KOMİSYON KONUŞMASI

GAMZE TAŞCIER (Ankara) - Teşekkür ederim Sayın Başkan, değerli meslektaşım.

Hoş geldiniz öncelikle.

Ben sırasıyla kime soracağımdan bahsederek konulardan bahsedeceğim. Öncelikle, HSK'den gelen 1. Daire Başkanımıza soru soracağım. İlk soruyu aslında kendimin de bizzat yaşadığı somut bir olay üzerinden anlatmak istiyorum. Özellikle dijital şiddet, son günlerde kadınların üzerinde, kadın siyasetçilerin ve kadınların en çok karşılaştığı sorunlardan bir tanesi. Ben de buna maruz kalan kişilerden biriyim ve -tabii ki eleştiriyi ayrı tutuyorum ama- hakaretle ilgili yazılan söylemlerle ilgili açtığım davada iki savcının takipsizlik kararı akla ziyan. Yani bizzat küfrün çok açık bir şekilde belli olmasına rağmen yani sokaktan çevirdiğiniz birine bile bu nedir dediğinde küfür diyeceği bir ifadeye takipsizlik kararı veren iki savcının kararından bahsetmek istiyorum. Ben, HSK'ye başvuruda bulunacağım, o yasal süreç bittikten sonra ama burada benim endişem siyasi görüşe göre böyle bir kararın verilip verilmediğidir.

Biz şunu yapabilmeliyiz: Yani AK PARTİ'li, MHP'li bir arkadaşımızla yapılan cinsiyetçi bir ifadenin de bana da ya da herhangi bir kadın arkadaşımıza yapılan cinsiyetçi ifadenin cezalandırılmasının adil bir şekilde yapılmasının takipçisi olmalıyız. Bu nedenle de ben bittikten sonra size de o iki dosyayı belki arz ederim ama burada sizden ricamız lütfen, siyasi görüş, kimlik ayrımı yapmadan hakkaniyetli bir şekilde bu kararın alınması almayan kişilerle ilgili de gerekli yaptırımın yapılmasını sizden öncelikle talep ediyorum.

Yine, en son bir kadın avukatın etek boyuyla ilgili ifadelerde bulunan bir hâkim vardı. Hatta bunu tutanaklara geçirebilme cesaretini de kendinde buldu. Her ne kadar Düzce'ye gönderilse de -İstanbul'dan Düzce'ye gönderilmesi bir ceza mıdır, bir ödüllendirme midir soru işareti- ben bu kişinin akıbetini merak ediyorum, nedir? İhraç edilmediyse neden ihraç edilmemiştir? Bunu merak ediyorum.

Yine, kadına yönelik şiddet davalarında az önce Ceza Genel Kurulu üyesi Fatih Bey'de bazı kararların alınmasına şaşırdığını ifade etti. Mesela, 88 kez bıçaklanmasına rağmen indirim kararı verilmiş bir örnek var. Ben şunu merak ediyorum: Gerçekten tabii ki her davayı -dün Sayın Adalet Bakanına da sorduk- kendi içerisinde değerlendirmek gerektiğini söylüyor ama ya, 88 kez bıçaklamak nasıl bir hafifletici sebep gerektirebilir? Bunun hukuken doğru olmadığını aynı zamanda vicdanen doğru olmadığını düşündüğünüz kişilerle ilgili nasıl bir idari yaptırım cezası uyguluyorsunuz? Ben bunu özellikle merak ediyorum.

Bir, diğeri, bazı hâkimlerin kadın davalarında çeşitli baro ve sivil toplum kuruluşlarının müdahillik taleplerinin kabul etmemesi aslında -her ne kadar çıkma kararı alınsa da 1 Temmuza kadar devam ediyor- taraf olduğumuz İstanbul Sözleşmesi'ne, uluslararası sözleşmeye aykırı. Hani bu anlamda ne düşünüyorsunuz? Onu merak ediyorum.

Anayasa Mahkemesinden gelen değerli üyemize de şunu sormak istiyorum: 2019'daki tedbir kararının uygulanmayışının hak ihlali olduğunu ifade ettiğiniz bir karar aldığınızı ve bunların da 6284 sayılı Kanun'un 1'inci maddesini esas alarak değerlendirdiğinizi söylüyorsunuz. 6284'ün 1'inci maddesinin 2'nci fıkrası tarafı olduğumuz İstanbul Sözleşmesi'ne atıfta bulunuyor. Şimdi, siz bu maddeyi, 1'inci maddeyi esas alıyoruz, diyorsunuz ama İstanbul Sözleşmesi'nden çıkıldığında aslında o 1'inci maddenin dayandığı dayanak boşa düşmüş oluyor. Bu konuyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Onu merak ediyorum.

Yargıtay üyemize şunu sormak istiyorum: Son alınan birkaç Yargıtay kararı üzerinden yorumlarınızı merak ediyorum. Mesela, şiddet gören kadının evini terk etmesi şiddet gösteren erkekle eşit kusur sayılmış yani bir kadın defalarca şiddet görüyorsa belki erkek tarafından kovuluyorsa evi terk etmeyip de ne yapacak? Hiçbir güvencesi yoksa, gidecek yeri yoksa şiddet uygulayan erkekle nasıl eşit kusur sayılır? Ben bunu anlamakta zorluk çekiyorum. İstismar tanımınızı merak ediyorum çünkü çalışanına "Çok güzelsin." diyerek kalçasına dokunan müdür hakkında babacan tavır ifadesi Yargıtayın aldığı bir karar.

Yine, kadın cinayetleri davalarında alt mahkemelerin direndiğini görüyoruz. Bu direnen alt mahkemelerin ısrarla yani haksız tahrik ve iyi hâl indirimiyle ilgili direndiğini ifade ediyorsunuz. Hani, bilmiyorum hukukçu değilim ama bu konuyla ilgili uygulamanın daha normalleşmesi o yargı yükünün hafiflemesi noktasında nasıl bir tedbir alıyorsunuz? Bunu merak ediyorum.

Töre cinayetleri kavramından bahsettiniz. Mesela, burada aile meclisi kararı ispatı gerekiyor mu? Çünkü sosyolojik bir kavram, kişi tek başına da "Benim törelerim bunu gerektiriyor." deyip bu kararı kendi de alabilir ve bu uygulamaya gidip tek başına ben töre adına bir aile meclisi kararı almadan yapıyorum da diyebilir. Dolayısıyla, bu amca oğlu gibi üçüncü kişiler içinde aslında geçerli, bir aile meclisi kararına gerek yok.

Bir diğeri, ben bu açıkçası namus kavramını çok anlamıyorum. Neden? Belki çoğu erkek de Türkiye'de o gelenek kavramı tırnak içerisinde bunu söylediğiniz zaman tepkiyle karşılaşıyoruz ama yani en ağır kusurda bir. Evet, kişiye yani eşe sadakat yükümlülüğü veriyor ama öldürme hakkını kimseye vermez. En ağır koşulda bile bu sadakat yükümlülüğü yıkıldıysa boşanırsınız, tazminat davası açarsınız ama bunu bir tırnak içerisinde namus gerekçesiyle hafifletici bir sebep kabul etmek bence bu cinayetleri normalleştiriyor ve cinayet işlemeyen erkek de doğal olarak şunu soruyor: "Ya, ben namusumu temizlemedim mi acaba?" Yani bir taraftan ömür boyu çürümemek için öldürmedim karımı ama öbür taraftan acaba namusumu temizlemedim mi, toplum içerisinde böyle bir değer yargısı yani bu kavramı, ben bu yüzyılda kabul etmiyorum.

BAŞKAN ÖZNUR ÇALIK - Gamze Hanım, sekizinci dakikadayız. Adalet, yüksek yargı ve dolayısıyla, adaleti bir an milletvekillerimize de tesis edelim.

GAMZE TAŞCIER (Ankara) - Aslında yani burada da namus kavramı...

SUZAN ŞAHİN (Hatay) - Sayın Başkanım, özür dilerim. Bende iki eczacının lafının arasına saygısızca giriyorum. Kusura bakmayın.

BAŞKAN ÖZNUR ÇALIK - Estağfurullah.

SUZAN ŞAHİN (Hatay) - Ama bir hukukçu olarak şunu söylemek isterim: Şiddetin önlenmesi konulu yani bir şiddet araştırma komisyonuyuz. Temel nokta yargı yani bu şiddete maruz kalanlar ve uygulayanlar açısından çok önemli bir kurumla yan yanayız.

BAŞKAN ÖZNUR ÇALIK - Ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetleme yetkisinin en yüksek organlarla birlikte burada hissettiriyoruz.

SUZAN ŞAHİN (Hatay) - Nihayetinde teşekkür ederiz yalnız bizim temel bir sorunumuz var. Sizden rica ediyorum, istirham ediyorum. Evet, arkadaşlarımız, gelen değerli konuklar güzel sunumlar yapıyor. Nereye geldiğimizi, nerede olduğumuzu önümüze koyuyor güzel ama biz burada hem eksiklikleri tespit etmek hem uygulamayı düzeltmek için varız. Soruları soruyoruz, cevapları alıyoruz oradan gelene yeni bir istişare şansı yaratmıyoruz.

BAŞKAN ÖZNUR ÇALIK - Arkadaşlar, bakın, ben 7/24 çalışırım.

SUZAN ŞAHİN (Hatay) - Ben de çalışırım.

BAŞKAN ÖZNUR ÇALIK - Biz gelen misafirlerimizle ve ağırladığımız kurumlarımızla on saate yirmi saate, otuz saate yakın toplantılara katılmışsınızdır hepiniz. Ama zamanı iyi kullanmak adına şu an bu geçen zaman gibi kadından çalıyoruz.

İstirhamım...

SUZAN ŞAHİN (Hatay) - Şimdi ben... İstişare olmak zorunda.

BAŞKAN ÖZNUR ÇALIK - Hayır, Sayın Şahin. Yorumlarımızdan ziyade sorularımızla devam edersek...

Buyurun Gamze Hanım.

GAMZE TAŞCIER (Ankara) - Sayın Başkan, ben de Suzan Hanım'ın fikrine katılıyorum. Neden? Çünkü toplumda bir cezasızlık algısı yaratırsak eğer özellikle kadına yönelik şiddetin önüne geçemeyiz. Bu nedenle karar vericilerin bu anlamdaki bakış açısı aslında bizim kadına yönelik şiddetle mücadelemizdeki en önemli noktalardan bir tanesi. Dolayısıyla, ben o sadakat yükümlülüğünün öldürmede hafifletici bir sebep olmasını hiçbir şekilde kabul etmiyorum ve bu bile geleneklere atıftır, o töre mantığına atıftır açıkçası.

Yine, aile ara buluculuğuyla ilgili söyleminiz üzerine ben şunu söylemek istiyorum: Mesela, dediniz ki: "Çok basit bir meselede bile boşanıyorlar." Ama yapılan araştırmalar kadınların boşanma kararını çok zor verdiği ve zaten o aşamaya gelene kadar etraftan o kadar çok arayı bulmaya çalışan kişi var ki kadın bütün bunları göze alarak, bütün o toplumun baskısını göze alarak bu kararı alıyor, dolayısıyla ara buluculuk kavramı aslında kadınların üzerinde oluşturulmaya çalışılan bir baskı aynı zamanda ve burada fiziksel şiddet dışındaki ifadeler bence bunları meşrulaştırır yani ekonomik şiddet, cinsel şiddet, psikolojik şiddet ara buluculuk sebebi olarak gösterilirse ya bunlar normal, kabul edilebilir, giderilebilir şeyler gibi algılanabilir.

Ve yine, Adalet Bakanlığının Arabuluculuk Daire Başkanının söylemi bence buradaki en sıkıntılı nokta. Neden? Çünkü aile mahremiyeti korunacak, diğer kişilere yansımadan çözülecek. Biz zaten şiddetin toplumsal bir mesele olduğunu, aile içerisine sıkıştırılmaması gerektiğini söylüyoruz. Eğer siz "Ara buluculuğu hayata geçiririm." derseniz bu sefer kadın, bunu aile içinde yaşanacak "Bir, iki tokat yesin, bir şey olmaz; yeter ki etrafa yayılmasın." gibi bir algı yaratılacak ve sıkıntıyı beraberinde getirecektir.

Son olarak da şu örneği vermek istiyorum: Çok yakın zamanda 14 yaşında cinsel istismara uğramış bir kız çocuğumuz. Mahkemeye gelen kişi "Ben onu 16 yaşında sanıyordum." dedi ve hâkim tutuksuz yargılanma kararı verdi. Gerekçe olarak da kişinin şikâyetçi olmaması ve şüphelinin mevcut savunmasında mağdurun yaşıyla ilgili tatmin edici bir cevap aldığı. Bir, 14 yaş cinsel istismar, çocuk istismarı şikâyete tabi olmaz. İki, "Yaşını bilmiyorum." bir gerekçe midir? Hani az önce dediniz "Hamile olmasını bilip bilmemesi bir gerekçe." 14 yaşındaki bir çocuğu büyük zannediyor olmak bu suçu işlemesinde hafifletici bir sebep midir? Ben bu de bunu merak ediyorum.

Çok teşekkür ediyorum, biraz uzun oldu ama önemliydi.