KOMİSYON KONUŞMASI

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Hocam, bir saniye özür dilerim. Ben de bir şey söyleyeyim üç beş dakikalık; ondan sonra Hocam toplu yanıt versin. Biraz da Onursal'ın başlattığı...

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Tuncay Hocam, buyurun.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Çünkü çok da zaman geçti; herkesin de işi var. Ama ben de üç beş kelimeyle bir şey söylemek istiyorum.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Daha Bahar Hanım'a ve Selman Bey'e de söz vereceğim.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Çok özür dilerim, zevkle dinleyeceğim.

"Hüsamettin Tambay'ın evine gider" tabelaları şimdi "Hüsamettin Tambay burada oturur; Hüsamettin Tambay burada yaşar" şekline dönüştü. 1970'lerin insan arayışında bireyin kaybolmuşluğunun ön tarafa çıkması.

Bâyezid-i Bistâmî'den benim çok sevdiğim bir hikâye var Hocam: İbadetini bitirmiş, çıkarken şeytanı fark etmiş -çok ilginç bir tanımlamayla kokusundan anlamış- elinde bir sürü yular var, yularlarla caminin kapısında bekliyor, Mekke'nin kapısında bekliyor o zaman ibadet için. "Sen ne arıyorsun burada?" falan diye konuştuktan sonra şeytan diyor ki: "İçeride benimkiler ibadet ediyor, çıkışta yularlarını takıp götüreceğim." Başka insanlar farklı tepkiler verebilirler, Bâyezid-i Bistâmî Hazretleri: "Ben onlardan biri miyim?" diyor, şeytan "Yok." diyor, kayboluyor. Sonra memleketine dönmek üzere uzun bir yolculuk sonrasında tam memleketine dönecekken küçük bir derenin kıyısında yaşlı ve kör bir adam görüyor. Yaşlı ve kör adam yanına gidiyor, sohbet ediyor: "Niye bekliyorsun baba?" Ne işin var yani niye burada böyle duruyorsun?" diyor dereden karşıya geçeceğim, benimkiler gelmeden geçemem. Beni sırtına alacak, geçirecek karşıya." diyor. "Ben seni geçiririm o zaman." diyor. Sırtına alıyor, geçerken dere kabarıyor, üstündeki eğiliyor: "Ben sana yularsız da binerim." diyor. Şeytanı arıyorsak şeytan yüzyıllar içerisinde her yerde var, kötü düşünce her yerde var ama dijital çağın en büyük gerçekliği insana açtığı büyük kapılar ve ufuklar; yazmadan düşünmeye kadar, birlikte hareket etmeden yerinde üretime kadar, yeni gerçeklik olgusuna kadar pek çok alanda bize korkunç şeyler, korkunç olanaklar sunuyor. Düşünceyi tekel olmaktan çıkarıyor, evrensel bir büyüklük içine alıyor. Böyle faşizm, 19'uncu yüzyılın sonlarındaki, 20'nci yüzyılın başındaki kadar kolay bir şey değil; korkunç bir düşünce dağılımı var. İdarelerin, yönetimlerin despotluğu, halkları idare etmek için kümeleştirme çalışması ya da sömürüsü öyle kolayca kabul edilebilir bir şey olmaktan çıkmış durumda.

Dijital dünya bize aslında 8 milyar ya da işte 7,5 milyar insanın birlikte düşünebileceği ama ayrı ayrı da olabileceği gerçeğini de gösteriyor; mesela bir çevre felaketi karşında bir araya gelebildiğimiz gibi bambaşka bir olayda çok sayıda değişik insan düşüncesinin şekillendiğini de gösterebiliyor bize. Zulmün... Şimdi, biz, Uygur Türkleriyle ilgili zulmü konuşuyoruz, tartışıyoruz. Mesafeye bakarsak ya da geçmiş dönemin iletişim teknolojisine bakarsak bunu duymamız bile bambaşka bir şeydi. Ben, Londra'daki Çin Büyükelçisini BBC'de izledim, adam anlatırken yaptığı şeyi o kadar benimsemiş ki: "Ne var? Onları topluyoruz, eğitiyoruz işte." diyor. İngiliz sunucu dedi ki: "Ama işte bu asimilasyon." Olaylar, insanlar bize çok yakın belki de bir o kadar uzak ama dijital teknoloji bunu uzaklaştıran veya yakınlaştıran bir gözlük değil, yaşamın içinde bize yepyeni olanaklar sağlayan bir bakış açısı.

Yeni gerçeklik diye bir şeyle şöyle tanıştım: 1990'lı yılların sonunda televizyonda bir emekli askeri seyrediyordum, UFO gördüğünü söyledi. Bizim general, Hava Kuvvetlerinden bir general UFO gördüğünü, F-16'ların bunu takip ettiğini ama son anda ellerinden kaçırdıklarını söyledi. Bunun üzerine kendisini aradım çünkü önemli bir şey yani. Dedi ki: "Tuncay Bey, Etimesgut semalarında bir ses algılıyor uçaklarımız ama görmüyoruz; bunu tanımlamakta ve bunun ne olduğunu anlamakta çok zorlandık." İşte, konuşmalar, telsizler "Bir yeni uzay aracı olabilir mi?" diye müttefiklere sorma işlemi gerçekleşmiş yani "Siz, bizim semalarımızda bizim bilmediğimiz, bizim göremeyeceğimiz bir şey mi uçuruyorsunuz?" falan diye "Bir beş dakika bekleyin, on dakika bekleyin." falan, sonra ses kaybolmuş. Onu izlediğinde bir UFO olarak takdir etmiş. Ben, bir sene sonra falan -böyle bir şeyi notlarıma almıştım- kendisini aradığımda "Bunun yeni bir uzay aracı olduğunu NATO toplantıları sırasında öğrendim." dedi. Yeni gerçeklik kavramında gördüğünüz şey, böyle bakıyorsunuz benim, çocuklarımın ve eşimin görüntüsü, oysa bir telefon, televizyon da aynı şey, içindeki şeyden soyutladığınızda. Ne yapmışlar? Dış görüntüyü bu uçan aracın ön yüzüne giydirmişler; baktığınızda gökyüzünden başka bir şey görmüyorsunuz, uçtuğu yerin bire bir görüntüsünü size sunuyor ama o bir uzay aracı.

Şimdi, bütün bu süreçleri felsefeye, yeni dünyaya indirgediğimizde Cemil Meriç'e çıkıyor yollar. Üstada okumuşlar okumuşlar; bir öğrencisi çok meraklı "Hakikat nedir?" diye sormuş. O da ne yapacaksın hakikati falan demiş. "Olur mu Hocam? Hakikatten daha değerli ne var?" demiş. "Evladım, hakikat benim. Gözüm kör, kötürümüm, sen okumazsan okuyamıyorum, -dünyada en çok sevdiğim şey- kızım gelmezse altımı temizleyemiyorum, kalkıp yürüyemiyorum. Hakikati ne yapacaksın? Bana bir yalan ver ben sana yepyeni bir dünya kurayım." demiş. Yeni dünyaların kurulumuna eski öğretilerle karşı çıkmanın bir anlamı yoktur. Yeni dünyanın daha güzel, daha iyi -o güzel ve iyilik kavramları da nedir onu da çok bilmiyorum da artık- yani daha faydacı bir şekilde, daha denetlenebilir bir şekilde ele alınmasının değerli olduğunu düşünüyorum. Dijital dünya kötü bir dünya değil, dijital dünya güzel bir dünya.

Teşekkür ederim.