KOMİSYON KONUŞMASI

JALE NUR SÜLLÜ (Eskişehir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Her şeyden önce oldukça uzun süre bekledim ve tabii söylemek istediklerimin bazıları söylendiyse de ben onların farklı noktalarına özellikle değinmek istiyorum.

Şimdi, öncelikle tabii ki çevrecilerin, iklim uzmanlarının uzun süredir talep ettiği ve bizim Cumhuriyet Halk Partisi olarak yıllardır söylediğimiz üzere 2016 yılında imza konulan Paris İklim Anlaşması'nın onaylanmak üzere Meclise getirilmesinden duyduğum memnuniyeti burada dile getirmek isterim ama bu süreçle ilgili bazı kaygılarımızı da aynı zamanda dile getirmek istiyorum.

Şimdi, aslında Sayın Mehmet Birpınar da sunumunda söyledi, bazı arkadaşlarımız da söz etti ama esas bence kritik noktaya burada değinmemiz gerekiyor. Şimdi, baktığınızda evet, biz Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nde Ek-1 belgesinde gelişmiş ülke listesinde bulunuyoruz ama gelişmekte olan ülkeler statüsüne geçmek için daha önce de işte 2018'de Polonya'nın Katoviçe kentinde 24'üncü Taraflar Konferansında bir talepte bulunmuştuk ama gündeme bile alınmamıştı o talebimiz. Şimdi, Bonn'da yine Birleşmiş Milletler İklim Sekretaryasına biz yine bir nota verdik ve yine gelişmekte olan ülkeler statüsüne geçmek istediğimizle ilgili bir talepte bulunduk. Şimdi, biliyoruz ki 31 Ekim-12 Kasımda Glasgow'da bir Birleşmiş Milletler İklim Konferansı düzenlenecek. Şimdi, burada da bu talebimizin görüşülüp görüşülmeyeceğini -gündeme alınacak mı- bilmiyoruz.

Şimdi, burada benim sormak istediğim şu: Türkiye bu statü değişikliğini gerçekleştirmeden biz birden Paris Anlaşması'nı gelişmekte olan ülke olarak imzalayacağımız beyanını veriyoruz ve bunu bize gelen taslaklarda da gördük. Şimdi, bu hukuken nasıl bir sonuç doğuracak? Onu merak ediyorum. İşte, biz onaylarsak nasıl taraf olacağız yani bu şeklide? Evet, nasıl bir taraf: Taraf olduğumuz zaman nasıl bu gerçekleşecek? Bu nasıl mümkünleşecek, biz kendi dilediğimiz gibi, onaylanmadan gelişmekte olan ülke statümüz bunun kuralını, oyunun kuralını biz kendimiz değiştirebilecek miyiz, onu bir öğrenmek istiyorum.

Şimdi, tamam, biliyoruz, 2021 Dünya Bankası raporunda, artan enflasyon, işsizlik, daralan yatırımlar, şirketler ve finansal sektörde artan kırgınlıklarla Dünya Bankası bizi biraz daha gelişmekte olan ülke statüsüne yakın gördüğünü açıklıyor raporunda. İşte, OECD yine Mayıs 2020'de yayınladığı bilgilerde de Dünya Bankasını destekler nitelikte. Birleşmiş Milletler de raporlarında Türkiye'nin, Yunanistan ve Meksika gibi bazı konularda gelişmekte olan ülke, bazı konularda ise gelişmiş ülke statüsünde olduğunu söylüyor. Şimdi, biz aslında yıllardır hep işte iç politikamızda yurt dışında gelişmiş ülke olduğumuzu, birazcık da işte böyle bazı salvolar yaparak, farklı söylemlerle bunu dile getirdik. Şimdi, biz, ne oldu yani bunu kabul mü ettik? "Gelişmekte olan ülkeyiz." mi diyoruz artık? Bunu niye diyoruz beş yıl sonra? Evet, çok uğraştık biz çıkmak için o listeden, biliyorum. Bunu özellikle belirtmek istiyorum ve bunun sorgulanması gerektiğini düşünüyorum.

Şimdi, ayrıca yasa teklifinin gerekçesinde "Paris Anlaşması'nın uzun dönemli hedefinin endüstriyelleşme öncesi döneme kıyasla küresel sıcaklık artışının 2 derecenin altında tutulması olduğu" belirtilmiş. Şimdi, Paris Anlaşmasının Onaylanmasına İlişkin Beyanda ise Türkiye'nin anlaşmayı "1992 tarihli Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Paris Anlaşması'nda çok açıkça kabul edilen hakkaniyet, ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve görevli kabiliyetler temelinde uygulayacağı" belirtilmiş özellikle ve beyanda da "Türkiye Cumhuriyeti Paris Anlaşması'nı gelişmekte olan bir ülke olarak ve ulusal katkı beyanlar çerçevesinde anlaşmanın ve mekanizmalarında ekonomik ve sosyal kalkınma hakkına halel getirmemesi kaydıyla uygulayacağını beyan eder." ifadesi yer alıyor tam olarak. Şimdi, burada Türkiye'nin ekonomik büyüme, nüfus artışı gibi ölçütleri de dikkate alınarak biz emisyon azaltımı yapmanın imkânsızlığını mı böylece duyuruyoruz dünyaya?

Şimdi, Paris İklim Anlaşması'nı onaylayan ülkelerin küresel sıcaklık artışını aslında 1,5 dereceyle sınırlandırmak ve işte, 2050'ye kadar da sera gazı emisyonlarını, salınımlarını sıfırlamak için taahhütlerini hayata geçirmesi bekleniyor. Şimdi, Türkiye'nin burada, Birleşmiş Milletler Sekretaryasına sunulan katkı beyanında -sanıyorum burada da var değerler- 2012 yılında 430 milyon ton olan toplam sera gazı emisyonlarının hiç önlem alınmaz ise 2030'da yaklaşık 1,2 milyar tona çıkacağı azaltım önlemleri var, ki 2030 yılında da 929 milyon ton seviyesine ineceği belirtilmişti. Şimdi, bu beyan, artıştan yüzde 21'lik bir azaltım anlamına geliyor yani başka bir deyişle Türkiye, sera gazı emisyonlarını azaltma taahhüdü vermemiş, referans senaryo altında 2030 itibarıyla emisyonlarını 2012 yılına göre 2 katından fazla artıracağını söylemiş oluyor aslında.

Şimdi, bu beyanımız aslında her ne kadar siz kirletme oranının salınım oranlarının yüzde 1'den düşük olduğunu söylediyseniz, bazı milletvekili arkadaşlarımız da bunu tekrarladıysa da aslında uluslararası çevreler bizim bu beyanımızın oldukça yetersiz olduğunu değerlendiriyorlar. Bakın, Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) 2019 yılında yayınladığı Emisyon Açığı Raporu'nda -UNEP Emission Gap Report'ta- Türkiye'nin INDC hedeflerini aşan 3 ülkeden biri olduğunu zira Türkiye'nin mevcut emisyon patikasının Hindistan ve Rusya örneklerinde olduğu gibi öngörülen emisyon patikasından daha düşük olduğunu belirtiyor ve UNEP bu durumun Türkiye'nin zayıf hedeflerinden kaynaklandığını da açıkça belirtiyor ve Türkiye'nin resmî planlarında da 2030 sonrası dönemde sera gazı emisyonunu azaltmaya yönelik bir hedefi görünmüyor şu an için.

Şimdi, biz, Türkiye'nin bu niyet beyanının yetersiz olduğunu, ben aynı zamanda da -siz yine sunum yapmıştınız- Küresel İklim Değişikliğinin Etkilerinin En Aza İndirilmesi, Kuraklıkla Mücadele ve Su Kaynaklarının Verimli Kullanılmasına Yönelik Araştırma Komisyonunun üyesi olarak yer aldım. Biz bu konuları sürekli orada da gündeme getirdik ve dünyanın iklim krizi açısından en hassas bölgelerinden birinde olduğumuzu ve nasıl tehdit altında olduğumuzu hepimiz biliyoruz. Şimdi, dört ay süreyle çalıştık biz bu Komisyonda, söyledik "Paris İklim Anlaşması'nın onaylanması gerekiyor." diye ama Türkiye'nin artırımdan azaltım olarak verdiği niyet beyanından çok daha iyi taahhütler verebileceği, bu çerçevede niyet beyanının gerçekçi bir şekilde gözden geçirilmesi gerektiğini tekrar tekrar Komisyonda da söyledik.

Bakın, sürekli bize Komisyonda da aynı şey söylendi "Türkiye'nin tarihî sorumluluğu yok." dendi. Şimdi, Yunus Emre Vekilim de biraz önce TÜİK verilerinden söz etti. Türkiye'nin toplam sera gazı emisyonlarının 1990-2019 arasında yüzde 130 arttığını ve 506 milyon ton karbondioksit salınımına ulaştığını ve kişi başına düşen sera gazı emisyonlarının da bu... Söylediğiniz değer aslında Sayın Vekilim, yüzde 52,5'luk artış gösterdiğinin ve 6,1 ton düzeyinde gerçekleştiğinin göstergesi ve Türkiye'nin sergilemekte olduğu bu artış da uluslararası alanda çok yüksek olarak değerlendiriliyor yani biz "Tarihsel sorumluluğumuz yok." diyerek bu sorumluluktan kurtulamıyoruz. Bakın, araştırmacılar mesela bu Center For European Studies için kurguladıkları analizde 2030 yılına gelindiğinde Türkiye ve Rusya'nın -hatta Ukrayna da var, dâhil- Avrupa Kıtası tarafından yaratılmakta olan karbondioksit emisyonlarına eş değerde emisyon sorumluluğu olacağını öngörüyor ve bunu ciddi bir tehdit olarak algılıyor aslında dünya.

Şimdi, burada bence karar verilmesi gereken bir sürecin içine giriyoruz. Şimdi, bu da ne? Ülke olarak gerçekten taraf olmanın gereği çünkü biliyorsunuz iklim krizinin ya da sizlerin tanımıyla iklim değişikliğinin 2 boyutu var; biri azaltım süreci diğeri uyum süreci. Şimdi, biz Türkiye olarak genelde hani azaltım sürecine hiçbir şey yapmamaya çalışıyoruz, evet, birazcık işte sürdürülebilir enerji kaynaklarını kullanma yönünde çabalar var ama enerji tasarrufu yapmıyoruz gibi. Özellikle uyum süreci içinde hani daha çok ne tür projeler üretebileceğimize odaklanmış gibi görülüyoruz. Çünkü Türkiye'nin iklim karnesine baktığımızda gerçekten zayıf olduğunu görüyoruz yani bunda alınacak bir şey yok. Hani bu sadece AKP iktidarının sorumluluğu olarak söylemek istemiyorum ama bakın, şimdi, 2004'ten sonra biz aslında özellikle Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'ne taraf olur olmaz ilk iş redevans yoluyla kömür üretimini artırdık. Bakın, 2004'ten sonra 2019'a kadar 422 milyon ton kömür ithal edildi ve açıkça bize Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan Yardımcısı geldiğinde, daha önce yayınladığı beyanatlarında da kömür üretmekle, kömür çıkarmakla ve Türkiye'nin zengin kömür kaynaklarıyla övünür bir vaziyetteydi. Ve işte, "422 milyon ton kömür ithal ettik." Evet, kömürümüz var ama termik santrallerde yakamıyoruz, kilokalorisi düşük olduğu söyleniyor ve ne yazık ki kömür ithal ediyoruz çok ciddi anlamda. Kömür santrallerinin sayısı arttı, özelleşti. İşte, mesela, Kyoto Protokolü'ne de taraf olduk, redevans yoluyla elektrik üretimi modeline geçildi. Bakın, 612 milyar dolar, bu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının bize Komisyonda sunduğu verilerdir. 612 milyar dolar; kömür, petrol ve gaz ithalatına verildi. Yarım milyar ton asfalt serilip 812 milyon ton çimento üretildi. Şimdi, arkadaşlarımız belki hani finansla ilişkilendirince, işte, "Para için imzaladık." denilince alınganlık gösteriyorlar ama Oya Vekilimiz de söyledi, gerçekten büyük bölümü finansa dayanıyor. Bakın, aslında burada Dışişleri Bakanlığımız var evet, uluslararası bir anlaşma olduğu için, Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız var ama bu işin en önemli ayaklarından biri Hazine ve Maliye Bakanlığı. Gerçekten böyle yani çünkü bu işin -Paris İklim Anlaşması evet, en kapsamlı iklim anlaşması ama- en önemli bölümü finansal; bunu tespit etmemiz gerekiyor. Dolayısıyla AKP'li milletvekili arkadaşlarımızın bu konuda asla ve asla alınganlık göstermemesi gerekiyor.

Şimdi, bakın, Türkiye'de 41 milyon ton asfalt kullanıp... Çünkü inanılmaz bir şekilde sizin Bakanlığınızı ilgilendirecek... Betonlaştık yani betonlaştık, son yirmi yılda inanılmaz betonlaştı ülkemiz. İşte yutak alanlarımızı, orman arazilerimizi -arazi kullanımını doğru yapmadık- orman alanlarımızı tahrip ettik. E, madenler mesela, madencilikle de tahrip ettik. Bizim Komisyonumuza geldi madenciler, 20 madenci arkadaşımız sıralandı "Biz çok çevreci madencilik yapıyoruz." dediler ama bizim ülkemizin her bir yanından, Türkiye'den sürekli madenlerle ilgili çevre ve doğa tahribatlarıyla işte, "Biyoçeşitlilik, fauna, flora yok oluyor." diye tahribat haberleri geliyor, protestolar yükseliyor.

Bakın, 2002-2013 arasında 85 bin taş ocağı ruhsatı verilmiş. Şimdi, dolayısıyla bir tarafta bunlar var diğer tarafta Meteoroloji Genel Müdürlüğü 2020 yılında 984 aşırı iklim olayında rekor kıran yıl olduğumuzu açıklıyor ve son yirmi yılda aşırı iklim olaylarında büyük artış gözleniyor. Şimdi, daha geçtiğimiz aylarda yaşanan sel felaketleri bile bunun en yakın örneği. İşte, sera gazı salınımımızdaki en önemli yutak alanlarımız ormanlar, ciğerlerimiz cayır cayır yandı, söndürülemeyişi de bizim yüreğimizi yaktı. Şimdi, biz aslında Küresel İklim Krizi Komisyonumuzda da bunu dile getirmiştik hatta Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilimiz Sayın Nevzat Ceylan'la birlikte biz bu konuda endişelerimizi dile getirdik, işte, atıl durumdaki Türk Hava Kurumu yangın uçakları konusunu dile getirmiştik. Şimdi, dolayısıyla baktığımızda geride bıraktığımız iklim karnemiz çok da iyi değil ne yazık ki. Dolayısıyla onun için arkadaşlarımız tüm bunları söylüyor. Evet, imzalayalım ama gerçek olarak samimiyetle bildirmemiz gerekiyor.

Bakın, şimdi biz biliyoruz, Mecliste iklim değişikliğiyle ilgili aniden bir komisyon kuruldu yine bu yıl içinde. Şimdi, biliyoruz iklim yasası taslağı hazır, onu biliyoruz hatta bir iklim bakanlığı kurulması görüşmeleri, duyumları alıyoruz. Şimdi, birdenbire Sayın Cumhurbaşkanı gidiyor Birleşmiş Milletlerde açıklıyor, işte, Paris İklim Anlaşmasını imzalayacağımızı ve yasa tasarısı Meclise geliyor. Şimdi, bunun arkasından hemen kamuoyunda ne biliyoruz biz işte, 3 milyar dolarlık bir kredi görüşmesi geliyor ve 28 Eylülde de hemen arkasından Avrupa İmar ve Kalkınma Bakanlığı, EBRD, Türkiye'de 500 milyon euronun üzerinde kaynak sağlayacak Yeşil Ekonomi Finansman Programı Projesi'ni onaylıyor. Şimdi, bunlar hani tesadüf gibi düşünülüyor belki arkadaşlarımız tarafından ama bu işin mali büyük bir yanı var, olması da hani çok şaşkınlık verici değil.

Bakın, zaten emisyon azaltımına gidildiğinde IPCC diyor ki son raporunda, otuz yıl içinde net sıfır emisyon hedefine ulaşmak için düşük sera gazı emisyonu ekonomisine yani yeşil ekonomiye önemli miktarda yatırım yapılması gerektiğinin altını çiziyor ve rapora göre de diyor ki: "Bu hedef için küresel gayrisafi hasılanın yüzde 0,6'sı ile 1'i arasına denk gelecek şekilde yani 20 trilyon Amerika Birleşik Devletleri doları tutarında yatırım yapılması gerekiyor." Yani bu, direkt olarak aslında finans sektörünü, bankacılık sektörünü ve Hazine ve Maliye Bakanlığını ilgilendiriyor. Biz gerçekten dinleyemedik, -ben ısrarla, ısrarla- Veysel Eroğlu'ydu Komisyon Başkanımız orada da söyledim bizim aslında dinlememiz gereken Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasıydı belki Türkiye Sınai Kalkınma Bankasıydı, özel bankacılık sektörüydü, Hazine ve Maliye Bakanlığıydı çünkü tüm dünya artık bunun hazırlığını yapıyor. Şimdi, hani karbon vergisini söylüyoruz, Avrupa Yeşil Mutabakatı ama bizim bu uyum sürecine yani Paris İklim Anlaşması'nı imzalayalım evet, biz de istiyoruz imzalayalım ama gereklerini yerine getirmekte ne kadar samimiyiz? Finansal olarak evet, fonlardan yararlanacağız, ki geçmişte de yararlanmışız biz -hani bunları söylemekte hiçbir beis yok- işte, Türkiye, Konutlarda Enerji Verimliliği Finansman Programı'ndan 300 milyon dolarlık kredi sağlamış daha önce ama ne yazık ki bu paraların büyük bölümü klimalara gitmiş projelerde yani. Ondan sonra işte, mesela, 2011'de yine kalkınma bankaları iklim fonlarının yüzde 90'ını HES'lere harcadılar biliyoruz. Israrla ısrarla uyardım yine İklim Krizi Komisyonunda dedim ki bakın, kuraklık kapıda yani çiftçiler... Hani arkadaşlarımız biraz önce dedi ki "Ülkeler arasında savaş çıkacak." bırakın ülkeler arasında savaş çıkmasını şu anda köyler arasında savaş çıkıyor, baraj kapakları açılıyor kapanıyor diye. Dolayısıyla inanılmaz bir şekilde şu anda kuraklık var ama ne yapıyoruz, işte, madenler ile taş ocaklarıyla bütün kaynaklarımızı yok ediyoruz.

BAŞKAN AKİF ÇAĞATAY KILIÇ - Çok Değerli Vekilim, yavaş yavaş toplarsak sevineceğim.

JALE NUR SÜLLÜ (Eskişehir) - Hemen topluyorum kusura bakmayın. Evet, çok bekledim artık bu kadarını hak edeyim, çok beklediğim için.

Şimdi dolayısıyla biz tüm bunlar için ne kadar para ayırabileceğiz? Yani biz bunları nasıl gerçekleştireceğiz? Ben bunları da merak ediyorum. Son sözlerimi söyleyeceğim izninizle Sayın Başkan.

Şimdi, özellikle benim kendi asli Komisyonum Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu. Dolayısıyla Sibel Vekilim birazcık değindi ama lütfen toplamda hani bizim ne para konusunda söylediklerimize alının ne samimiyet konusunda söylediklerimize alının çünkü hakikaten 2011 yılında özellikle yani övünmekle bitiremeyerek imzalanan ve 2011'de kanunlaşan İstanbul Sözleşmesi'nin bir gece ansızın yani ne yazık ki içimi de çok acıtan... Kızıyor bizim Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlarımız ama o kelimeyi özellikle kullanacağım bir "erkek" tarafından aslında bir uluslararası sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi ve Meclisin onayından geçen bir sözleşme hukuka aykırı bir biçimde kaldırıldı. Şimdi, dolayısıyla, seviniyoruz Paris İklim Anlaşması onaylanacak diye ama yarın öbür gün, hani bir gün yine bir kişinin kararı... Ama neyse biz diyoruz ki bizim iktidarımızda olmaz, değil mi Sayın Genel Başkan Yardımcım? İnşallah diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum, sabrınız için de çok teşekkür ediyorum.