| Komisyon Adı | : | DİJİTAL MECRALAR KOMİSYONU |
| Konu | : | Adalet Bakanı Abdulhamit Gül'ün, Türkiye'de adalet hizmetlerinde dijital dönüşüm hakkında sunumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 17 .06.2021 |
AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Teşekkür ederim.
Ben de verdiğiniz bilgilerin özellikle teknoloji tarafını, gelişme tarafını bir tarafa bırakarak adalet konusundaki duygu ve düşünceleriniz için teşekkür ederim. Uygulamada da bunları görmek Türkiye'yi gerçekten çok daha başka yerlere götürecektir.
Düşman ceza hukukuna karşı olmanız çok önemli. Sizden önceki bazı Adalet Bakanlarımız düşman ceza hukukuna tabiydiler. Uygulamada da bunun ortadan kaldırılmasını, yargılamalar sırasında talep etmekteyiz. Özellikle İçişleri Bakanlığının düşman ceza hukukunu uygulamasını teşvik edici yöndeki açıklamaları ve uygulamaları konusunda da Adalet Bakanlığını göreve davet ediyoruz.
Ayrıca, insan odaklı bakış açımız çok kıymetli. Adaletin, yargılanma ve ceza tevkifevleri konusunda bunun hâkim olması çok değerlidir. Ben ceza süre aşımından tahliye olmuş bir "Ergenekon" tutuklusuydum. Karar verme süreci beş yılı aştığı için buna bağlı olarak tahliye oldum. Cezaevi süreçlerini yaşayarak gördüm. Koyduğunuz kamera şiddeti azaltmıyor, artırıyor. Doktora çıkartmama uygulaması, hastalığı yaygınlaştırıyor. Önemli olan şey, bir yerlere kamera koyup ya da bir yerlere buton koymak değil, uygulamayı netleştirmek. Eğer siz kalp krizi geçiren hastaya yarım saatte ulaşırsanız hasta ölüyor zaten. Ya da Kaşif Kozinoğlu örneğinde olduğu gibi, bir viyadüğün altında, hastaneye götürmek yerine başka bir ambulansın gelmesini beklerseniz hasta ölüyor zaten. Düğmeye basıldıktan sonra üç dakika içerisinde, tutuklu bulunan insanı dövmeye, sövmeye yetişen gardiyan eğer hastaneye götürmek için yarım saatte ulaşamıyorsa o zaman orada sorun var demektir. Buton çare değildir, buton, bir başlangıçtır. Ondan sonraki süreci, eğitim ve denetim yerine getirir diye umuyorum.
Uzaktan e-doktor uygulaması, umut ederim, pratikten kopmaz çünkü pratikten koptuğu andan itibaren cezaevleri açısından korkunç bir şey başlar. Kimseyi ideolojisiyle -insan odaklı bakış açınız nedeniyle kutlamıştım- Cezaevinde, sağlık noktasında Fetullah Gülen'in talimatıyla "katakulli" gatakulli" falan filan diyerek yapılan uygulamalar sırasında, Ergenekon davalarında, cezaevinden doktor sürecine gidemediği için 23 kişi hayatını kaybetti.
Süreçlerin takibi ve devamı -şahsileştirmek istemiyorum sadece örnekler bazında olaya bakmak istiyorum- önemli olan, teknolojiyi getirip koymak değil, kadında da önemli olan şey, düğmeye bastığı anda mağdurun Emniyete ulaşması değil, ya da adli makama ulaşması değil, önemli olan şey, gerçekten adaletin veya güvenlik kuvvetinin mağdura ulaşması ya da mağdura ulaştıktan sonra, şöyle bir bakış açısı, "Ya git kocanla barış, git karınla barış, git o çocuğu ıslah et." Yani bunlar bir bakış açısı değil. Bunun için insanı eğitmek, insan odaklı bakış açısının temeli olmalıdır. Çeşitli eğitim seviyelerinden geliyoruz, duygularımız var, ailemizin gelenekleri var. Bunlardan koparak olaya bakmak, bu bakış açısını sağlamak bence önemli bir şey.
Süre aşımı uygulaması çok önemli. Beş yıl ceza aşımını karar vermede geçtiği için tahliye oldum, sonra beraat belgemi aldım, ilamsız, yani temyizsiz beraat belgemi aldım. Dijital belgelerdeki oynamaların tamamının bire bir tanığıyım. Yani benimle ilgili belge, benimle hiç alakası olmayan bir başka insanın ofisinden çıktı. Kanal D santralinin dinlemeleri. O dinlemeler içerisinde MİT Müsteşarıyla konuşmam var, Adalet Bakanıyla konuşmam var -bir gazeteci olarak herkesle- valiyle konuşmam var, emniyet müdürüyle konuşmam var, başsavcıyla konuşmam var, var, var ama onları kesip birleştirerek sanki yeni bir şeymiş gibi getirip sunmaları var. Benim bilgisayarımdan değil ama hiç benim konularımla alakası olmayan eşimin bilgisayarından çıkabiliyor bazı şeyler ve onları hiç görmemiş oluyorum, hiç bilmemiş oluyorum. Bunlar "temel belge" olarak adlandırılabiliyor. Bütün bu süreçlerin netleştirilebilmesi için gerçekten dijital yetkinlik ve yasada belirtilen uygulamalarla dijital materyalin alınması çok kıymetli. Yani kopyalama, kopyalama sırasında uygulanacak aşamalar. Bunlar bir şablon hâlinde uygulamaya konulmalı ki geçmişten yaşadığımız acılardan bir ders çıkartabilelim.
Burada, özellikle, aleniyet noktasında, Adalet Bakanlığının belki de bir televizyon sitesi olmalı, bir televizyon sistematiği olmalı. Yani Amerika'da bu başladı. Bazı uygulamalarda yargıç vicdanının büyüklüğünü ve devletin ulviliğini göstermek için -yargıçlar çok olgun ve yaşlı yargıçlar- örneğin karşısına gelen kişiye "Sen neden o ekmeği çaldın?" diye soruyor -geçen gün Facebook'ta izledim, Illinois'deydi galiba yanlış hatırlamıyorsam- Frank isimli -soy ismini hatırlayamadım şimdi- bir yargıç. Yargılama sırasında -Afrika kökenli Amerikalı bir çocuk ekmek çalmış- "Niye ekmeği çaldın?" diyor, "Açtım." diyor. Yanında 2 tane de şekerleme almış. Bunlarla birlikte yargılamasının sonucunda şöyle yaptı yargıç: "Bu salonda bulunan herkes 10 dolar getirecek ve bu parayı ortaya koyacak, ben dâhil. Bu 10 dolar gelene kadar buradan hiç kimsenin çıkmasına izin vermiyorum bu salondan." dedi. Herkes 10 dolar katkı yaptı. İlgili marketin sahibi geldi, ona bu para teslim edildikten sonra ilgili marketin sahibine "bir yurttaşın aç bırakılamayacağı gereği"nden hareketle ceza verildi, para cezası verildi şikâyeti nedeniyle ve Amerikan Adalet Bakanlığının, Amerikan ilgili makamlarına "yurttaşların aç bırakılamayacağına" dair bir anayasa hükmünü hatırlatması ve yerine getirilmesi için de uyarmasına karar verildi. Şimdi, bu bir yargılama, duruşma salonu -siz de görebilirsiniz, Frank Caprio galiba, yargıcın soyadı da Caprio galiba- Amerikan Adalet Bakanlığı bu duruşmaları canlı yayınlıyor ve insanlar bunu izliyorlar.
Aleniyet şöyle gerekli: Bir gizli tanık geldiğini düşünün ve aleni olmayan bir duruşma düşünün, inanamazsınız yaşayacağınız şeylere. Siyaset falan değil, Allah kimseye göstermesin, Allah hiç kimseye göstermesin. Sizi tanımıyor ama yargıcın baskısıyla "Ha, tanıyorum ben onu." demeye başlıyor ve sonrası bir felaket. Şimdi, bütün bu süreçleri belki de teknolojinin bize sağladığı bir üstünlükle daha aleni hâle getirerek millet adına karar veren Bakanlığın milletle paylaşması daha uygun olabilir diye düşünüyorum. Adil karar vermek, makul sürede karar vermek, bir "adalet TV" bu anlamda çok etkili olabilir. Bazı mahkemelerde bu, uygulama süreleri içerisinde gerçekleşebilir.
Adil karar vermek ve makul sürelerle karar verebilmenin 2 tane engeli var. Bunlardan bir tanesi ideolojik körlük; yargıç ve savcılarımızın üstüne vâkıf olan. Kendimden bir örnek vereceğim -duruşma tutanaklarına kolaylıkla ulaşabilir ve beni yalanlayabilirsiniz, ben de size sunarım- bir yıl altı ay sonra duruşmaya çıktım. İddianame hazırlandı. İddianameyi okudum, 10.700 sayfalık bir iddianame, 1'inci sayfasından son sayfasına kadar adım var ama katıldığım herhangi bir eylemli, fiilî saldırı yok. Suçumun bana söylenmesi için 13 dilekçe verdim. Mahkeme başkanı bir duruşma sırasında, çok ısrarım üzerine, savcılığa suçumun iddianamenin hangi sayfasında yazılı olarak bulunduğunun bana bildirilmesi konusunda görev verdi. Duruşmaya çıktım, bana bildirilmediği için savunma yapamayacağımı söylediler. "Benim suçumun hukuki, fiilî, eylemli delilleri neresinde bu iddianamenin?" dedim. Bunun üzerine savcı Mehmet Ali Pekgüzel -şu anda FETÖ'den yatıyor içeride, Allah ona da yardım etsin- dedi ki "Sanık Ahmet Tuncay Özkan... Sen söyle Yargıç Bey, davayı sen kabul ettin." Yargıçla çatışma çıkınca duruşmaya ara verdiler, üç buçuk saat sonra salona tekrar girildi, ben yine yerime davet edildim. "Buyurun Savcı Bey." dedi. Savcı Bey şöyle dedi: "Sanık Ahmet Tuncay Özkan'a suçunun söylenmesi ihsasırey olacağından sanığa suçunun söylenmemesine ancak, sanık suçunu en iyi kendisi bildiği ilkesinden hareketle sanık burada suçunu ikrar ederse mahkemenin bundan yararlanacağına..."
Şimdi, aleniyet hükmünü ortadan kaldırdığınızda, inanın, bu yargılama sadece bir tiyatroya dönüşür. Aleniyet hükmü varken duruşmada yüzlerce seyirci, onlarca kamera varken yaşanan bir durum bu. Bu "teknoloji" dediğimiz şey bir yandan özgürleştirir, demokratikleştirirken bir yandan da bizi körleştirmesin. Yani bu aleniyet hükmünü aman ortadan kaldırmayalım çünkü bu hüküm ortadan kalktığında yaşayacağımız şeylerin bir karşılığı yoktur. Yani 500'lü yıllarda, 600'lü yıllarda yargılamada bile bir kişiye "Sen şeytansın, sen şu suçu işledin." denir, "Suçunu en iyi sen biliyorsun, anlat da bundan yararlanalım." denilemez. Burada yargılama ortadan kalkar, bu aleni olmadığı zaman süreç başka türlü çalışır. Ben, sizin hiç beğenmediğiniz hatta milletin nefret ettiği... Bir gün "Ben idam cezasına karşıyım." dediğimde, gazeteci olarak bir konferansta, oradan kalkan birisi "Senin kız çocuğun var, değil mi?" dedi, "Evet." dedim. "Senin kız çocuğuna tecavüz ederler, paramparça ederlerse ne yaparsın?" "Öldürürüm." dedim ama işte orada devlet, orada adalet mekanizması devreye girecek, benim duygularıma gem vuracak, o insanın alması gereken cezayı belirleyecek, onu benden koruyacak. Peki, devlet suç işlemek konusunda bir organize örgüte dönmüşse onu kim durduracak? Devleti durduracak mekanizma neresi? O zaman millet durduracak. Yani tuz koktuysa gidilecek yer millettir. Hukukun kokuştuğu yerde hukuktan başka çare var mıdır? Hukukun üstünlüğünü savunmaktan başka çare var mıdır? Bugün millet "adalet" diye, tıpkı yağmur duasına çıkar gibi adalet duasına çıkıyor. Ben dua ediyorum her gün yatarken "Allah'ım adaletten mahrum bırakma Ya Rabb'im." diye. Şimdi sizden rica ediyorum; 1) Kamuoyunu işgal eden dijital konular olmak üzere, suçlar olmak üzere, sosyal medyadaki açıklamalar olmak üzere bu konuda toplumun adalet beklentisini ortadan kaldıracak ne tür çalışmalar yapılmıştır? Savcılarınız hangi aşamadadırlar?
BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Bir şey söyleyeceğim, siz tecrübelisiniz. Ricam, toparlayarak...
AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Bir dakika içinde bitiriyorum.
Savcılarımız hangi noktada hangi harekete geçmişlerdir? Örneğin, İçişleri Bakanının, Sezgin Baran Korkmaz'ı çağırıp "Yurt dışına çık." dediği iddiası, hangi savcılık tarafından soruşturulmaktadır? Yürütmede tuz koktuysa hukuk ilacıdır. Hukukun içinde bir hastalık ortaya çıkmışsa hukuk ilaçtır. Peki, ilaç hangi aşamalarda devreye girmiştir? İçişleri Bakanlığıyla ilgili iddiaları kim soruşturmaktadır ya da bir yeraltı dünyası örgüt liderinin ifşalarını -bakın, ifşa diyorum- soruşturan savcılıklarımız hangileridir? Bu savcılıklarımız hazırlıklarını -elbette ki gizli yaparlar ama- ne zaman tamamlayacaklardır? Makul süre bunlar için ne zamandır?
Bir de şunu öğrenmek istiyorum: Ben sıradan bir yurttaş olarak adalet duygumu yerine getirecek açıklamaları ne zaman duyacağım? Bakın, "kararları" demiyorum. "İçişleri Bakanlığı hakkında, İçişleri Bakanı hakkında, İçişleri Bakanının iddiaları hakkında şu soruşturmalar açılmıştır, adalet bu konuda devreye girmiştir." "Sedat Peker'in iddiaları konusunda şu soruşturmalar açılmıştır, adalet devreye girmiştir."
Bir de; benim annem, hanımefendiler gibi siyasetle çok ilgili bir kadın değil, hatta benim siyaset yapmama da karşı çıkıyor, istemiyor ilk günden itibaren ama benim anneme küfretme özgürlüğü kim tarafından bu kişilere verilmiştir? Neden adli makamlar "Senin annene küfredilebilir." diye karar vermektedirler? Bunu size çeşitlendirebilirim, örneklendirebilirim, yüzlerce örneğini size sunabilirim ama annelerimizi kim koruyacak? Adalet korumayacaksa ben annemi korurum ama buna izin vermeyin. Adalet, layık olanı layık olduğu yere koymak; adaletsizlik, layık olan bir şeyi alıp başka bir yere koymak olduğuna göre adaletimizi kim koruyacaktır?
Saygılar sunarım efendim.