KOMİSYON KONUŞMASI

MURAT ÇEPNİ (İzmir) - Teşekkürler Başkanım.

Merhaba, bütün arkadaşları ben de selamlıyorum.

Sunumlar için de teşekkür ederim, uzun sunumlar dinlemiş olduk.

Tabii, çok sık toplanamıyoruz Çevre Komisyonu olarak, arkadaşlar da belirttiler, memleketin dört bir tarafında çok ciddi problemler olmasına rağmen bu problemlerin belki de merkezindeki Komisyonun çok daha sık toplanması lazım ve bu toplanmalar da bütün bu sorunlarla ilgili fikir alışverişi, bir eylem perspektifi içermeli.

Şimdi, sunum yapan arkadaşlarımız çok kapsamlı anlatımlar yaptılar yani müsilaj meselesini tartışmak için toplandık ama genel olarak ekoloji, çevre konusunda da perspektif ortaya koymuş oldular. Böyle olunca doğal olarak biz de bir ön giriş yapmak zorunda kalıyoruz yani çünkü ben kişisel olarak ekoloji ve çevre meselesinin siyasetüstü olduğunu düşünmüyorum; tam tersine, çok siyasal bir alan olduğunu düşünüyorum, bir kere burada ayrışıyoruz.

AYŞE SİBEL ERSOY (Adana) - Partilerüstü ama siyasi.

MURAT ÇEPNİ (İzmir) - Tabii, siyasi.

Şu anlamda tartışırsak olabilir, ben de bunu çok ifade ettim, mesela diyelim ki bir sağlık meselesi, bir iktidar değişir, gelir, değişebilir, düzeltilebilir; eğitim meselesi, başka bir iktidar gelir, düzeltebilir ama ekoloji düzeltilemez. Bu anlamda derseniz tüm dünyanın sorunu. Ama sorunlarla mücadele açısından baktığımızda şimdi biz, iktidarı muhatap almadan bir tartışma yapma şansına sahip değiliz yani iktidar karşımızda, bütün bunları yürüten, yapan bir icra organı var, dolayısıyla onunla muhatabız yani bilim insanlarıyla muhatap değiliz mesela, o anlamda siyasetüstü değil.

Şimdi, bizim baştan beri söylediğimiz mesele şu, diyoruz ki: Ekoloji ve çevre, ya dünyamız SOS veriyor yani Türkiye de SOS veriyor yani bu küresel iklim krizi, kuraklık, suların yok olması, ormansızlaşma, beklenmedik iklim olayları, pandemi gibi... Pandemi de böyle bir meselenin sonucu. Şimdi, dünya SOS veriyor yani Türkiye de bunun çok doğrudan bir parçası. Şimdi, pandemi sürecinde ortaya çıkan en temel gerçeklerden bir tanesi örneğin, sağlık modelinin, sağlık sisteminin özelleştirilmesinin yarattığı sonuçlarla karşı karşıya kaldık. Yani örneğin, diyelim ki aşı bulundu, aşı meselesinde de ne oluyor, dünyanın büyük bir çoğunluğu aşıdan faydalanamıyor. Niye? Patent meselesi var. Yani bu bile sağlık meselesinin ne kadar halkçı, ücretsiz olmak zorunda olduğunu ortaya koyan bir realite bugün, pandemi süreci ama sağlığı bir sektör olarak gören neoliberal kapitalist anlayışın gelip tıkandığı nokta işte pandemi sürecidir. Şimdi, bizim hâlâ bunları tartışmadan bir yere varma şansımız var mı? Yok. İşte, ekoloji meselesi de böyle bir mesele. Şimdi, hâlâ sermaye ve kâr odaklı bakıyoruz. Sermaye ve kâr odaklı bakmaktan çıkmadığımız koşullarda nüanslarda farklılaşabiliriz ama esasta ortaya bir çözüm koyma şansımız yoktur. Bunu herkes biliyor aslında fakat içinde bulunduğumuz siyasi darboğaz burada bizim esaslı bir tartışma yapmamızı engelliyor.

Şimdi, müsilaj meselesi, sunumlar yapıldı, anlaşıldı, bazı bilinmez noktaları var, sürprizli yanları var ama bilinen bir yan var, müsilaj meselesi işte Marmara Denizi'nin etrafında kümelenmiş 25 milyon insan, sanayinin yüzde 60'a yakını, sanayi tesisleri var, hepsi denize yakın olmak zorunda. Niye? Daha çok kâr etsin diye. Şimdi, bu sorunu çözmediğimiz koşullarda müsilaj meselesini çözeriz, başka bir sorun ortaya çıkar. Yani bu Komisyon, şirketlerin taleplerini makul hâle getirmekte görevli bir komisyon değildir, böyle bakmamak durumundayız; tam tersine, bu Komisyon aslında sermaye ve şirketlere karşı pozisyon almak zorundadır. Nasıl diyelim ki sivil toplum örgütleri, demokratik kitle örgütleri iktidara karşıdırlar, değil mi? Çünkü "iktidar" adı üzerinde güç, o güce sahip olmayanlar iktidardan talep ederler yani işleyiş budur, model sistem budur.

Şimdi, burada da mesela şu soruyu soruyoruz biz: Burada geçici önlemler mi alacağız yoksa bu biyolojik arıtma meselesinde -eylem planında var ama- somut bir şey istiyoruz yani nedir çözüm projemiz? Birincisi bu.

İkincisi, "Arıtma tesisleri var." denildi, mesela bu arıtma tesisleri ne kadar çalıştı? Bunu bilmiyoruz biz, ne kadar çalıştı bunlar yani resmiyette bunların çalışmasının bir raporu var mı mesela elimizde? Elektrik tüketiminden bu çok net olarak ortaya çıkabilir, bu bilgilere sahip değiliz. Ne kadar çalıştı? Şimdi, bunun cevabını vermediğimiz zaman, siz isterseniz basit biyolojik arıtma tesisleri kursanız dahi yani bunlar şirketlerin emir erine dönüşmüş, yöneticilerin elinde bir çözüme hizmet etmez. Yani mesele, sistem meselesi, onu demeye çalışıyorum.

Şimdi, dolayısıyla, bu konuda bilim insanlarının ortaya koyduğu çok kıymetli veriler var. Şimdi, tabii, çok girmek isterim onlara, girmek zorundayız çünkü daha müsilajın başında bizim Ulaştırma Bakanlığımız bir açıklama yaptı, Karaismailoğlu "Bunun çözümü Kanal İstanbul'dur." dedi mesela, gerçekten böyle bir kaldık yani gerçekten kaldık, nasıl olur böyle bir şey? Yani şimdi gel de tartışma. Şimdi, bu Kanal İstanbul'un bunun çözümü olduğunu nereden biliyor bu Değerli Bakanımız, nereden biliyor? Şimdi, bu Değerli Bakanımızı ben İkizdere'den biliyorum, "Kestiğimiz her ağacın yerine 10 ağaç dikeceğiz." diyen bir Bakanımız var. Ya, bir kere, 1 ağacın yerine 10 ağaç dikemezsiniz, eğer fidanları kastediyorsanız o başka bir şey, orman değil o. Şimdi, bugün de iktidarlar tarafından bu "Kanal İstanbul Projesi'ni yapacağız." diye açıklamalar yine yapıldı. Şimdi, Kanal İstanbul'un yapılması demek, bu Marmara Denizi açısından da son çivinin çakılması demek. Yani Karadeniz'in pisliğinin Marmara'ya akması demek yani neresinden bakarsanız bakın -şimdi çok ayrıntıya girmek istemiyorum, hocamız da söyledi, niye Kanal İstanbul'a karşıyız meselesine girmek istemiyorum ama- bunun son çivi olduğunu tartışabiliriz eğer başlık açarsanız.

Şimdi, bu Marmara Denizi etrafındaki işletmelerin çalışmaları hangi düzeyde kontrol altına alınacak? Bu konuda bir bilgi varsa alalım. Mesela, ne kadar duracak bunlar, bunlar durdurulacaklar mı? Bu konuda somut bir çalışma var mı?

Şimdi -yine Yusuf Başkanım yanılmıyorsam söyledi, elmaya ilaç katmayan köylünün hikâyesini siz anlattınız, pardon- bizim orada bir laf vardır: "Lafın zorunu söyleyip kolayını bırakmak." diye. Çok güzel bir laf ettiniz mesela ama ben de şimdi size şöyle bir örnek vereyim: İkizdere'de bizim Ayşe teyzemiz -izlemişsinizdir belki, izlemedeyseniz bir daha izleyin, bakın- dedi ki: "Bu ağaçların, bu taşların canı var, yapmayın." dedi taş ocağıyla ilgili. Şimdi, İkizdere'deki o taşın, ağacın canı varsa işte bu elmanın da elmayı yiyen kurtların da hakkı var. Meseleyi böyle ele almadığımız zaman olmaz. Müsilaj tartışması sürecinde siz "Salda Gölü'nü yapacağız." dediğiniz zaman bu olmaz yani Salda Gölü lafın bittiği bir yerdir, noktadır. Salda Gölü elin ayağın değmemesi gereken bir göldür. Buraya proje niye yapıyorsunuz? Yapmayalım, buraya hiçbir şey yapmayalım, elimizi çekelim buradan. Siz sanki burada -gökdelenler varmış- fabrikalar vardı da bu fabrikaları, gökdelenleri söküp atıyorsunuz, yerine seyirlik teraslar kuruyorsunuz; böyle bir şey yok.

O yüzden, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının, iktidarın, bütün bu iktidar güçlerinin ekoloji meselesine, çevre meselesine bakış açısı başından beri problemli çünkü meseleye kalkınma odaklı bakmakla ekolojik çerçeveden bakmak arasında çelişki var. Bugün, 21'inci yüzyıl açısından, 2021 açısından bu, artık, sözün bittiği yerdir. Burada sermaye ve kâr odaklı bakamayız, bu mümkün değil. Örneğin, ODTÜ'den sunum yapan hocamıza soruyorum: Kanal İstanbul'la ilgili ne düşünüyor mesela bu çalışmalar yürütülürken, ne düşünülüyor? Bu konuda bir bilgi istiyoruz. Sunum yapıldı. Kanal İstanbul'la ilgili fikirleri nedir mesela, bunu merak ediyorum.

O anlamda, müsilaj meselesinin sebepleri bellidir: Bir: Kâr odaklı bakmak. İki: Oradaki insan yoğunluğu yani Kanal İstanbul insan yoğunluğunu artıracak zaten, orası bir kente dönüşecek; bu açıdan da bir yıkım. Bunların durdurulması... Şirketlerin kontrolsüz bir biçimde doğayı ve suyu zehirlemesinin önüne geçilmesi, bu konuda radikal kararların, çözümlerin uygulanması gerekir ve arıtma meselesinin de... Derin deniz deşarjı meselesidir, tartışmak lazım, yanlış bir yöntem bu yani mantıken de yanlış bir yöntem. Siz alıyorsunuz, akıntı var diye 30 metrenin altına bunu deşarj ediyorsunuz, nereye gidecek bu? Hani şunu geçiyorum: Şu andaki arıtmaların katıları alıp sıvıyı denize vermekten ibaret olduğunu da biliyoruz. Hadi diyelim ki böyle olmasın, daha ayrıntılı bir arıtma uygulansın. Bu bile yine Karadeniz'i pisletmek anlamına gelir, akıntı oraya gidiyor çünkü. Neresinden bakarsanız bakın çözüm üretmiyor, işte o yüzden tekrar tekrar başa dönüyoruz. Mesele bir mantık meselesi, mesele bir politik perspektif meselesi; o yüzden biz çevre değil, ekoloji diyoruz.

Ekoloji dediğimiz şey şu: İnsan, doğanın hâkimi değil. Doğa eksenli, hayvan eksenli, doğal yaşam eksenli bir perspektif; insan bunun bir parçası. Bunlar insanın hizmetinde alanlar değiller. Ekoloji meselesinin ayrıştırıcı noktası burası. O anlamda, Çevre Komisyonumuza tekrar bir çağrı yapıyorum. Hadi diyelim ki diğer felaketler bize ders olmadı anladım ama şu müsilaj meselesi en azından bir ders olsun. Herkes, hepimiz geleceğimizden bahsediyoruz, çok esaslı laflar ediyoruz, tamam, doğru ama geleceğimizi kurtarmak sermayenin merkezinden bakmakla olmaz. Çünkü bir yere kâr girdiği zaman -bu, ister büyük bir fabrika olsun ister küçük bir restoran olsun hiç fark etmez- kâr varsa orada, oraya çıkar meselesi girdiğinde bütün diğer toplumsal çıkarlar ötelenir, bu kaçınılmaz bir şeydir çünkü kârdır, kâr mantığı budur, kapitalizm budur.

O anlamda, bu çağrıyı tekrar Komisyonumuza yapıyorum. Bundan sonrasında en azından çok daha esaslı tartışmalar yapmak üzere bir araya gelelim, yerinde incelemeler yapalım ve bu soruna dair de özellikle bilim insanlarının bu konuda ortaya koyduğu görüş ve önerileri de dikkate alalım diyorum.

Teşekkür ediyorum.