| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi (1/281 ) ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifi (1/280) ve Sayıştay tezkereleri a)Tarım ve Orman Bakanlığı b)Orman Genel Müdürlüğü c)Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ç)Meteoroloji Genel Müdürlüğü d)Türkiye Su Enstitüsü e)Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 05 .11.2020 |
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Benim konuşmam, daha çok Hükûmetinizin ve doğal olarak sizin de tarım ekonomisine yaklaşımınızla ilgili olarak bazı itirazlara konu olan görüşlerinizi eleştirmek olacak.
Öncelikli olarak şöyle söyleyeyim: Bugün Hükûmet -bir zamandan beri diyeyim ki benim koyduğum tarih 2011 esasında ama- giderek daha hızlı bir şekilde, bir bakıma daha artarak ekonomide alınan kararları merkezileştiriyor. Buna son olarak "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" denilen sistem çerçevesinde daha da hız verildi ve dolayısıyla da Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara geldiği zaman benimsediği ilkelerden, yaklaşımlardan uzaklaştı diye düşünüyorum. Uzaklaşması olumludur, olumsuzdur, ayrı bir tartışma konusu ama söylemek istediğim şey şu: Şimdi, mesela bugünlerde Hükûmetiniz yerli ve millî olandan bahsediyor ama mesela yerli ve millî olandan daha önce bahsedilmiyordu. Gerçekten de özellikle 1980'li yılların bu küreselleşme ve liberalleşme rüzgârlarıyla Türkiye de tabii, 80'li yıllarda karşılaşmıştı biliyorsunuz ve o günün anlayışları çerçevesinde baktığımızda, gerçekten piyasanın öne çıkarıldığı, kamunun küçültüldüğü, serbestleştirmenin, deregülasyonun, özelleştirmelerin yapıldığı bir dönemdi ve öyle bir dönemde tabii ki "yerli ve millî" gibi bir laftan söz etmek, öyle bir cümle kurmak doğru değildi, dünya o sırada başka bir konjonktürdeydi. Fakat gel zaman git zaman, geldiğimiz nokta itibarıyla baktığımızda, başta Amerika başta olmak üzere diyebilirim ki Batı dünyasında birçok ülke daha korumacı politikalara doğru yöneliyor ve bu anlamıyla baktığımızda sanki küreselleşme tersine çevrilmiş bir süreç gibi yaşanıyor, dolayısıyla da şimdi gördüğümüz kadarıyla Hükûmetin de çeşitli konulardaki yaklaşımlarında bir değişiklik var.
Tabii, üzerine bir de pandemi geldi, onun da altını çizmek lazım çünkü pandemi bence sadece dışımızdan gelen bir kötülük olarak etki eden bir şey değil, bu, hakikaten birçok şeyi değiştirmeye yönelik bir etki üretebilme potansiyeli taşıyan bir hikâye çünkü bugüne kadarki yaklaşımları değiştirmeye yönelik olan bir hikâye. Dolayısıyla da böyle baktığımızda, mesela gıda güvenliği meselesi, yeterli gıdaya sahip olabilme, dolayısıyla da yeterli tarımsal üretim yapabilme konuları gündeme geldi.
Oysa, yine, şeridi geriye çeviriyorum, hatırlayacaksınız, 2005 yılındaydı yanılmıyorsam, IMF'yle yapılan bir anlaşma sonucunda tarımsal desteklerden vazgeçildi, tarımsal destekler yerine doğrudan gelir destekleriyle bir tarz yürütüldü fakat değerli arkadaşlar, hakikaten o günün koşullarında dahi, esasında piyasaya güvenin pik noktada olduğu bir dönemde tarım meselesi normal olarak serbest piyasa gibi tartışılmıyordu ve baktığımızda dünyada çeşitli ülkelerde tarım bağlamında farklı uygulamaları görüyorduk. Avrupa bile tarımını desteklemeye devam etmeyi tercih ediyordu fakat biz bu yaptığımız anlaşmalar sonucu, bir anlamda IMF'nin, Dünya Bankasının bastırmalarıyla sanki birçok başka Batılı ülkeden daha fazla piyasacı olduk ve özellikle tarımda, tarım destekleme politikalarında bir tutum aldık. Şöyle söyleyeyim: Yani ekilen arazinin azaltılmasıyla paralel olarak ithalatın artması biçiminde iki eğilimin birlikte olduğunu görüyoruz. CHP'li arkadaşım bunu demin grafiklerle gösterdi, gerçekten de baktığımızda tarımsal üretim düşüyor fakat aynı şekilde ithalata olan bağımlılığımız da artıyor.
Şimdi, tabii, o zamanın koşullarında, dediğim gibi, zaten Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi dediğimiz teori işliyordu herhâlde ya da öyle olduğunu varsayıyorlardı yani hangi malı ucuza üretiyorsan üret, üretmiyorsan üretme, dışarıdan al; ucuza üretiyorsan üret ve ihraç et, öteki türlüsünü ithal et. Böylelikle dünyada bir iş bölümü olacağı varsayılıyordu ve bu iş bölümünün katılan her ülkeyi de mutlu edeceği düşünülüyordu. Fakat bu teori de zaten yanlıştı ve bence dünyanın gerçekleri karşısında çok fazla da duramadı. Şimdi, geçenlerde Davos'ta bu neoliberal teorilerin babalarından sayılan Klaus Schwab "Neoliberalizm bitti." dedi ve artık bir yandan gelir dağılımı meselesini ciddiye almamız gerektiğini çünkü insanlar arasında bu kadar derin gelir farklılıklarının olduğu bir toplumun yönetilemez olduğunu, ikincisi de kamunun sandığımızdan daha çok işin içine girmesi gerektiğini söyledi. Çünkü açıkçası ta Adam Smith'ten bu yana bilinen bir şeydir ki bir alanda az sayıda üretici var ise orada mutlaka toplumun aleyhine fiyatlama olur -1776'da, o tarihlerde yazmış adam- dolayısıyla böyle, görebildiğimiz kadarıyla bu değişime nasıl ayak uydurduk diye baktığımızda, benim, özellikle destekleme politikalarının, tarımı destekleme politikalarının -bu teoriye göre de- olması gerektiği gibi çalışmadığını söylemem lazım. Çünkü bu teoriye göre şöyle bir sebeple: Kamu gücü tarımı yönlendirecektir. Nasıl yönlendirecektir? Desteklerle, kredilerle ve asıl önemlisi destekleme politikalarıyla yönlendirecektir fakat bunun için ürün üretilmeden önce destekleme yapılması gerekir, açıklanması gerekir -ama ben tarımcı değilim- ama gördüğüm kadarıyla neredeyse on dört-on beş yıldır bunun tam tersi oluyor. Yani bu yılın destekleri yanılmıyorsam hâlen verilmedi ya da hepsi verilmiş değil galiba, 2020'nin destekleri muhtemelen 2021'de verilecek.
Dolayısıyla o günün anlayışları içinde de tarımın yönlendirmesi konusunda destekleme politikalarının doğru uygulanmadığını gözlüyoruz; bu bir. İkincisi bundan dolayı da bir anlamda, ben, çiftçimizin, özellikle küçük çiftçilerin çok mağdur olduğu kanaatindeyim. Yine -yanılmıyorsam- 2006 yılında 5488 sayılı Tarım Yasası çerçevesinde, gayrisafi millî hasılanın yüzde 1'i kadar desteğin verileceği kanunen belirlenmişti ama bu destek de hiç verilmedi zaten ya da olması gerektiği kadar verilmedi. Nitekim, bundan dolayı da baktığımızda, mesela BDDK'nin tarım kredilerine baktığımızda, özellikle tarımsal kredilerin, üstelik de ödenemeyen tarım kredilerin -şimdi rakamlarını hatırlamıyorum, söyleyemeyeceğim ama- en azından 100 milyar civarında olduğunu söyleyebilir. Dolayısıyla ben öneri olarak da bunu düşünüyor musunuz bilmiyorum, soru olarak bunu sormuş olayım.
Mesela, büyük tarım çiftliklerinin veya üreticilerinin değil ama -tabii ki onların da borçları olabilir- özellikle küçük çiftçilerin bu anlamıyla kredi borçlarının silinmesi gibi bir perspektif esasında doğru bir perspektif olur. Niye olur? Ben zaman zaman bütçe konuşmalarında söylüyorum: Çünkü bugünün iktisadi krizinden çıkabilmemiz için sadece arz yönlü kararlar almamız yeterli değildir arkadaşlar yani siz, esnek emek piyasası koşullarını yaratarak ne kadar ücretleri düşürürseniz düşürün, ne kadar vergi indirimleri, prim indirimleri vesaireyi indirin veya öteleyin, iş dünyasının maliyetlerini düşürün, olacak olan şey üretimin ve yatırımın artması olmayacaktır arkadaşlar, sadece ve sadece kârların artması olacaktır ve üretim kârlara bağlı değildir. Bu da Sayın Cumhurbaşkanının faiz ve enflasyon arasındaki yanlış fikri gibi bir fikir bence.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ŞİRİN ÜNAL - Sayın Katırcıoğlu, tamamlayalım.
İlave süre veriyorum.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
Burada esas olan talebin artmasıdır, talebin olmuş olması lazım bir kere dolayısıyla da talebe ilişkin tedbirler alınması lazım. Hükûmetin tümüyle gözden kaçırdığı bir şey bu.
Dolayısıyla bizim parti olarak önerimiz, doğrudan gelir desteği verilmesi gerektiği. Özellikle pandemiden dolayı veya işsiz olan veya üretim yapamayan veya borç almış ama borcunu ödeyemeyen, kredi alıp da sadece ve sadece eski borçlarını kapamak zorunda kalan üreticilerin durumlarını iyileştirirken aslında, aynı zamanda bu söylediğimi yapmış olursunuz. Yani gelir desteği vererek toplumun satın alma gücünü arttırmak ve böylelikle talebinin artmasını sağlayarak bu krizden çıkabiliriz, yoksa emin olun bu politika göreceksiniz... Eskiden beri bildiğim bir şey bu, Türkiye'de böyle sanılıyor, sanılıyor ki iş dünyasının kârları artarsa yatırımları artar, öyle bir şey olmuyor arkadaşlar. Olan şey şu: Borsanın yükselmesi, altının yükselmesi, doların yükselmesi oluyor, çünkü orada biriken paralar bu taraflara gidiyor, üretime falan gitmiyor. Üretime gitmesinin çok özel koşulları var, o da şu anda kriz koşullarında zaten yok. Dolayısıyla da zamanım dolduğu için çok uzatmayacağım ama bu konuda ne düşünüyorsunuz? Daha doğrusu birkaç soruyu arka arkaya sormuş olmuş olayım. Bunlardan bir tanesi, memnun musunuz bu destekleme politikalarının bir yıl geç gelmesinden, değilseniz bunu nasıl düzeltmeyi düşünüyorsunuz? İkici olarak da, özellikle küçük çiftçilerin, borçlanmış olan küçük çiftçilerin, aile işletmelerinin borçlarından vazgeçilmesi şeklinde bir politikayı benimsiyor musunuz? Bunları öğrenmek isterim. Bütçeniz hayırlı olsun.
Teşekkür ederim.