KOMİSYON KONUŞMASI

OYA ERSOY (İstanbul) - Bütün Komisyon üyelerini saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, Sayın Bakanın konuşmasında gerçekten toz pembe bir tablo çizildi. Belki bu tablo neoliberal politikaların ilk başlarında yeterli sayılabilirdi, idare ediyordu yani ama şu an itibarıyla neoliberal politikaların yıkıcı sonuçlarını yaşıyoruz, bu çok net. İklim krizi, deprem, pandemi, sel, bunların hepsi sürdürülen politikaların birer sonucudur. Bilim insanları dünyada pandemiyi ortaya çıkaran nedenler arasında ekolojik tahribatı, yaban hayatına müdahaleyi, kontrolsüz kentleşmenin ilişkisini tartışıyor ve bunlar konusunda da bütün herkesi uyarıyor ve eğer önlem alınmazsa yeni pandemilerle de karşılaşacağımıza dair uyarılarda bulunuyor. Türkiye'ye baktığımızda, coronavirüs önlemlerinin hepsi, farkındaysanız "30 büyük il ve Zonguldak" denilerek alındı. Niye Zonguldak? Çünkü Zonguldak'ta termik santraller var ve termik santraller yüzünden de Zonguldak'ta yaşayan insanların çoğunluğunda zaten akciğer rahatsızlıkları var. Bu yüzden, vaka ve ölüm sayılarının fazla olması da tesadüf değildi ve yalnızca Zonguldak'ta değil, sanayi kentlerinde ve termik santral bulunan kentlerde benzer durumlar ortaya çıktı. Buna rağmen termik santraller çalıştırılmaya devam edildi, üstelik zehirli gaz salınımında mevzuata göre belirlenen limiti aştığını da gördük. Nerede gördük? Mesela Muğla'da, kömürlü termik santrallerin bulunduğu Kemerköy, Yatağan, Yerköy'deki hava kalitesi istasyonları hiç çalıştırılmamış, buna tanık olduk. Şimdi yaptığın mega projeler, İstanbul Havalimanı, HES'ler, JES'ler, köprüler hem halkın hayatını tehdit ediyor, yoksullaştırıyor hem de doğanın talanına sebep oluyor ve pandemi, ekolojiye ilişkin politikaların çok net ki doğayı, ekolojik dengeleri ve halkın yararını gözeten bir şekilde acilen düzenlenmesi gerektiği yönünde bir uyarıdır, böyle alınması lazım bütün devletler açısından ama siz sermayenin çıkarı için her yolu mübah saydınız ve pandemi döneminde baktığımızda doğa talanına da hız kesmeden devam ettiniz. Dünya coronavirüs salgınıyla mücadele ederken su kaynaklarına zarar verecek, havayı kirletecek, bilim insanları tarafından ekolojik kırım anlamına geldiği konusunda uyarılan Kanal İstanbul Projesi'nin ilk ihalesini yaptınız. Salgını fırsata dönüştüren sermaye grupları iktidarın himayesi altında Artvin, Rize, Bursa, Eğirdir'de halkın karşı çıkmasına rağmen HES projeleri yatırımına devam etti ve bilim insanları ve çevreciler uyarıyorlar: "Kanal İstanbul, İstanbul'un ormanlık alanlarını, tarım arazilerini, yer altı ve yer üstü sularını, havasını, doğal yaşam alanlarını ulaştırma projesi adı altında imara açacak ve yok edecek." Bakın, İstanbul halkı da buna karşı çıkıyor. Peki, kim istiyor? Kimin istediği de malum onlara çok girmeyeceğim ama çok açık konuşalım, bu proje bir ulaşım projesi değildir. Devasa bir gayrimenkul geliştirme, yerli yabancı inşaatçıyı, betoncuyu, batık müteahhitlerinizi kurtarma projesidir ve o yüzden siz bu projeye bel bağladınız. Çünkü ekonomik kriz, krizi fırsata çevirme ve sermaye lehine kullanma konusunda inşaat, turizm, finans sektöründeki sıkışıklığınızı bu projeyle aşacağınızı düşünüyorsunuz. Ama uyarıyorum, buradan bir kez daha uyarmak istiyorum, çılgın proje adını verdiğiniz bu proje aslında sizin işin sonunu hiçbir şekilde düşünmeden, çıldırmışçasına İstanbul'a saldırdığınız bir projedir. Bakın, bu proje yapılırsa İstanbul'un yirmi dört günlük suyunu karşılayan Sazlıdere Baraj havzası ortadan kalkacak. Yine İstanbul'un ikinci büyük su varlığı Terkos Gölü tehdit altında. Kanalın geçtiği yerlerdeki yer altı suları tuzlanacak, bugüne kadar önlem almadığınız İstanbul depremi için ciddi bir tehdit yaşanacak ve İstanbul halkı sadece İstanbul depremiyle değil aynı zamanda bu deprem sonucunda oluşacak tsunami tehlikesiyle de karşı karşıya kalacak. Bakın, yıllardır sahillere, yaylalara, ormanlara, akarsulara verdiğiniz zararı belki doğa zamanla telafi edebilir ama bu İstanbul kırımının tedavisi yok, doğanın bu tahribatı yeniden yerine getirme, giderme olanağı da yok. O yüzden bundan derhâl vazgeçilmesi gerektiğini bir kez daha burada söylemek istiyorum.

Şimdi, pandemi sürüyor ve siz bu hafta Genel Kurula getirdiğiniz enerji piyasası torba kanunuyla maden şirketlerine, enerji şirketlerine sayısız avantajlar getirdiniz ve getirmeye de devam edeceksiniz, önümüzdeki hafta görüşülmesi devam edecek. Kritik maddelerden biri geçtiğimiz hafta geçti. Kaz Dağları'nda 400 bin ağacı katleden, ruhsat süresi de 13 Ekim 2019 yılında dolmuş olan ve bir yıldır da ruhsatsız olarak Kaz Dağları'nda, memleketimde, işgalde bulunan Alamos Gold'un ruhsat süresi uzatılmış oldu, geçtiğimiz hafta görüşülen maddelerden biriyle yani oradaki işgal yasalaştırıldı. Kaz Dağları'nda Kirazlı Balaban mevkisinde eğer bu proje devam ederse 72,5 milyon ton kazı yapılacak ve altını ayrıştırmak için de yılda 3.150 ton siyanür kullanılacak. Fotoğraflarını her yerde gösteriyoruz, o siyanür havuzlarını orada, uçakla geçerken bile görebiliyorsunuz, ne duruma gelmiş kaz Dağları'mız. Ayrıca, birinci derece deprem bölgesinde olduğunu belirtmek istiyorum, Kuzey Anadolu Fay Hattı zonu içerisinde yapılan projenin.

Şimdi, deprem demişken İzmir depremi bir kez daha depremin ne olduğunu bize gösterdi. Maalesef 116 yurttaşımızı kaybettik ve şimdi Mecliste Plan ve Bütçe Komisyonunda 2021 bütçesini görüşüyoruz. Türkiye'nin üzerinde bulunduğu topraklar, yüzde 98'i aktif olan ve farklı deprem kuşakları üzerinde yer alıyor ve böyle bir deprem ülkesiyiz. Türkiye'nin yüz ölçümünün yüzde 92'si deprem bölgeleri içerisinde. Nüfusun yüzde 95'i deprem tehlikesi altında yaşıyor ve büyük sanayi merkezlerinin yüzde 98'i, barajların yüzde 93'ü deprem bölgesinde bulunuyor. 19 Ağustos depreminden sonra yapılması gerekenler çokça konuşuldu. Ben burada önce ne yaptığınızı söylemek istiyorum. Sizler saydınız neler yaptığınızı ama asıl yaptıklarınız şunlar: Deprem vergilerini, özel iletişim vergisi adı altında kalıcı hâle getirdiniz ve "Deprem vergileri nerede?" sorusuna hiçbir zaman cevap vermediniz. Alanında uzman kişilerden oluşan, bağımsız Ulusal Deprem Konseyi vardı, bunu lağvettiniz. DASK Zorunlu Deprem Sigortası Fonu inşaat sektörüne peşkeş çekildi. Deprem toplanma alanlarına AVM'ler diktiniz. Halkın parasını halkın yaşayabileceği güvenli konutlar ve depreme karşı dayanıklı şehirler için kullanmadığınız bugün hâlâ görünüyor, bunun en son örneği de İzmir oldu. Depremin merkez üssü Ege Denizi'ydi ama Bayraklı yıkıldı. Peki, neden Bayraklı yıkıldı? Çünkü Bayraklı 2001 yıllarının başından itibaren biliyorsunuz İzmir'in Manhattan'ı olarak pazarlandı ve inşaat şirketlerinin rekabet alanı hâline getirildi. Özellikle, İzmir Jeoloji Mühendisleri Odasının uyarılarına rağmen yüksek yapılaşmanın önü açıldı, o bildiğimiz Biva Tower, tower'la biten bir sürü inşaat şirketlerinin gökdelenleri yükseldi oralarda ve Bayraklı toplu iş yerleri, turizm, ticaret bölgesi hâline getirildi. Yani Bayraklı, rant ve kâr odaklı kent yapılaşmasının somut bir örneğidir. Yapılaşmaya uygun olmayan arazilerin imara açılması depremin merkez üstünü Bayraklı'ya taşıdı çünkü 90'ların başında bu proje uygulanmadan önce Bayraklı tarım arazisiydi ve hâlâ da güncel alüvyon toprak ile kaplı bir alan yani yapılaşmaya uygun olmayan bir alanda gökdelenler dikildi. Yıkımı büyüten ikinci neden; denetimsizlik ve çıkarılan imar afları. Yılmaz Erbek Apartmanı ve Rıza Bey Apartmanı -herkesin çokça duyduğu, televizyonlardan da duyulan 2 apartman- altında yer alan market ve kafelerin kolonlarının kesildiği iddiası savcılık bilirkişi raporuyla doğrulandı ve sadece Bayraklı ilçesinde değil, İzmir'in genelinde de faaliyet gösteren pek çok işletmenin benzer biçimde ve Türkiye'de de aynı şekilde, benzer şekilde alan açmak, kendi alanının genişletmek için kolon kestiğini biliyoruz. Ve burada suçlu sadece müteahhitler değildir burada asıl sorumlu kamusal denetim görevini yapmayan, yerine getirmeyen, bunun yanı sıra imar afları çıkarılarak da ruhsatsız yapıları -tırnak içinde- güvenli yapı statüsü sayan sizin politikalarınızdır. Bir şey hatırlatmak istiyorum: Yıl 2018, en son imar barışı denilerek imar affı getirildi ve dönemin Çevre ve Şehircilik eski Bakanı Mehmet Özhaseki: İmar affı programı çerçevesinde 50 milyar lira toplanmasını umduğunu ve bu paranın depreme karşı kentsel dönüşüm amaçlı belediyelere sıfır faizle verileceğini söylemişti. Şimdi soruyorum: Deprem vergileri dışında da imar affı süresi boyunca toplanan 23,5 milyar lira civarındaki kaynak nereye gitti? Depremle mücadele amacıyla kullanılacağı söylenen bu para nereye kullanıldı?

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Ersoy, normal süreniz tamamlanmıştır, bir dakika ek süre veriyorum lütfen tamamlayınız.

OYA ERSOY (İstanbul) - Burada, önemle altını çizmek istiyorum: Deprem bilimsel bir gerçekliktir ve bir yapının dayanıklılığı kadere bağlanamaz bilimseldir, tekniktir ve teknik gereklilikler yerine getirilerek depreme dayanıklı yapılar inşa edilebilir ve "Riskli binalarda oturmayın." diyerek vatandaşın üzerine sorumluluk yıkılamaz. Tüketim, rant ve kâr odaklı kent politikaları bu yüzden derhâl terk edilmelidir. Yaşam hakkını önceleyen, insan, doğa ve tüm canlıları odağına alan bir kent planı için yerel yönetimler, emek ve meslek örgütleriyle birlikte kent koordinasyonları kurulmalıdır ve halkın güvenli konutlarda oturma ve temiz bir çevrede insanca yaşama hakkı vardır. Halkın kendi yaşamlarıyla ilgili söz ve karar hakkına sahip olduğu mekanizmalar acilen yaratılmalıdır.

Depremle ilgili daha çok konuşacağımız şey var ama sürem bittiği için devam edemiyorum ancak sadece şu konuda uyarmak istiyorum: Özellikle, kamu binalarının depreme karşı güvenli olmadığını hem arada yaşanan İstanbul depreminde hem İzmir depreminde bir kere daha gördük. İstanbul depreminde hem hastaneler hem okullar kapatılmak zorunda kalmıştı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Evet, son bir cümle alalım.

OYA ERSOY (İstanbul) - Özellikle, hastanelerin, okulların başta olmak üzere kamu binalarının depreme dayanıklı olması önemlidir.