KOMİSYON KONUŞMASI

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli üyeler, değerli bürokratlar; Meclis gündemi dolayısıyla geç katıldım toplantıya, hoş görün.

Efendim, Sayın Başkanımın ifade ettiği gibi, üniversite öncesi, bu işin bölümü asıl bölüm. İlköğretimden itibaren, ortaöğretim kapsamı içerisinde mutlaka bu konunun ders olarak, programlar olarak, müfredat olarak işlenmesi lazım. Sadece "kadına şiddet" ifadesi çok yanlış, insanların şiddete karşı çıkacağı... Erkeğe de şiddet oluyor, birbirlerine karşı şiddeti oluyor, toplum bir bunalım hâlinde. Okullarda çeteler oluşuyor. Çocuğun, sorununu derdini anlatabileceği, okulun bir rehberlik uzmanı yok, psikoloğu yok. Yani okul açmak, öğretmen tayin etmek... Derslere hep farklı öğretmenler giriyor, branşı olmayan öğretmenler ders boş geçmesin diye okullarda giriyor. Psikologların önemini toplum anlayamamış, devlet anlayamamış yıllardan beri. Okuldaki öğrenci değil, dışarıda toplumda nasıl aile hekimliği var, aile psikoloğu gibi bir yapının oluşması lazım. Yani ailenin gidip derdini sorunu biriyle konuşup, bir bilenle paylaşabilmesi lazım. Okullarda Yurttaşlık Bilgisi dersi vardı benim dönemimde, benim eğitim aldığım dönemdeki o derslerin şimdi ben eğitimde olmadığını görüyorum. Yani, Millî Eğitim "eğitim" kavramını bir tarafa bırakmış durumda şu an. Öğretim, matematik, fizik, coğrafya, tarih, neyse... Somut, insan olmanın gereklerini, toplumsal sorumluluğu, kişisel sorumluluğu, aileye, arkadaşa, eşe dosta karşı, önemli günlere, bayramlara duyarlılığı çocuklara biz hissettiremiyoruz, veremiyoruz, eğitmiyoruz, öğretiyoruz. Dolayısıyla çok iyi matematik bilen, çok iyi fen bilen, derslerinde çok başarılı olan kişi, iyi kişi gibi ailesi tarafından ödüllendirilen, takdir gören, beğenilen insan konumuna getiriliyor. Oğlum benim pek başarılı değil. Ankara'ya -iki dönemdir milletvekilliği yapıyorum- ilk geldiğimde ortaokul mezunuydu. Buraya geldiğimizde Millî Eğitim Komisyonunda görevlendirilmiştim, dediler ki: "Koleje ver çocuğu." Beni seçen insanların çocuklarının okuduğu devlet okulları... Ben çocuğumu oraya vermek zorundayım. Onu kayırıp, bir özel okulda, özel bir şekilde ayrıcalıklı tutmak istemedim, o kaderi paylaştırmak istedim, Ayrancı Lisesine verdim. Dershaneye vermemek için de direndim çünkü okul müdürlüğü yaptığım zamanda, dershaneler gelir, okulun en çalışkan öğrencilerinin listesini isterlerdi, takdir alan öğrencilerin listesini isterlerdi. Ondan sonra, onların evine gidip... Ki ben hiçbirine o listeyi vermemiştim, bir şekilde buluyorlar öğretmenlerden -öğretmenlerle iş birliği yapıyordu çünkü dershaneler- yönlendirme yapıyorlardı, her yönlendirdiği öğrenci için birtakım hesapları oluyordu nasılsa. Bu öğrencileri birer müşteri gibi, birer av gibi görüp başarılı öğrenciyi daha başarılı hâle getirmek veyahut da kısa zamanda sınav çözme tekniklerini öğretmek idi ve bununla ticaret yapıyorlardı. Ben çocuğumu Ayrancı Lisesine verdim. Üç sene direndim, dershaneye vermedim. Çocuğumun derslerdeki başarısının... Akıllı bir çocuk ama okulun eğitimi hiç iyi değildi, öğretmenlerin yaklaşımı hiç iyi değildi. Direkt müdahale etmek istemedim, birkaç yetkiliyle konuştum. Son sene çocuğumu vicdan azabı duyarak bir dershaneye verdim. Sonra da düşündüm, çocuğumun üstüne fazla gitmek istemedim çünkü çocuğum çok terbiyeli bir çocuk, çok insan bir çocuk, çok akıllı bir çocuk. Arkadaşları onu hep alır, yaş gününe, partiye, şuna buna götürürdü. O bir gün almış çocukları, arkadaşlarını, "Bugün de ben sizi bir yere götüreceğim." demiş, Anıtkabir'e götürmüş. Giderken otobüste de konuşuyormuş, anlatıyormuş orayı, Atatürk'ü anlatıyormuş, duyan birisi dönmüş ona: "Aferin evlat, sen ne güzel konuşuyorsun." demiş. Bu ifadeler bir baba olarak, tarihine, kültürüne, Ata'sına bağlı bir evlat, dürüst bir evlat yetiştirmekten dolayı beni çok mutlu etmişti. Yani, bizim, temelde iyi insan yetiştirmek gibi, eğitimin bir görevi var. Matematiği iyi değildi. Şu an çocuğum inşaat mühendisliği fakültesi 3'üncü sınıfta ve hiç zayıfsız geçiyor. O yaşta onu mahkûm edip, bunaltıp, üzerine gidip, işte "Sen başarısızsın, tembelsin, beceriksizsin." gibi yaklaşan milyonlarca baba var böyle; çocuğu bunalıma sokan, çocuğu içe kapatan, evden kaçıran davranış biçimleri... Veliler bu davranışlar içerisinde. Yani, bu eğitim, evet, okuldan başlamalı, ilkokuldan güzel örneklerle, arkadaşlık ilişkileriyle, barış ilişkileriyle.

Lise 2'nci sınıfta matematik dersine giriyorum. Öğrencinin birinin sıranın altında bir kitap okuduğunu gördüm ve kitabın kapağında böyle müstehcen bir resim vardı. Kızdım ben, sert davrandım ve elinden aldım kitabı, "Utanmıyor musun, derste kitap okuyorsun." dedim. O resim beni etkilemişti yani kitap okuması değil. Onun böyle biraz hafif bir kitap olduğunu düşündüm. Akşam gittim, evde o kitabı okudum. Leo Buscaglia'nın "Yaşamak, Sevmek ve Öğrenmek" isimli bir kitabıydı. Öylesine sevdim ki kitabı, öylesine mutlu oldum. Ertesi gün öğrencilerin huzurunda o çocuktan özür diledim. "Sana teşekkür ediyorum. Sayende beni Leo'yla tanıştırdın ve kitaptan bir öğretmen olarak çok şeyler öğrendim ben, bir çocuğuma davranışı öğrendim." dedim. Okuldan geldiği zaman "Leo, bugün ne öğrendin?" diyen babanın, çocuğa önem verdiğini, ertesi günler, Leo'nun, ailesine bir şey öğrenmiş olduğunu göstermek adına -eğer o gün aklında bir şey kalmadıysa bile ansiklopediyi karıştırıp- "Bombay nerede baba, biliyor musun?", "Bilmiyorum." diyor baba, "Hindistan'ın bir limanıdır, baba." diyor. Baba çok ciddi bir şekilde annesine dönüyor, "Görüyor musun hanım, bak, bilmiyorduk biz. Teşekkür ediyorum Leo, bunu öğrenmiş olduk..."

Bunun gibi anekdotlar, bilgilerle insanlara davranış biçimlerini, yaşama biçimlerini, insan ilişkilerini öğretecek eğitimin, dersin müfredata konması lazım. Millî Eğitim Bakanlığının müfredatı ülkede zaten her yerde uygulanmıyor, her yerde eşit şekilde uygulanmıyor, teftiş sıfır. Bölgelerde devlet hâkim değil ki, öğretmen hâkim olsun, Millî Eğitim hâkim olsun. Dolayısıyla, bir tarafta şiddete alışmış bir genç üniversiteye geliyor; öbür tarafta, uyumlu, efendi, terbiyeli, hiç kavga etmemiş, okumak için üniversiteye gelmiş bir öğrenci. "Gel." diyor, "Git." diyor; üniversitedeki ortam bu. Üniversitelerde şimdi kurtarılmalar başlandı, PKK'nın hâkimiyeti başladı. Şiddet gösteriliyor, Emniyet seyirci, rektör seyirci korktuğu için. Bir de Hükûmet politikası var, aman olaylar çıkmasın, bir uzlaşma, barış süreci falan diye... Bu terör örgütünün, üniversiteleri... Bakın, Marmara Üniversitesine resimler asıyorlar, "Buraya girersen öleceksin." diyorlar, gençlerin isimlerini vererek üniversiteye girmeyle tehdit ediyorlar. Ege Üniversitesinde Fırat isimli bir genç, üniversitenin içerisine girmeden çocuk Emniyete haber veriyor: "Beni koruyun, sınava gireceğim, bunlar beni öldürecek." Rektöre veriyor, Emniyete veriyor. Buna rağmen, o çocuğu bıçaklıyorlar, kırk beş dakika yerde yatıyor. Polis arabaya almıyor, ambulans içeri girmiyor, kan kaybından ölüyor. Bu şiddetin kadını, erkeği yok. Üniversitelerde o şiddet ortamında yetişen bir gencin... Üniversitelerde bu eğitimin verilmesiyle, temelden şiddete alışmış, molotofu polise atmış, devlete karşı çıkmış, bayrağı yakmış, yıkmış insanları yetiştiriyoruz biz eğitimle. Bana öğretmen diyor ki: "Vekilim, her terörist öldüğünde okulumuz kapanıyor, bütün öğrenciler terörist cenazesine götürülüyor. Bakana söylüyorum, teftiş, biri gidiyor... O tehdit eden okul müdürü öğretmenleri topluyor, 'Bunu kim çıkardıysa, kim söylediyse...' Çok galiz küfürlerle hakaret ediyor. Bu küfürleri yedim vekilim." Sonra Mardin'e gittim, Mardin'de aynı hareketlerle karşılaştık. Diyeceğim o ki, bir devlet hâkimiyetinin, disiplininin, insanların güveneceği bir yer olması lazım. İnsanlar adalete güvenmiyor. Şikâyet ettiği adam kendisinden önce çıkıp geliyor. Kanunları bir düzene sokmak lazım. Bir korkutuculuğu yok, bir caydırıcılığı yok. Siz "şu kadar yıl" diyorsunuz. Yani, cezaevleri, ıslahevi değil. Giren adam orada daha çok kabadayı olup çıkıyor. Gidip de utanan o veli "Ben karımı dövdüm, çocuğumu dövdüm, komşumu dövdüm." diyerek... Cezaevine atılmış kişi çıktığında "Ya, ben hata yaptım, yanlış hareket ettim." diye... Cezaevinde bir eğitim yok. Bu eğitimi cezaevine de, oraya da baştan sokmak lazım, Toplumun her alanında -konuşmamı uzatmak istemiyorum ama- ilkokuldan, ortaokuldan, liseden itibaren, eğitimin her kademesinde, şiddeti insanların dışlamasını; insanın konuşarak düşünerek, uzlaşarak bir yere gelmesini, birbirlerini sevmesini -kimi Yaradan'dan dolayı sever, kimi insan olduğu için sever, kimi korkarak, kendi inançlarına göre tercihi ama- şiddetten uzak durmasını sağlamamız gerekiyor. Evet, üniversitelere gelinciye kadar zaten o aşıyı almış oluyor, psikopat oluyor.

Üniversitelere girişte sınav güvenliği yok değerli üyeler. Bir bölgede Türkçe okumayı, konuşmayı bilmiyor çocuk; ODTÜ'yü kazanmış, fen fakültesini kazanmış. Kazanması mümkün değil. Sınav oluyor... Biz dershanelere çocuklarımızı veriyoruz aman o başarsın diye, üzerinde duruyoruz, titriyoruz; öbür taraftaki, çocuğumuzun 2 katı puanla geliyor. Tabii ki intibak edemiyor Ege Üniversitesine, Marmara Üniversitesine, İstanbul Üniversitesine, ODTÜ'ye. Ne yapıyor? Bunlar ve dışarıdan getirilenlerle hemen terör örgütlerinin grubuna katılıyorlar, sınavlarda yerine... Örgüt, üniversiteleri eline geçirmeyi hedeflemiş durumda. Bir yazım var, gazetelere de verdim, bir dergiye yazdım. Terör örgütü şu an üniversiteleri ele geçirmeyi hedeflemiş. Bunun için kendisinin tespit ettiği güçlü, kuvvetli kişileri, yerine başkalarını sınavlara sokuyor ve hedeflediği okullara yerleştiriyorlar. Hükûmetin, devletin bunu dikkate alması lazım ama hep başka şeylerle uğraşıyoruz. Asıl, ülkenin meseleleri konusunda, ben -bu komisyonların, emin olun- komisyonlar marifetiyle, Meclisle bu işin fazla ileri gidemeyeceğini, Millî Eğitim Bakanlığının değerli yetkililerinin vicdanlarına bıraktığımı, bunu üniversitelerin vicdanına bıraktığımı... Bu konunun değerlendirilip -Allah rızası için- toplumdan bu şiddeti mutlaka uzaklaştırılması, iyi insan yetiştirmenin bir düşüncesi içerisinde olunması lazım yani birilerinin söylemesiyle değil, herkesin kendinde bu sorumluluğu hissetmesi lazım. Ama herkes, birçok insan günü kurtarmaya çalışıyoruz.

Komisyon, Değerli Başkanım bu konuda gerçekten çaba sarf eden, işi çok ciddiye alan ve bu Komisyondan çok ciddi şeylerin çıkmasını isteyen bir insan. Buna bütün kalbimle ben inanıyorum ama onun bile bu süreç içerisinde... Çünkü biz hep olayların sonuçlarıyla burada ilgileniyoruz. "Senin çözümün ne? Ne yapalım?" sorusuna çok ciddi, verimli cevaplar alamıyoruz uzmanlardan. İster istemez, Meclisi, milletvekillerini, biraz Komisyonun bu çalışma sürecinde umutsuzluğa sevk ettiği gibi bir kanaat oluşuyor şahsen bende.

Nereye getireyim? Hepinize teşekkür ederim.