KOMİSYON KONUŞMASI

ONURSAL ADIGÜZEL (İstanbul) - Teşekkür ederim Başkanım.

"Hoş geldiniz." diyorum öncelikle.

Ben ayrıca Sayın Bakan Yardımcımızın gelmiş olmasından çok memnunum çünkü şöyle bir zorluğu var Türkiye'nin: Şimdi, Ulaştırma Bakanlığımız var, Ulaştırma Bakanlığımız yol yapıyor, köprü yapıyor, kanal yapıyor, denizciliği yönetiyor, tali bir iş olarak da bir yandan da teknolojiye yatırım yapmaya çalışıyor, altyapıya yatırım yapmaya çalışıyor. Bunun için, bir kere, bu işe bakışımızda temel bir sorun olduğunu düşünüyorum ben. Bunun niye tek merkezde toplandığıyla ilgili benim de fikirlerim var ama bugünün konusu değil, o daha detaylı konuşulması gereken bir konu. Tabii, böyle olunca da çağın biraz gerisinde kalmamıza şaşırmıyorum yani bir taraftan bu yatırımlarda. Altyapı meselesine geleceğim ama önce Dijital Mecralar Komisyonunun gündemindeki konular çok daha önemli. Sunum için teşekkür ederim. Biraz önce baktım, özellikle bu OTT ayrımını yapmışsınız orada, bize bilgilendirmede, bu paylaştığınız sunumda.

Şöyle bir sorunumuz var: 5651 sayılı Kanun oluşurken -Komisyondan da bazı arkadaşlarımız var- hep birlikte çok uzun konuşmalar yaptık. Tabii, gönül isterdi ki -bu Komisyon kurulmuştu o zaman- Komisyon oluşsun, hep birlikte konuşalım, eksikleri tamamlayalım, ondan sonra 5651'i tekrar düzenleyelim. Geçen haftalarda karşılaştığımız veri güvenliği gibi sorunların da önüne geçelim isterdik yani bence burası çok önemliydi. Eğer biz kendi Kişisel Veri Kanunu'muzun düzenlenmesi noktasında, işte Avrupa'da bu sorunlar olmuyor da bizde oluyor tarafına baktığımız zaman, Adalet ve Kalkınma Partisinin On Birinci Kalkınma Planı'nda da net bir şekilde var ki GDPR'a uygun hâle getirilmesi bizim Veri Kanunu'muzun; bunu kendisi yazmış zaten On Birinci Kalkınma Planı'na 2023 hedefi olarak.

Buradan baktığımızda eğer bu Komisyon yaz boyu çalışsaydı... Çünkü biz hevesliyiz gerçekten, herkese, Komisyondaki arkadaşlarımıza da çok teşekkür ediyorum. Herhangi bir kriz noktasında herkes işini gücünü bırakıyor, geliyor. Bir de Türkiye'ye örnek olacak bir süreç de yaşandı. Bütün partiler, Adalet ve Kalkınma Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, İYİ PARTİ, HDP WhatsApp'a karşı, Türkiye'de kişisel verilerin korunması noktasında aslında önemli bir duruş sergiledi, birlikte basın açıklaması yapabildik. Bence bu çok değerli bir süreçti. Bu şekilde bir çalışma yapıp aslında düzenlemelerimizi yapsaydık eminim ki bugünkü tartışmaların büyük bir kısmından da kurtulmuş olurduk çünkü ortak akıldan her zaman hayır geleceğini düşünüyorum ben.

Tabii, bu işin teknik meseleleri var, Bakanımız anlattı, çok güzel; aile kaza yaptığı zaman "Eşimin fotoğrafı kalmasın." diyor. Ben de aynı fikirdeyim, kalmasın zaten ama bir yandan da siyasetçiler var, toplumun ön planına çıkmış insanlar var. Bizler bu hırkayı üzerimize giydiğimiz zaman diyoruz ki: Artık biz eleştirilebiliriz. Bizim artık daha dikkatli yaşamamız gerekiyor. Biraz buralardan bakmak gerekiyor. Yoksa kimse küfrü, hakareti, birinin ailesine yapılacak bir saldırıyı, çocuklarımızın psikolojisini etkileyecek, toplum psikolojisini etkileyecek bir görüntüyü kabul etmez ama işin merkezine baktığımız zaman bir yandan da toplumun önüne çıkmış siyasetçiler var, bunlara da kesinlikle hakaret edilmesin ama eleştiri sınırları çok önemli. Bunun yanında biz hiçbir sosyal medya kuruluşunun savunucusu değiliz Cumhuriyet Halk Partisi olarak; biz ifade özgürlüğünün savunucusuyuz, biz haber alma özgürlüğünün savunucusuyuz, biz internete erişim özgürlüğünün savunucusuyuz, aynı zaman da kişinin hak ve hürriyetlerinin korunmasının savunucusuyuz. Bu çerçevede bakıyoruz bu meseleye. Buradan baktığımız zaman mesela Twitter'a bakıyoruz, Twitter'da şeffaflık raporları yayınlanıyor, Sayın Bakanımız da çok yakından takip ediyordur. 2012'den 2020'nin ilk altıncı ayına kadar açıklanan raporda Türkiye 45.776 taleple 1'inci sırada bu noktada. Ben şunu sormak istiyorum: Twitter Türkiye temsilciliğini açtığı zaman mesela Sözcü gazetesini kapatmak zorunda yani Sözcü gazetesinin hesabını kapatmak zorunda, Birgün gazetesini de kapatmak zorunda, hepimizin izlediği, zaman zaman da "Ya, bu İsmail Saymaz da doğru şeyler söylüyor." dediği İsmail Saymaz'ın da hesabını kapatmak zorunda temsilciliği açtığı zaman. Böyle bir silsile önünde duruyor. Belki bunun dışında, tabii, çok sıkıntılı durumlar da vardır, ben biraz daha ayırarak söylemek istedim. Sözcü gazetesi hepimizin dönem dönem takdir ettiği yazıları yazıyor, görüyoruz Türkiye'de haber alma özgürlüğü noktasında. Bunların Twitter hesaplarının kapatılması gerekiyor mesela. Bir yandan kolektif hafıza ve unutulma hakkı dedik, çok önemli bir şey, sayın hocama teşekkür ediyorum. Şimdi, toplumun önüne çıkmış insanlar var. Murat Ağırel hileli et satışıyla ilgili bir haber yapıyor, engelleniyor bu haber. Niye? Sulh ceza hâkimlerinin tavırlarıyla engelleniyor.

Ravza Hanım burada yok, onun için kendisi daha açıklardı. Şimdi, Ravza Hanım'la ilgili bir karar almış bir hâkim. Tabii, gazeteler de üzerine gitmişler, demiş ki: "Bu karar doğru değil." Hâkim bir karar daha aldırmış, o haberlerin hepsine erişimi engelletmiş. Bu arada Ravza Hanım'a hakaret eden biri var, o kişi beraat ediyor, sonrasında da haberler çıkıyor basında, hâkim de haberlere erişimi engelletiyor, kendisi başvuruyor ya da işte, Adalet ve Kalkınma Partisinin gençlik kolları başkanı Urfa'da bir açıklama yapıyor, kötü bir açıklama, insanlarımızı aşağılayan bir açıklama, sonra bir karar alıyor, engelletiyor erişimi ya da tecavüzcü, tacizci bir güreşçi bir suç işlemiş, bu suçunu unutturmaya çalışıyor. Burada hassas bir denge var, Türkiye'de de şöyle bir gerçeklik var, bu haftada da çok öne çıktı: Özellikle sulh ceza hâkimleri bir partinin bir gençlik kollarından, ilçe yöneticilerinden, il yöneticilerinden oluşmaya başlayınca partili olmuş oluyor yani Adalet ve Kalkınma Partili ya da partizan tavırlara bürünüyorlar. Bu da aslında, Türkiye'de, bence, sizin bu ideal olarak anlattığınız sistemin bozulmasına sebep oluyor. Yani "hak, hukuk, adalet" dediğimiz noktada yaşanan dezenformasyon sizin bu ideal olarak anlattığınız sistemin çalışmasını engelliyor. Yani şimdi ikimiz de ekstrem örnekler anlatırsak işte Sayın Bakanım bir ekstrem örnek verir, der ki: "Ben başına bir şey gelen aileyi korumaya çalışıyorum." Çok haklı, hep birlikte onu koruyalım. Ama ben de bir siyasetçiye en ufak bir eleştiriyi hakaret olarak algılayıp ceza veren, bu ülkede öğrencileri sabahın köründe gözaltına alan anlayışı ortaya koyarım ve böyle bir çatışma düzenine çeviririz.

Biz, bu yasa oluşurken ilk oluşumuna aslında biz katkı sunamadık, o zaman da çok enteresan bir süreç var 2010 yılından önce. Ulaştırma Bakanlığı çok iyi bir çalışma yapmış, gerçekten takdir ettim, üniversiteleri dinlemiş, sivil toplum örgütlerini dinlemiş ama yasa nasıl yasalaşmış, bakabildiniz mi, bilmiyorum. Adalet Bakanlığından ayrı bir yasa gelmiş, Ulaştırma Bakanlığı baypas edilmiş, Adalet Bakanlığından gelen yasa, yasalaşmış, geçmiş. Tarihte de aslında 5651 ilk böyle şekilleniyor. Zaten, ikinci şekillenmesi sürecinde muhalefet yok sayıldı yani önce Meclis Başkanlığına sunuldu, sonra bize gelindi, Sayın Lütfi Elvan vardı -şu an Bakanımız- grup başkan vekilleri vardı, partilerin temsilcileri vardı. Biz de muhalefet partileri olarak dedik ki: "Ya, bize sormadınız, bari bu sürecin yönetimine katkı sunmamıza izin verin." Noktasına, virgülüne dokunmadılar Komisyondan geçene kadar bütün eleştirilerimize rağmen. Hatta, içimde hâlâ bir üzüntüdür, Zeynep kardeşimizle de böyle küçük bir atışmamız oldu, aslında birbirimizi de hiç tanımadığımız bir süreçten, sonra giderdik o boşlukları. Orada şunu gördük: Muhalefeti tanımayan, noktaya, virgüle dokundurtmayan anlayış Meclise getirdi, Mecliste birkaç düzenleme yaptınız, cezayı 30 milyondan 10 milyona doğru geri çektiniz, ondan sonra da birkaç işte, verilerin mesela teknik olarak zaten yerelleştirilemeyeceğini -Sayın Bakanımız da hâkim konuya, biliyor- gördükleri için orada küçük bir değişiklik yapıldı "çalıştırılacak" denildi yerelleşmesiyle ilgili. Mesela, orayı da ayrıca tartışmak gerekiyor. Niye Türkiye burada çekim merkezi olamıyor? Bence burada da en önemli mesele, hukukun düzgün çalışamıyor olması yani adaletin ülkede sağlanamıyor olması en temel sorunlardan biri. Tabii ki enerji maliyetleri de bunun bir ayağı, iklim dengesi de bunun bir ayağı, belki bu firmaların siyasi duruşları da bu meselenin bir ayağıdır ama işin özüne bakıldığı zaman, biz şartları sağlayıp da "Niye gelmiyorsunuz buraya?" da diyemiyoruz, böyle de bir zorluğumuz var.

Bir de bu siber güvenlik meselesi öyle ciddi bir mesele ki yani "verilerin yerelleştirilmesi" diyoruz ama biz kendi yerelde tuttuğumuz verilere ne kadar sahip çıkabiliyoruz, bunu da ayrıca bir tartışmak gerekiyor. Yani MERNİS sisteminin, e-nabız sistemimizin, buradaki verilerin korunması noktasındaki tavrımız nedir, bunu da iyi değerlendirmek gerekiyor diye düşünüyorum.

Tabii, internet meselesine, altyapı meselesine geldiğimiz zaman orası böyle saatlerce konuşacağımız bir mesele ama konunun muhataplarını bulmuş olmak çok değerli. Bizim, bir kere, serzenişimizin temelinde şu var: TÜRK TELEKOM 2006 yılında satıldığında bu ülkenin 150 bin kilometre fiber optiği vardı, 150 bin kilometre. İşte şu an TÜRK TELEKOM'un geldiği noktayı hepimiz biliyoruz. Şu an TÜRK TELEKOM kimin arkadaşlar?

AYHAN ALTINTAŞ (Ankara) - Bankaların.

ONURSAL ADIGÜZEL (İstanbul) - Bankaların, kesinlikle.

Peki, nasıl oldu da bankaların eline düştü TÜRK TELEKOM? Yani hepimizin incelemesi ve buradaki yanlışları görmesi gerekiyor çünkü Türkiye'nin göz bebeği bir kuruluştu TÜRK TELEKOM satıldığı zaman. İşte, altyapının hâkim ortağıydı, işte hâlâ altın hisseyle devletimizin bir gücü de var orada. Bu, altyapının geliştirilmesinde de çok büyük fırsatlar olabilir. Binaları vardı, binlerce çalışanı vardı ama geldiğimiz noktada Türkiye'nin 400 bin kilometre fiber optiği var.

Bir diğer açıdan baktığımızda, Sayın Cumhurbaşkanının da yanıltıldığını düşünüyorum ben bu noktada, bunu da söyleyeyim Sayın Bakanım. Malatya'da, benim de memleketimde Sayın Cumhurbaşkanı çıktı, oradaki geniş banttan bahsetti. Siz de biliyorsunuz ki geniş bant dünyada artık bir realite durumuna gelmiş durumda ve "geniş bant" dediğimiz zaman evimize, iş yerimize gelen sabit interneti kabul ediyor dünya literatürü, tabii, farklı görüşler olabilir. Mobil, daha farklı bir mesele. Mobili eklediğimiz zaman... Ben şimdi size 15 milyon fiber geniş bant abonemiz var diyeceğim, siz de bana diyeceksiniz ki: "Onursal Bey, 60 milyon da mobil abonesi var." diyeceksiniz ama bu mesele, yine dediğim gibi, böyle, bu iki bakış açısıyla çözülemez çünkü gerçekliği şu: Şu an hepimiz evlerimizde on-line toplantılara katılıyoruz, hepimizin çocukları -3 yaşındaki, 4 yaşındaki çocuğumuz da dâhil- on-line eğitime katılıyor, eşlerimiz de evden on-line toplantıya katılıyor. Meclis dâhil... Ben Meclisten bazen on-line toplantıya katılıyorum, katılamıyorum. Haksızsam "Haksızsın Onursal." deyin. Şunu söyleyeyim, yanlış anlaşılmasın, CHP Genel Merkezinde de aynı sorunu yaşıyoruz yani bu genel bir problem çünkü. Benim evimde bir operatörün fiberi var, birininkinin yok. İstanbul Ataşehir bu söylediğim yer, çok uzağa gitmeyin.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Onursal Bey, bir ricada bulunsam Vekilim.

ONURSAL ADIGÜZEL (İstanbul) - Tabii, buyurun.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Toparlasak, diğer arkadaşlar da söz alacaklar, pandemi...

ONURSAL ADIGÜZEL (İstanbul) - Zamanımız var Sayın Başkanım.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Zaman var, benim açımdan da zaman var ama pandemi açısından zaman yok.

ONURSAL ADIGÜZEL (İstanbul) - Toparlarım Başkanım, camları açtıralım isterseniz, biraz daha rahat çalışırız.

Baştan bir süre sınırlaması koysaydınız ben de ona riayet ederdim, konuşmamı da ona göre şey yapardım.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Ben, milletvekillerimize süre sınırlaması konulmasını doğru bulmuyorum. Zaten, konuşabilirsiniz, toparlamak kaydıyla, ricamdır.

ONURSAL ADIGÜZEL (İstanbul) - Tabii, tabii. Zaten, yavaş yavaş sonuna doğru geliyorum.

Tabii, insicamımı da bozdunuz Sayın Başkanım ama devam edeyim.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Estağfurullah, öyle değil.

ONURSAL ADIGÜZEL (İstanbul) - İstanbul'un göbeğinde Ataşehir'de TELEKOM'u arayıp birisi "Ben evime İnternet bağlatmak istiyorum." dediği zaman bu büyük kuruluşa, diyorlar ki: "Portta yer yok, başka bir firmaya başvur." Böyle sorunlar var. Yani bunlar yaşanan, bize gelen, halktan gelen şikâyetler, bunların hepsi gerçek, yaşanmış meseleler.

EBA'ya bağlanma sürecini tamamen ayrı tutuyorum, bir FATİH Projesi meselesi var, Başkanım kızıyor, bir de oraya girip yormayayım.

Türkiye'deki bütün okullara fiber altyapı götürüleceği bu seviyede söylendi. Sayın Bakanım burada. Kaçına götürülebilmiş, kendisi de açıklar. Zaten, Millî Eğitim Bakanlığının internet sitesinde çok açık bir şekilde görülüyor yani yarısına bile ulaştırılamamış durumda. Bu olan fiber hat da ana omurgada var, ana omurgalar oluşuyor. Değerli bir adım, yapalım ama Gana'nın da gerisinde kalmayalım. Ben burada ayrılıkçı, Gana'yı ötekileştiren bir anlayışla da söylemiyorum ama Gana'da 600 bin kilometre fiber varsa Türkiye de Gana'nın gerisinde de kalmasın bu noktada. Yani ben bunu Türkiye'de yaşayan bir vatandaş olarak içime sindiremiyorum. Bizim vizyonumuz çok ayrı, gelmek istediğimiz yer çok ayrı. Bu noktada, bu farkımızı da hissettirmemiz gerekiyor.

İşte, EBA sisteminden bahsediyoruz. Esenyurt'da bir çocuk, babasıyla birlikte çatıya çıkıyor. Niye çatıya çıkıyor, biliyor musunuz? Kendi evinin önüne internet altyapısı gelmiyor, yan komşudan çatıdan kabloyla internet alacaklar, düşüp hayatını kaybediyor. Bu çok önemli bir mesele. Bu, Türkiye'nin en ücra köşesinde değil, İstanbul Esenyurt'ta bir mesele. Bunları gördüğümüz zaman bizim de bu meselelere daha sıkı sarılmamız gerekiyor. "Buradan nereye geleceksin?" derseniz, bir yere daha geleceğim. "Dijital dönüşüm" diyoruz, çok önemli, bence mega projemiz olması gereken bir mesele. Yani bugün gençlere sorsanız "mega proje" deseniz herhâlde "dijitalleşme" derler, kanaldan manaldan bahsetmezler ama Ulaştırma Bakanlığı hep kanal işi yaptığı için alışmış orada kanal meselelerine.

"Dijitalleşme" diyoruz. Geçen hafta İkitelli Organize Sanayi Bölgesinden sanayicilerle buluştuk, ben de onlara KOBİ'lerin dijitalleşmesiyle ilgili bir şeyler anlattım. Şöyle bir geri bildirim aldım: "Ya, biz önce yeterli seviyede internet alamıyoruz ki şirketlerimize siz bize dijitalleşmeden bahsediyorsunuz Onursal Bey." dediler. Burası da İkitelli Organize Sanayi Bölgesi, başka bir yerden bahsetmiyorum. Bunların hepsini birleştirdiğimiz zaman BTK aslında çok büyük bir kurul ve yanlış biliyorsam düzeltsinler ama Türkiye'de en çok vergi toplayan kurullardan da biri, hepsinin katbekatını topluyor. Dönüp bakıyoruz, diğer taraftan, işte internet altyapımız eksik. Bu, eğitim sistemimizi etkiliyor. Bu, Türkiye'deki hak eşitsizliğine sebep oluyor. Dünyanın her yerinde internet, teknoloji hak eşitsizliklerini ortadan kaldırırken Türkiye'de daha büyük bir hak eşitsizliğinin ortaya çıkmasına yani İstanbul'daki bir öğrenci ile Malatya'daki bir öğrencinin uçurum kadar farklı eğitim almasına sebep oluyor bir taraftan. Onun için, BTK'nin, Ulaştırma Bakanlığımızın bu noktalarda yatırımlarını güçlendirmesi gerekiyor. Evrensel Hizmet Fonu var. Milyarlarca lira toplantı Evrensel Hizmet Fonu'nda. Bu fon yine aslında Türkiye'de eşitsizliklerin ortadan kaldırılması için kullanılacaktı. Çeşitli çalışmalar yapılmış. İşte, FATİH Projesi'nde kullanılacaktı, 10 milyon tablet dağıtılacaktı. FATİH Projesi'nin finansmanında da kullanıldı, biliyorum. 1 milyon 437 bin tablet dağıtılmış, nerede olduğu belli değil bu tabletlerin. Okullardaki internet sorunları ayrı bir mesele.

Bunların hepsini toparladığımız zaman tabii ki kimse Türkiye'de temsilcilik açılmasının teknik olarak sorunlu olduğunu düşünmüyor ama işi birazcık realiteye çevirdiğimiz zaman bakıyoruz, işte 2015 seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi biraz geriye düştü, o zamanın Gençlik Kolları Genel Başkanı, sonra -birlikte de vekillik yaptık- Gençlik ve Spor Bakan Yardımcılığı yaptı, sonra da ödüllendirildi, Abdurrahim Boynukalın, gitti Hürriyet gazetesinin kapısında camını çerçevesini kırdı. İşte, Sputnik yazarları daha bu yasa konuşulurken tehdit edildi. Orhan Uğuroğlu -iki hafta olmadı daha- tartaklandı ya da işte, diğer gazetecileri söylemek isterim.

Türkiye'de bizim korkumuz şu: Bu yapılarla gelecekte sosyal medyanın Alo Fatihleri mi yaratılmaya çalışılıyor; bizim temel çekincemiz burada oluşuyor. Yoksa teknik olarak dünyadaki örnekleri açısından bizim bir eleştirimiz yok ama bunu bir de realiteye çevirdiğimiz zaman, Türkiye'deki hukukta alınan kararları gördüğümüz zaman, hukuktaki yükselme hızlarını, liyakatin göz önünde bulundurulmadığını gördüğümüz zaman iki eleştirimizi çok net bir şekilde yapmak isterim: Yine, birinci eleştirimiz, Türkiye'de bu sistemler kurulurken tarafsızlığın, ifade özgürlüğünün, internete erişim özgürlüğünün önüne geçilme gibi bir durumla karşı karşıya kalabiliriz. İkinci noktası da biraz önce söylediğimiz altyapı meseleleri; bundan kaynaklı olarak da geri kalmışlık. Asıl mesele, sansür uygulamak, işte, temsilcilik açtırmak bunlar değil, yerelimizde kendi sosyal medya kuruluşlarımızı inşa etmek ve bunu dünya modeliyle yapıyor muyuz, dünyaya duyurabiliyor muyuz? İşte, Peak Games diye bir firma Türkiye'nin ilk "unicorn"u oldu, hepimizin gururu oldu. Kim buna itiraz etti? Hepimiz mutlu olduk, dedik ki Türkiye'den bir "unicorn" 1 milyar değerin üstünde bir firma çıktı dedik ve mutlu olduk. İstiyoruz ki bunların sayısı artsın. Evet, belki dünyanın belli oyuncuları ortaya çıkmış. İşte, biz Intel'le yarışan bir işlemci üretmek zorunda değiliz belki ama otomasyon sisteminde, daha doğrusu otonom araçlarda kullanılabilen bir yazılım sistemi geliştirebilecek altyapımız var, bizim gençlerimizin böyle bir enerjisi var, böyle bir birikim onlara oluşturulabilir. Biz bu bütçelerin, bu enerjinin buraya yatırılması, buraya yönlendirilmesi taraftarıyız. Bunu sansürle, "Ahmet bana Twitter'da bunu yazmış, Mehmet bunu yazmış. Aman, cezalandırılsın. Aman A partisi orada çok görünmesin, B partisi burada çok görünmesin." mantığıyla yaparsak olan Türkiye'nin geleceğine oluyor, bizim geleceğimize oluyor. Görüyoruz, işte, nasıl bütün verilerde adım adım geriye düştüğümüzü, Freedom House verilerinde nasıl interneti özgür olmayan bir ülke olduğumuzu. Biz hızlıca bu algıyı değiştirmeliyiz diyorum.

Şunu da açık söylüyorum: Yeter ki altyapı geliştirilecek, bu ülkenin çocuklarının geleceğine katkı sunacak bir iş olsun; biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak her zaman elimizi taşın altına koymaya hazırız. Genel Başkanımız defalarca "Eğer eğitimle ilgili sorun varsa benim 11 büyükşehrim var, söyleyin, biz yapalım yatırımı." dedi. Bu sözümüzün de hâlâ arkasındayız.

Teşekkür ediyorum bugün buraya geldiğiniz için Sayın Bakanım.

Sizlere de beni sabırla dinlediğiniz için çok teşekkür ederim.