KOMİSYON KONUŞMASI

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Bakanım, teşekkür ederiz detaylı bilgileriniz için.

Şimdi, gördüğümüz kadarıyla, anladığımız kadarıyla bizim de bütçesine katkıda bulunduğumuz, ağırlıklı olarak öğrenci ve öğretim üyesi mübadele programını içeren Erasmus dışında, sancılı bir süreç şeklinde ifade ettiniz, yaşıyoruz. Ben biraz savunma kısmına dikkatinizi çekmek istiyorum ve bilginize ihtiyacımız var, merak ediyoruz.

Tabii hem Yunanistan'ın hem Kıbrıs Rum Kesimi'nin bu maksimalist düşünceleri ve uygulamaları bizleri ziyadesiyle AB sürecinde sıkıntıya sokmakta. Tabii, Birleşik Krallık'ın AB'den çıkmasından sonra sanki daha önce konuşulmuş birtakım şeylerin açıklanışı ya da dışa vurumu söz konusu. Eski İngiliz Dışişleri Bakanlarından Jack Straw geçenlerde bir açıklamada bulundu, dedi ki: "Tabii, Kıbrıs'ı biraz erken aldık ve böyle dağınık, bölünmüş, parçalı bir şekliyle almamız hataydı." Sanki bir öz eleştiri mahiyetindeydi. Ama tabii, Birlik içerisinde bu, zaman zaman homurdanıyor ama dışarı pek fazla yansımıyor. Acaba yansıyorsa tabii sizin düşüncelerinizi merak ediyoruz.

Bir de bu, savunma konusunda NATO'yla bir bölünmüşlük, sanki gizli kapaklı bir çekişme söz konusu. Bunu biz Parlamenterler Asamblesi sürecinde de yaşıyoruz her iki tarafı da bildiğimiz için. Yani, Stoltenberg'in özellikle, tabii, AB üyesi bazı koçbaşı ülkelerinin ısrarla "Biz kendi savunmamızı kendimiz de yaparız, ihtiyacımız da yok." demelerine rağmen bu, tabii, öngörülen o GDP'nin yüzde 2'lik oranına ulaşma noktasında bir direnç olduğu için bunu söylüyorlar ve alternatif bir savunma sistemi kurabileceklerini dahi telaffuz edince tabii ağır eleştiriler alıyorlar NATO tarafından. Bunu Trump gibi çok ağır söyleyenler de oldu ama Stoltenberg bunu çok kibarca ifade ettiler, dedi ki: "Maalesef, Avrupa'nın savunmasını yapan Avrupalı olmayan ülkeler." Bunu da bilin yani, bunu söylerken Birleşik Krallığı, ABD'yi, Kanada'yı ve bizi kastettiler biraz da ve doğrusu da bu.

Şimdi, bütün bunlar ışığında, sizin gerçekten öngörünüzü merak ediyoruz. Bizim bu, Rum kesimi ve Yunanistan koalisyonundan dolayı sürekli bir engel görmemiz ve bugünlerde de sanki Jack Straw'un önayak olduğu bu söylemin yavaş yavaş yankı bulacağa dönüştüğüne tanıklık ediyor gibiyiz. Hatta şu dahi konuşulmaya başlandı dünya -özellikle de Avrupa- kamuoyunda: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin tanınması acaba burada ara bir istasyon açar mı bize ya da bir ara çözüm şeyi şeklinde değerlendirilebilir mi, bu konudaki düşüncelerinizi ya da varsa öngörüleriniz neyse onları merak ediyorum.

Teşekkür ederim.

DIŞİŞLERİ BAKAN YARDIMCISI VE AVRUPA BİRLİĞİ BAŞKANI BÜYÜKELÇİ FARUK KAYMAKCI - Teşekkür ederim.

Hatırlayacaksınız, 2004'te Güney Kıbrıs Rum yönetimi Kıbrıs sorunu çözülmeden Avrupa Birliğine üye yapıldı. Sayın Başkanımız da söyledi, bu aslında Kıbrıs kurucu anlaşmalarına da aykırıydı. Yani Türkiye'nin ve Yunanistan'ın birlikte üye olmadıkları örgütlere, hele hele bölünmüş bir Kıbrıs'ın üye yapılması hukuka da aykırıydı ama burada işleyen şu oldu: Veto hakkı. Yani Yunanistan, hatırlayacaksınız, "Eğer Güney Kıbrıs Rum yönetimi 1 Mayıs 2004'te AB'ye üye yapılmazsa 9 ülkenin üyeliğini veto ederim dedi." ve maalesef bugün Doğu Avrupa ülkelerinin hiçbiri bunu hatırlamıyor eğer biz hatırlatmazsak. Yani ben samimiyetle söylüyorum, şu ana kadar görüştüğümüz kim varsa AB ülkelerinde, makamlarında, herkes 2004'ün bir yanlışlık olduğunu, bir hata olduğunu kabul ediyor. Ki o zaman, hemen referandumdan sonra da söyleyenler vardı, hatırlayacaksınız. Hatta Genişleme Komiseri Verheugen Rum hükûmeti tarafından aldatıldığını söylemişti.

Ama sorun şu: Yani dünyada böyle bir düzen var, Avrupa Birliği düzeni var; bizim bu gerçeklere göre de hareket etmemiz lazım. Yani şu anda biz Avrupa Birliğinde veto hakkını değiştiremeyiz ve bu, maalesef kötüye kullanılıyor. Yani bunu değiştirmenin tek yolu çok daha ileri bir Türkiye, çok daha saygın bir Türkiye, çok daha güçlü bir Türkiye. Ancak böyle bir Türkiye bu veto hakkını kırabilir. Yani Gümrük Birliği güncellemesine başlamayı, biz daha fazla engellenmesini engelleyebiliriz ama yani biz güçlü olduğumuz zaman bunu yapabiliriz. Onun dışında bu sarmal böyle gidecek. Çünkü yani Avrupa Birliği de şu kararı vermek durumunda: Ya gerçekten bu Kıbrıs Yunan tezinin arkasında kalacak ve bunun yarattığı zararı kendisi de üstlenecek... Ama işte Avrupa Birliği bu kararı alamıyor tam olarak çünkü Türkiye'yi de kaybetmek istemiyor yani kapıyı da hiçbir zaman tam kapatmak istemiyor. Dolayısıyla bizim bu dengeyi görmemiz lazım.

Güvenlik ve savunma da aslında Avrupa Birliğinin yine Türkiye'ye tam olarak kapıyı kapatamadığı ve ciddi ciddi düşündüğü alanlardan biri. Bunun için zaten Avrupa Birliği başından itibaren AGSP dediğimiz Avrupa Güvenlik Savunma Politikası misyonlarına Türkiye'yi de dâhil etti. Hatta Türkiye birçok Avrupa Birliği üyesi ülkeden daha fazla katkıda bulunuyordu. Ama son dönemde, özellikle Brexit'le beraber ve özellikle Macron'un Fransa'da iddialı çıkışlarıyla güvenlik-savunma mekanizmaları yeniden sorgulanmaya başlandı. Ama şunu unutmayalım yani güvenlik-savunma çok zor bir alan, yani işin egemenlik, güvenlik boyutu var, aynı zamanda işin parasal boyutu var. Yani ortada NATO varken ve birçok ülke NATO'nun gölgesinden, NATO'nun gücünden yararlanırken gidip şu ortamda, hele pandemi ortamında -ki bu pandeminin ekonomik, sosyal etkilerinin ben en az dört, beş yıl süreceğini düşünüyorum- hiç kimse "İlave bir kaynak ayırıp da Avrupa Birliği NATO'dan bağımsız bir güvenlik ve savunma mekanizması kursun." Diyemez. Dolayısıyla, evet, yani Macron'la birlikte duymaya başladık "Avrupa Birliği egemenliğini ortaya koymalı, Avrupa Birliği jeostratejik bir aktör olmalı." Von der Leyen'in Komisyon Başkanlığına geldikten sonra hemen söylediği şey. Yani bunun altını doldurmak kolay değil. Hele hele soğuk savaş döneminde Sovyet sisteminde çok fazla atıllaşmış, kendi savunma reflekslerini, güvenlik sistemlerini çok fazla geliştirememiş ülkelerin şu anda ilave kaynak ayırarak bir şey yapabileceklerine ben çok büyük bir ihtimal vermiyorum.

Bir de tabii şu var: Elinizde kaynak olabilir ama bunu yürütmeniz, yönetmeniz de önemli. Yani şu anda dünyada harekât düzenleyebilen ülke sayısı çok fazla değil. Bakıyorsunuz, işte, bir tarafta ABD, Kanada; Avrupa'ya baktığınız zaman Fransa, Birleşik Krallık, bir ölçüde Hollanda, onun dışında Türkiye ve Türkiye dışında çok fazla etkin, operasyon düzenleyen ülke yok. Bir de tabii şöyle bir ülke de yok, yani dünyanın değişik coğrafyalarında aynı anda farklı harekâtlar düzenleme işi de kolay bir iş değil.

Dolayısıyla, bence, aslında en mantıklı olanı, Türkiye-AB ilişkilerinin bir an önce normalleşmesi ve Avrupa Birliği-NATO arasındaki güvenlik-savunma iş birliğinin de Kıbrıs sorunu ortadan kalktıktan sonra NATO'nun yani büyük Batı'nın güvenlik ve savunma örgütü hâline dönüşmesi. Bunun içinde de Türkiye en etkin rolü oynayabilecek ülke. Şu anda AB'ye üye olmadan bile biz duruşumuzla da aslında önemli ölçüde buna katkıda bulunuyoruz. Ama benim kişisel düşüncem, yani 1954'te Avrupa Savunma Topluluğunu kurma girişiminden bu yana -ki bu, biliyorsunuz Fransa'nın önerisiydi ve Fransa Meclisinde reddedildi- bu alanda adım atmak çok kolay olmadı. Hele hele NATO gibi yerleşik bir güvenlik ve savunma mekanizması varken ve buna ABD'nin önemli ölçüde bir katkısı da varken. Yani Trump'ın tepkisi belki usule, adaba uygun değildi ama haklı bir tepkiydi. Yani "Avrupa Kıtası'nın savunmasını ABD, Birleşik Krallık, Kanada ve Türkiye yapıyor daha çok, sizler de taşın altına elinizi sokun." dedi. Dolayısıyla Türkiye'nin bu alanda bence gücü, saygınlığı ve etkisi artıyor, yeter ki Türkiye-AB ilişkilerinde istenilen olumlu gündem sağlansın.

KAMİL AYDIN (Erzurum) - İma ettiğim şuydu: Bu artış bizim lehimize bir çözüm sürecine kadar götürür mü? Çünkü AB, gördüğümüz kadarıyla güçlülerin çekilip güçsüzlerin dâhil edildiği bir yapı, bir yardım kurumu mahiyetini taşımaya başladı. Bunu Birleşik Krallık çok önce gördü ve çıktı, acaba Türkiye'nin...

DIŞİŞLERİ BAKAN YARDIMCISI AVRUPA BİRLİĞİ BAŞKANI BÜYÜKELÇİ FARUK KAYMAKCI - Sayın Vekilim, yani Birleşik Krallık'ın Avrupa Birliğinden çekilmesi konusunda sizle aynı görüşü paylaşmadığımı itiraf etmeliyim. Yani şunu söylemek istiyorum: Birleşik Krallık'ın aldığı karara tabii ki hepimizin saygı duyması gerekir, sonuçta referandumla halk bir karar verdi ama şu verileri de elimizde tutmamız lazım: Bir: Verilen oy oranı yüzde 51,7. İki: Referandum süresince ve hemen öncesinde yapılan hiçbir tartışmanın Brexit'in ne anlama geleceğini halka yeterince aktarmadığını herkes söylüyor. Brexit sürecini 2016'dan beri ben de işim gereği yakından takip ettim, karşılaştığım hiçbir Birleşik Krallık yetkilisi bana "Biz oturduk, hesapladık, karar verdik; Brexit bizim için iyi bir şey olacak, onun için çıkıyoruz." demedi, diyemedi ve hatta tam tersini söyledi.

AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (İstanbul) - Diyemez zaten.

DIŞİŞLERİ BAKAN YARDIMCISI AVRUPA BİRLİĞİ BAŞKANI BÜYÜKELÇİ FARUK KAYMAKCI - Yani ben burada tabii, siyasi yorum yapmak istemem ama bu konuda çalışan araştırmacıların iddialarından bir tanesi şu: Cameron, zamanında muhafazakâr parti içerisindeki bir tartışmayı parti içerisinde çözmek ve ona göre karar vermek yerine bunu halka götürdü ve halk, o anda popülizmin de etkisiyle Brexit'i yasa dışı göçten kurtulmak olarak algıladı, Brexit'i istihdam imkânları artacak şeklinde anladı, Brexit'i İngiltere'de hastaneler daha iyi noktaya gelecek ve Avrupa Birliğine gereksiz para verilmeyecek şeklinde anladı. Dolayısıyla, sonuçta, Brexit bir karar, şu anda da gerçekleşti, daha fazla hani yorum yapmamız mümkün değil ancak şu an itibarıyla bile verilere bakılırsa Brexit'ten doğan kayıpların resmi ortada. Size bir örnek vereyim, dün Avrupa Parlamentosunda Belçikalı bir kadın milletvekili söz aldı, dedi ki: "Üzerimdeki bu elbiseyi Londra'da bir terziye sipariş etmiştim dört ay önce, beş ay önce ve bana teslim 90 avro şeklinde anlaşmıştık, parayı da göndermiştim. Bu elbise bana şubat ayında geldi ve Belçika gümrüğü telefon etti 'Eşyanız geldi ama 48 euro gümrük vergisi ödemeniz gerekiyor.' diye ve 48 euro daha ödedim." Yani şu anda basit bir örnek, ticarette hem süre olarak doğurduğu sıkıntı hem vergi olarak. Yani dolayısıyla, Brexit, bence bu anlamda çok böyle oturulmuş, sağlık bir karar verilmiş mi onu bilmiyorum ama sonuçta, sonuçlarını hep birlikte göreceğiz.