KOMİSYON KONUŞMASI

ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, kıymetli hazırun; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlar, Adalet Komisyonu önüne gelen kanun tekliflerini elbette görüşecek, görüşmeli ama aynı zamanda -geçen günkü toplantıda izah ettiğim gibi- Türkiye'deki yargıya ilişkin sorunların da görüşüldüğü, konuşulduğu yer olması lazım ve önemli meselelerde, yargıya ilişkin ciddi problemlerde de çözümün arandığı yer olması lazım.

Şimdi, temel sorunlarımızdan biri ne diye düşündüğümüzde, aslında eşitlik ilkesi. Zaman zaman örnek veriyoruz, diyoruz ki: Ya, Türkiye'de bizim arzu ettiğimiz şey, herkese eşit hukuk uygulanması. Adalet dediğiniz şeyin en temeli de eşitliktir. Eşitliğin olmadığı bir yerde de ne demokrasiden ne insan haklarından ne de hakkaniyetten bahsedilebilir, adalet arayışı da hep devam eder.

Şimdi, 2 örnek vereceğim yani kişiye özel, kuruma özel, şahsa özel hukuk konusunda 2 çarpıcı örnek vereceğim. Sizin partinizin yöneticilerinden biri bir kitap hazırladı; şu an kitapçılarda, neredeyse Türkiye'nin bütün kitapçılarında satılıyor. Kitabın başlığı "Yönünü Şaşıran Ok." Cumhuriyet Halk Partisine demediğini bırakmıyor, bir sürü iftira var, yanlış bilgiler var, çarpıtma var vesaire vesaire. Şimdi ben içeriğini tartışmayacağım, buradan başka bir yere geleceğim. Partinizde de görev yapıyor, böyle zaman zaman gaf yaptığını da görüyoruz televizyonlarda ama göreve devam ediyor. İki: Cumhuriyet Halk Partisi Merkez Yönetim Kurulu böyle bir kitap değil de bir kitapçık hazırladı; 21 soruda 21 gerçek ve AKP-FETÖ ilişkisini delilleriyle, belgeleriyle ortaya koyan, ağırlıklı olarak da sizin yöneticilerinizin ve bakanların yaptığı açıklamalar üzerine kitapçık. Ne oldu biliyor musunuz? Hemen hızlıca toplatma kararı Türkiye'nin her yerinde, peki ve onu hazırlayan MYK üyelerinin hepsine, 17 kişiye fezleke Meclise geldi Genel Başkanımız dâhil olmak üzere; milletvekili olanlara fezleke, milletvekili olmayana dava açıldı. Kime dava açıldı? Mesela, Genel Başkan Yardımcısı gençlik politikalarından sorumlu Gökçe Gökçen'e dava açıldı.

Şimdi, Gökçen Hanım'ın dosyasını istedim, inceledim, neden açmış davayı, nasıl açmış diye. 4 tane suçlama var; halkı kin ve düşmanlığa sevk, -ağır cezada sanık bu arada. Bugün ayın 27'si, dün ilk duruşması oldu- Cumhurbaşkanına hakaret; kamu görevlisine hakaret yani hakaretin her türlüsü, 125, 299. Şimdi, bunlara tabii Türkiye'de muhalefetteyseniz alışık olmanız lazım, zaten bunlar açılır; yani ne yapsanız açılır bu davalar. Peki, şimdi, gelelim çarpıcı yere. Cumhurbaşkanına fiilî saldırı. Sayın Başkan, bakın, Cumhurbaşkanına fiilî saldırı; Türk Ceza Kanunu'nun 310'uncu maddesinin 2'nci fıkrasından iddianame düzenlenmiş. Şimdi, önünüzde Ceza Kanunu varsa bir bakın, yoksa da çok rica ediyorum, hakikaten bir bakın, yoksa da internetten bakın. Cumhurbaşkanına fiilî saldırı 310'uncu madde; 1'inci fıkra Cumhurbaşkanına suikastı anlatır, 2'nci fıkrasında da her türlü fiilî saldırıyı anlatır.

Şimdi, Gökçe Hanım 28 yaşında, Merkez Yönetim Kurulu üyesi gençlik politikalarından sorumlu. Ben hayatımda zannetmiyorum ki herhangi bir platformda Cumhurbaşkanıyla aynı mecrada bulunsun yani fiilî saldırı yapmayı bırakın aynı mecrada bulunduğunu zannetmiyorum, belki de 5 kilometrelik bir alanına girmemiştir hiç, hiç zannetmiyorum. Cumhurbaşkanına fiilî saldırıdan bir cumhuriyet savcısı iddianame düzenleyebiliyor. Şimdi, normal bir hukuk düzeninde hani "Olması gereken ne?" dediğimizde elbette bu iddianamelerin olmaması. Tazminata konu hukuk davası konusu olur, olmaz. İki uygulama arasındaki farklılığa işaret etmek açısından bu örneği verdim ve hakikaten de ricam var, buna bakın; 310'un 2'nci fıkrası, Cumhurbaşkanına fiilî saldırıdan bir CHP Genel Başkan Yardımcısına dava açıldı.

Şimdi, bunları düzeltmeden işte, büyük sözlerle söylenen öyle yargı reformuymuş, yargıya güven arttırıcı önlemlermiş, işte, vesaireymiş gibi büyük söylemlerin hiçbir karşılığı olmaz. Peki, hepimiz zaman zaman başvurular alıyoruz, mektuplar alıyoruz, mailler alıyoruz. Şimdi, ben bugün cezaevinden aldığım bir mektubu yanımda getirdim. Karı koca, ikisi de ayrı ayrı tutuklu, -suçunun bir önemi yok- yedi buçuk yıl ceza almış, infazı bitmiş, beş yıldır içeride. Niye infazı bitmiş içeride? Bakın, temyiz hakkını kullanmış, dosya Yargıtayda ama Yargıtay, dosyayı görüşmediği için -görüşse, o nasılsa çıkacak- tutuklu statüsünde, hükümlü değil. İnsanlar "Ya, ben haksız ceza aldım." demiyor, bak "Haksız ceza aldım." demiyor; "Ceza aldım, ben bunu temyiz ettim haksız ceza aldım diye yani suçsuzluğumu ispatlayacağım ama ondan da vazgeçtim; hakkımı aradığım için, temyiz ettiğim için ben hâlâ cezaevindeyim ve zaten bu verilen ceza doğru kabul edilse bile benim çıkmam lazım." Ve böyle çok sayıda örnek var. Şimdi, buna Adalet Komisyonunun bir çözüm bulması lazım. Kanunda nasıl tarif edilirse edilir; yani, bu, bugünkü teknolojik imkânlarla çok basittir bunun hesabının yapılması. Bir defa insanların aldığı cezadan daha fazla cezaevinde kalması diye bir şey bugünkü teknolojik imkânlarla bugünün dünyasında yaşanmaması, olmaması gereken bir şey. Buna acil bir çözüm lazım. İşte yargı reformu nasıl olacak? Yargı reformu, böyle esaslı konuları başlık edip tek tek çözmeye başlarsak o zaman bir reformdan, iyileşmeden bahsedebiliriz, yoksa bunlar geçici şeyler.

Şimdi, bir diğer mesele, ilginçtir, genelde Türkiye Büyük Millet Meclisinde meslek kollarına göre baktığımızda en fazla hukukçu milletvekili yer alır, geçmişten bugüne hep böyledir, işin niteliği de biraz bunu gerektirir. Türkiye'de avukatların inanılmaz problemleri var, son dönemde çok arttı; işte işsizlik var, geçim sıkıntıları vesaire var, o yargılamadaki konumları itibarıyla eşitsiz pozisyonda bulunmaları var. Bugün diyebilir miyiz bir hâkimin, bir savcının yani iddia makamı, karar makamıyla savunma makamının eşit pozisyonda olduğunu? Eşit pozisyonda olması lazım. Öyle mi? Değil elbette. Yakın zamanda genç bir meslektaşımız gittiği bir icra görevi esnasında öldürüldü, çok sayıda saldırıya uğranılıyor. Dolayısıyla avukatların problemlerinin de çözülmesi lazım; birçoğu çözülebilecek, önlenebilecek işler.

Biz geçtiğimiz günlerde, haftası da dolmadı, Hâkim ve Savcılar Kurulunun oluşumuna şahit olduk, Mecliste büyük oranda da bir ittifakla çıktı. İlginç, yeni HSK üyelerinin seçildiği gün Mecliste en kapsamlı kararnamelerden biri yapılıyor, 3.070 hâkim ve savcının görev yeri değişiyor. Yani Türkiye'deki hâkim ve savcı sayısını düşündüğümüzde, hani yüzde 15 civarında hâkim ve savcının görev yeri değişiyor. Şimdi, yapılan iş atama; doğruluğu yanlışlığı bir yana ama Türkiye'de genelde şöyle bir uygulama vardır: Bir yere yeni bir isim seçildiğinde -bu, pekâlâ seçimlerde de olur yani belediye başkanlığı seçimlerinde de yaşanır, diğer seçimlerde de olur- yenisi gelene kadar, yenisi seçilmiş göreve başlayana kadarki o kısacık dönem içerisinde çok esaslı işlerin altına imza atılmaz; yeni gelen, seçilen göreve başlar, artık ona o imza atar. Şimdi, çarpıcı hakikaten; yani bu denli geniş kapsamlı bir kararnamenin çıkartılmış olmasını da hakikaten çarpıcı buluyorum.

Şimdi, gelelim bu kanun teklifine. Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın, ben gerekçeye bakıyorum, bu gerekçeyi ben size söyleyeyim, yardımcı olayım. O kadar güzel anlatılabilir ki bu teklif -yani özensizlik dediğimiz şey burada başlıyor- genel gerekçe şöyle; geçen ki yarım sayfa falan vardı, bu sefer yarım sayfanın da altında, şöyle küçücük. Şimdi, hâlbuki, biliyorsunuz siz de bu meselede sizin Grup Başkan Vekiliniz Meclis Genel Kurulunun arka tarafında, grupların hep görüştüğü yerde, nöbetçi Meclis Başkan Vekilinin odasında parti gruplarını ve partinin yetkili hukukçularını davet ederek bu konuyu konuştu ve orada denildi ki: Şimdi acil bir mesele var, bir kanun çıkacak, buraya ek yapalım. Çünkü bu yönetmelikle... Zaten cezaevindeki suçluların ya da tutuklu, hükümlülerin dinlendiği bir gerçek ama Anayasa Mahkemesinin bu dinleme fiilinin hukuksuzluğundan ziyade böyle bir şeyin yönetmelikle yapılamayacağına yönelik tespiti ve o yönetmeliğin iptaliyle birlikte bir boşluk doğdu; şu anda bizim hızlıca bir kanun yapmamız lazım çünkü Anayasa Mahkemesi iptal ettiği için yönetmeliği biz fiilen onları dinleyemiyoruz. Şöyle örneklerimiz var çoklukla yaşadığımız üzere. Mesela, işte, örnek vereyim: Kadına karşı şiddet; gitmiş saldırmış, cezaevine düşmüş, talimat verebiliyor "Gidin şunu tamamlayın, öldürün." Bunları da genelde görüştüğü kişiler vasıtasıyla yapıyor ya da bir organize suç örgütü lideri talimatlarını böyle veriyor, böyle bir çözüm bulunması lazım. Dolayısıyla boşluk var, hızlıca bunun geçmesi lazım. Biz de dedik ki: "Teknik olarak -bütün parti Grup Başkan Vekilleri ve hukukçuları vardı- bu tartışılabilir yani bu ihtiyacı karşılamaya yönelik Meclisin elbette bir şey yapması lazım ama bunun yeri Adalet Komisyonu. Adalet Komisyonuna gelsin hızlıca burada geçirelim, konuşalım orada." Peşine orada Adalet Bakanı arandı, Adalet Bakanına da bu konuda bilgi verildi ve eğer parti grupları bunda mutabıksaksa, bu ilk etapta Adalet Komisyonuna gelsin, hızlıca buna bir çözüm bulunsun; peki.

Şimdi, bu gerçeklik var bakın, benim gördüğüm. Ben yazsam bunu hani hakikaten ya derim ki -kardeşim, zaten bizim kanun teklifleri gelmiyor ama siz yazıyorsunuz, Mecliste biz muhalefet partisiyiz ama ya bari, doğru olsun- der ki insan: "Şu yönetmelik kapsamında tutuklu, hükümlüler dinleniyordu, şu tarihli Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edildi; Anayasa Mahkemesi kararının içeriği budur, ekli Anayasa Mahkemesi kararında görüldüğü üzere..." İşte, bu; hep anlattığım özensizlik, ciddiye almamanın verdiği bir sonuçtur yani pekâlâ bu anlatılır. O zaman da burada insanlar görüşürken daha farklı bir pencereden meseleyi alır. İzleyen basın mensubu, sanki Türkiye'de bugüne kadar cezaevinde hiç kimse dinlenmemiş de bundan sonra dinleniyormuş gibi bir algı oluşur. Yani nereden baksanız yanlış, onu bir söyleyeyim size.

Maddelere ilişkin iyi gördüğüm yerler de var, yanlış gördüğüm yerler de var, onları da yine zamanı gelince ayrı ayrı söyleyeceğiz. Cezaevlerinde, evet, dinleme yıllardan beri yapılıyor. Ben dosya örneklerine avukatlık döneminde baktığım davalardan, dosyalardan da biliyorum; görüşmelerin zaman zaman kayıt altına alındığına, dosyaların delil olarak indiğinde de şahit olmuştuk. Dolayısıyla bu, dünyada da olmayan bir şey değil, dünyada da her tarafta bu gerçekleşiyor ama şimdi burada sınırı şöyle çizmek lazım: Keyfîliğin önüne geçilecek, takdir hakkını çok geniş tutmayacak, hele hele bu denli yanlış uygulamanın olduğu bu Türkiye gerçekliği karşısında da topu yönetmeliğe çok fazla atmayacak açıklıkta hangi durumda, hangi pozisyonda nasıl dinleneceğinin çok net olarak kanunda çerçevesinin çizilmiş olması lazım. Maddeleri geçince orada izah edeceğim, bazı yerlerde çok muğlak ifadeler var, bunların çıkartılması ve düzeltilmesi lazım. Diğer değerlendirmelerimizi devamında ifade edeceğiz.

Teşekkürler ederiz.