KOMİSYON KONUŞMASI

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Çok teşekkür ediyorum Hocam.

Bugün biz Komisyonumuzun 12'nci Toplantısını yapıyoruz ve sizin alanınız itibarıyla belki de ilk sunumu sizden almış olduk. Aslında çok önemli gerçekten konu itibarıyla çünkü toplumda bir korku yani depreme bağlı olan bir korku gittikçe büyüyor. Tabii, bu depremle ilgili konular, olaylar, sadece yazılı ve görsel basında değil, sosyal medyada da her deprem sonrası bu teknolojinin gelişmesiyle toplumdaki bu endişe ve korku duygusu her gün gittikçe daha da yaygınlaşıyor. O nedenle size belki bu anlamda daha da çok görev düşüyor.

Şimdi, bir söz vardır: "Deprem öldürmez, aslında bina öldürür." diye. "Bina öldürür." demek de pek doğru değil, "Akıl ve bilimden yoksun yapılaşma öldürür." Hatta belki şöyle de söylenebilir: Bu akıl ve bilimin içerisine psikoloji de mutlaka koymak gerekir çünkü bir deprem olduğunda bina yıkılmasa bile, kimi zaman şahit oluyoruz, balkonda atıyor kendisini. Yani o korkuyla, o panikle, ne düşünüyorsa, binanın altında kalıp ölme korkusu balkondan atlayıp belki hayatımı kurtarırım şeyine mi dönüşüyor, bilemiyorum.

Şimdi, tabii, şöyle: Siz de bundan bahsettiniz, depremin bir öncesinde, bir hazırlık dönemi demeyelim ona, aslında deprem riski altında veya depremsellik riski olan bölgelerde, alanlarda yaşayan yurttaşlarımızın deprem olmasına hazırlık değil de yani depremin ne olduğuna dair bir farkındalık, bir bilinç ve bu konuda onların bu korkusunu, endişesini de ortadan kaldıracak her hâlde bir çalışma gerekir diye düşünüyorum. Depremin akabinde, hemen sonrasında... Ki İzmir depreminde değişik kurumlara bağlı psikolojik destek amaçlı görevliler vardı yıkım olan binaların yanında. Hatta ben şahit oldum, yaşlı bir amcamız aslında eşini kaybetmiş farkında değil, hastaneye gitti diye biliyor. Ona kimse "Eşini kaybettin, eşin vefat etti." falan diyemiyor. Orada ben çağırdım görevli olan o psikolog arkadaşı, zannediyorum AFAD'dan mıydı, tam hatırlamıyorum hangi kurumdu. Yavaş yavaş, alıştıra alıştıra o kişiye bu aktarılmaya çalışıldı. Yani demek istediğim, depremin akabinde de psikolojik destek mutlaka gerekiyor diye düşünüyorum. Tabii, maruz kalan bölgelerde bu deprem sonrasında da her hâlde üzerlerindeki travmanın o yarattığı psikolojik ve sosyolojik bütün etkileri ortadan kaldıracak uzun süreli bir çalışma da gerekir diye düşünüyorum. Yani bunların belli bir organizasyon çerçevesinde olması gerekir diye düşünüyorum. Bu konuda organizasyonel anlamda yani bunun kurumsal yapıları da içinde yer almak üzere bir öneriniz olabilir mi?

Kadercilik, tabii, kimi zaman da... Daha doğrusu, ben yorum yapmayayım kadercilik üzerine ama şunu sormak istiyorum: Kadercilik ve psikolojik travma karşı karşıya geldiğinde hangisi insanın psikolojik anlamda daha sağlıklı, psikolojik anlamda etkilenmemesine imkân verir? Çünkü kaderci olan birisi psikolojik etkiden biraz uzaklaşmış oluyor. Yani hep eleştiririz kaderciliği ama kadercilik aynı zamanda o korkuyu da endişeyi de bir ölçüde üzerinden alıyor. Bir bireyi bazen bilmesi gerekenden fazla bilgilendirirseniz bu sefer fazla, aşırı korku, endişe gibi duygulara da kapılabilir mi, bilemiyorum.

Tabii, herkesin deprem uzmanı veya mühendis veya bu konuda uzman birisi olmasını bekleyemeyiz ve herkes tek katlı bir yerde yaşamıyor, çoklu, birden fazla konutun, bir apartman tarzında bir arada olduğu binalarda yaşıyor. O nedenle devletine, belediyesine binanın güvenliği konusunda da güven duymak istiyor. Yani insanlar yaşadığı konutta "Ben sağlam binada oturuyorum. Burada deprem de olsa, 7 şiddetinde de olsa, 8 şiddetinde de olsa bu bina yıkılmaz." güvenini duyması için de devletine güvenmesi lazım, bu işi yapanlara güvenmesi lazım, bu konuda güvence veren devletine, belediyesine güvenmesi lazım. Çok yönlü bir konu aslında. O nedenle bu aklımdaki şeyleri sizinle paylaşmak istedim ama bu kadercilik ve depremin psikolojik etkilerini karşı karşıya getirdiğinizde nasıl bir sonuç, nasıl bir değerlendirme yaparsınız? Bir de organizasyonel anlamda bir öneriniz var mıdır?

Çok teşekkür ediyorum, sağ olun.

PROF. DR. AYŞE NURAY KARANCI - Kesinlikle organizasyon açısından ne yapılacağı belli aslında çünkü bir grafik göstermiştim, kahramanlıkla başlayıp birinci yıla kadar devam eden psikolojik etkileri olabiliyor. Yani yıl dönümleri mesela çok çok önemlidir psikolojik açıdan. Onun için öyle bir organizasyon yapılması gerekiyor ki Türkiye'de bu belirlenmiş. Hangi bakanlığın altında ve hangi diğer kuruluşlarla beraber, bunun çok iyi planlanması gerekiyor.

Dediğiniz gibi kimi insan çok basit bir psikolojik destekle atlatabiliyor ama kimi insan... Ben şu anda oradaki depremi yaşayanlara -İzmir'de- ve desteğe ihtiyacı olanlara destek veren psikologlara çevrim içi süpervizyon veriyorum. Her hafta buluşuyoruz "Neler var?" diye, eşini kaybetmiş olabiliyor, evini kaybetmiş olabiliyor; bunlar gerçekten çok ağır travmalar ve hani, uzman, akredite edilmiş kişiler gerekli. Ben burada sizleri bir arada bulmuşken -Deprem Komisyonu olmanıza rağmen- şunu söylemeden gidemem çünkü meslektaşlarım bana kızar: Bizim bir psikologlar yasamız yok bu ülkede yani bu kadar deprem sonrası depremzedeleri emanet ettiğimiz psikologların bir meslek yasası yok bu ülkede. Mecliste, sağ olsunlar, bazı dönemlerde bize sürekli önayak oldular ama hep böyle bir engelle karşılaşıldı; bu bilgiyi de size vermek istiyorum.

Organizasyon yapmak çok kolay çünkü bunun çok örnekleri var yani "Psikososyal destek nerelerde verilir?" İşte, ilk başta, biz Van depreminde verdik, Marmara depremi sonrası verdik; Kızılayın bünyesinde çalışanlar var, Bakanlık bünyesinde de çok psikolog var ama eksik olan eğitim. Yani ne yapılacağının bilindiği kaliteli travma eğitimlerinin verilmesi gerekiyor bu kişilere.

Kadercilikle psikolojik tepkilere geldiğimizde ise tam öyle olmuyor Kamil Bey, şöyle oluyor: Kaderci de olsa yine o travmanın... Çok şey kaybedince -yani bu insan kaybı olmayabilir- evini kaybedince bütün anıları gidiyor, üzerinde onun yarattığı çok yoğun bir örselenme olabiliyor ama kaderciliğin olumlu tarafı bu örselenme ve tepkileri de kabullenebiliyor yani "Zor bir şey geçirdim, böyle bir şey oldu, bunlar geçecek." Belki o yaşanılan duyguların kabulüne aracı olabiliyor, çok güzel oluyor. Mesela, biz Van'da çadır kentleri ziyaret ettik, kadınlar Kur'an kursuna geliyorlardı. Orada o Kur'an okumak kadar, hatta belki daha önemlisi bir arada olmaları ve anlaşmalarıydı yani sıkıntılarını konuşabilmeleri, yalnız olmadıklarını görebilmeleri de çok çok gerekli ve önemli onlar için diyeceğim. Yani kadercilik bizi psikolojik tepkilerden o kadar kurtarmıyor, çok inanan kesimlerden de psikolojik rahatsızlıkları olan insanlar var.

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Peki, Hocam, deprem sonrası değil, bir de öncesi yani o korku, o endişe, her an bir sarsıntı olacakmış endişesi, deprem öncesi olan "Ya, aman sen de boşver, zaten varsa alnımızın yazısı, bu başımıza gelecek." kaderciliğinden de bahsedebilirim yani sadece deprem sonrası, yaşananlar sonrasında değil.

PROF. DR. AYŞE NURAY KARANCI - Ben şöyle diyorum: İki ucu keskin bir şey bu. Bir tarafta biraz koruyor deprem sonrası ama deprem öncesi kesinlikle olumsuz bir etkisi var ve bu etki olduğu zaman... Galiba Sibel Hoca'yla beraberdik, Van'da, bakkal gibi bir yer, açmış dükkânını; orada bir cami var minaresi yıkılmış, bir de bir bina var yıkılmış. "Ya, niye açtın? Burası tehlikeli. Sence niye yıkıldı bu caminin minaresi?" dediğimde şöyle bir şey dedi: "Tamamen yapım hatası, müteahhidinden dolayı." "Peki, bu bina niye yıkıldı?" "Çünkü onun içinde internet, kumar oynuyorlardı, oyun oynuyorlardı. Onlar günah işlediler, onun için yıkıldı." Yani insanların kavramaları çok farklı olabiliyor. Bizim onlara "Bu bir kader değildir, bir binanın yıkılması eksikliklerinden dolayıdır." bu mesajı çok iyi vermemiz gerekiyor ve güvenecekleri bir kişi tarafından verilmesi gerekiyor. Kaderci bir kişinin en güveneceği bizim din görevlilerimizdir. Din görevlilerimizin de bu görevi aksatmadan yapmaları çok önemli yani bunu günahlara bağlamayıp, eksiklere bağlamayıp bunun gerçekten neden öyle olduğunu anlatmaları.

Bir de bir şey daha söylemek istiyorum: Bu Bina Kimlik Sistemi çok güzel bir sistem, gerçekten hem bilinci uyanık tutması hem insanlara farkındalık vermesi açısından ama orada galiba -Sibel Hoca yapacağı sunumda değinecektir- yani toplumdaki kırılgan kesimler imkânları yetmeyerek o binalarda oturmak durumunda kalabilirler. Ona çok dikkat edelim çünkü o binaların yani bina kimlik kartında güvenli olmayan bir binanın kirası da biraz daha düşük olacak. O vakit maddi imkânı olmayanlar oraya gidebilecek; birinci aklıma gelen ve dikkat edilmesi gereken bu.

İkinci de bu hasar tespitlerinde olan güvensizliğin aynısı buraya da yansıyabilir. Yani biliyorsunuz, hasar tespitlerinde... Biz çok halkla beraber oluyoruz mesleğimizi icabı, gittiğimiz zaman deprem bölgelerine bizimle konuşuyorlar. Haklısın, haksızsın; bilimsel yaklaşımda böyle bir şey yok, biz onları anlamaya çalışıyoruz. Onları anladığımız zaman da diyor ki: "Yani duydum ben, orta hasarlıları yüksek hasar yapmış, onu onu yapmış..." Yani çok güvenilir bir kurumun ve şeffaf bir şekilde neye bağlı olarak... Yani, işte binadan karot örneği mi alınacak, demirleri mi incelenecek? Bunlara en azından o bina yöneticisiyle çok açıkça birlikte bakmak iyi olur gibi geliyor. Güven yani o bina değerlendirmelerinin de güvenilir olduğu... Yoksa, ben size hemen söyleyeyim, diyecekler ki: "Binaya güvensiz raporu verdiler, bu binayı almak istiyorlar, yıkmak istiyorlar, şöyle yapmak istiyorlar." Yani bunların önüne geçmek için şeffaflık ve güven çok önemli.