KOMİSYON KONUŞMASI

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Teşekkür ederim Başkan.

Sayın Bakan, değerli üyeler; 18'inci yüzyılda yaşamış Fransız yazar ve rahip olan François "Tüm savaşlar iç savaştır çünkü tüm insanlar kardeştir." demiştir. Evet, dilimiz, dinimiz, mezhebimiz, rengimiz, milliyetimiz farklı olabilir ama Dünya denilen gezegende bizler hep birlikte barış ve kardeşlik içinde yaşamak durumundayız. İşte, bizlerin hep beraber başaramadığı ne yazık ki bu ve bunun üzerine ağırlıklı olarak durmamız gerekiyor. Ülkemiz Türkiye'de de böyle. Farklılıklarımızla bir arada yaşama kültürünü içselleştirme, eşit kardeşlik ve barışı tesis etme konusunda ne yazık ki başarısızız. Kapitalizm, insanları birbirlerine kırdırtarak, bölerek, parçalayarak sadece bilindik sınırlar yaratmıyor; yüreklerde, beyinlerde, duygularda, düşüncelerde de bölünmeler yaratıyor; insanların ve insanlığın ona hizmet etmesi için kurulmuş bir düzen çünkü, o nedenle bunları yapıyor; herkesi -ister gönüllü ister zorunlu- buna boyun eğmeye zorluyor.

Bakanlıklar plan ve bütçelerini hazırlarken bu zalim çark düzeninin bir dişlisi gibi çalışıyor. Kimi bireyler bu dişlilere sağladığı katkının farkında bile değil ama bu dişliler çalışıyor ve şu an görüşmekte olduğumuz Millî Savunma Bakanlığının bütçesi, ne yazık ki, üzülerek ifade ediyoruz ki bahsettiğimiz bu sistemin dişlilerinin devam etmesi açısından çok önemli bir rol, misyon üstlenen bir durumdadır.

Evet, soğuk savaş sonrası yaşanan dönemde dünya ordularındaki dönüşümlere paralel olarak Türkiye'deki askerî personel istihdamı, profesyonelleşme ve uzmanlaşma kavramları ortaya çıktı. Yaşanan en büyük değişimlerden biri sözleşmeli askerlik. Zorunlu askerlik bir biçimde devam etse de "vatandaş asker" yerini artık paralı askere bırakıyor. Libya savaşında adını çok duyduğumuz Rusların "Wagner" güçleri gibi -sanıyorum ki Türkiye'de de bunlara bir özenti duyuldu- SADAT Anonim Şirketi, Türkiye'de uluslararası savunma alanında danışmanlık ve askerî eğitim gibi bir görev tanımıyla, gerçekten bir şirket gibi çalışıyor. Adnan Tanrıverdi kurdu, yakın zamana kadar da Cumhurbaşkanının yakın danışmanı, güvenlik danışmanıydı ve iddialara göre Tokat ve Konya'da silahlı eğitim veriyor. Bu örnek askerlik konusunda yapılan yeni düzenlemelerle beraber düşünüldüğünde "vatandaş asker" döneminin bitirileceği, çok uzun bir zaman kalmadan zorunlu askerliğin iyice sembol hâline geleceği aşikârdır. Bizler HDP olarak vicdani reddi savunan bir partiyiz. Burada asıl üzerinde durmak istediğimiz konu, ülkeler arası ya da iç savaş veyahut devletlerin, toplumun güvenliğinin bir devletin ordusunun elinden alınıp özel güvenlik şirketlerinin insafına bırakılmasıdır. Şunu belirtmeliyiz ki, HDP ve onun kurucusu olan siyasi akımlar, Türkiye kurulduğu günden bugüne kadar askerî vesayet rejimine karşı mücadele etmiştir. Bunun alternatifi ise toplumun güvenliğini paralı askerlere, SADAT gibi savaşı ticaret aracı hâline getirenlere bırakmak olamaz. Eğer bir ülkenin MİT Müsteşarı "Suriye'yle savaşmak için gerekirse Suriye'ye 4 adam gönderirim, 8 füze attırırım ve Süleyman Şah Türbesi'ne saldırtırım." diyorsa, varın düşünün ki bir savaş şirketi -sözüm ona güvenlik ama aslında bir savaş şirketi- neler neler yapmaz ki.

Savunma harcamalarına, bileşenlerine baktığımızda bütçe içi ve bütçe dışı kaynaklar diye iki başlık çıkıyor karşımıza. Türkiye'nin bütçe içi askerî harcama kalemlerinden en büyüğünü personel maaşı, prim ödemeleri oluşturmaktadır. Millî Savunma Bakanlığı bütçesi, bütçe içi savunma harcamalarının yaklaşık yüzde 80'ini oluşturuyor. Maliye Bakanlığındaki Millî Savunma Bakanlığı bütçesini Genelkurmay Başkanlığı ile Kara, Hava ve Deniz Kuvvetlerine ayrılan ödenekler oluşturuyor. Bütçe içi savunma harcamaları kapsamında Türk Silahlı Kuvvetleri, Millî Savunma Bakanlığı üzerinden tahsis edilen ödeneklere ek olarak, önemli bir kısmı henüz denetlenemeyen bütçe dışı kaynaklar bulunmaktadır. Nedir bu kaynaklar? Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı ve bu vakfın hissedarı olan 18 askerî firma, Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve silah tedariki için alınan dış askerî krediler gibi kalemler oluşturmaktadır.

2021 yılı bütçesinde İçişleri Bakanlığı, Millî İstihbarat Teşkilatı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Millî Savunma Bakanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına toplam 148,5 milyar lira ayrılmış durumda. Bu rakam 2020 yılında 129 milyar liraydı. Yani güvenliğe ve savunmaya çok büyük rakamlar ayrıldığını düşünenlerdeniz. Buradaki savunmaya dair asıl tılsım "barış" ve "diyalog" kelimelerinde saklıdır. Bir ülke, iç ve dış siyasetini bu iki kavram üzerinde kurma konusunda ısrarcı olursa güvenlik için bu kadar büyük harcamalara ihtiyaç duyulmayacağını düşünüyoruz. İktidarın geçici büyüsü etkisinde olan, kaba gücü kendine kıble edinen anlayış, bu yaklaşımı koca bir ülkenin yönetim çizgisi olarak görmeyecek kadar naif bulabilir ama gerçeklik böyle değil. Bakın, ülkemizde kırk yıldır devam eden, hatta öncesine dayanan Kürt sorunu var. Devlet ve TSK Kürt sorunuyla uzun yıllardan beri uğraşıyor. Kürtler ne istiyor peki? Ana dilde eğitim, eşit vatandaşlık, bunların demokratik bir Anayasa'da güvence altına alınmasını istiyor. Bu soruları birçok burjuva devleti çözmüş, Türkiye bu sorunları neden çözemiyor? Çünkü ülkenin başına gelen her yönetim, ulus devletin dar elbisesine hapsetmiş kendini. "Kürt sorunu", "terör" gibi kavramlarla esasen başarılamayan siyasi yönetim, esasen başarılamayan ekonomik ve iktisadi yönetimin üstünü örtmek için ne yazık ki bunları elverişli bir şekilde kullanmaya devam ediyorlar.

Uzağa gitmeyelim, 911 kilometrelik sınırımız var Suriye'yle ve Suriye'de 2011'de başlayan ve bugüne kadar devam eden savaş var. Ve tabii ki, tırnak içinde ifade ediyorum, 2010 senesinde Tunus'ta başlayan Arap Baharı ve bölgede parça parça yayılan savaşlar. Bizler gördük ki bu yakın tarihte, emperyalist güçler Arap Baharı'nı Arap kışına çevirdiler. Halkların esasen oradaki otoriter rejimlere karşı başlatmış olduğu mücadeleyi Arap kışına çevirdiler.

Peki, Suriye'de devam eden savaşta bizler neler yaptık? Aslında, bölgenin tamamı açısından baktığımızda; Müslüman Kardeşler, IŞİD, El Nusra ve uzantısı gibi terör örgütleri türedi. Bu örgütler, birçok devlet tarafından desteklendiği gibi -üzülerek ifade ediyorum- ne yazık ki Türkiye'deki iktidar tarafından da zaman zaman apaçık bir şekilde, zaman zaman üstü örtük bir şekilde desteklendi.

AYŞE KEŞİR (Düzce) - Hiçbir zaman...

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Yalan söylüyorsun.

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Emperyalist güçlerin karmaşık denklemleri devreye girdi. Emperyalizmin bölgesel müttefikleri kendini ev sahibi sanıp sahnede rol aldı. Bu bölgesel güçlerden biri de ne yazık ki Türkiye oldu. Burada iki ana neden var. Birisi, AKP iktidarının iktidara geldiği günden bugüne kadar devletin bütün mekanizmalarını ele geçirirken yaptığı operasyonel adımlarda Neoosmanlıcı politikaları yayma ve sınır ötesi harekâtlar düzenleyerek bir yeni Osmanlıcı hayalini yaşama geçirmek istedi.

İkinci bir ana başlıksa, bölgesel düzeyde Kürt politikasında ve Kürt düşmanlığında yatmaktadır, bunların ana nedeni.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Kürtlerle sizin ne alakanız var?

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Suriye'yle ilişkiler iyiydi bir dönem. İlk yıllarında çok barışık Arap dünyasıyla AKP. Suriye devletiyle şu anda, doğrudan savaşa girecek bir konuma gelinmiş durumda.

Bahsi geçen örgütlere açıktan ev sahipliği yapıldı; silah, kamp, eğitim ve birçok kayıtlı, kayıtsız iş yapıldı.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Yalan söylüyor. Ayıp bir şey.

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Pençe Harekâtı, Barış Harekâtı düzenlendi. Bu operasyonlarda IŞİD, HTŞ, El Nusra'dan ziyade ne yazık ki orada yaşayan, tıpkı Ankara'nın sokaklarında, mahallerinde yaşayan Kürt halkı hedef alındı.

SALİH CORA (Trabzon) - PKK ağzıyla konuşuyor, PYD ağzıyla konuşuyor, YPG ağzıyla konuşuyor.

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Irak'ta kapsamlı bir operasyonun kapıları açıldı.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Söylediklerinin tamamı yalan.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Değerli arkadaşlar, sükûneti koruyalım.

Suriye'de ülkemizin ne için bulunduğu çok açık. Suriye'deki halkın da ülkemizin de menfaatleri, güvenliği için ordumuz kahramanca orada mücadele ediyor. Eminim değerli arkadaşlar, Sayın Bakanımız buna kapanışta en güzel şekilde cevap verecektir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Sayın Başkan, nasıl bir üslup? İftira söylediklerinin tamamı.

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Sayın Başkan, ben konuşmama devam edebilir miyim izninizle?

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Değerli arkadaşlar, Bakanımız en güzel şekilde cevap verecektir, lütfen devam edelim.

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Libya'da Kaddafi katledildikten sonra başlayan iç savaşa doğrudan taraf olundu. Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükûmeti desteklendi.

GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, müdahale eder misiniz?

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Müdahale ettik.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Orduya iftira atıyor, devlete iftira atıyor. Bir parti sözcüsü gibi konuşmuyor, bir örgüt mensubu gibi konuşuyor.

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Mecliste defaatle "Yapmayın, bu siyaset kısa vadede kazandırmış gibi görünse de uzun vadede bizim dış siyasetimize ve geleneksel devlet anlayışına kaybettirir." dedik. Bizi Haftercilikle suçladılar. Oysa biz Suriye'nin de Libya'nın da toprak bütünlüğünü, iç dinamikleriyle yol bulmasını, iç barışını savunduk. (Gürültüler)

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Değerli arkadaşlar, sükûneti sağlayalım lütfen. Sayın Bakanımız cevaplarını verecektir. Lütfen arkadaşlar, Bakanımız gerekli cevapları verecektir.

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - İktidarın müdahalelerini yanlış bulduk. Bakın, Mecliste, Sayın Bakan, 5 Aralık 2019'da Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası, 15 Aralık 2019'da Güvenlik ve Askerî İşbirliği Anlaşması imzalandı, 2 Ocak 2020'de de Libya tezkeresi çıktı Meclisten. Ben, burada, hakikaten merak ettiğim için soruyorum: Birkaç gün önce de Tunus'un ev sahipliğinde, Mısır ve tabii ki Fas'ın da ev sahipliğinde Libya'da tarafları bir araya getiren bir dizi toplantılar ve konferanslar oldu ama Türkiye burada yok. Peki, bu anlaşmaların hükmü nedir? Bunu sormak isterim.

Azerbaycan, Ermenistan savaşı, ki şimdi bir barış anlaşmasıyla sonuçlandı, bundan da büyük bir mutluluk duyduğumuzu ifade etmek isterim. Ümit ediyoruz ki barış gerçekten orada tesis edilebilir. İktidar ve yandaş medya yeni bir gündem buldu kendine. Yine milliyetçi hezeyanlar, yine iç siyaseti muhalefetiyle beraber dizayn etme uğraşı, ekonomik krizin, damadın istifasını örtbas etme, belki bizlerin de yeterince bilmediği sarayın içinde dönen problemlerin de belki üstünü örtme ve oraya bir dizayn verme çalışması sürüyor. Şunu belirtmeliyim ki Azeriler bizim kardeşimizdir, Ermeniler de bizim kardeşimizdir, savaştan yana ise hiç değiliz. Fakat şunu ifade etmem gerekiyor ki, Ermeni vatandaşlarımızın kendilerini tedirgin hissetmemesi için gerçekten en başta iktidara çok büyük bir görev düşer, devlete büyük bir görev düşer. Orada patlayan her bomba, yandaş medyanın her haberi Türkiyeli Ermeni kardeşlerimizin tıpkı sevgili Hrant Dink'in ifade ettiği gibi "Bir güvercin tedirginliğiyle yaşamasına" sebebiyet veriyor.

NİLGÜN ÖK (Denizli) - Azerbaycan topraklarını kim işgal etti? Savaş nerede gerçekleşti?

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Ve şüpheli asker ölümlerinden bahsetmek istiyorum biraz. "Zorunlu askerlik görevi sırasında intihar etti", "kaza kuruşunu", "kalp krizi geçirdi." gibi ifadeler çıktı intihar eden askerlerle ilgili. En son İzmir Aliağa Kapalı Cezaevinde askerlik yaparken tehdit edildiğini ailesine bildiren jandarma er Osman Özçamlı şüpheli bir şekilde yaşamanı yitirdi, ailesi bu konuda suç duyurusunda bulundu. 2018 Ekiminde İslâhiye Jandarma Karakolunda Ömer Faruk Demirkol, Urfalı Ahmet Boztepe Ankara'da, Uşak'ta askerlik yapan er İmam Bildik, Batman'da Ermeni asıllı Türk vatandaşı er Sevag Şahin Balıkçı; bu örnekler uzayıp gidebilir. Bu intiharların bir bölümünün intihar olmadığı, gerçekten oradaki gençlerin etnik kimlikleri, inançlarından ve siyasi görüşlerinden dolayı bunlara maruz kaldıklarını aileleri iddia ediyor. Bu iddialarla ilgili şu soruları sormak isterim: Bugüne kadar şüpheli asker intiharları ve şüpheli kazalar sonucunda yaşamanı yitiren askerlerle ilgili etkin bir soruşturma ve kovuşturma yapıldı mı? Bu olaylarda sorumluluğu olan kaç komutana veya askere ceza verildi? Kaç komutan veya asker açığa alındı? Yaşam hakkı ihlali nedeniyle asker ailelerine tazminat ödendi mi?

Şunu ifade etmeliyiz ki savaş oldukça pahalı, şiddet, çatışma insanların canına mâl olan, doğaya, çevreye, yaşam alanlarımıza zarar veren bir şeydir. Zaten sanıyorum ki bu salonda, bu konuyla ilgili hemfikir olmayan hiçbir insan yoktur. Bakın, kayıtlara girmeyen, milyonları aşkın insan, sadece Suriye'de, Orta Doğu'da ve Kuzey Afrika'da son on senedeki savaşlarda gerçekten milyonlarca insan yaşamını kaybetti, milyonlarcası göç yolunu tuttu. Mesela Akdeniz'de insanlar, göçmenler, insan tüccarlarının eline düştü. Botlar bilerek patlatılıyor ve Akdeniz'in sularına gömülüyor bedenler. Böyle bir dramla karşı karşıyayız. Türkiye'de 4 milyona yakın Suriyeli var ve Türkiye'de Kürtlerle yaşanan çatışmada 40 bini aşkın insan yaşamını yitirdi. Burada Kürt'ün de, Türk'ün de anası ağladı, ağlamaya da devam ediyor. Vaktizamanında devletin bir teklifi vardı ve onu ben buradan hatırlamak istiyorum: "Düz ova siyasetine cağrı."

Bakın çözüm süreci başlamıştı 2013'te ve o dönemdeki bütçeyle ilgili birkaç rakamı ifade etmek isterim: Millî Savunma Bakanlığı bütçesinde önceki yıla göre 2,3 milyar artış yaşanmıştı. Çözüm süreci döneminde ciddi bir düşüş yaşandı. Millî Savunmanın bütçesi 2014 yılında 1,4 milyar TL, 2015 yılında ise 949 milyon TL artış sağladı. Yani çözüm süreci, Türkiye'nin hazinesinin savunmaya daha fazla para ayırmasının önüne geçti. Şu kısacık zaman zarfı böyle bir deneyimi yaşadık, bu deneyim gerçekten önemli. Denebilir ki "Biz ne olursa olsun paramızı da harcarız -zaten sunumunuzda da ifade ettiniz- can da verilir." Şüphesiz ki benim derdim bunları burada tartışmak değil ama burada barışı zorlamanın, burada savaşla bitiremediğimiz sorunları siyaseten nasıl bitirebileceğimizin, sosyolojik çalışmasının, toplumsal çalışmasının, demokratik Anayasa çalışmasının, ülkenin demokratikleştirilmesinin, bütün bunların da savunmada önemli yeri olduğunu ifade etmek isterim.

Sayın Bakan, siz de bahsettiniz, S-400, F-35'le ilgili. Bu iki projeye ortalama 6 milyar dolar harcandı. ABD tabii ki S-400'ü kabul etmiyor, kıyameti kopardı zaten; F-35 programından da parası ödendiği hâlde Türkiye'yi çıkardı. Burada demin de ifade ettim, evet, savunma çok önemli, olmazsa olmazdır. Bu bir topluluk için de öyledir, bir birey için de öyledir ama gerçekten tek başına "savunma" dediğimizde aklımıza savaş, çatışmalar, silah ve buralara ayrılan büyük, devasa paralar değil, insanlığa en büyük katkı barış, diyalog ve diplomasiyi hayata geçirebilmek ve esas yüksek becerinin buradan geçtiğini ifade etmek isterim. Toplumu, demokrasi iklimine taşımak dışında gerçekten başka bir çaremiz yoktur.

Şunu da bir yanıyla sormak, bir yanıyla ifade etmek isterim: İdlib'de askerlerimiz yaşamlarını kaybetti. Ülke hâlâ onun şokunu atlatamamış durumda ve şimdi Rusya ve ABD'yle yaşanan bir sarkaç siyaseti izlendi. AKP, hele iktidar son zamanlarda Avrasya Paktı ve NATO arasında çok ciddi gelgitler yaşıyor stratejik olarak ve bunun bedelini de ne yazık ki Türkiye'nin halkları ödüyor. Şimdi, "Madem S-400'lerin devamı alınmıyor ya da aktifleştirilmiyor, o zaman İdlib'den çıkın." gibi pazarlıkların döndüğü de kulağımıza gelen bilgiler ve yorumlar arasında. Şimdi, Türkiye İdlib'deki bazı gözlem noktalarından çıkıyor. Orada süreç nasıl devam edecek bunu merak ediyoruz.

Şunu da ifade etmem lazım ki: Pazarda bir kadın "Soğan bile alamaz hâle geldik." dediğinde Sayın Cumhurbaşkanı "Sen merminin fiyatını biliyor musun?" şeklinde cevap verdi. Sokağın sesini duymak lazım, başta iktidar olmak üzere duyması lazım, biz bir tebdilikıyafet önermek isteriz, gerçekten sokak açlık ve yoksulluktan kırılırken. Ve şu anda yapılan anketlerde "Bu ülkenin güvenlik problemi mi var, açlık problemi mi var?" dendiğinde "İktisadi kriz, ekonomik kriz bu ülkenin birinci sorunudur." şeklinde anketlerde üst sıralarda yer aldığını da biliyorsunuz.

Son olarak şunu ifade etmek isterim: Çıkarsızlar, insan ve doğa severler, eşitliği, adaleti, özgürlüğü ve kardeşliği kıble edinenler barış ister. Biz ülkemizde, demokrasinin tesis edilmesindeki en temel engellerden biri olan...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Hatımoğulları, normal süreniz tamamlanmıştır, iki dakika içinde toparlarsanız sevinirim.

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Teşekkür ederim Başkan, tamamlıyorum.

Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözülmesi için, tarafların bir araya gelip diyalog sürecini başlatması gerektiğini düşünüyoruz. Suriye'de, Irak'ta Türkiye askerî unsurları geri çekilmeli ve her iki ülkenin içinde bulunduğu durumdan çıkması için siyasi çaba sarf etmelidir. "Komşuda huzur varsa bizim evde de huzur var." Bu en iyi savunma stratejisidir.

Doğu Akdeniz hidrokarbon arama ve sondaj faaliyetlerinde kıyıdaş ülkelerle köprüler son zamanlarda uygulanan stratejiyle iyice atılmış durumda. Akdeniz'e kıyıdaş olan ülkelerle bir an önce diyalog yolunu bulmamız lazım. En iyi biçimde diplomasi yürütülmeli, Türkiye halklarının çıkarları elbette bizler için de çok önemlidir. Kimsenin hakkı kimsede kalmasın ama iktidarın bu konuda izlediği stratejisini gerçekten at izi ile it izinin birbirine karıştığı şeklinde ifade etsek abartmış olmayız. Bu stratejiler uygulanırsa ülke kaynakları mermiye, S-400'e gitmez; sağlığa, eğitime, istihdama gider diye düşünüyorum.

Sözlerimi şair Aram Tigran'ın şu sözleriyle bitirmek isterim: "Dünyaya bir daha gelirsem ne tank ne tüfek ne silah varsa hepsini eritip saz, cümbüş ve zurna yapacağım." der. Bu coğrafya çok acı çekti, çok kan aktı topraklarımızda, çok yoruldu bu coğrafya, çok yorulduk. Sazı, cümbüşü çoktan hak ettik.

Teşekkür ederim.