| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Tokat Milletvekili Yusuf Beyazıt ve İstanbul Milletvekili Numan Kurtulmuş ile 63 Milletvekilinin; Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3697) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 23 .06.2021 |
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Şimdi, geneli hakkında değerlendirme yaparken ifade etmiştim, 1'inci ve 5'inci maddeler arasında zaten sürenin kısaltılmasıyla ilgili bir durum olduğunda Türkiye'de kimse de buna itiraz etmez yani genel olarak vatandaşların yargının yavaş işlemesinden ötürü de ayrıyeten şikâyetleri var. Tabii, orada şu kaydı tutalım: Amaç doğru karar vermek olmalı, bununla birlikte doğru kararın hızlı verilmesi olmalı. 6 ve 9'uncu maddeleri aslında yine burayı da birlikte değerlendirmekte fayda görüyorum çünkü buraya baktığımızda bakın, sırasıyla kasten öldürme, kasten yaralama, eziyet ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının fail tarafından boşandığı eşine karşı işlenmesi hâlini suçun nitelikli hâllerine dahil ediyor. Şimdi, bizde şöyle bir şey var: Parlamento çoklukla üçüncü sayfa haberlerinin tesirinde kanun yapıyor ve bu ceza hukukunu ilgilendiren durumlarda Adalet Komisyonu aynı tesir altında kalıyor, yasa teklifleri de buna ilişkin oluyor. E, tabii, bu toplumun tepkisiyle birlikte verilen teklifler oluyor bir yandan yani baştan öngörülen, baştan mevzuata eklenen değil, uygulamada gerçekleşen ve toplumun tepkisiyle oluşan. Bu kanun maddeleri olumlu, olumlu olmakla birlikte yine bazı eksiklikler var. Onu da şöyle ifade etmek istiyorum: Şimdi, söz konusu suçlar bakımından mağdurun eski eşi olması ağırlaştırıcı sebep yani buna dayanak yapılıyor. Ancak toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ve erkek şiddetine burada atıf yapılmamış. Bizim bu yasada "eski eşler" derken ya da yasayı asıl çıkarma sebebimiz kadına karşı şiddet yani bu olgunun gerçekliği ve buna ilişkin toplumdaki tepki. Eski eşler arasındaki bu şiddet olgusunun cinsiyetler arasındaki güç ilişkileriyle ve kural olarak da erkek failliği ve kadının mağdurluğuyla tanımlanan tek yönlü bir tahakküm süreci oluşturduğu gerçekliğini de göz ardı etmemek lazım, buradaki genel gerekçede bunlar göz ardı edilmiş.
Kanunun teklif metninin lafzında "eş" sözcüğünün kullanılması doğru ama boşanmış eşler arasındaki şiddet filleri açıkçası ataerkil toplumun bir tezahürü olarak erkeklerden kadınlara yöneldiğinden ve sosyolojik bakımdan da aslolanın kadınları erkeklerin şiddetine karşı korumak olduğundan bunların da gerekçe kısmında yazılması gerektiğini düşünüyoruz. Ve burada ifade edilen kısım var madde gerekçelerinde yani şöyle bir cümle var orada: "Özellikle kadına karşı şiddet eylemleriyle daha etkin mücadele edilmesi ve caydırıcılığın sağlanması amaçlanmıştır." Ama bu tam yeterli değil. Eski eşin, anılan suçlar bakımından Türk Ceza Kanunu maddelerinde ağırlaştırıcı sebep olarak eklenmesi olumlu.
Kanun teklifi, kadına karşı şiddet olgusunun engellenmesine yönelik olarak ceza aygıtını kullanmak bakımından atılabilecek bazı adımları atmamış. Bu anlamdaki yetersizliğine bir kez daha iki açıdan dikkat çekmek istiyoruz.
Şimdi, bir defa kanun teklifi suç tipi bakımından boşanmış eşler arasındaki faillik ve mağdurluk ilişkisini, belirli suçları nitelikli hâline dönüştürmüş. Buna karşı, kadına karşı şiddet olgusuyla mücadelenin ceza yargısı açısından hâli hazırda, zaten çok gecikmiş bir suç ihdası olduğunu belirtelim.
"İnsan Hakları Eylem Planı" isimli belgede -daha önce açıkladığınız- tek taraflı ısrarlı takip fiilinin de ayrı bir suç olarak düzenlenmesi öngörülmektedir. Yani dikkat ederseniz Türkiye'de bu tip olaylar da çok fazla yaşanıyor. Israrlı takip suç tipini ihdas etmemesini bir eksiklik olarak görüyoruz biz.
Yine, Türkiye'nin taraf olduğu İstanbul Sözleşmesi; biz bunu söylüyoruz çünkü gerek uluslararası anlaşmaların Türkiye'de kabul edilmesi ve yürürlüğe girmesinin şekli itibarıyla değerlendirdiğimizde, bunun yürütme aygıtı tarafından tek taraflı bir işlemle yapılamayacağı değerlendirmesini hep yapmıştık. Dolayısıyla, İstanbul Sözleşmesi taciz amaçlı takibin 34'üncü maddesinde şu hükmü içeriyor, diyor ki: "Taraflar başka bir şahsa yönelik olarak gerçekleştirilen ve bu şahsın, şahsın kendisini güvende hissetmesini önceleyecek şekilde korkutacak kasıtlı bir biçimde tekrarlanan tehditkâr davranışların cezalandırılmasını temin edecek gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır." Buna İnsan Hakları Eylem Planı'nda, orada bir süre öngörülmüş, üç aylık bir süre; buradaki geldiği hâliyle eksik kaldığını düşünüyoruz. Orada, belgenin 80'inci sayfasında hem ağırlaştırıcı sebeplerin boşanmış eşi de kapsamasını hem de tek taraflı ısrarlı takip fiillerinin ayrı bir suç olarak düzenlenmesini öngördüğü, böylelikle kadın mağdurlara gerekli güvencenin sağlanmasının amaçlandığı ifade edilmişti. Yani sizlerin, Hükûmetin hazırladığı ve sunduğu belgeden bahsediyoruz. Dolasıyla, bu iki hususta birlikte adım atılacağı taahhüt edilmişti topluma. Buna karşın, ısrarlı takibin suç olarak ihdası herhangi bir özel ön hazırlık ya da teknik güçlük de içermemekte. Bu sebeple, kanun teklifinde ısrarlı takibin suç olarak ihdas edilmemesi ve bu işlemin geciktirilmesi, kadına yönelik şiddetle mücadelenin ceza hukuku ayağı açısından önemli bir eksiklik ve gayrimeşru bir gecikme olduğu gibi, İnsan Hakları Eylem Planı'nın konuya ilişkin yaklaşımının yasama faaliyetlerine zerk edilmesi açısından da bariz bir tutarsızlık olarak görüyoruz. İvedi ve acil yasal tedbirlerin geleceğe ertelenmesi kadınlara yönelik olası şiddet eylemleri için elverişli bir zemin oluşmasını kolaylaştırmaktadır.
Fail bakımından gelirsek de failin mağdur bakımından boşandığı eş olmasını ağırlaştırıcı sebep addetmek de -kanun teklifi bu şekilde- bu olumlu, ifade ettim bunu. Ancak kadına yönelik şiddet olgusu bakımından dikkate alınması gereken, faille mağdur arasındaki diğer ilgili ilişki biçimlerini dışladığını görüyoruz. Bu açıdan Türkiye'nin de taraf olduğu İstanbul Sözleşmesi'nin "Cezayı ağırlaştırıcı koşullar" başlıklı 46'ncı maddesinin birinci fıkrası ve onun (a) bendini dikkate almak gerekir:
"Taraflar, aşağıdaki koşulların, bu koşulların söz konusu suçun halihazırda temel unsurlarını oluşturmadığı hallerde, iç hukukun ilgili hükümlerine uygun olarak, bu Sözleşmede belirlenen suçlarla ilgili olarak verilecek cezanın belirlenmesinde ağırlaştırıcı koşullar olarak göz önünde bulundurulabileceğini temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır:
(a) suçun, iç hukukun kabul ettiği eski veya mevcut bir eşe veya birlikte yaşanan bireye karşı, aile fertlerinden biri tarafından, mağdurla birlikte ikamet eden biri tarafından veya yetkisini suistimal eden biri tarafından işlendiği hallerde;"
Bunun da nitelikli koşullar olarak değerlendirilmesi lazım.
Kanun teklifine gelince, ilgili suçların mağdurla ikamet eden kişi tarafından birlikte yaşanan bireye karşı işlenmesi hâlini ağırlaştırıcı sebep addetmemesi, özellikle erkek sevgilinin ve resmî nikâhsız olup imam nikâhlı olan erkeğin birlikte yaşadıkları kadınlar üzerindeki şiddet eylemlerine karşı yeterli korumanın sağlanmaması anlamına gelmektedir. Kadının erkek şiddetine karşı korunma seviyesini genişletme iradesini resmî evlilik ölçütüyle sınırlandıran teklifi, imam nikâhlı ya da imam nikâhsız evlilik dışı ilişkiler bakımından kadının erkek şiddetine karşı korunma seviyesini yükseltmemesi itibarıyla da bir yanıyla ahlakçı, otoriter ve ayrımcı bir anlayışın ürünü olarak görüyoruz.
Devletin temel görevlerinden birisi, başta yaşam hakkını güvencelemek suretiyle herkesi, burada da özellikle kadınları şiddete karşı korumaktır. Kadına karşı şiddet olgusunda evlilik dışı ilişki dâhilinde aynı evde yaşayan erkeklerin kadınlar üzerindeki şiddeti de kayda değer bir yer tutmaktadır. Bu konuda suskunluk, seküler şekilde bir erkekle beraber yaşayan kadınları, özel ve aile hayatları haklarına ilişkin olan ve Anayasa ve uluslararası insan hakları sözleşmeleri tarafından korunan hayat tarzları ve yaşam tercihleri sebebiyle ceza hukukunun ağırlaştırıcı sebep kurumu aracılığıyla korunmaya değer bulmamak, kanun teklifinin genel gerekçesinde işaret edilen kadına karşı şiddet eylemleriyle daha etkin mücadele edilmesi ve caydırıcılığın sağlanması amaçlarına ihanet etmek anlamına gelmektedir. Teklif, yine bu şekilde yalnızca imam nikâhlı kadınları da korumasız bırakmaktadır.
Kanun teklifinin bu sessizliği, yakın zamanda yetkisiz bir şekilde Cumhurbaşkanının İstanbul Sözleşmesi'ni feshetme arzusunda da kendini gösterdiği şekilde, boşanmış kadınlarla benzer şekilde erkek şiddeti, tehdidi altında olan, aynı evde evlilik dışı birliktelik yaşayan kadınları da zımnen de olsa "şiddete müstahak" addetmesi itibarıyla da insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağını yani Anayasa'mızın 17/3'üncü maddesi ve "kanun önünde eşitlik" ilkesine -Anayasa 10- açık bir inkârıdır. Felsefi, ahlaki ve dinî açılardan tarafsız olması gereken devletin görevi, özgür ve özerk bireylerin yaşam tercihleri üzerindeki ahlaki ahkâmda bulunmak ve insanları belirli bir hayat tarzına zorlamak değil, ayrımcılık yapmadan yetki alanındaki tüm insanların temel hak ve özgürlüklerini korumaktır.
Sayın Başkan, şimdi bu maddelere ilişkin genel olarak değerlendirmemiz bu ve son olarak da şunu söyleyeyim: Şimdi, bakın, hep kanunları burada görüşüyoruz, çıkıyor ve bir süre sonra oradaki eksikleri tekrar konuşuyoruz. Türkiye'de bu bir gerçeklik yani gerek imam nikâhlı gerek imam nikâhsız birlikte yaşayan eşler var ve burada amaç kadına karşı şiddet olgusunu azaltmaksa bu hususun da muhakkak göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünüyorum.
Teşekkür ederim.