KOMİSYON KONUŞMASI

BAŞKAN MEHMET KASIM GÜLPINAR - Toplantımızın ikinci bölümünü açarken Dışişleri Komisyonunun Değerli Başkanı Sayın Akif Çağatay Kılıç ve Komisyon üyelerine ve Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Avrupa Birliği Başkanı Büyükelçi Sayın Faruk Kaymakcı Bey'e ve çalışma arkadaşlarına Komisyonumuza teşriflerinden dolayı teşekkür ediyor, hepinize hoş geldiniz diyorum.

Ben Sayın Bakan Yardımcımıza söz vermeden önce Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileriyle ilgili kısaca bazı hususlara değinmek istiyorum.

BAŞKAN MEHMET KASIM GÜLPINAR - Hepimizin de malumu olduğu üzere, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri bir süredir inişli çıkışlı ve çoğu zaman da geriye doğru giden bir seyir izlemekte. Avrupa Birliği tarafı Türkiye'nin 14 Nisan 1987 yılındaki üyelik başvurusuna ancak on iki yıl sonra 11 Aralık 1999'da Helsinki Zirvesi'nde olumlu cevap vermiş ve Türkiye'yi aday ülke ilan etmiş. Bu sefer de üyelik müzakerelerine başlamak için altı yıl daha geçirip ancak 3 Ekim 2005 tarihinde üyelik müzakerelerine başlamıştır. İşte, bu üyelik müzakerelerinin başlamasından bugüne kadar geçen on beş yılı aşkın süre içerisinde 35 fasıldan 16 tanesi müzakerelere açılmış ve bunlardan sadece 1 tanesi geçici olarak kapatılmıştır. Diğer fasıllar ise hiç açılmamıştır.

Diğer taraftan, Türkiye'nin tam üyelik başvurusu yaptığında 12 üyesi olan Avrupa Birliği geçen otuz dört sene sonra, bugün, 27 üyeli bir yapıya dönüşmüştür. Türkiye genişlemesini hâlâ gerçekleştiremeyen Avrupa Birliği üye bakımından 2 misliden fazla genişlemiştir. Üstelik yeni üyelerin çoğunun ekonomik, sosyal ve siyasi seviyesi Türkiye'nin gerisindedir. Buna karşılık, Avrupa Birliğinin kendi genişleme prensibine aykırı olarak 2004 yılında bütün adanın temsilcisi sıfatıyla Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ni Türkiye'yle müzakerelere başlamadan hemen önce Avrupa Birliği üyesi yapmış ve Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle ilişkilerini tamamen zehirleyecek bir yola girmişlerdir. Bildiğiniz gibi, Londra ve Zürih Anlaşmaları, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Türkiye ve Yunanistan'ın birlikte üye olmadığı uluslararası örgütlere üye olamayacağı hükmünü haiz iken Avrupa Birliğinin genişleme prensiplerinden birisi de sınır sorunları olan ülkelerin bu sorunları gidermeden Avrupa Birliği üyesi olamayacağını öngörmekteydi. Nitekim, 35 fasıldan açılamayan ve Avrupa Birliği tarafından bloke edilen bütün fasılların Türkiye'nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ni tanımamasıyla doğrudan ilgisi vardır.

Diğer taraftan, bugün Doğu Akdeniz'de yaşanan krizin ve bu krizin Türkiye-AB ilişkilerine olumsuz yansımasının temel nedeni de yine Kıbrıs Rum Yönetimi'nin 2007 yılında Mısır ve Lübnan ile Doğu Akdeniz'de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ve Türkiye'nin haklarını göz ardı ederek petrol arama anlaşmaları yapmasıdır. Rum Yönetimi AB üyesi olarak kabul edildiği için Avrupa Birliği de kendisini Doğu Akdeniz sorununun bir tarafı olarak görmekte ve üye danışması politikasını gerekçe göstererek Kıbrıs Rum Yönetimi'nin haksız politikasına ve tezlerine destek vermekte, Türkiye'yi ve Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni karşısına almaktadır. Bunda da makuliyet sınırlarını aşarak Doğu Akdeniz'deki Türk kıta sahanlığı ve deniz yetki alanlarında araştırma yapan Türk gemilerinin yetkililerine karşı tedbir alma ve Türkiye'ye ambargo koyma tehditlerine kadar işi götürmektedir.

Bunun yanı sıra, AB içinde, bir taraftan eski engel Yunanistan, Ege sorunlarını ve Türkiye-Libya Anlaşmalarını bahane ederek yeniden sahneye çıkmış; diğer taraftan Fransa, Libya'da desteklediği darbeci Hafter'in meşru yönetimi devirme teşebbüsünün başarısız kalmasından dolayı Türkiye'yi suçlayarak her platformda olduğu gibi Avrupa Birliği platformunda da doğrudan Türkiye'yi hedef almaya başlamıştır. Avrupa Birliği içerisindeki söz konusu çevrelerin Türkiye karşıtı bu faaliyetlerini 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişiminin başarısız olmasından sonra yoğunlaştırmış olmaları da dikkat çekicidir.

Bütün bunlara rağmen geçen günlerde Cumhurbaşkanımızı ziyaret eden Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Sayın Michel ve Avrupa Komisyon Başkanı Sayın Von Der Leyen'in ikili ilişkilerde pozitif gündem oluşturmaya yönelik mesajlarının samimiyetine inanmak istiyor ve bu niyetin hayata geçirildiğini görme umudunu taşıyoruz. Ancak, daha iki gün önce Komisyon Başkanı Von Der Leyen'in Avrupa Parlamentosundaki konuşmasında Ankara'da yaşanan koltuk krizini çarpıtarak, bunu kendisinin kadın olmasından dolayı eşit muamele görmediği şeklinde yorumlayarak Türkiye'yle diyaloğa yeniden başlanması için kadın haklarına saygının bir ön koşul olması zorunluluğundan bahsetmesi ve Konsey Başkanı Michel'in de buna destek veren bir açıklama yapması maalesef bu umudumuzu da zayıflatmıştır.

Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin hiç de arzu etmediğimiz bu kötü seviyeden kurtulmasının yolunun Avrupa Birliğinin sadece birkaç üyesinin çıkarları yönünde kendisini bağlayarak Türkiye'yi ötekileştirmesinin yerine kurucu anlaşmalarında da belirtildiği gibi Birlik içinde ortak Avrupa değerlerini hâkim kılmayı hedef alan bir bakış açısı içinde bütün AB üyesi ülkelerin ortak çıkarına yönelmesinden ve bu kapsama Türkiye'yi de almasından geçtiği aşikârdır.

Bu noktada sözlerime son verirken sözü sunumlarını yapmak üzere Değerli Dışişleri Bakan Yardımcımız ve Avrupa Birliği Başkanı Sayın Faruk Kaymakcı'ya veriyorum.

Buyurun Sayın Kaymakcı.