KOMİSYON KONUŞMASI

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli üyeler, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, sayın bürokratlar; hepinize saygılar sunarım.

Ben de Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısının geçen hafta yaptığı sunuş konuşmasında bazı düzeltmeler yapmak niyetindeyim çünkü doğrusunu isterseniz bazı bilgiler bana gerçeği yansıtmadı gibi geliyor Fakat daha önce şunu yapmak istiyorum değerli arkadaşlar: Bu bütçenin arkasında yatan -ki bu, esas itibarıyla iktidarın çeşitli konulardaki tutumlarından, seçimlerinden, tercihlerinden de yansıyan- Türkiye ekonomisiyle ilgili olarak sahip olunan vizyonun, perspektifin tartışılması gereken bir perspektif olduğu üzerinden birkaç şey söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, ülkemiz ekonomisi son zamanlarda iki istikrarsızlıkla karşı karşıya. Bunlardan bir tanesi fiyat istikrarsızlığı yani enflasyonla yaşıyoruz, diğeri de finansal istikrarsızlık diyebiliriz bir bakıma yani faizler ve kurlarla ilgili sıkıntılar yaşıyoruz. Şimdi, Hükûmetin bugüne kadar yaptığı açıklamalardan -anlaşılan o, bilmiyorum başka türlü bir teorik çerçeve sunuyorlar mı ama- Sayın Cumhurbaşkanının enflasyonla ilgili kanaatini biliyorsunuz, teorik bir önergesi var, önermesi var "Faiz enflasyonun nedenidir, dolayısıyla da ancak faizlerin düşürülmesiyle mücadele edilebilir." diyor kendisi. İkinci olarak da finansal istikrarsızlıkla ilgili olarak da söylediği veya genel olarak AK PARTİ sözcülerinin söylediği, iktidarın sözcülerinin söylediği "Dış güçler, dış mihraklar Türkiye'yi istikrarsızlığa sürüklemek istiyor ve finansal olarak da ellerindeki imkânları kullanıyorlar." biçiminde bir açıklamaları var.

Değerli arkadaşlar, bu iki önerme de ve bu iki önermenin sonucunda ortaya çıkan politik tercihler de çok sıkıntılı çünkü gerçeği tam olarak yansıtmıyor. Bir kere şunu söyleyeyim size: Türkiye ekonomisinin asıl derdi ithalata bağımlı bir ekonomi olmasından kaynaklanıyor. İthalata bağlı bir ekonomi olması hem fiyat istikrarsızlığının sebebidir hem de finansal istikrarsızlığın sebebidir. Şöyle düşünelim: Herhangi bir zamanda kurlarda bir artış olduğunu varsayalım. Bu, doğal olarak işletme dünyasında maliyetlerin yükselmesi anlamına geleceğinden firmalar fiyatlarını yükseltmek zorunda kalırlar, tabii ki talep koşulları uygunsa. Fakat değerli arkadaşlar, herhangi bir X firması fiyatını arttırdığı zaman, herhangi bir Y firması X firmasının ürününü kullanabilmek için kendi ürününün de fiyatını artırmak durumunda kalacaktır. Dolayısıyla, bu bir zincirleme hadise, esas olarak fiyat istikrarsızlığının ana sebebi olacaktır. Bu, nereden kaynaklandı? Bu, ithalata bağımlı bir ekonomi olmaktan dolayı böyle oldu.

Tabii, değerli arkadaşlar, bu sadece burada da kalmıyor. Bakın, ne oluyor? Herhangi bir X firması fiyatını artırırsa ve diğer firmalar da fiyatlarını artırırsa dedim yani artırabilirse yani artıramayanlar da var, örneğin işçiler, çalışanlar ücretlerini artırabiliyorlar mı istedikleri zaman ya da ihtiyaç duyulan bir zamanda? Hayır, sendikalaşma vesaire gibi problemler yaşadıklarından dolayı çalışanlar genel olarak kendi fiyatlarını artıramazlar. Dolayısıyla da ithalata bağımlı bir ekonomi olmanın sonuçlarından bir tanesi enflasyon iken enflasyon aynı zamanda, bu söylediğim çerçevede, gelir dağılımının da bozulmasının sebebi olarak karşımıza çıkıyor.

Öte yandan, bu, aynı zamanda şu anlama geliyor bir bakıma: Enflasyon ortaya çıkınca -değerli arkadaşlar, hepimiz biliyoruz, halkımızın genel davranışını da biliyoruz- ne yapıyor insanlar? Dövize yöneliyorlar yani mevduatlarını, daha doğrusu tasarruflarını dövize yönlendiriyorlar. Bugün itibarıyla -yanlış bilmiyorsam -yüzde 55-60 civarında döviz mevduatı hâlen var halkımızın. Dolayısıyla da bu esasında kredi mevduat oranını bozuyor, bankalar yeteri kadar kredi vermekte zorlanıyorlar mevduatlar dolara kaçtığı için -TL bağlamında söylüyorum- bir sıkıntı çekiyorlar ve bu sıkıntının sonucunda da likidite sıkıntıları yaşamaya başlıyorlar ve bu da Merkez Bankasından rezerv alma ihtiyacını doğurarak kurlar üzerinde başka türlü bir etki üretmeye başlıyor.

Dolayısıyla da buradan, bütün bu söylediklerimden şunu söylemek istemiş oldum: Hükûmetin böyle bir tespiti yok bir kere. Hükûmet diyor ki: "Enflasyon faizlerle ilgilidir, fiyat istikrarsızlığı buradan kaynaklanmaktadır, artı kurlarla ilgili istikrarsızlık da doğrudan doğruya yabancı güçlerin Türkiye'ye yaptıkları manipülasyonlar sonucundadır." Değerli arkadaşlar, bu bir iktisatçı olarak beni kesmiyor, sizleri de kesmeyeceğini düşünüyorum. Benim önermeye çalıştığım çerçeve -ki bence en gerçekçi çerçevelerden bir tanesidir- yani ithalata bağımlı bir ekonomi olmanın sonuçlarıdır bütün bunlar. Dolayısıyla da ne yapılması gerektiğiyle ilgili olarak da tabii ki buradan bir sonuç çıkarabilir iktidar yani ithalata olan bağımlılığın azaltılmasına ilişkin bir tedbir alması gerekir.

Şimdi, bu çerçeveden baktığımızda bugün itibarıyla gerçekten Merkez Bankasının faizlerle ilgili verdiği kararlar yani faizleri düşürmeye yönelik kararlar sonuç olarak kurların sıçramasına sebep oldu. Tabii, herkes soru sormaya başladı "Hükûmet ne yapmak istiyor?" diye. Gerçekten, Hükûmetin ne yapmak istediğiyle ilgili olarak tatmin edici bir cevap da bulmuş değilim ben ama görebildiğim kadarıyla düşük kur önerisi iktisat yazınında olan bir öneridir, bazı ülkeler bazı zamanlarda bunu yapmışlardır yani düşük kurla ihracatı patlatmak ve böylelikle üretimin artmasını ve istihdamın artmasını sağlamak gibi bir perspektifi benimseyebilirler; bunu yapan ülkeler oldu Çin gibi geçmişte.

Fakat değerli arkadaşlar, bu politikanın -şimdi zamanımız uygun olmadığı için uzun uzun konuşamayacağım ama- bu politik tercihin uzun süreli bir tercih olma ihtimali yok. Bunun asıl sebeplerinden bir tanesi, siz, efendim, kurlarınızın düşmesine razı olursanız, buradan bir "competitive" rekabetçi bir avantaj elde ederseniz, benzer ürünleri üreten ülkeler de benzer bir şey yaparlar ve dolayısıyla de çok uzun soluklu bir yol olmaz bu. Dolayısıyla da bugün itibarıyla "Hükûmet bunu neden yaptı?" sorusunun cevabını ben bilmiyorum, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısından bunun cevabını istiyorum doğrusunu isterseniz.

Evet, onun ötesinde bu perspektif problemi yani iktisada ve Türkiye ekonomisine bakıştaki problemin yanı sıra -yani bu söylemeye çalıştığım problemin yanı sıra- bir de daha temel sorunlardan bir tanesi ekonominin arz yönlü olduğu kanaati var Hükûmette. Hâlbuki bunun tam tersi doğrudur yani talep yönlüdür, ekonomiyi yönlendiren şey taleptir, arz değildir çoğu zaman. Dolayısıyla da alınan önlemler -Covid'le ilgili olarak şimdi sözünü edeceğim- hep arz yönlüdür, arz yönlü olduğu için de istenen sonuçları vermemiştir. Her ne kadar Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım burada çok başarılı sonuçlar elde ettiklerini söylüyorlarsa da doğrusunu isterseniz ikna edici olduğunu söylememiz son derece zor.

Şimdi, şöyle söyleyeyim: Enflasyonun bugün itibarıyla yükselmesinin sebepleriyle ilgili olarak Sayın Oktay'ın açıklamasında gördüğümüz kadarıyla bir Covid referans veriliyor, Covid'in yarattığı, efendim, küresel belirsizliklerden söz ediyorlar. İkincisi, enerji girdilerindeki artışla bağlantılı ki bu da küresel belirsizlikle ilgili aslında. Emtia fiyatlarındaki artışın da yine aynı şekilde küresel sebepleri var. Dolayısıyla da enflasyonun bugün itibarıyla kontrol edilemez hâle gelmesinin veya çok yüksek bir hâle gelmesinin bunlardan kaynaklandığı kanaatindeler ve bu sebeple de deniyor ki "Arz yönlü yapısal politikalarımızı başarılı bir şekilde yürütüyoruz." Yine dikkat edin, "arz yönlü" yani üretimle bağlantılı bir perspektif içinde karar veriliyor. İkincisi de "verimlilik artışı" diyor ama ben Sayın Oktay'a bu soruyu da soracağım, benim bildiğim kadarıyla Türk ekonomisinin şu anda sıfır ya da negatif biçiminde bir verimlilik düzeyi vardır diye düşünüyorum. İstatistiklere tam bakamadım ama bildiğim, en azından bir zaman takip edebildiğim kadarıyla verimlilik konusunda doğru dürüst bir adım attığımızı sanmıyorum.

Peki, öbür yandan da "Bu yılın ikinci çeyreğinde yüzde 21,7 biçiminde büyük bir büyüme elde ettik." diyorlar ve bu büyümenin işte bütün dünyada bir rekor olduğu söyleniyor. Bu doğru fakat söylenmeyen yanı var bu cümlenin, o da biz bu ikinci çeyreği geçen senenin ikinci çeyreğiyle kıyaslıyoruz, oysa geçen sene 10,6 daraldı ekonomi. Dolayısıyla baz etkisiyle esasında kaybettiğimizi telafi etmiş olduğumuzu ancak söyleyebiliriz yüzde 21,7'yle. Fakat "Ya, bu da bir başarı mıdır?" Eh, diyebilirsiniz belki ama bunun en azından bir baz etkisi olduğunun da altını çizmenizde yarar olduğu kanaatindeyim. Fakat tabii o zaman şu soru geliyor akla: "Ya, iyi de ekonomi büyüdü de istihdama ne oldu?" İstihdam konusunda yine Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısının sunumunda "Özellikle bu pandemiden dolayı hizmetler sektöründe -ki istihdamın en büyük kaynağını teşkil eder- ortaya çıkmış olan, Covid'in etkisiyle ortaya çıkmış olan daralma esasında istihdam konusundaki artışı, üretim artışının gerisinde kalmak durumunda bırakmıştır." diyorlar. Bu açıklamanın da ben yeterli olduğu kanaatinde değilim.

Bunun yanı sıra, efendim, ihracatla ilgili, ihracatta rekorlar kırdığımızın altını çiziyorlar. Evet, bir bakıma doğrudur fakat değerli arkadaşlar, ihracatımızın bu kadar yükselmesinin sebebi verimlilik artışı falan değildir, doğrudan doğruya Türk lirasının yerde sürünür hâle gelmesidir esas olarak. Yani sizin euro ve dolar karşısındaki fiyatlarınız o kadar düştü ki... Evet, doğrudur, özellikle Avrupa çerçevesinden baktığımızda, ihracatımızı Avrupa'ya yaptığımızı düşünürsek, yakınlığımızdan dolayı Asya'nın yerini bir ölçüde almış olabiliriz, burada en azından bir potansiyel olduğunu kabul edebilirim ama kabul etmek lazım ki Türk lirası bu hâldeyken ihracatı bu kadar yakalıyorsunuz. Kaldı ki, değerli arkadaşlar, şöyle söyleyeyim; hangi kalemlerde ihracat yapıyoruz diye bakmak lazım. Şimdi, orada da baktığımızda, ben size söyleyeyim birkaç tane, ihracatta mesela yüksek teknoloji ürünleri sadece ve sadece toplam ihracatımızın 3,3'ü 2020'de, 2021'de de 3,1'i. İthalatın içinde yüksek teknoloji ürünlere baktığımızda 13,6 2020'de, 13,3 2021'de. Yani bu ne söylüyor bize? Bu, şunu söylüyor: Efendim, otomobil ihraç ediyoruz, doğrudur ama otomobil ihracatının yüzde 70'i ithalat yapılıyor zaten. Yani demin altını çizmeye çalıştığım gibi Türk ekonomisinin ithalata bağımlı olması asıl büyük bir problem. Dolayısıyla da ihracatın patlamış gibi olması tamamen Türk lirasının yabancı paralar karşısında kaybettiği değerden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla burada da çok övünülecek bir şey olduğu kanaatinde değilim.

Bunun ötesinde, şimdi birkaç şey daha söyleyeceğim bu bağlamda. Evet, kamu maliyesiyle ilgili olarak Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım 2 tane tablo vermiş, grafik veriyor ve 2002'yle karşılaştırıyorsunuz. Mesela faiz giderleri vergi gelirlerinin 2002'de 85,7 iken 2022'de 19,1'e düştüğünü söylüyorsunuz. Doğru, bu doğru ama mesela ben size başka bir istatistik söyleyeyim: Evet, mesela 2016 yılında bu oran 11,2 imiş, arkadaşlar, şimdi 19,1; 8 puan artmış. Yani sizin bu grafiğinizde azalmış gibi görünen şey artmış. Faiz giderleri bütçe tablosu, burada da 2002'de 43,2 imiş efendim yani bütçe içinde faiz giderleri, 2022'de 13,7'ye düşmüş. Doğru yani bunlara itirazım yok fakat bu grafiğin bu şekilde verilişi doğru değil Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı. Bakın, ben size başka bir şey söyleyeyim: 2016'da bu oranlara bakalım, 2016'da 8,6 iken 2022'de 13,7'ye çıkmış; azalmamış, artmış.

CUMHURBAŞKANI YARDIMCISI FUAT OKTAY - Şartlar...

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Şartları siz...

Başka bir şey daha söyleyeyim: "2001 yılında yüzde 75,5 olan AB tanımlı borç stokunun gayrisafi yurt içi hasıla oranı 2021 yılı ikinci çeyreği itibarıyla yüzde 38,4 olmuştur." diyorsunuz. Ben, mesela, yine bir tablo hazırladım size. Evet, bu da doğru, bu istatistik, bu ifade de doğru. 2002 yılında 71,5 iken AB tanımlı borç stoku, efendim, 2021'de 38,4'a düşmüş fakat değerli arkadaşlar, 2015'te AB tanımlı borç stoku 27,4 iken 2021'de 38,4'e çıkmış; azalmamış, artmış.

Dolayısıyla da burada bu grafiklerin aslında gerçekten ben doğrusunu isterseniz bütçe ciddiyetine pek uymadığı kanaatindeyim Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, bu grafikleri geçen sene de vermiştiniz, bunlar doğru değil bence ya da en azından bütün seriyi verin, biz oradan anlarız hangi yıllarda ne olduğunu.

CUHMURBAŞKANI YARDIMCISI FUAT OKTAY - Veriler doğru.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Hayır, hayır, veriler doğru, evet, doğru, bunda bir sıkıntı yok ama nereden baktığınız önemli yani şimdi 2001'den bakarsanız... Niçin 2001'den bakıyorsunuz? Diyeceksiniz ki: "Efendim, biz iktidara o zaman geldik."

Evet, evet, haklısınız, haklısınız, sadece benim size söylemek istediğim şey şu: 2001'le kıyaslamak niçin? Niçin 2001'le kıyaslıyoruz? 2015'le kıyaslayalım. Yani 2001 tarih olmuş bir bakıma artık. Yani onunla kıyaslamamızın bir yararı yok, ekonomide ne olduğunu anlamak için bir yararı yok bunun. Bu, tamamen bir propaganda olabilir.

İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Şey olmasaydı.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Dur bir dakika.

Dolayısıyla da bunun da dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum ya da buna da bakılması gerekir diye düşünüyorum.

Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, bir şey daha var ki dikkatinizi çekmek istiyorum. Covid'le ilgili olarak yaptığınız mücadelede hep şunu yaptınız: Faizleri indirdiniz, faizlerle ilgili ertelemeler yaptınız, teşvikleri verdiniz, vergileri indirdiniz ama bütün bunlar arz yönlü tedbirlerdi, zaten siz de söylüyorsunuz, arz yönlü tedbirlerdi. Ama değerli arkadaşlar, pandemi sadece arzı vurmadı, pandemi aynı zamanda talebi de vurdu yani dolayısıyla da alacağınız tedbirlerde sadece arzı düşünerek tedbirler alırsanız ki öyle yaptınız... 2007'de para politikasını genişleyici bir şekilde kullandınız, bütün dünya da bunu yapmıştı zaten ama bizde sonuçları ne oldu biliyor musunuz, ben size söyleyeyim, bankacılık sektörü geçen yıl yüzde 22 -yanılmıyorsam- reel kâr elde etti, dünyada hiçbir bankacılığın elde edemediği kadar. Hatta bir rakam daha vereyim size, borsamız, bizim borsamız geçen sene reel olarak yüzde 29,7 civarında getiri elde etti, reel getiri elde ettirdi. Bu da dünyada rekor sayılabilecek olan bir şeydi yani sizin genişleyici para politikanız -arz cephesine yönelik olmak üzere- "Neye yaradı?" derseniz, bence Türk ekonomisinin finansallaşmasına yaradı ve gelir dağılımının bozulmasına yaradı, yoksa, talebini kısmak zorunda kalmış halkın dertlerine çare olmadınız. Bir başka şey daha söyleyeceğim, bu yaptığımız yanlışların bir tanesi daha...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Erol Bey, süreniz doldu, tamamlarsanız...

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bitiriyorum, bir dakika verin lütfen.

Önemli geliyor bana bu da, şöyle ki: Mesela KDV'yi indirirsek yatırımlar artar diye düşünüyorsunuz veya KDV'yi artırırsak yatırımları kısıtlarız diye düşünüyorsunuz. Hayır, öyle olmuyor arkadaşlar. 18 OECD ülkesinde elli yıl süren bir çalışmanın sonuçları bize şunu söylüyor -isterseniz referansını da veririm, biraz akademik olur belki ama- hiçbir etkisi yok arkadaşlar yani sizin, efendime söyleyeyim, işte, bilmem "Teşvik için gelir vergilerini indirdik 850 bin esnafın, iş dünyasına şöyle indirimler yaptık." demiş olmanızın mücadele etmek istediğiniz meseleyle ilgisi yok. Bu, nereden kaynaklanıyor? Şuradan kaynaklanıyor: Hükûmetin yanlış bir anlayışı var, sanıyor ki ekonomiyi arz yönlendirir, üretimi... Hayır arkadaşlar, bu, iktisat teorisinde de yapılan en önemli hatalardan biridir, ekonomiyi talep yönlendirir; tasarruflar yatırımları değil, yatırımlar tasarrufları yönlendirir.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Hocam, bağlayabilirseniz.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bitiriyorum, tamam, son sözüm. Sözü uzatmayacağım, zaten yeteri kadar oldu.

Dolayısıyla da özetle söylemek istediğim şey şu: Hükûmetinizin tercihleri bu yanlış iktisat perspektiflerine sahip olmaktan ileri geliyor. Dolayısıyla da yanlışlar yapıyorsunuz ama yanlışlarla ilgili yaptığımız eleştirileri hiçbir şekilde ciddiye almıyorsunuz. Dört yıldır, işte, kaç yıldır buradaysak, Plan ve Bütçe Komisyonunda dilimizin döndüğünce "Bu politik tercihler, bu politik perspektifler doğru değildir, dolayısıyla da başka türlü bakmak gerekir." diye anlatmaya çalışıyoruz ama dinlemiyorsunuz, anlamıyorsunuz ve bizi konuşturmuyorsunuz, doğrusunu isterseniz, yeteri kadar.

Ben hepinize teşekkür ediyorum, sağ olun.