| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi (1/281) ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifi (1/280) ve Sayıştay tezkereleri a) Dışişleri Bakanlığı b) Avrupa Birliği Başkanlığı c) Türk Akreditasyon Kurumu ç) Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı d) Türkiye Ulusal Ajansı |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 24 .11.2020 |
HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan, değerli bürokratlar; hepiniz hoş geldiniz.
Tabii, yürütme olarak buradasınız. Maalesef yasama olarak çok böyle iç açıcı bir durumda değiliz, müzakere etme biçimimiz itibarıyla.
Değerli Başkanım, benim sizden de ricam, ben Ünal Bey'i tebrik ediyorum şu açıdan: Bütün o gürültüye rağmen konuşabildi. Vallahi ben yapamıyorum bunu, çok samimi söylüyorum. (Gürültüler)
YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - İçinizden gelmiyor.
HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Arkadaşlar, çok müdahil oldukları zaman dağılıyoruz, konuşamıyoruz; dolayısıyla öylesi durumlarda Sayın Başkanım ben susacağım sizden de daha sonra süreme eklemenizi rica ediyorum. Sizin takdirinize bırakıyorum.
Kıymetli arkadaşlar, tabii, Meclisteyiz. Meclis istişare yeri. Biz -en azından beş yıldır, beş bütçedir Sayın Bakan geliyor- burada istişare etmeye çalışıyoruz fakat doğrusu Meclis'te çok fazla yaptığımız bir istişare söz konusu değil çünkü muhalefetin, neredeyse yüzde elliye varan muhalefetin bütçenin içeriğine dair, kullanılmasına dair çok fazla bir etkisi olmuyor. Yapılan eleştirilerin de biz çok fazla dinlenilmediğini, kale alınmadığını düşünüyoruz.
Şimdi, geçen sene 2019 bütçe konuşmasına dair biraz notları karıştırdım. Dün, baktım yani hani geçen seneden bu seneye durumumuz nedir? Sonra 2018'e baktım, 2017'ye baktım, böyle geçmişe doğru baktım. Gerçek olan şöyle bir durum var: Sayın Bakan, kırk kırk beş dakika bir sunumunu yaptı, doğal olarak yani yaptıklarını anlattılar. İyi olmayan bir şey, içinde çok özeleştirel herhangi bir şey bulamadık, şahsen dikkatlice de takip etmeye çalıştım.
Şimdi, her sene milyarlarca para veriliyor Dışişleri Bakanlığına. Dışişleri Bakanlığı ne yapar? Aslında işi bir taraftan çok basit, tanımlama itibarıyla ama bir taraftan da zor. Bütün dünyada Türkiye'nin bir bütün olarak ulusal çıkarlarını temsil etmek, bunları savunmak zorunda fakat -daha önce de ifade ettik, tekrar ifade etmekte fayda var- ulusal çıkarı tariflerken ulusa danışmak lazım, genele danışmak lazım, muhalefet dâhil. Dolayısıyla bu konuda Türkiye'nin ulusal çıkarlarını tarif ederken Hükûmetinizin, partinizin ya da içinde birlikte ittifak olduğunuz kesimlerin, çıkarlarını ulusal çıkar olarak sunuyorsunuz ve bunu da Türkiye'nin genel çıkarı olarak sunuyorsunuz. Biz bunu eleştirdiğimiz zaman, işte Türkiye'nin çıkarlarına, ulusal çıkarlarına karşı gelen hainler, vesaire gibi birtakım yakıştırmalarla maalesef yüz yüze kalıyoruz. Geçen seneki konuşmalarda şöyle bir ifadem olmuş: Türkiye'nin dış politikasının bir hedefi yok, bir ekseni ve yörüngesi de yok. Yoğunlukla reaksiyonel, tepkisel -yani durumlara tepki veren- önemli oranda transaksiyonel bir diplomasi yani spesifik konular üzerinde böyle hani pazarlıkla yürütülen birtakım diplomatik girişimler söz konusu.
Daha önce de söyledik, altını çizelim, dış politika sürekli olarak iç politika malzemesi olarak Türkiye'de maalesef kullanılıyor. Çok küçük bir örnek vereyim. Mesela Cumhurbaşkanı birkaç gündür ya kongrelerde yaptığı konuşmalarda Avrupa Birliğine dair fikirlerini açıklıyor. Yani bunun yeri var, bakın Avrupa Birliği Başkanlığı var, Dışişleri Bakanlığı var, yüksek istişare kurulları var, oturursunuz müzakere edersiniz fakat seçim meydanlarından, kongre alanlarından bir şekilde mesaj vererek bir hani diplomatik söylem tutturuyor. İç politika malzemesi dedik. Son derece popülist, yoğunlukla militarist, özellikle son birkaç yıl içerisinde yani askerî gücü diplomatik kanalları açmak için kullanan, diplomasiyi genel anlamda bir asayiş meselesine indirgeyen bir yaklaşım söz konusu. Çünkü ben daha önce de bütçedeki tartışmaları dinledim, birçok arkadaş kendi asayişimizi, güvenliğimizi sağlamak için böyle daha agresif, daha saldırgan bir dış politika izlememiz lazım gibi meşrulaştırmaya çalışıyorlar.
Bunun dışında kurumsallıktan uzak yani kurumlar önemli oranda dağıldı, liderlere dayalı... Geçen sene öyle demişiz, çoğu zaman işte "Dostum Trump", "Dostum Putin" şeklinde giden yani şahsileşmiş ilişkilerin önem kazandığı -kurumsal ilişkiler tam anlamıyla kaybolmuyor ama daha böyle şahsileşmiş- ilişkilerle giden bir süreç. Şimdi, bunun sonucunda ne? Şu an 2020 yılındayız, 2021 yılında kullanacağınız bütçeyi tartışıyoruz, Türkiye'nin genel durumu ne? Genel durumu önemli oranda bir diplomatik izolasyon içerisinde Türkiye. Sadece Batı'yla yaşadığı meselelerde değil kıymetli arkadaşlar, hemen birkaç örnek vererek gireyim böyle bir, bir. Şimdi, Amerika Birleşik Devletleri'yle S-400, Suriye meselesi, Halkbank davası gibi işte Fetullah Gülen'in iadesi gibi birçok konuda Türkiye ile Amerika arasında bayağı zamandır problemler devam ediyor. Geçen dönem Trump'la kurulan şahsi birtakım ilişkiler üzerinden, biraz kısmen damat diplomasisi üzerinden belli bir mesafe alındı fakat... Ha, şunu da söylemeden geçemeyeceğim, seçim sonuçlarını Türkiye'deki televizyon kanallarından izlerken çok ibret verici bir durum vardı. Sayın Bakan, gerçekten Hükûmete yakın kanallar nasıl bir Trumpçı olmuşlardı, ben hayretler içinde kaldım. Yemin ediyorum, çok tuhaf bir durumdu. Bunu şunun için söylüyorum: Yani şunu anlıyoruz, Sayın Cumhurbaşkanı ile Trump arasında belli bir ilişki hani söz konusu vesaire de ya Trump, görmüş olabileceğimiz Amerika tarihinde en ırkçı, en İslam karşıtı insan, bunu bu kadar aleni bir şekilde söylüyor. Hani muhafazakâr değerlere, hani İslami değerlere saygısı olduğunu iddia eden kesimlerde Trump'çılık -bunu gerçekten izlemek- çok hazindi. Bu konularda Biden çok daha iyi midir, ayrı bir tartışma konusu fakat şunu söyleyebiliriz: Trump Türkiye'yle ilişkilerinde, Avrupa'yla ilişkilerinde kendisiyle başlayıp kendisiyle bitiren bir tarza sahipti; Avrupa Birliğinin liderleriyle didişiyordu, NATO'yla didişiyordu, biliyorsunuz. Sadece Amerika'daki dış politika kurumlarını dağıtmakla kalmadı, Transatlantik kurumlarını önemli oranda çökertti ve Türkiye'de açıkçası hem Amerika ile Avrupa arasındaki çelişkileri hem NATO içerisindeki çelişkileri hem Avrupa Birliği içerisindeki çelişkileri kullanarak belli bir mesafe aldı fakat Biden'ın gelmesiyle birlikte bireysel siyasetten kurumsal siyasete doğru bir geçiş olduğunu şimdiden görebiliyoruz. Dolayısıyla bundan sonra telefonun karşı tarafında konuşup ikna edebileceğiniz ya da manipüle edebileceğiniz bir Amerika Başkanı olmayacak; kurumlar var, Dışişleri Bakanlığı var, Savunma Bakanlığı var, var da var, Ulusal Güvenlik Konseyi vesaire. Dolayısıyla bir taraftan Türkiye-Amerika ilişkileri de önümüzdeki dönem çok daha zor olacak, öyle görünüyor. Artı, Amerika ile Avrupa özellikle NATO üzerinde birlikte çalışacakları için yani Batı bloku içerisindeki çelişkiler daraldığı için Türkiye'nin siyaset yapma imkânı o açıdan azalacak, çelişkileri birbirine oynayarak ve Avrupa ile Amerika'nın ortaklaşması sonucu Türkiye üzerinde özellikle yaptırımlar konusunda ciddi baskılar gelebilecektir.
Tabii ki Avrupa Birliğine bakarsak, biliyorsunuz 10 Aralıkta toplanacaklar, Türkiye'ye yaptırımlar dâhil birçok konuyu konuşacaklar Avrupa Birliği liderleri. Orada da belli bir sıkışma var, Sayın Bakan, siz çok iyi biliyorsunuz, ben de dış politikayı mümkün mertebe takip ediyorum. Çok uzun bir dönem, yani Türkiye'nin NATO üyeliğine, Türkiye'nin jeopolitik konumuna sürekli atfeden İngiliz ve Alman muhafazakârlar bile artık yaptırımlar konusunda baskıları kaldıramadıklarını alenen söylüyorlar, böyle bir durum söz konusu.
Şimdi, biliyorsunuz Avrupa Birliğiyle müzakere süreci fiilî olarak askıya alınmış durumda; vize serbestiyeti konusunda son 6 madde kalmıştı, bir ilerleme yok o konuda, vize serbestiyeti konuşmuyoruz aksine yeşil pasaportlara dahi önceden bildirim şartı getiriliyor Avrupa'yla olan ilişkilerde. En son, tabii, Türkiye açısından en önemli olan gümrük birliği; bir taraftan gümrük birliğinin modernleşmesi tartışmaları yapılırken bazı Avrupalı Hristiyan demokrat siyasetçiler -bir kulis bilgisi olarak söylüyorum- bir bütün olarak gümrük birliğinin rafa kaldırılması gibi hiç düşünemeyeceğimiz şeylerin tartışılmaya başlandığını söylüyorlar kıymetli arkadaşlar.
Burada hemen Kıbrıs meselesine, Yunanistan meselesine girelim, diğer konular hakkında fikirlerimi paylaşacağım ama Kıbrıs ve Yunanistan meseleleri Libya, Karabağ ya da Suriye, Irak'taki durumların dışında, bunlardan farklı olarak Avrupa Birliğinin egemenlik alanı içerisinde olduğu için Avrupa Birliği neredeyse bir bütün olarak yan yana geliyor; burada, Avrupa Birliğinin kendi içinde bu bütünlüğü sağlamasında tabii, Cumhurbaşkanının da büyük bir katkısı söz konusu; geçen sene Merkel'e -daha geçen sene, yılı dolmadı- Almanya'ya "Nazi artıkları" -hatırlayın- Macron'a "ruh hastası" diyen Cumhurbaşkanı bu birkaç gündür yapılan kongrelerde "Biz Avrupa'yla birlikte geleceğimizi kurmak istiyoruz." gibi bir noktaya geliyor. Açıkçası 10 Aralıkta ciddi yaptırımlar söz konusu olabilir. Sayın İbrahim Kalın, Brüksel'e gitti, ön almaya çalışıyor; Erdoğan yumuşak mesajlar veriyor, ön almaya çalışıyor. Hatırlayacak olursanız iki ay önce kadar yine Avrupa Birliği yaptırımlar konusunda toplandığında, hemen öncesinde Oruç Reis limana çekilmişti ve en azından bir müzakere, bir diplomatik zemin yakalayalım diye birtakım girişimler olmuştu, o zaman yaptırımlar gelmemişti ama şöyle söyleyelim: Türkiye ile Avrupa, Amerika arasındaki ilişkiler yapısal bir kriz içerisindedir, iki üç ay daha zaman alabilir ama Biden iktidara geldikten ve Avrupa'yla ilişkileri onardıktan sonra bu yapısal sorunlar bu şekilde ötelenebilecek sorunlar gerçekten olmayacaktır. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Batı yakasında ciddi anlamda bir diplomatik izolasyon derinleşecek. Yani Sayın Bakanın çizdiği portrenin dışında, resmin dışında biz son derece ciddi yaptırımlar gelebileceğini düşünüyoruz, ilişkileri allak bullak edecek bir seviyeye gelebilir fakat mesele sadece bu değil kıymetli arkadaşlar; Doğu Akdeniz'de Libya'daki durumlar yüzünden Türkiye'nin aynı zamanda Suudi Arabistan'la, Birleşik Arap Emirlikleri'yle, Körfez ülkeleriyle de ilişkileri allak bullak olmuş durumda.
Sayın Bakan, 2015 yılında şurada, Ankara Garı'nda IŞİD bombalarıyla, DAİŞ bombalarıyla 103 kişi öldürülmüştü biliyorsunuz hepiniz. Benim hatırladığım kadarıyla o zaman bile bayraklar yarıya inmemişti. Ankara'da 103 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı insan, barış talep eden... Sonra Suud Kralı öldü, Türkiye'de bayraklar yarıya indirilmişti. Bunu daha önce Genel Kurulda konuşmuştuk. Şimdi, kendisi için, kralı için yarıya bayrak indirilen ülke Suudi Arabistan, şu an Türkiye'ye fiilî anlamda yaptırımlar uyguluyor ve Körfez ülkelerini de yaptırım uygulamaları konusunda teşvik ediyor.
Kuzey Afrika ülkelerinden Libya'daki meseleye dair bir iki küçük bir şey söyleyeyim Sayın Bakan: Hani, bu kargo gemisine Almanların çıkması, bunu araması vesaire, herkes oraya çok fazla takıldı fakat onun akabinde İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, birçok konuda yan yana gelemeyen bu ülkeler bir ortak açıklama yaptılar ve açıkça şunu söylüyorlar: "Libya'daki siyasal sürece müdahale olursa -kibar bir şekilde söylemişler- yani Türkiye eğer Libya'ya askerî malzeme ve milis göndermeye devam ederse, bu anlamda BM kararlarını hiçe sayarsa biz müdahale edeceğiz." Böyle, hani, çok da net, çok da diplomatik olmayan ifadeleri söz konusu.
Şimdi, kıymetli arkadaşlar, durumu böyle genel bir tarifledikten sonra, şöyle bağlamaya çalışayım yavaş yavaş: Türkiye'nin iç politikasında da dış politikasında da hâkim olan bir güvenlikçi mantık söz konusu Sayın Bakan. Ben -zamanımız fazla yok- buna kısaca -tırnak içinde- fetihçi mantık diyorum yani her tarafı yeniden fethedeceğiz. Bu, Karabağ olur; bu, Suriye olur; bu, Libya olur; bu, Mavi Vatan, Doğu Akdeniz olur ama bir şekilde militarize edilmiş askerî yöntemlerle biz son derece sert bir şekilde buralara müdahale edeceğiz çünkü şöyle bir düşünce var: "Sahada olamazsak masada da olamayız." İlginç olan şu: Sahada olmaktan kasıt, sadece askerî anlamda sahada olmak. Yani mesela, sahada olmanın kültürel biçimleri var, ideolojik biçimi var, ekonomik biçimi var, diplomatik biçimi var, binbir türlü biçimi var ama en azından bizim burada duyduğumuz, Hükûmetin sıklıkla dile getirdiği "Askerlerimizin botları yerde olursa biz masaya da oturuyoruz." Bakın, öyle olmuyor. Mesela, Libya'daki durumda gittikçe Türkiye'nin kontrolünden çıkan bir süreç söz konusu. Sizi temin ederim ki Libya'da -Libya için söylüyorum- Türkiye'nin desteklediği kesimler bile Fransa'yla, Mısır'la ilişkilerini düzeltip toparlamaya çalışıyorlar, rasyonel davranmaya çalışıyorlar; bir şekilde sadece Türkiye'ye angaje olarak orada iktidarda kalamayacaklarını, iktidar parçası olamayacaklarını pekâlâ biliyorlar.
Şimdi, iç ve dış politikayı büsbütün olarak bir asayiş meselesine indirgeyen Türkiye, bölgede tarihsel konumu itibarıyla yani bir Osmanlı bakiyesi bir ülke olması itibarıyla, bölgede olabilecek ideolojik, kültürel, bu yumuşak politikada aslında kullanılabilecek bütün bu güçlerini tüketmiş durumda. Ekonomik, kültürel, ideolojik, eğitim vesaire, bütün bu alanları, buradaki enerjisini soğurmuş, tüketmiş; asker, milis ve askerî malzeme ihraç eden bir noktaya savrulmuş dış politika itibarıyla. Çünkü Türkiye'nin yaşadığı meselelerin hepsine baktığımız zaman, hepsinde askerî gerilim söz konusu ve maalesef, Türkiye'nin, dönem dönem bu askerî gerilimleri aslında daha da azaltıp daha yumuşak bir şekilde arabulucu olma imkânı varken dahi, bu dönemin ruhu gereği bunu yapmaktan imtina ettiğini ve popülist, milliyetçi bir şekilde iç politika malzemesi olarak diplomasiyi, maalesef, kurguladığını görüyoruz.
Kıymetli arkadaşlar, ilginç bir durumu ben tekrar burada ifade edeyim. Sayın Bakan, geçen defa da söylediniz, konuşmanızda vardı geçen sene, bu sene de hatırlıyorum. Sürekli bir "soydaş diplomasisi"nden bahsediyorsunuz. Soydaşlık üzerinden bir diplomasi. Şimdi, benim anlayabildiğim kadarıyla soydaşlıktan kastınız yani bu ülkede yaşayan insanların soydaşlarını kastediyorsunuz anlayabildiğim kadarıyla. Soydaşlardan kastınız yani soy olarak Türk olanlar, Türkçe konuşanlar; anlayabildiğim kadarıyla. Şimdi, ben bir Kürt arkadaşınız olarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Benim görebildiğim mesele Irak'ta, Suriye'de yaşayan Kürtlere soydaş gibi bakmıyorsunuz değil mi Sayın Bakan? Soru olarak bilahare cevaplarsınız. Soydaş milliyetçiliği üzerinden diplomasi tabii, hâliyle son derece sınırlı ve size açık söyleyeyim Türkiye'de yaşayan birçok insan kendisini bu söylemin dışında görüyor, ben dâhil olmak üzere. Bakın, konuşuyorsunuz aynı hassasiyetleri az önce Uygur Türklerine dair söylediniz, dönem dönem Bulgaristan'da yaşayan Türklere dair söyleniyor vesaire ama Türkiye'de 20 milyon Kürt var ve bir o kadar Kürt de Ortadoğu'da hemen Suriye, Irak, İran'da yaşayan Kürtler var. Tabii illaki o soydaş kavramını genişletin demiyoruz, kimse yanlış anlamasın. Soydaşlık üzerinden bir kimlik siyaseti, diplomaside bir kimlik siyaseti yapmanın son derece yanlış olduğunu düşünüyoruz. Bu, Azerbaycan olabilir; bu, başka bir şey olabilir; meseleye insani bir yerden, uluslararası hukuk açısından, hak, adalet açısından bakmak gerekiyor; etnik kimlik, ırksal kimlik üzerinden bakmamak gerekiyor. Maalesef Dışişleri Bakanlığının genel söyleminde böyle bir durum söz konusu.
Kıymetli arkadaşlar, son olarak Suriye meselesine girmek istiyorum. Suriye meselesinde -aslında herkes çok dedi de- ben daha önce Genel Kurulda göstermiştim. Ben de fotoğrafı burada göstermeye çalışıyorum. Sayın Bakan, siz de görün. Bir tanesi şu: Baba Esad'ın Arap Kemeri politikası, bu da Cumhurbaşkanının Birleşmiş Milletlerde sunduğu resim. Burada az önce "Biz terör koridorunu engellemeye çalışıyoruz..." Bunun adı Arap Kemeri'dir Sayın Bakan, altını çizerek söylüyoruz, oradaki Kürtlerin oradan gönderilmesi, yerine Türkiye'nin desteklediği Arap kesimlerin oraya yerleştirilmesi. Yani Baba Esad'ın yapamadığını Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yapmaya çalışıyor. Biz bunu da tarihe bir not olarak kaydediyoruz.
Sayın Bakan, son olarak birkaç tane soruyla bitirmeye çalışıyorum yavaş yavaş. Şimdi, Sayın Bakan konuşmasında, Suriye'de tırnak içinde "Terörden arındırılan yerlere 411 bin kişi yerleşti." dedi. Sayın Bakan, bir sorum, cevaplamanızı istiyorum, sonra: 411 bin kişi oraya yerleştirdiniz de yerleştirdiğiniz bölgelerde ne kadar insanı yerinden ettiniz? Çünkü Birleşmiş Milletler raporlarına göre yüz binlerce insan Afrin'den, Serikani'den, oradan, Türkiye'nin işgal ettiği yerlerden sürüldüler. Yüz binlerce insan nerede yaşıyorlar, ne yapıyorlar biz biliyoruz da Türkiye kamuoyu çok bilmiyor.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Özsoy, normal süreniz tamamlanmıştır.
İki dakika ek süre veriyorum, lütfen konuşmanızı tamamlayın.
HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım, bitiriyorum.
İki, Afrin'de zeytin ve zeytinyağı talanı gırla gidiyor. Kıymetli arkadaşlar, lütfen bağırmayın MHP Hatay milletvekili bile meseleyi gündeme getirdi, şöyle getirdi: "Afrin'den getirilen o yağlar, Türkiye'deki zeytinyağı piyasasını allak bullak etmiş durumda, esnaf sıkıntı yaşıyor." diye. Bunu değişik siyasi partiler de ifade ettiler. Fakat orada maalesef, kimse "Ya Afrin'in yağlarının burada ne işi var, Afrin'deki köylüler nereye gitti? O ağaçlarına kim kondu? O zeytinleri kim alıyor?" sorularını sormadı, sadece iç piyasa üzerindeki etkilerini söyledi. Böyle bir resim var, Türkiye'ye bu şekilde getiriliyor ve burada markalandırılıp bir şekilde uluslararası pazarlara satılıyor. Fakat bu, bir ganimet mantığıdır yani orada yerlerinden edilen Afrinlilerin zeytin ağaçları, zeytin yağlarını... Bu yakışmadı. Türkiye Cumhuriyeti devletinin desteklediği o çeteler var ya, ganimetlerle ayakta kalmaya çalışıyorlar. Bu zeytinyağları konusunda bir cevap bekliyorum.
3'üncü sorum, Heyet Tahrir Şam'a bağıl Kurtuluş Hükûmeti, Türk lirası kullanmaya başladı, bu Amerika'nın uyguladığı Sezar yasalarından sonra. Size de bir soru önergesi gönderdim Sayın Bakanım, bana iade etmişler çünkü şahsi düşüncelerimi... Tabii, şahsi düşüncelerim olacak, şunu sormuşum çok temel olarak: "Başka bir ülkenin sınırları içerisinde TL'nin maaş ödemeleriyle birçok mali ve ticari işlemde kullanılması, fiili bir mali ilhak durumu değil midir diyorum. Bunu şahsi düşüncem diye alıp bana iade etmişler yani Heyet Tahrir el-Şam Türkiye tarafından da terör örgütü ilan edildi, biliyorsunuz. Böyle bir örgütün hâkim olduğu bir yerde Türk lirası nasıl kullanılıyor maaş ödemelerinde, bu bir soru.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Ek süreniz de doldu toparlarsanız çok sevinirim.
HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Sadece hemen bitiriyorum Sayın Başkanım, hemen toparladım Sayın Başkanım, çok özür diliyorum.
Son olarak da Birleşmiş Milletlerin raporlarına ve Anadolu Ajansına yansıyan bir...
Hatay'da eğitim alan Suriyeli öğretmenler, Afrin'de Kürt çocuklarına Türkçe eğitim vermeye başlamış Sayın Bakan, aynı zamanda Kürtlere Afrin Eğitim Fakültesinde Arapça dilinde Türkçe öğretilmektedir. Yani bu, sanırım bu çarpıklığı yeterince ifade ediyor. Yani Türkiye'de uzun dönemdir devam eden asimilasyon, inkâr siyaseti şimdi de kültürel anlamıyla söylüyorum: Suriye Kürtlerine mi uygulanmaktadır?
Teşekkür ediyorum.