KOMİSYON KONUŞMASI

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Çok teşekkür ederim Saygıdeğer Başkan.

Evet, ben de sözlerime başlarken yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün 24 Kasım, tabii, başta başöğreticimiz olmak üzere ebediyete irtihal etmiş bütün öğretmenlerimizi rahmetle anıyorum. Özellikle sembol isimlerimiz var, Necmettin Yılmaz gibi, Aybüke Yalçın gibi evlatlarımız var, öğretirken katledildiler bunlar. Benim için daha önemli bir isim var. Öğrencilik yıllarımda, üniversitede aynı ranzada altlı üstlü yattığımız, aynı kabanı paylaşarak giydiğimiz, evlerimizden gelen azığı paylaştığımız Fevzi kardeşimi de rahmetle anıyorum. Tunceli Pertek'te, 1994 yılında -bugün soy, sop, köken sorgulaması yapanların- onun soyunu, sopunu, kökenini sormadan lojmandan çıkarıp sinsice katletmeleri benim içimde kanayan bir yaradır. Fevzi kardeşime de Allah'tan rahmet diliyorum.

Çok kıymetli hazırun, saygıdeğer milletvekili arkadaşlar; uluslararası ilişkiler -hakikaten sabahtan beri dinliyoruz- çok hassas bir alan. Burada çok düşünüp az konuşmak lazım, hamleleri yerli yerinde yapmak lazım. Baktığımızda, bütün bu ilişkileri deruhte edip, bir çerçeveye oturtup uygulamaya döken birtakım üst kurumlar var Birleşmiş Milletler gibi, AGİT gibi, NATO gibi, NATO PA gibi, Avrupa Birliği gibi. Bunların da çok üzerinde durduğu bizi bağlayıcı olan uluslararası birtakım temel ilkeler var, bunların birçoğu var ama bizim dilimize pelesenk olmuş üç ayaklı, çok önemli, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü. Böyle ağırlıklı olarak bir söylem çerçevesi çizilmiş. Şimdi bakınız, buna mukabil, her ülkenin bu tür kurumlarda, organizasyonlarda ilişkiler içerisinde olan ülkelerin de kendine özgü birtakım amaçları, hedefleri, ülküleri, ilkeleri ve menfaatleri söz konusu. Dolayısıyla, biz bu kurumlar bağlamında görüşmelerimizi yaptığımızda mutlaka pergelimizin bir ayağını sabit tutup yani edindiğimiz değerler, ilkeler, hedefler, amaçlar neyse onlara bağlılıklarımızdan taviz vermeden elbette ki uluslararası hukuka, demokrasiye, insan haklarına katkıda bulunmayı hedefliyoruz fakat tabii -amiyane olacak ama tabirimi bağışlayın böyle nezih bir ortamda- kazın ayağı hiç de öyle değil yani işin uygulaması teoriden çok farklı. Uygulamaya baktığımızda, benim aklıma ünlü Fransız kuramcı Michel Foucault'un sözü geliyor: Siz ne yaparsanız yapın, haklılığınız ne kadar olursa olsun, güç her şeyi manipüle eder. Bu, insanlık tarihi sürecinde, baktığımızda, hep böyle olmuştur. Hatta bölgemizi ilgilendirmesi hasebiyle, Edward Said bunu daha da sistematikleştirmiş, bölge genelinde ifade etmiştir. İşte bir oryantalizm kavramı geliştirmiş ve bunun tanımını da şöyle yapmıştır. Yani karşılığında oksidentalizmin olmadığı... Niye? Çünkü Batı hegemonyasının çok baskın olduğu bir bağlamda, güç her zaman manipüle ettiğinden hareketle Doğu her zaman Batı tarafından tanımlanmış ve konumlandırılmıştır. Dolayısıyla, bu bakışa -biraz önce, benden önce konuşan arkadaşlarımız da ifade ettiler, Sayın Sındır bu çifte standardı kısmen ifade etti- evet, şahit olduk, yüzyıllardır biz buna tanıklık ediyoruz, hâlâ etmekteyiz. Nedir bunlar? Özellikle uluslararası ilişkilerde baktığımızda -bakınız, söylem ne kadar insancıl, ne kadar içi uluslararası evrensel değerlerle dolu olursa olsun- uygulama buradan çok uzakta.

Değerli arkadaşlar, şimdi, biraz somutlaştıralım isterseniz, hafızalarımızı biraz tazeleyelim ki bundan sonraki atacağımız adımlara biraz ışık tutsun. Çünkü bunu bire bir tercüme eden arkadaşlar hakikaten ifadelerini çok net bir şekilde ortaya koyuyorlar, tepkilerini söylüyorlar. Şimdi, Allah aşkına, elli yıldır bizi meşgul eden bir Kıbrıs sorunu var yani Kıbrıs söz konusu olduğu zaman -biraz önce ifade ettiğimiz- bu uluslararası kurumlar içerisinden lehimize bir cümle duymuyoruz. Bırakın cümle duymayı, bugün arkasına düşüp aynı sufleleri paylaşanlara sesleniyorum özellikle. Yani federatif ya da konfederatif hatta Annan Planı içerisindeki daha fazla tavizkâr birtakım tekliflere rağmen kabul edildi mi? Çünkü ana mesele şu: Orada Avrupa Birliği ülkeleri ya da bu güç odaklı yapıların gördüğü bir şey var, net bir resim: Orada bir toplum var, orada Türk diye bir varlık yok, Türk toplumu diye bir varlık yok, orası Rumların, orası sadece Rumlara ait. Hâlbuki 1960 ve öncesi hukuk da bunu reddediyor aynı zamanda. Dolayısıyla, devamında Maraş'ın açılması; bunun devamı, efendim, 2 devletli çözüm... Yani dışarıdan buna itiraz olur da içeriden artık...

Geldiğimiz son nokta, bundan başka çözüm yok, denenmişleri tekrar ısıtıp ısıtıp canımıza kimse çekmesin. Artık denenmemişe ya da çözüme odaklı somut bir adım neyse onu atacağız.

Şimdi, diğer bir mesele Doğu Akdeniz. Şimdi, Doğu Akdeniz'de, inanın, coğrafi, stratejik, ülküsel, ilkesel, inançsal bağlantısı çok fazla olmayan ülkeler ahkâm kesiyor ve biz de bunu kabul ediyoruz; onların düşüncelerini, ifadelerini dikkate alıyoruz; hatta getirip buralarda pişirip pişirip tekrar ediyoruz ama diyemiyoruz ki "Bizim 800 küsur kilometrelik bir hattımız var yani bizi küçük bir balıkçı barınağına hapsetme girişimlerine niye birlikte hareket etmiyoruz?" İşte bu, birlikte hareket etmek için büyük bir fırsat. Burada "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır." demek zorundayız.

Aynı şey Libya için geçerli. Allah aşkına, Yunanistan gerçekten böbürlene böbürlene Mısır'la yaptığı ikili anlaşmayı övüyor, anlatıyor. Kıbrıs Rum kesimiyle yapıyor, İsrail'le yapıyor, bunları anlatıyor ve iç kamuoyunda, iç siyasi bünyesinde ortak birlik olarak algılanıyor ama biz Libya'yla bir anlaşma yaptık; başımıza gelmeyen kalmadı, almadığımız eleştiri kalmadı ama eleştirilerde öyle bir tutarlılık var ki dışarıda ne söyleniyorsa içeride de bazı ağızlar tarafından aynı şey söyleniyor. Efendim, neymiş birisi sekülermiş, birisi daha cihadistmiş. Bu aralar biz uluslararası platformlarda en büyük mücadeleyi bu kavramsal bağlamda veriyoruz. İnanın, bazen yabancıya anlatıyoruz, yabancıyı ikna ediyoruz ya: "İslamik terörizm olmaz; efendim, cihadist bir devlet olmaz. Bu adamlar ne İslam ne devlet." Bunu anlatıyoruz ama biz oralara hâlâ takılıyoruz.

Şimdi, Suriye meselesi kendiliğinden oluşmadı ki. Bakınız, uluslararası global bir mesele olduğuna herkesin "Evet." dediği bir şey var: Terör. Evet, Afganistan'da Amerika niye var? Terör. Eyvallah, kabul ettik. Peki, benim güney sınırımdaki terör, bir NATO üyesi olarak 5'inci maddeyi hatırlatarak, Birleşmiş Milletlerin 51'ini hatırlatarak söylediğimde, yardım istediğimde oradan bir karadan atılan füzeyle 17 yaşında bir kızımız uyurken katledilince ben de feveran edip "Savunma sistemim yok, hava savunma sistemim, ne olur bize yardım edin!" dediğimde söküp alelacele götürdüler, mevcutları da götürdüler. Şimdi, ben bu bağlamda, aç kalınca, susuz kalınca -uluslararası literatürden çıkayım- insani bir şey olarak bir savunma psikolojisi içerisinde ihtiyacım olan bir şeyi tedarik etmeyecek miyim? Niye karşı çıkıyorsunuz? Önce hafife almalar, basitleştirmeler, karikatürize etmeler, sonra karşı çıkmalar.

Şimdi başka bir mesele; hakikaten bizi içten içe yakıyor. Sabah, dün de düştü bu haber: "IŞİD'le mücadele... DAEŞ'lileri, IŞİD'lileri Türkiye muhafaza ediyor." Ya, şu anda Avrupa Birliğinde de birçok ülke bunu söylüyor.

Şimdi, geçenlerde arkadaşlar referans gösterdiler, bir haftadır NATO Parlamenter Asamblesi toplantısı devam ediyor. Çok ilginçtir, 2 parlamenterin söylediği dikkatimi çekti, biri Danimarkalı. Basitçe dedi ki: "Türkiye'yi NATO'dan atalım, çıkaralım." Stoltenberg'in konuşmasından sonra sorular kısmında... Adam şaşırdı, çünkü "Onlar şunu yapıyorlar, bunu yapıyorlar, Avrupa Birliğinin değerlerine uymuyorlar. İstediklerimiz olmuyor, IŞİD'i, teröristleri falan filan..." dedi. Şimdi, söylem birlikteliğine bakınız. Bunu duyan Stoltenberg dedi ki: "Haksızlık ediyoruz. S-400'le ilgili meseleleri masada konuşuyoruz, tartışıyoruz, çözülmesi gereken bir mesele." Bakın, böyle geçiştiriyor, NATO Genel Sekreteri söylüyor bunları. "Ama Türkiye'nin hakkını da yemeyin." diyor. Yani güney kanadının en güçlü NATO müttefiki bir devlet. Teröre karşı, IŞİD'e karşı büyük mücadele verdi ve bu kontrolsüz göçü önleyen birtakım adımlar attı "Bunu da görmezlikten gelmeyin." dedi, uyardı. Şimdi, bazen hakikaten şecaatini arz ediyorlar ama yeknesak olarak baktığımızda, gerçekten ötekileştirilmişiz, yalnızlaştırılmışız, sanki, böyle, itilmiş kakılmış, Danimarka'ya muhtaç, Avusturya'ya muhtaç, Almanya'ya muhtaç bir millet hâline getirilmişiz. Öyle değil, artık kazın ayağı öyle değil. Bizim artık düşüncelerimizi, irademizi çok rahat sahaya yansıtacak gücümüz de var, kararlılığımız da var, bunları deruhte edecek kadrolarımız da var.

Şimdi, bir başka mesele, tabii, bu kontrolsüz göç. Bakın, bu toplantılarda bu hiç konuşulmaz ya da Yunanistan odaklı konuşulur hep. Sayın Bakanın bu konulara ve de AKPM'deki, NATO PA'daki üye arkadaşlarımız bilir, Türkiye hakkındaki raporların hiçbirinde "Ya, Türkiye'den de Allah razı olsun yani 4 milyon, 5 milyon..." Şimdi, o Danimarkalıya ben bir defa "Sizin nüfusunuz kadar bizde göçmen var." dedim. Yani ne olur, bir defa teşekkür değil ama de ki: "Haklı ya da haksız, bu kadar insanı siz nasıl tutuyorsunuz bir arada? Botları niye batırmıyorsunuz siz ya? Bunların kaldığı kampları niye ataşe vermiyorsunuz?" Bunu soran yok ama inanın, eğer... En son Karabağ olayında yirmi sekiz yıl, bu çok alayla valayla övdüğümüz üst yapılar çözemedi. O çok çok demokrasi havarisi bilip de başvurduğumuz Amerika'nın da üyesi olduğu Minsk Grubu niye çözemedi yirmi sekiz yıl? Bunu niye söylemiyoruz? Bundan dolayı Amerika'yı niye eleştirmiyoruz, Rusya'yı niye eleştirmiyoruz? Fransa'ya niye demiyoruz ki: "Ya, niye bunu bu hâle getirdiniz? Neden kan dökülmesine tekrar vesile oldunuz? İşgali niye bitirmediniz?"

Şimdi, bugün bir şey oldu, artık "..." (x) mantığıyla "Yeter." denildi yani bu zulüm başka götürmez uluslararası bağlamda. Biz demek ki kendi aşımızı kendimiz pişireceğiz, bu kararlılık gösterildi. Göreceksiniz, o bölge aynen Kıbrıs'ta olduğu gibi daha barışçı, daha insani bir şekilde hayatına devam edecek. 77 sonrası Kıbrıs'ta kimsenin burnu kanamadı, İdlib'de şimdi kimsenin burnu kanamıyor. Şimdi, bir emek veriyorsunuz. "Efendim, oralardan kimler nasıl göç ettirildi? Biz onları çok iyi biliyoruz, biz biliyoruz da size soruyoruz." E, nereden biliyorsunuz, istihbarat kaynaklarınız mı var? Sizin, devlet organlarıyla ilişkileriniz mi var? Ama biz devlete bakıyoruz, biz Dışişlerinin ifadelerinden yola çıkarak diyoruz ki: "Evet, oraya, 400 küsur insan evlerine gönderildi."

Tabii, bunlar baktığımızda iç acıtıcı şeyler. Dışarıdan söylenmesi çok önemli değil ama içeriden acıtıyor. Niye? Evet, yürütme organının çok önemli bir ayağıdır, çok prestijli, çok saygındır Dışişleri. Onun için "elçilik" ve "büyükelçilik" kavramı çok spesifiktir, dikkatinizi çekti mi? Bunun etimolojik bir irdelemesini, anlamsal bir irdelemesini yaptığınızda, inanın, manevi ve ilahi bir anlama kadar gider. Kimlere "elçi" deriz? Kimlere "elçi" demiştik? Allah'ın elçileri vardı değil mi? Nedir bu? Maddi birtakım donanımlarının yanı sıra elbette ki bilgi birikimi, yabancı dil eğitimi, duruşu, tavır ve davranışları eyvallah; maddi bağlamda bilgi birikiminin yanı sıra manen de kendini ait olduğu değerlere bağlı hissedip dürüst, ilkeli, sözünün arkasında duran bir yapıda olması lazım çünkü "elçilik" kavramında bunlar yüklüdür. Onun için, biz Dışişlerine çok saygın bakarız çünkü elçilik ağırlıklıdır

Onun için, bize düşen, bundan sonra ülke meselelerinde, ali menfaatlerimizde büyük bir birlik, beraberlik içerisinde... Bugüne kadar, şu ana kadar birçok arkadaşımız bunu ifade ettiler, dün bunun somut bir örneğini yaşadık; NATO Parlamenter Asamblesinde, gerçekten, 4 partiye mensup arkadaşlarımızın hepsi dik bir duruş sergiledi, gerekli cevaplar verildi ve oylamada da ortak tavır takınıldı. Burada yeknesaklık, genele şamil kılınması lazım. Bunu yapmak zorundayız. Yoksa, acaba buradan siyasi bir şey çıkar mı bir eksiklikten, kusurdan hareketle...

Şimdi, dün Adana'da bir DEAŞ mensubu yakalanıyor. Yani bugünkü konuşmanın üzerine geldi. Garip karşıladım. Adamın laptopuna, bilgisayarına ulaşılmış. Planı ne? Şimdi, Türkiye IŞİD'i destekliyor ya, DEAŞ'ı destekliyor ya! Ama adam tam tersini söylüyor, adam diyor ki: "Ben kurban edecek 10 tane serdengeçti, yürekli adam arıyorum. Bombaları saracağız, 4'ünü Adana'da patlatacağız. Adana'da bir iç karışıklık... Bunu diğer illere yansıtacağız. Ondan sonra yapabileceklerimiz de birkaç milletvekilini de kaçırıp bir kaos ortamı yaratacağız." Bu, basına da düştü, o yakalanan teröristin bilgisayarında. Şimdi, arkadaşlar hangisi doğru?

Özür diliyorum, bir dakika müsaadenizle...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Bir dakika ek süre veriyorum Sayın Aydın.

Buyurun.

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Dolayısıyla, bizim burada Türkiye Cumhuriyeti devleti gerçekten bir hukuk devleti. Dolayısıyla, burada bizim öncelikli kaynağımız hukuk ve devletimizin resmî kurumları olmalıdır diye düşünüyorum. Bu arada, bakınız, gerçekten...

NİLGÜN ÖK (Denizli) - Benden de alın beş dakika.

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Teşekkür ederim.

Şimdi, bakınız, ne olur, ne olur kimlik üzerinden sosyolojiyi katletmeyelim. Yani ifade etmem gereken bir mesele de bu. Biraz da akademisyenlik hastalığından mıdır, ya sosyolojiyi katletmeyelim lütfen. O kadar çok kimlik çeşidi var ki, mesleki kimliğimiz var, inanın, siyasi kimliğimiz var, etnik kimliğimiz var, ulusal kimliğimiz var, bunları birbirine karıştırıp Cem Yılmaz repliği gibi ortaya salık vermeyelim. "Efendim soyu ne, sopu ne? E, soydaş derken neyi kastediyorsunuz?" Ben çok net bir şekilde söylüyorum, diyorum ki: YTB diye bir kurum var, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar. Ben Türk'ü ne olarak anladım? Anayasa'ya dercedildi, kim rahatsız olursa olsun ben bunu içselleştirdim. Çünkü Mecliste 600 arkadaşa gerçekten istatistiki bir irdeleme yapılsa, bütün jenerasyonlarını şöyle yani bir önceki kuşağı dikkate alarak bir araştırma yapılsa inanın Türkiye'nin bu zengin... Hani, hiçbirini kabul etmiyoruz ya, et tırnak yok, o yok, bu yok. Ya, kardeşim, kardeşlik hukuku var. Şimdi, bunu kabul etmeyip neyi kabul edeceğiz? Artık halada, bibide, dayıda, amcada, dedede, nenede, kardeşlerde, eşlerde, çocuklarda bu birliktelik sağlanmış, sen hadsiz olarak niye buna müdahale edip ayrıştırmaya çalışıyorsun, bu senin haddin değil! İşte, bizim Milliyetçi Hareket Partisi olarak bin yıllık dememizin nedeni o. Çünkü kurucu irademiz çok net söyledi ve akrabalarını, buradaki aşiret akrabalarını ifade ettiler ama Türkiyeli bir kaçkın, bakın, Türkiye'nin yüz karası, Almanya'nın Yeşil'i, bir kaçkın büyük bir iftira attı, bizim kurucu irademizdeki rahmetliye dedi ki: "O müthiş bir Hitler hayranıydı." Yani inanın, bir Alman'a bunu söyletemezsiniz. Onun için aklımızı başımıza devşirip -ben şahsıma söylüyorum- her zaman bu ülkedeki... Biraz önceki o şehit kardeşim benim Zaza'ydı, ailesini tanıyorum, hâlâ görüşüyorum. Kimse, ne olur... Ben yurt dışına çıktığımda Ali babanın restoranına gidiyorum, Sivaslı, bir dede. Milliyetçi Hareket Partisi milletvekili olarak gidiyorum, yemeğini yiyorum, sohbet ediyorum. O bana Amerika'yı anlatıyor, ben ona Türkiye'yi anlatıyorum. İşte, Türklerin hepsi bu. Kendisini akraba hissedenler de var. Yani Ukrayna'daki, Gürcistan'daki, Azerbaycan'daki de akraba, soydaş hissediyor. E, o da onlar. Burada bir ayrımcılık yok. Bu millet akrabasına, komşusuna, mazlumuna hep sahip çıktı; 89'da Todor Jivkov'a karşı çıktı, kucağını açtı, oradakilerin etnik kökenini sormadan "Gelin, ekmeğimizi paylaşalım." dedi -iktidarda kim olursa olsun bakın, siyasi bir çıkarım yapmadan söylüyorum- 91'de de Saddam'ın zulmünden kaçan bizim Kürt kardeşlerimize açtı kucağını "Gelin, birlikte ekmeğimizi paylaşalım." dedi. Ama hiç unutmuyorum, öğrencilik yıllarım, BBC dedi ki: "Oradaki kamplardaki ekmekleri Türk askerleri alıyor, onları da ekmeksiz aşsız bırakıyor."

Şimdi, biz...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Aydın, toparlayabilirsek çok sevinirim.

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Özür dilerim efendim, bırakayım.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Toparlayabilirsek...

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Yani bunları niye söylüyoruz? Ben ısrarla birliğe, beraberliğe, kardeşlik hukukumuza dün NATO PA'da sergilediğimiz o siyasi ortak duruşu genele şamil kılma arzu ve isteklerimi ifade etme adına -biraz da heyecanımı bağışlayın- söylemek istedim.

Ben bütçenin hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Bütün delegasyonu, solumda da sağımda da karşımda da herkesi saygıyla selamlıyorum.

Çok teşekkür ediyorum.