| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | İstanbul Milletvekili Abdullah Güler ve 43 Milletvekilinin; Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi (2/3261) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 18 .12.2020 |
DENİZ YAVUZYILMAZ (Zonguldak) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri, çok değerli bürokratlar; hepiniz Komisyona tekrar hoş geldiniz.
Aslında geneli üzerinde söz almış olsam da benim de özellikle üzerinde duracağım konular bu kanun teklifinin ilk maddeleri olacak dolayısıyla da Komisyonun akış hızına da katkı yapacağımı düşünüyorum.
Madde 2'de "Maddeyle, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kitle imha silahlarının yayılmasının finansmanını önlemek amacıyla Birleşmiş Milletler şartının 7'nci bölümü çerçevesinde aldığı kararlar ve FATF'nin tavsiyeleri doğrultusunda yasaklanan eylem ve faaliyetleri sıralanmaktadır." diyor.
Şimdi, burada aslında her ne kadar Adalet Komisyonu olsa da özellikle avukat ağırlıklı milletvekilleri Komisyonda bu kanun teklifini tartışsa da ilgili kanun teklifindeki maddeler hem dış politikayı yakından ilgilendiriyor hem de işin enerji politikası boyutunu da doğrudan ilgilendiriyor. Bu bakımdan özellikle bu Komisyonun alelacele toplanarak bu kanun teklifini dar bir kapsamda değil, geniş katılımlı ve daha fazla uzman ve farklı alanlarda uzmanlaşmış milletvekilinin mutlaka bu Komisyon aşamasında yer alması gerektiğini düşünüyorum. Zira burada ifade edilen "kitle imha silahı" kavramı, bunun altına giren "nükleer biyolojik kimyasal çeşitli silah" kavramlarının ne olduğu, nükleer enerjinin ne olduğu, nükleer enerji elde ederken nükleer silah üretme yolunda ülkelerin çok hızla yol katedebildiğinin mutlaka değerlendirilmesi gerekiyor. Zira amacı nükleer silahların ve silah teknolojisinin yayılmasını önlemek, nükleer enerjinin barışçıl kullanımlarını artırmak olan Türkiye'nin de taraf olduğu Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması gereğince nükleer silahlara sahip ülkeler ABD, Rusya, Birleşik Krallık, Fransa, Çin olarak belirlenmiştir. Kabul edilenler egemen 5 ülke olsa da bunların haricinde Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore, İsrail gibi ülkelerin nükleer programlara sahip olduğu ve nükleer silah denemeleri yapmakta olduğu bilinmektedir. Bunların haricinde NATO'nun nükleer caydırıcılık politikası gereği olarak ABD'nin nükleer silahları Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda ve Türkiye'de konuşlandırılmıştır.
Şimdi, ne yaman çelişkidir ki hem Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması gereğince Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi karar alıyor ama aynı zamanda da bu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 5 daimi üyesi statüsünde olup mutlak veto hakkına sahip olan Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Çin, Birleşik Krallık ve Fransa'nın nükleer silahları da bulunuyor.
Şimdi yani Türkiye Büyük Millet Meclisine aslında getirilen bu kanun teklifinin böyle ikircikli bir tarafı da var yani birileri nükleer silah ve nükleer enerji konusunda yeniden kartları kararak yeni bir oyun kuruyor aslında ve bu kurulan oyun şu ana kadar hiç konuşulmadı. Yani bunun İran boyutu nedir, diğer boyutları nelerdir, bu tarafları dış politika yansıması bakımından tartışılmadı. İşin güncelliği, konunun dünya gündemi bakımından güncelliğini anlatmak için Türkiye'de de basına yansıyan bir haberden bilgi vermek istiyorum: "'ABD Başkanlığına seçilen Joe Biden, İran'ın nükleer bombaya sahip olması, Suudi Arabistan, Türkiye, Mısır ve diğerleri üzerinde nükleer silahlara sahip olma konusunda muazzam bir baskı oluşturur ve o bölgede ihtiyacımız olan son şey nükleer kapasite birikimi.' dedi." deniliyor.
Şimdi biz, dünyada kârlılık içeren, pek çok sektörün resmî veya gayriresmî yollardan, devletler tarafından finanse edilip yönetildiğini biliyoruz. Yani hangi devletin terör finansçısı olduğu yani "Benim terör finansçısı olduğum, senin terör finansçısı olduğun; senin silah kaçakçın, benim silah kaçakçım." şeklinde bir kısır döngünün içinde dünya şu anda sürükleniyor. Bu denli büyük paraların döndüğü, bu denli kitleler, toplumlar ve ülkeler açısından tehlike ihtiva eden bu gibi konuların, uluslararası güçler ve bu güçlerin arkasında duran devletler tarafından yönetilmediğini düşünmek gerçekten çok büyük bir saflık olur. O nedenle, bu nükleer silahların geliştirilmesi, onların yakıtlarının pazarlanmasının, satılmasının da yine bizim önümüze, Türkiye Büyük Millet Meclisine bu nükleer silahların finansmanının engellenmesi noktasında da çeşitli hususları getirdiklerini anlamış, görmüş oluyoruz.
Şimdi, işin bu girişinden sonra yani konuşmamın bu girişiyle, aslında önümüze gelen kanun teklifinin sadece Adalet Komisyonunu ilgilendiren bir kanun teklifi olmadığı, bütüncül anlamda Türkiye'nin güvenliği açısından da çok kritik öneme sahip bir konu olduğu ve bunun aslında kamuoyu nezdinde dahi tartışılması ve konuşulması gerektiğini de tekrar size hatırlatmak istiyorum.
Bu kadar alelacele böyle bir kanun teklifi getirilirken içinde nükleer, biyolojik, kimyasal çeşitlilik, kitle imha silahlarıyla ilgili maddeler bulunmasına rağmen aslında Türkiye, nükleer tehlikeye karşı gerekli tedbirleri alıyor mu, bugüne kadar aldı mı bununla ilgili... Yani bu konuyu ne kadar ciddiye alıyor, bu konuyu da sizin değerlendirmenize sunmak istiyorum.
Türkiye'nin doğu sınırında, Ermenistan sınırları içinde Erivan'a 36 kilometre mesafede, Iğdır'a sadece 16 kilometre mesafede nükleer bir tehdit var. Bu tehdit, Metzamor Nükleer Güç Santrali. Bu santral, Çernobil teknolojisiyle yapılmış ve şu anda dünyanın en tehlikeli nükleer santrali; eski nesil nükleer santrallerden ve en tehlikelisi. Bu, bir kazaya, bir radyasyon yayılmasına, nükleer bir felaketin hemen başucumuzda bulunduğu âdeta patlamaya hazır bir bomba gibi o sınırımızda duruyor. Bu konuyla ilgili, Sağlık Bakanlığına verdiğim soru önergelerine -defalarca kez verdiğim soru önergelerine- yanıt gelmedi, Plan ve Bütçe Komisyonunda Sağlık Bakanına sorduğum soruya nihayet, yaklaşık bir buçuk yıl sonra bir yanıt geldi. Olası bir nükleer kazada -deprem gibi şu anda her ne kadar doğal bir faaliyet olmasa da- Türkiye'nin kontrolünde olan bir durum olmadığı için patlamaya hazır, kaza olmaya müsait bu nükleer santraldeki bir radyasyon sızıntısı durumunda çocukların, hamilelerin, Türkiye'deki tüm vatandaşlarımızın hayatını koruyacak, alınacak bir tedbir var. Bu tedbir; iyot tableti. İyot tableti, insan vücudunda tiroit bezini dolduruyor ve radyasyonun asıl yerleşip felç edeceği noktaya yerleşmesine engel oluyor. Ancak bunun, kazada radyasyon, vatandaşlara ulaşmadan, insana ulaşmadan altı saat önce kullanılması gerekiyor. Yani olası bir Metzamor Nükleer Güç Santrali'ndeki bir kazada veya ilerleyen aşamalarda Akkuyu Nükleer Santrali'ndeki doğabilecek herhangi bir sıkıntıda, altı saat içinde eğer siz o bölgelere Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde yeterli miktarda iyot tableti stoklamadıysanız, acil eylem planı yapmadıysanız dağıtamazsanız. Vatandaşlarımızın bu, hayatına mal olacak. Bu noktada, Almanya geçtiğimiz yıl 189,5 milyon adet iyot tableti stokladı, nüfusu 83 milyon. Yani Almanya'daki iyot tableti stokunun nüfusu karşılama oranı yüzde 227. Türkiye'nin 2020 yılı nüfusu da 83 milyon, yaklaşık olarak Almanya'yla aynı ancak Türkiye'de stoklanan iyot tableti adedi Sağlık Bakanının yazılı soru önergeme verdiği resmî yanıta göre 500 bin. Türkiye'deki iyot tableti stokunun nüfusu karşılama oranı binde 6. Bu vakayı alalım, böylelikle bir kenara koyalım.
Diğer taraftan, olası bir nükleer kazada TAEK Yönetmeliği'ne göre, Acil Durum Planlama Yönetmeliği'ne göre Türkiye'deki bütün kurumların kazayı haber aldığı anda yapması gereken şey "Başbakanlık kriz merkezine ulaşmak." Yönetmelik böyle yazıyor, şu anda güncel olarak böyle yazıyor, girerseniz internete görebilirsiniz. Var mı Türkiye'de Başbakanlık? Yok. Ya, en kritik anda, dakika, saniye, salise kaçırmamak gereken anda dahi, işte o en kritik yönetmeliğin en kritik maddesi, o bile yanlış şu an. Dolayısıyla durum bu.
Şimdi, diğer taraftan bu konuyu ele alıyorum, şöyle ele alıyorum: Nükleer silah, atom bombası yapmanın yolu nükleer santral yapmaktan geçiyor aslında. Bu işin yolu oradan geçiyor. Neden? Onu da hemen açıklayayım: Nükleer silahta kullanılan madde, yakıt türü uranyum 235. Uranyum 235'i yüzde 5 ila 10 arası zenginleştirirseniz nükleer santral yakıtı oluyor, yüzde 20 ile 30 arası zenginleştirilirse de atom bombası, nükleer silah, nükleer bomba oluyor. Şimdi, bu uranyum 235'in -konuyu Türkiye'ye getireceğim- şöyle bir sıkıntısı var, Çernobil'de de Fukuşima'da da oldu bu, nükleer santralde kullanılıyor yakıt, bir kaza anında reaksiyonu engelleyemiyorsunuz yani üzerine su dökerek veya farklı tedbirler alarak reaksiyonu bitiremiyorsunuz çünkü bu atomik seviyedeki bir reaksiyon yani tehlikeli, durduramıyorsunuz. Şu anda Çernobil'de hâlâ reaksiyon var, Fukuşima'da hâlâ reaksiyon var. Sadece etrafına onun yayılmasını engelleyecek tedbirler almaya gayret ediyorlar. Şimdi Türkiye'nin işte tam burada farklı bir özelliği var, Türkiye'nin özelliği şu: Türkiye'de toryum rezervleri çok yüksek, dünyanın yüzde 11'i ve dünyadaki en yüksek toryum rezervine sahip 4'üncü ülke durumunda. Şimdi, bu noktada toryum 232'yi proton hızlandırıcısı vasıtasıyla bir işleme soktuğunuzda -onun detayını çok kısa, bir dakika anlatacağım, önce özünü söyleyeyim- ortaya nükleer bir silaha, atom bombasına dönüşmeyecek şekilde, uranyum 235 çıkarmayacak şekilde bir çözümle nükleer enerji elde edebiliyorsunuz. Şimdi, toryumda Türkiye dünyada 4'üncü sırada en fazla rezerve sahip ülke olarak ve sistemi de şöyle çalışıyor: Plazma halindeki hidrojen atomunu alıyorsunuz, onu bir proton hızlandırıcısına, 50-60 metrelik proton hızlandırıcısına fırlatıyorsunuz, tabii, 10 binlerce yani çok fazla fırlatıyorsunuz, bu fırlattığınız hidrojen atomu çekirdeği ağır bir metale çarpıyor, çekirdeği parçalanıyor ve oradan proton ve nötronlar çıkıyor. Bu nötronu toryum 232'yle reaksiyona soktuğunuzda da ortaya çıkan nötron demeti toryum-232 ile birlikte reaksiyona girerek uranyum-233'e dönüşüyor bu da nükleer enerji demek. Bunun özelliği şu: Reaksiyonu, proton hızlandırıcısını bir tuşla durdurduğunuz anda, kapattığınız anda reaksiyon duruyor başlarken ve böylelikle nükleer enerji elde edilme sürecinde olası bir nükleer kaza da engellenmiş oluyor.
Şimdi, bunları neden anlatıyorum? Bunların hepsi... Bakın, dünya, Birleşmiş Milletlerde veto yetkisi olan bu 5 tane daimi ülke, uranyum-235'ten kendi nükleer santrallerinde nükleer enerji elde etmeye çalıştığı sürece uranyumu zenginleştirecekler, zenginleştirme hakları var ve bunu yaptıkça da kendi nükleer silahlarının sayılarını artıracaklar. Yani Birleşmiş Milletlere bizim Türkiye olarak toryum yakıtlı nükleer santrallerle ilgili teklif götürmemiz lazım, çalışma götürmemiz lazım ve dünyadaki tüm nükleer santrallerin uranyum yakıtlı değil, toryum yakıt alternatifli olarak da faaliyet göstermesi gerektiği konusunun peşine düşmemiz lazım. Toryum, Türkiye'yi gelecekte bir enerji kaynağına yakıtına sahip olmak bakımından diğer ülkelerin çok fazla önüne geçirecektir.
Diğer bir nokta: Bu konuyla ilgili Türkiye'de çalışmalar yapıldı mı? Evet, çeşitli çalışmalar yapıldı ancak ne olduğunu da sizinle paylaşalım. Bu, neticede uluslararası kapsamdaki bir kanun teklifi.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Özetleyebilirsek...
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Yalnız Başkanım, çok önemli hakikaten yani bu verdiği bilgilerin dinlenmesi lazım bence.
DENİZ YAVUZYILMAZ (Zonguldak) - Yani bilen varsa...
ABDULKADİR ÖZEL (Hatay) - Almanya'nın nükleer santralden elde ettiği enerji miktarı nedir Deniz Bey?
DENİZ YAVUZYILMAZ (Zonguldak) - Almanya'nın da oldukça yüksek ama kapatma yoluna doğru ilerliyor, tehlikesinin farkındalar nükleer santrallerin. Özellikle, ülkeler, kendi sınır merkezlerine uzak ama başka ülke sınırlarına yakın yerlere nükleer santral inşa ediyorlar.
ABDULKADİR ÖZEL (Hatay) - İmha edeceklerini açıkladılar ama değil mi?
DENİZ YAVUZYILMAZ (Zonguldak) - Tabii, tabii, evet.
Toryum yakıtlı nükleer santral alternatifinde aynı zamanda kimyasal atık oranı da oldukça düşüyor. Şimdi, Türkiye bu konuyla ilgili bazı çalışmalar yaptı geçmişten bugüne kadar. Daha önce, bu Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmeden önce Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu vardı. Bu Kurulda toryumla ilgili de bazı araştırmalar yapıldı. Şimdi, ben bu raporları inceledim, yani mümkün olduğunca bu Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulunun raporlarını inceledim ancak bazı raporlar kayıp. Hem tutanaklara geçsin hem de kamuoyunu bilgilendirmek için: "6/02/2003 tarihinde yapılan Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulunun 9'uncu toplantısında toryumun enerji kaynağı olarak potansiyelinin araştırılması ve üç ay içinde hazırlanması kararlaştırılan ilgili raporun Başbakanlığı sunulmasına yönelik karar alınmıştır." Bu raporu Bakanlıktan talep ettim ve bu rapor kayıp, bu rapor yok. "8/09/2005 tarihinde yapılan Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu'nun 12'nci toplantısında gündeme gelen hızlandırıcılı sıvı metal soğutma reaktör tipiyle ilgili Bakanlıkça yapılan çalışma var mı?" dedim. "Böyle bir çalışmanın yapılmadığı" söylendi. "2007 yılında yapılan BTYK'nin 15 ve 16'ıncı toplantılarında ulusal nükleer teknoloji geliştirme programına ne oldu?" diye sorduk. Benim size anlattığım nükleer enerji elde etmekle ilgili kurulması gereken proton hızlandırıcının uzunluğunun, yani hidrojen atomunun içinde fırlatılacağı proton hızlandırıcısının uzunluğunun 50-60 metre olması gerekiyor, Türkiye şu ana kadar ancak 12 metreye kadar yapabildi. CERN'de yapılan çalışmalarda 27 kilometrelik tünellerden oluşan bir hızlandırıcı sistem kullanılıyor. Bu kadar gerisindeyiz ve CERN'in de çok küçük bir yerinde varız.
Şimdi, son sözlerimi tamamlıyorum. Bu Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulunu neden bu kadar anlattım? Bildiğiniz gibi, 30 Kasım 2007 tarihinde AtlasJet'in World Focus'tan kiraladığı İstanbul-Isparta seferini yapan yolcu uçağı Süleyman Demirel Havalimanı'nda inişe geçtiği sıralarda 1.830 rakımda Keçiborlu Türbetepe'de düşmüş; kazada 7'si mürettebat, 57 kişi hayatını kaybetmiştir. Bunların, bu hayatını kaybeden vatandaşlarımızın biri Profesör Doktor Engin Arık olmak üzere, onunla birlikte toplam 6 nükleer fizikçidir Türkiye'nin yetiştirdiği.
Burada dikkat çekici olan şudur: 07/03/2007 ve 20/11/2007 tarihlerinde yapılan Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu 15'inci ve 16'ncı toplantılarında "2007-2015 dönemi Ulusal Nükleer Teknoloji Geliştirme Programı kapsamında toryum yakıt teknolojisi ve proton hızlandırıcısıyla ilgili olarak yapılacak çalışmaların planlanması, bütçenin tahsis edilmesi ve bir devlet politikası olarak programın gerçekleştirilmesi için gereken tüm tedbirlerin alınması." kararı alınmıştır. Tarihe dikkatinizi çekiyorum: 07/03/2007 ve 20/11/2007. Bu karar alındıktan sadece on gün sonra 30/11/2007 tarihinde uçak kazası gerçekleşmiştir ve programın yürütücüsü Profesör Doktor Engin Arık ve 5 akademisyen hayatını kaybetmiştir.
Değerli milletvekilleri, bu üzerinde çalışılan kanun teklifi, çok önemli bir kanun teklifidir. Kanun teklifi çalışmaları çok boyutlu ele alınmalı, değerlendirilmeli, Türkiye olarak dış politikada da bir mesaj verilmesi gerekiyorsa aynı esnada kamuoyu oluşturmak suretiyle bu mesajlar mutlaka iletilmelidir. Bakın, Türkiye, enerji üretme sürecinin dışında o kadar bırakılmıştır ki biz... Akkuyu Nükleer Güç Santrali'nde Rusya'nın nükleer yürütücüsü konumunda olan Rosatom firması bir ihale açmıştır ve ihale Akkuyu Nükleer Santrali'ne yapılabilecek olası bir terör saldırısında, uçaklı bir terör saldırısındaki senaryonun ihalesidir. Şimdi, bu ihaleyi Rosatom yaptığına göre, Türkiye'de yapılan ve her hâlükârda yüzde 51'inin Rusya devletine ait olacağı bu Akkuyu Nükleer Güç Santrali'nin ve toryum yakıt alternatifli olarak da yapılmamış olan bu santralin gizli bilgilerine, hassas noktalarına hangi kazada ne zaman ne olursa ne kadar zarar göreceğiyle ilgili ulusal güvenliğimizi ilgilendiren kritik bilgilere, maalesef, Türkiye değil Rusya sahiptir. Bu konuyu Millî Savunma Bakanlığına, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına, Dışişleri Bakanlığına defalarca kez sordum. Bu konu çok tehlikelidir.
Özellikle yeri gelmişken son cümle olarak söyleyeyim: Akkuyu Nükleer Güç Santrali'nin yapıldığı bölge Güney Kıbrıs Rum kesiminin olduğu bölgeye çok yakındır. Şu anda sıkıntılar, sorunlar yaşanılan Mısır'ın ve Yunanistan'ın bulunduğu hatta ve şu anda güncel sorunların devam ettiği yine Suriye'ye oldukça yakın; ortak bir uçağın hızla veya bir balistik füzenin çok hızlı bir şekilde uluslararası hava sahasından Türkiye hava sahasına dakikadan bile kısa sürede girip bir önlem alınamadan, imha edilemeden bu nükleer santralin büyük bir tehlike yaratma riski had safhadadır. Hâlâ daha bir hava savunma sistemini de bu anlamda tam anlamıyla randımanlı bir şeklinde, tüm Türkiye'yi kapsayacak bir şekilde de yapabilmiş değiliz yani yeri yanlış, kullandığı yakıt yanlış. Nükleer enerjiyi bu şekilde yani teknolojisini geliştirmek ve öyle güçlü olmak varken Türkiye'nin sadece nükleer santrale yüzünü dönüp bir kolaycılıkla enerji tercihini yapması oldukça yanlış diyorum.
Tekrar, tüm bu görüşmeler devam ederken bu söylediğim hususların da kayda geçmesini, sizlerin de bunları da takdir ederek değerlendirme yapmanızı talep ediyorum.
Teşekkür ediyorum.