuruluşların bütçesini görüşüyoruz. Ben de Bakanlığın geçmiş bir yıllık çalışmalarından örnekler vererek bütçenin nasıl harcandığını, hangi bakışla yönetildiğini özetle aktarmaya, anlatmaya çalışacağım.
Öncelikle, İzmir depreminde yaşamını yitirenlere Allah'tan rahmet, yaralılara da acil şifalar diliyorum. Herkes depremden sonra sorumluları arıyor, aramaya devam edelim elbet ama her kurumun yapması gerekenler var. Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından hazırlanan UDSEP 2023'e göre yani Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı'na göre Bakanlığınızın da yapması gerekenler vardı. Bakanlığınızın 2012-2017 yılları arasında UDSEP'e göre yapması gerekenler şunlardı: "Deprem bölgelerinde yer alan tarihî yapıların envanteri çıkarılarak önem ve öncelik dereceleri belirlenecektir. Tarihî yapıların düşey yükler ve deprem etkileri altında taşıyıcı sistem güvenlikleri belirlenecektir. Yeterli güvenliğe sahip olmadığı belirlenen yapılar için güçlendirme yöntemleri geliştirecektir. Tarihî yapıların onarım ve güçlendirme uygulamalarında uyulması gereken uluslararası kurallara uygun olarak yöntem, tasarım ve imalat esasları oluşturulacak ve geliştirilecektir. Müzeler içerisindeki eserlerin depremlere karşı hasar görebilirliğini azaltmaya yönelik yöntemler geliştirilecektir." Sayın Bakan, bunlar yapıldı mı? Bildiğimiz kadarıyla önemli bir bölümü yapılmadı. Yapıldıysa Komisyonu bilgilendirmenizi, yapılmadıysa neden yapılmadığı konusunda Komisyonu bilgilendirmenizi isteriz.
Şimdi Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesini görüşüyoruz. Dünya Ekonomik Forumu'nun iki yılda bir yayınladığı ve 140 ülkeyi kıyasladığı Turizmde Uluslararası Rekabet Edebilirlik Raporu, seyahat ve turizm rekabetçiliğini ve bir ülkenin kalkınmasına ve rekabetçiliğine katkıda bulunan sektörünün, sürdürülebilir kalkınmasını sağlayan faktörler ve politikalar setini ölçüyor. 2019 raporunda, ilk 10 aynı kalırken İspanya üst üste 3'üncü raporda da en üst sırada yer almış. Birleşik Krallık'ın rekabet edebilirlikteki hafif düşüşüyle yerini ABD almış. İlk 10 en yüksekten en düşüğe: İspanya, Fransa, Almanya, Japonya, ABD, İngiltere, Avustralya, İtalya, Kanada ve İsviçre. Hindistan 40'ıncı sıradan 34'üncü sıraya yükselmiş, raporda ülkelerin ilk yüzde 25'i arasında, 2017'ye kıyasla en büyük iyileşmeyi kaydetmiş. Mısır 74, 65, 36'yla 70'inci sıralar arasında olan ülkeler arasında en iyi düzelmeyi göstermiş. Türkiye 2018'de 44'üncü sıradayken 2019'da 1 basamak yükselmiş ve 43'üncü sırada yer almış. Bunun olumlu gelişme olduğunu düşünüyoruz ama Türkiye'nin de turizmin olanakları, potansiyeli açısından ilk 10 ülke arasında yer almasının önünde hiçbir engel yok. Ayrıca, yaklaşık 130 milyar dolar bütçesi olan bir ülke için 40 milyar dolarlık bir gelirden söz ediyoruz, muazzam bir gelir ve bunun büyüme potansiyeli var. Dolayısıyla, turizme yapılacak her tür yatırımı sonuna kadar destekliyoruz. Yeter ki doğayı, tarihi, kültürel yapıları yok edecek düzenlemeler içermesin.
Şimdi, sırayla birkaç kurumla ilgili değerlendirme yapmak istiyorum. Birincisi: Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun birkaç uygulaması. Şimdi, RTÜK Başkanı diyor ki: "Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun ceza kesen, yasaklayan bir Kurul olarak anılmasından rahatsızız. Bu bakışın değiştirilmesi gerekiyor." Evet, doğru, Kurulun medya üzerinde Demokles'in kılıcı olmasından bizler de rahatsızız ama gerçekten durum öyle mi? Örneğin, iktidara yakın, iktidarın istediği doğrultuda yirmi dört saat yayın yapan, habercilik değil propaganda başkanlığı gibi çalışan havuz medyasına yönelik hiçbir uyarı görmedik. Hatta, 2018 ve önceki seçimlerde yüzlerce ceza gerektiren davranış sergileyen yayın kurulları, bu cezalar uygulanmasın diye; bu yayın kurullarına günlere, haftalara, aylara varacak yayın durdurma cezaları kesinleşmişken Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan bir yasayla, bunlar suç olmaktan çıkarılmadı ama bunlara yönelik cezai müeyyidelerin hepsi ortadan kaldırıldı.
Şu anda, durum şu: Diyelim bir seçim dönemine girdik, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun uzmanları bütün radyo ve televizyonları izliyorlar, basın-yayın ilkelerine aykırı, eşitlik ilkesine aykırı yayınları raporluyorlar, bunların hepsi raporlanıyor. Bu raporlar Yüksek Seçim Kuruluna gönderiliyor, Yüksek Seçim Kurulu da bu raporlar doğrultusunda bir karar alıyor. "Evet, bu yayınlarla eşitlik ilkesi ihlal edilmiştir. Bu yayınlarla basın-yayının, yasanın öngördüğü ilkelerin tamamı ihlal edilmiştir." diyor. Sonra, işte, Adalet ve Kalkınma Partisinin verdiği yasa değişikliği önergesiyle, ceza yok. İstediğiniz kadar eşitsiz yayın yapabilirsiniz, istediğiniz partinin yirmi dört saat propagandasını yapabilirsiniz. Adalet ve Kalkınma Partisinin bunun karşısında istediği tek şey, hiç kimse cezalandırılmasın. Kimin, kimin için propaganda yaptığını hepimiz zaten çok çok iyi biliyoruz.
Şimdi, bir tane örnek: İktidara yakın bir televizyon kanalında -herkes biliyor ama kayıtlara geçsin diye bir kez daha söylemekte yarar var- Sevda Noyan adlı bir kişi 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili olarak "Bizim aile 50 kişiyi götürür. Bu konuda çok donanımlıyız. Maddi ve manevi olarak liderimizin yanındayız ve asla yedirmeyiz, bu ülkede liderimizi asla yedirmeyiz. Onu söyleyeyim. Ayaklarını denk alsınlar. Bizim sitede hâlâ üç beş kişi var, benim listem hazır." ifadelerini kullanıyor. Toplumsal barışı ve bir arada yaşama kültürünü ciddi anlamda tehdit eden bu sözleri geniş toplum kesimleri yadırgadı, hatta televizyon kanalı bu konuşmayı desteklemediğini, doğru bulmadığını söyledi, kamuoyundan özür diledi. Program yapımcısının güle oynaya bu yayını yaptığını bir tarafa bırakalım, RTÜK Başkanı bu yayınla ilgili ne dedi? Aynen şunları söyledi: "Verilecek bir müeyyide varsa bu müeyyidenin darbe sevicilerini, darbeyi övenleri sevindiren ve onları gülümseten bir ceza olmaması gerektiğini düşünüyorum. Darbeyi övenlerin karşısında söylenenleri biz cezalandırmak gibi bir pozisyonda değiliz, çok büyütülecek bir konu değil." Aynı sitede oturanları ölümle tehdit eden bir yayıncılık, Sayın Başkan tarafından büyütülecek bir konu değilmiş. Kullandığı cümle aynen bu. O sitede darbeciler mi oturuyormuş? Tabii, demagoji kolay.
Şimdi "muhalif medya" diye bir tabiri kullanmak istemiyorum çünkü medya, taraftar veya muhalif olmamalı; öyle değil, gerçeğin araştırmacısı olmak zorunda medya ama iktidarın propagandasını yapmadığı için muhalif olarak nitelendirilen televizyonlar için ise Sayın Başkan ve Kurul üyeleri o sırada hiç de demokrat olmuyorlar. Yani aynı sitede oturanları ölümle tehdit edenler için büyük bir hoşgörü örneği gösteren Sayın Başkan, muhalif olduğu söylenen televizyonlar için, işte, Tele1 için, Halk TV için her gün ceza vermekte hiçbir beis görmüyor. Dolayısıyla bir tür taraftarlığı da Radyo Televizyon Üst Kurulu yapıyor.
Şimdi, Vakıflar Genel Müdürlüğüyle ilgili de birkaç şey söylemek istiyorum, 2 tane şey. Bir tanesi şu: Vakıflar Genel Müdürlüğü her yıl olduğu gibi bu yıl da 2020-2021 eğitim öğretim yılı için eğitim yardımı ve burs hizmeti başvurularının başladığını duyurmuş. Şimdi, duyuruya göre diyor ki: 2020-2021 yılı için Vakıflar Genel Müdürlüğü ortaöğretim öğrencilerine 75 TL, yükseköğretim öğrencilerine 300 TL burs olanağı sağlanırken ülkemizde okuyan yabancı uyruklu yükseköğretim öğrencilerine sağlanan burs imkânı yüzde 100 fazla, 600 TL yani 2 katı. Neden? Elbette yabancı uyruklu öğrenciler de bu burslardan yararlansın, bu ülkeye geldiklerinde kendilerine eşitlik içinde davranıldığını görsün, biz olsa olsa bundan gurur duyarız ama yurttaşların aleyhine olacak bir şekilde burs olanağını da doğru bulmuyoruz.
Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı altı yıllık Cumhurbaşkanlığı döneminde onlarca vakfa vergi muafiyeti tanımış. Sayın Cumhurbaşkanının şeklî olarak böyle bir yetkisi var mı? Var ama vergi muafiyeti tanınan vakıfların büyük çoğunluğu ya cemaat vakıfları ya Sayın Cumhurbaşkanının çocukları veya damatları ya da Adalet ve Kalkınma Partili yöneticilerden oluşuyor. Görev süresince 43 vakfa vergi muafiyeti tanımış; 2015'te 6, 2016'da 8, 2017'de 8, 2018'de 11, 2019'da 7 ve 2020 yılında 3 vakıf vergiden muaf tutulmuş. Bunlardan 5'inin yönetiminde Cumhurbaşkanının oğlu ve kızı, 1'inde damadı yönetici. Sayın Binali Yıldırım'ın, Sayın Nabi Avcı'nın, Sayın Fahrettin Koca'nın ve Adalet Kalkınma Partisi bir il yöneticisi olan Cemalettin Kömürcü'nün yönetici ve kurucusu olduğu vakıflar da var vergi muafiyeti tanınan vakıflar arasında. Ayrıca cemaat vakıflarını tek tek sayarak bir daha onların propagandasını yapmak istemem.
Sayın Bakan, bu, Bakanlığınızın ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün resmî politikası mıdır, gerçekten bu toprakların bin yıllık kültürü olan vakıflarda da yandaşlık tartışmasının hepimizi üzmesi gerekmez mi?
Şimdi, Anayasa'nın 64'üncü maddesi uyarınca "Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ABDULLAH NEJAT KOÇER - Sayın Tirkayi, normal süreniz bitti, tamamlamanız için ek süre veriyorum.
Buyurun lütfen.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, Anayasa'nın bu emredici hükmünü yerine getirecek olan kuşkusuz yürütme ve yürütme adına bunu yapacak olan da sizsiniz. Peki, pandemi nedeniyle faaliyetlerini durduğunuz -ki bunu bir dereceye kadar anlayışla bütün toplum karşılıyor- tiyatrolar ve tiyatro emekçileri için ne yaptınız? Her gün onlarca tiyatro ya kapanıyor ya kapanma tehdidiyle karşı karşıya, her gün yüzlerce sanatçı işsizlikle karşı karşıya hatta işsiz ve parasız kaldığı için intihar eden müzisyenler var, her gün gazetelerde benzer haberler okuyoruz. Şimdi, buna karşı Hükûmetiniz ne tür önlemler alıyor? Örneğin, bu tiyatroların önlemler alınarak açılabilmesi için bir karar almayı düşünüyor musunuz? Topluca iş yapılan bir sürü örnek var, aynı şeyleri tekrar etmek istemem. Yani Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinin 1.000 kişilik düğün yapması gibi, siyasi partilerin kongre yapması gibi, Cumhurbaşkanının her gün bir yer binlerce kişiyi toplayıp üzerine çay atması gibi falan... Yani tiyatrolar için de bu konuda herhangi bir önlem almayı düşünüyor musunuz? Gerekli önlemleri alarak tiyatroları seyirciyle buluşturacak mısınız?
Bir gelişme oldu -yakın zamanda herkes çokça tartıştı bunu- Galata Kulesi yüz altmış dört yıl aradan sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesinden alınarak Vakıflar Genel Müdürlüğünün bünyesine geçirildi Galata Kulesi. Bunda Adalet ve Kalkınma Partisiyle öncülüğü olan partilerin çeyrek asır sonra belediye başkanlığı seçimlerini kaybetmelerinin etkisi olduğuna kuşku yok ama biz ikisi de kamu kurumu diyelim. Yüz altmış dört yıl sonra yönetim el değiştirdikten sonra ne oldu biliyor musunuz? Restorasyon adı altında kule âdeta balyozlarla yıkıldı, evet, balyozlarla. Sayın Bakan, Bakanlığınız şöyle bir açıklama yaptı: "Galata Kulesi'nin duvarları yıkılıyor şeklindeki iddialar asılsızdır, yıkılan kısımlar sonradan yapılan Galata Kulesi'ne zarar veren kısımlardır." Ama açıklamaya şu da eklendi: "Restorasyonda kullanılan yöntemler konusunda ise ilgili firmaya gerekli yaptırımlar uygulanacaktır." Yani, sanki sorun balyozlarla yıkılmasın da daha modern yöntemlerle yıkılsın gibi. Bir de sonradan ekleme ne demek? Yani Ayasofya'nın büyük bir bölümü yıllar içinde yapılan eklemelerden oluşmuyor mu? Yani sadece ekleme olması bunu orijinalin dışında bir parça hâline getiriyor mu? Dolayısıyla bu konuda da gerekli özenin gösterilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Kültür Bakanlığı sadece bürokratlardan oluşmuyor. Yürüttüğü hizmetlerin, çalışmaların önemli bir bölümünü takdir edersiniz ki o kurumda çalışan personel eliyle yürütüyor. Personele, çalışanlara dair de birkaç şey söylemek istiyorum: Şimdi -gerçi bu artık iktidarın yönetim biçimi oldu, bir personel istihdam biçimi oldu- Kültür Bakanlığı da neredeyse her kurumda ana istihdam biçimi olarak sözleşmeli personel çalıştırıyor. Yani kurumlarda neredeyse kadrolu çalışan personel sayısı istisna hâle geldi. Sayıları şimdi önümde yok ama çok büyük bir bölümü Bakanlığa bağlı ve ilgili kuruluşlar dâhil olmak üzere personelin büyük bir bölümü ya sözleşmeli ya geçici ya yıllık ya idari sözleşmelerle veya geçici sözleşmelerle çalışan personellerden oluşuyor.
Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldiğinde şöyle bir şeyi tartışıyordu, diyordu ki: "Bakanlığın üst düzey yöneticileri; müsteşarlar, genel müdürler, -şimdi müsteşar yok- işte daire başkanları hükûmetle gelmeli hükûmetle gitmeli çünkü doğrudan politikaları, belirlenen bu politikaları hayata geçirecek olan bu üst düzey kamu görevlileri ve bunların hükûmetle beraber değiştirilmesi olan." Bu bir derece kabul edilebilir yani benim buna karşı eleştirilerim var çünkü devlet politikası veya devlet bakışı denilen şeyden uzaklaşmasın. Oturmuş hani hep şunu söylüyoruz ya: "Bir ülkenin eğitim politikası olmalı, bir ülkenin kültür politikası olmalı, bir ülkenin işte şu politikası olmalı." İşte onu sağlayacak şey o süreklilik. Dolayısıyla bu değişiklik buna her zaman buna hizmet etmeyebilir ama bir derece kadar Hükûmetin bunu savunduğu anlaşılır. Onun dışındaki personel, yani bir sanatçıyı neden bir yıllığına çalıştırırsınız, neden üç yıllığına çalıştırırsınız, istediğiniz zaman görevine son vermek için mi veya istediğiniz kişiyi istediğiniz zaman işe almak için mi? Yani Hükûmet politikası bundan sonra kamu görevlilerinin hiçbirisini kadrolu olarak işe almamak mı? Sayın Bakan, siz de böyle mi düşünüyorsunuz? Bakanlığınıza bağlı bütün kuruluşlarda bundan sonra ana istihdam biçimi olarak sözleşmelileri mi çalıştırmayı düşünüyorsunuz?
Şimdi, bu geçici çalıştırma, sözleşmeli çalıştırma bir sürü soruna yol açıyor. Diyelim ki Devlet Opera ve Balesinde 3600 göstergeyle çalışan bir personel var, TRT'de muadili iş yapan bir kişi 6100 ek göstergeyle çalışabiliyor. Yani bu farklılık serbest, istediğiniz biçimde personel istihdamının doğurduğu sonuçlardan bir tanesi.
Şimdi, birkaç konuda daha görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Bir tanesi, geleneksel sanatlarla ilgili. Geleneksel Türk müziği konserleri daha önce halka ücretsiz ulaşılıyordu, şimdi bilet satışı yapılıyor. Hiçbir altyapı yok, destek programı yok. Koro ve topluluk müdürlüklerine bilet satışı için baskı yapıldığı konusunda duyumlar alıyoruz. Koroların değerleri bilet satışlarına endekslenerek bir tehdit unsuruna dönüştürülüyor. Koronun resmî bir tanıtım sayfası bulunmuyor, turneler koro olarak değil solist sanatçı olarak gerçekleştiriliyor, koro olarak gidilen turneler artık istisna hâle gelmiş durumda. Korolara son vermeyi mi düşünüyorsunuz?
Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğünde çalışan personelin kullandığı servisler "Yeterli bütçe yok." diye kaldırılmış. Daha önce kreş istiyorlardı, yemek istiyorlardı... Bırakın yeni hakları, var olan hakları bile artık sona erdirilmiş durumda. Personel kısıtlaması dolayısıyla teknik personel on sekiz saate varan çalışmalar yapıyor.
Senfoni orkestralarında durum... Siz, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'yla ilgili güzel şeyler söylediniz ama genel olarak durum bu kadar parlak değil bizce.
OTURUM BAŞKANI ABDULLAH NEJAT KOÇER - Sayın Tiryaki, lütfen tamamlar mısınız.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğüne bağlı bütün senfoni orkestraları sadece bulundukları şehrin değil, bulundukları bölgelerin orkestraları olarak hizmet verirler. Çevre turneleri, iller arası turneler ve uluslararası turnelerle bu yönde ülkenin eksikliğini hissettirmemeye çalışırlar. Yalnızca 6 kentte varlar.
Son yıllarda yapılması düşünülen hemen her yurt içi turne başvurusu "Sponsor bulun, ödesin." veya "Harcırahsız gidin." gibi yanıtlarla karşılaşıyor. Hizmet üretmek için ihtiyaç olan ödeneğin verilmediği senfonilerde, sanki çalışanların sorumluluğuymuş da yapmıyormuş gibi davranılıyor; işe yaramaz, çalışmaz görüntüsü yaratılıyor.
Bir örnek: Gerekli ödeneğin gönderilebilmesi için ya Genel Müdürün solistiniz olması gerekiyor ya da Bakanlıktan ilgili memurları gezdirmeye götürmeniz gerekiyor; personel böyle düşünüyor. Sayın Genel Müdüre söyleyecek sözüm yok, bizzat kendisini severek dinleyen birisi olarak söylüyorum ama Genel Müdürün solist olarak katılması, turneye çıkılması için bir koşulsa bu hiç de kabul edilebilecek bir durum değil. Bu ekonomik sorunlarının giderilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Tiyatrolara dair de birkaç şey söyledim, daha sonra tekrar söz alırım.
Kütüphanelere ilişkin bir şey söylemek istiyorum. Kütüphanelerin bir kısmını yirmi dört saat esasına göre çalıştırıyorsunuz; bunu doğru bulmuyoruz. Nedeni şu: Kütüphane ile etüt merkezi farklı şeyler. Yani bunları yirmi dört saat esasına göre çalıştırmanızın nedeni, işte üniversite öğrencileri veya öğrenciler, sınavlara hazırlananlar gidip sabaha kadar orada ders çalışabilsinler diye söylüyorsunuz ama kütüphanelerin kuruluş amacı bu değil. Kaldı ki kütüphaneler bu ülkede personel sayısı en az kurumlardan bir tanesi, çoğu sadece 1 personelle çalışıyor. Dolayısıyla, bu uygulamaya son vermeniz gerektiğini düşünüyorum.
Kütüphane sayısı yetersiz. Evet, teknoloji gelişiyor, insanlar artık kâğıt üzerinden değil, bilgisayarla okuma yapıyorlar fakat kütüphanelerin bir ülkenin kültürel, eğitim açısından kalkınmasında büyük bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum.
Son olarak bir şey daha söyleyeceğim, İstanbul bölge ve merkez laboratuvarlarıyla ilgili bir şey: İstanbul Bölge ve Merkez Laboratuvarı Müdürlüğü 1985 senesinde kurulmuş; Ankara, İzmir, Antalya, Erzurum, Diyarbakır, Trabzon, Nevşehir, Gaziantep ve Bursa...
OTURUM BAŞKANI ABDULLAH NEJAT KOÇER - Evet, Sayın Tiryaki...
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Son, bitiriyorum Sayın Başkan.
...restorasyon ve konservasyon bölge laboratuvarları ise 2014 yılından itibaren konservasyon alanında faaliyetlerine başlamış.
Şimdi, bunların şöyle bir sorunu var, burada çalışan personellerle ilgili bir sorun var: Şunu söylüyor çalışanlar, sendikalar: Bir, burada çalışan personelin statüsüyle ilgili ciddi sorunlar var. "Restoratör" diyorsunuz "Konservatör" diyorsunuz, bundan ne anlaşıldığı tam olarak bilinmiyor. İkincisi, buralara yönetici olarak gönderdiğiniz kişileri bölge laboratuvar müdürlüklerinden birine müdür vekili olarak atıyorsunuz, daha sonra üst düzey bir yere daire başkanı veya genel müdür olarak atlama tahtası olarak görüyorsunuz. Oysa bu laboratuvar müdürlüklerinin çok önemli görevleri var. Bu ülkenin sahip olduğu kültürel varlıkların kamu eliyle korunması, geliştirilmesi ve zarar görmesinin engellenmesi, bu konuda da bir hassasiyet beklediğimizi söylüyorum.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.