| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/283) ve 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/282) ile Sayıştay tezkereleri a)Türkiye Büyük Millet Meclisi b)Kamu Denetçiliği Kurumu c)Sayıştay |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 27 .10.2021 |
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli Milletvekili arkadaşlarım, Sayın Meclis Başkanımız, Sayın Sayıştay Başkanı, Sayın Ombudsman, değerli bürokratlar, basının değerli emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Meclis Başkanım, Değerli Sayıştay Başkanımız, Değerli Ombudsman; 3 güzide kurum ve 3 güzide kurum da demokratik bir ülke olmamız için olmazsa olmaz kurumlar ama bu 3 kurumumuz da maalesef görevlerini etkin yapamadıkları için şu anda demokratik bir ülke değiliz. Sayın Başkanım, bakın, iki gün sonra Cumhuriyetimizin 98'inci yıl dönümünü idrak edeceğiz. Siz eğer derseniz ki "Ülkemiz demokratik bir cumhuriyettir." ben gerçekten konuşmamı şu anda sonlandırmaya razıyım ama öyle değil.
TBMM BAŞKANI MUSTAFA ŞENTOP - Öyledir.
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Vallahi, derseniz, ben kabul edeceğim, susacağım. "Demokrasi de hiçbir sıkıntımız yok." derseniz ben susarım ama şu anda demokratik bir cumhuriyet değiliz. Ha, cumhuriyet olmak mesele olsaydı, biliyorsunuz, dünyada, adı cumhuriyet olan ama demokrasisi olmayan pek çok ülke var. Maalesef, ülkemiz de -az önce Sayın Engin Altay da söyledi- pek çok konuda küme düştü Sayın Meclis Başkanım.
Bakın, bazı endekslerden bahsedeceğim. İlk endeksim için sizden, 3 kurumumuzun Başkanından da arkanıza bakmanızı rica ediyorum, neyi görmediğinizle ilgili bir yorum yapabiliriz hep beraber. Arkanıza bakarsanız, erkekler topluluğuyla karşı karşıyayız bürokraside, kadın yok aranızda, tek bir kadın yok. Bir erkek cumhuriyetle karşı karşıyayız. Bir erkek cumhuriyetin demokratik bir cumhuriyet olma olasılığı yoktur. Bakın, Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi'nde 156 ülke içinde 133'üncü sıraya geriledik. Niye? Sizlerin yüzünden, bir üst düzey kadın bürokrat atamıyorsunuz, bu yüzden. Tabii ki hepimiz sorumluyuz ama başta kamu görevlileri. Yani düşünün, bir Meclisin, bir Ombudsmanlığın, bir Sayıştayın kadın üyesi yok, üst düzey bir bürokrat getirmemiş buraya; bıyıklı erkekler topluluğu. Olmaz arkadaşlar, olmaz, olmaz; kadınların da aranızda olması gerekiyor.
İkinci endeksimiz, Demokrasi Endeksi. Siz "Demokratiğiz." dediniz Sayın Meclis Başkanım ama endeksler onu söylemiyor. Demokrasi Endeksi'nde 167 ülke içinde 104'üncü sıraya geriledik, bu yıl daha da gerileyeceğiz, her yıl geriliyoruz yani demokratik bir ülke değiliz.
Şimdi, neden demokratik bir ülke değiliz, buna gelelim ve burada, bizlerin sorumluluğunu, bu kurumların sorumluluğunu tartışalım. Şimdi, geçmişte krallar, padişahlar vardı ve yetkiyi kullanıyorlardı ama halkı sefalete sürüklüyorlardı. Vergiyi rahatça salıp vergiyle saraylar yapıyorlardı, yandaşlarını zenginleştiriyorlardı. Buna karşı parlamentolar oluştu Sayın Meclis Başkanım, bunu çok iyi biliyorsunuz, asla... Ben burada sonuçta kamuoyuna, konuşuyorum, siz bunu çok iyi biliyorsunuz. Niye oluştu meclisler? Temel oluşma gerekçeleri yasama faaliyeti, yasama gücü; ikincisi, denetim gücü; üçüncüsü de bütçe yapma hakkıydı. Bu 3 hak konusunda da maalesef, Meclisimiz görevini yerine getirmiyor, getiremiyor çünkü yürütmenin, Sayın Cumhurbaşkanının vesayeti altındayız.
Meclis gündemini belirleyemiyor Sayın Cumhurbaşkanım -dilim sürçmüş olmasın, belki de olursunuz- Sayın Meclis Başkanımız; bu anlamda, yasama faaliyetini biz Meclisin gündemiyle yerine getirmiyoruz. Sarayda fermanlar yazılıyor, fermanlar Meclise geliyor, hangi sırayla görüşeceğimize dair siz veya komisyon başkanları karar vermiyor, saray karar veriyor. Saraydan gelen fermanlar diyor ki: "Behemehâl geçsin, siz mühür basın yalnızca." Bir mühür basma durumuna düşürülmüş durumdayız, o yüzden demokraside bu durumdayız.
Bakın, bütçe yapma faaliyetinde... Dün Cumhurbaşkanı Yardımcısı geldi, biz saatlerce konuştuk. Tek bir önerimizle ilgili tek bir ifade olmadan kendi propagandasını yaptı yalnızca yani Meclisi yok sayan bir yürütme anlayışı var. Biliyor musunuz, şöyle bakıyor Meclise: "Ben fermanı yazmışım. Bütçede, vicdanlı veya vicdansız, savaştan yana ya da barıştan yana, yoksuldan yana ya da yandaştan yana, ben ne tercih kullanmışsam, size düşen yalnızca mühür basmaktır." diyor "Bu tercihlerimde bir virgül bile değiştiremezsiniz." diyor. Nitekim, geçtiğimiz yıllarda bir virgül bile değiştiremedik. İddiayla söylüyorum -umarım, AK PARTİ'li ve MHP'li arkadaşlarımız beni yanıltırlar- yine bir virgül bile değiştiremeyeceğiz. Saray fermanı yazmış, Meclisin bu tercihler konusunda herhangi bir söz söyleme yetkisi maalesef yok. Oysa, Trabzon'un da dertleri var, Erzurum'un da dertleri var -hepimiz illerimizden geliyoruz- Diyarbakır'ın da dertleri var, Mersin'in de dertleri var; her ilimizin derdi var. Vekil arkadaşlarımız desinler bakalım: "Bu dertler bütçeye yansımış." Söz hakları yok ki. Oysa, demokratik parlamentolarda nasıldır Sayın Başkan? Özellikle Amerikan Parlamentosunda bir senatör bütçeyi geçirirken belli taleplerde bulunur. "Benim eyaletimle ilgili şu şu şu meseleler olmazsa ben bu bütçeye onay vermem." der çünkü gücü vardır senatörün. Bakan, karşısında tir tir titrer ve yürütme yani başkan bu talepleri gözetir. Elbette bir müzakere yürür; 10 tane talebi varsa, 2 tanesini, 3 tanesini gerçekleştirir, bütçeye sokar ve senatörler öyle yetki verirler. AK PARTİ'li ve MHP'li arkadaşlarımızın böyle bir gücü var mı? Yok. Yerellerinin talepleriyle ilgili herhangi bir söz kullanma yetkileri var mı? Maalesef yok Sayın Başkan.
İşte, bir virgülü değiştiremediğimiz saraydan gelen fermanlarla, bütçelerle Meclisimiz etkin bir şekilde denetim faaliyetini yapamıyor Sayın Başkan.
Bakın, parlamentolar başka ne için var? Dün gördük, sonuç olarak, yıllardır tezkereler Meclisimize dayatılıyor ve bu tezkereler etkin bir şekilde soruşturulamıyor. Niçin bu tezkere geliyor? Neden geliyor? Arkasında ne var? Hükûmetin planı nedir? Bakın, yıllardır Afganistan tezkeresi, Libya tezkeresi, Irak tezkeresi, Suriye tezkeresi; bütün bu tezkerelerle ilgili Meclisimize bir dayatma yapıldı, maalesef Meclisten geçti bunlar ama hep ülkemizin başını belaya soktu, hiçbir şeyi çözmedi. Yumuşak gücümüzü kaybettik, diplomasi gücümüzü kaybettik. "Efendim, benim 'drone'm var, tankım var, topum var. İstediğim yerde, istediğim meseleyi çözerim." diyorsunuz ama işte, her şey çekiçle çözülmüyor, diplomasi gerekir. Meclis "Arkadaş, niçin sen bu savaş yetkisini bu anlamda Meclisten alıyorsun? Niye sınır ötesi yetkiler istiyorsun?" diye sormadı.
Afganistan'da ne oldu? Bakın, büyük bir yıkım oldu ve biz, bu yıkımın bir parçası olduk, yirmi yılın sonunda Afgan halkının yıkımının bir parçası olduk. Biz hep karşı çıktık Afgan tezkerelerine. AK PARTİ kurulurken de bazı AK PARTİ'li arkadaşlarım Irak tezkerelerine karşı çıkmışlardı biliyor musunuz, o Amerikan oyununa gelmemek üzere savaş karşıtı bir irade koymuşlardı, Mecliste o irade konmuştu yani iktidar demişti ki "Bu tezkereyi geçirin." ama ne mutlu ki o zaman AK PARTİ'li pek çok arkadaşım bu tezkereye karşı çıkmıştı. İyi ki de karşı çıkmış, Irak'taki yıkımın bir parçası olmadık ama şu anda Libya'daki, Suriye'deki, Irak'taki, Afganistan'daki yangının, yıkımın bir parçası olmuş durumdayız ve Meclisin bu konuda söyleyeceği maalesef hiçbir söz yok. Meclisimiz bu anlamda güçsüzdür ve zayıftır. Sayın Başkan, bunda da sizin çok ciddi bir sorumluluğunuz var, bunu söylemek isterim.
Bakın, milletvekilleri... Sonuç olarak siyaset yapıyoruz ve hepimiz yürütmeyi özgürce denetleme ve eleştirme hakkına sahip olmalıyız ama baktığımızda, Meclisimize bir kayyum atandı -siz biliyorsunuz kim olduğunu bu kayyumun- Ankara Cumhuriyet Başsavcısı kayyum olarak atandı. Eskiden, daha önce her cumhuriyet başsavcısı illerden bu anlamda takip yapardı ama daha sonra dendi ki: "Ya, bu savcıları ben bir yerde yönetemem, tek bir savcı görevli olsun, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı." Ankara Cumhuriyet Başsavcısı ne yapıyor? Fezleke doğuruyor. Binlerce fezleke geldi Meclisimize ve açıkça söyleyeyim arkadaşlar, şu ana kadar on sekiz bin beş yüz yıl hapis cezası talep eden fezlekelere sahibim. Vallahi, bunu şeref madalyası olarak taşıyorum. Size söyleyeceğim, neler yapmışım on sekiz bin beş yüz yıl hapis cezası talep edecek.
Sayın Başkan, bakın, bir fezlekede, Pervin Buldan, benim Eş Genel Başkanım bir konuşma yapmış, savcı bunu beğenmemiş, -olabilir, Pervin Buldan'a fezleke yazabilir ki fezleke yazacak bir şey de yok, siyasi görüşünü açıklamış ama bu değil benimle ilgili istenen şey- ben de o salondaymışım -bakın, arkadaşlar, aynen verebilirim de- ve bu konuşmaya tepki göstermemişim diye savcı benim dokunulmazlığımın kaldırılmasını istiyor, düşünebiliyor musunuz? AK PARTİ Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan bir şey söyleyecek, bunu savcı beğenmeyecek, İbrahim Bey de tepki göstermeyecek ve İbrahim Bey'e diyecek ki: "Ya, sen tepki göstermedin, bu anlamda sen terörü destekliyorsun. Efendim, ben sana fezleke yazıyorum." İşte böyle fezlekelerle bizim için binlerce yıl ceza talep ediliyor.
Başka ne yapmışım ben çok büyük suçlar olarak, ölümcül(?) Sevgili Eş Genel Başkanım, önceki dönem Eş Genel Başkanım Selahattin Demirtaş'a "sevgili Selahattin Demirtaş" demişim. Bakın, dediğim, yaptığım şey bu, "sevgili Selahattin Demirtaş" demişim. Diyor ki savcı: "Terör örgütü adına suç işleyen Selahattin Demirtaş'ı kamuoyuna masum şekilde lanse ettiği, yaptıklarını teşvik ettiği, eylemlerini meşru göstermeye çalıştığı için dokunulmazlığının kaldırılmasına..." Düşünebiliyor musunuz, Selahattin Demirtaş'la ilgili tek bir yargı kararı yok, savcı diyor ki: "Terör örgütü adına..." Bakın, hüküm kuruyor, "Terör örgütü adına suç işleyen Selahattin Demirtaş..." diyor. Bu Meclisin yıllarca milletvekilliğini yapmış, Türkiye'nin 3'üncü büyük partisinin Eş Genel Başkanı hakkında böyle bir fezleke gönderiyor ve siz hiçbir şey yapmıyorsunuz Sayın Başkan, bunu bana aynen gönderiyorsunuz, "Bu nedir arkadaş, bu ne rezalettir!" demiyorsunuz maalesef. Milletvekilinin itibarını işte böyle koruyorsunuz Sayın Başkan.
3'üncü fezlekede ne demişim? Bakın, Brecht'in ünlü lafıdır, siz de çok iyi biliyorsunuz, bu lafı paylaşmışım: "Her savaştan geriye üç ordu kalır: Ölüler ordusu, yas tutanlar ordusu, hırsızlar ordusu." "Brecht" demişim altına, referans da vermişim, "Savaşa hayır!" demişim. "Savaşa hayır!" dediğim için, savcı, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme suçunu işlediğimi iddia etmiş, bunu size göndermiş "Yasama dokunulmazlığını kaldır." diye, siz derhâl Komisyona bunu havale etmişsiniz Sayın Başkan. İşte siz milletvekilinin itibarını bu şekilde koruyorsunuz. Maalesef diyorum bakın. Geçmiş örnekler verildi ama Meclise kayyum olarak atanmış bir kişinin bu şekilde fezlekeler doğurmasına sebebiyet veriyorsunuz.
Açıkça söyleyeyim: Benim bunlardan hiçbir korkum yok. Bu memleketin demokratik bir ülke olması için canımı şu anda veririm, hiç bir saniye düşünmem; on sekiz bin beş yüz yıl değil, yüz seksen bin yıl ceza yazsalar hiç umurumda değil, bu mücadeleye biz başımızı koymuşuz. Ama buna siz yol vererek bu ülkenin demokrasi liglerinde yerde sürünmesine sebebiyet veriyorsunuz. Önceki dönem milletvekillerimizin -bakın, az önce Engin Altay da söyledi- sırf mevcut milletvekillerinin değil ki, geçmiş dönem milletvekillerinin de hukukunu koruyacaksınız.
Sevgili Selahattin Demirtaş'la ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir karar verdi. 6-8 Ekimle ilgili, benim de üyesi olduğum MYK, IŞİD'in şu andaki katliamlarına karşı protesto çağrısı yaptı ve AİHM "Bu protesto 'tweet'i suç değildir, anayasal bir haktır." dedi ve bu sebeple Selahattin Demirtaş hâlâ cezaevinde duruyor ve bununla ilgili ağzınızı açıp tek kelime etmediniz. Pek çok milletvekili benzer suçlarla cezaevinde ve şu anda vekilliğim bittiği anda eğer siz iktidarda olursanız -ki olmayacağınıza neredeyse eminim, bütün bu davalar düşecek- ben de on sekiz bin beş yüz yılla yargılanıp cezaevinde olacağım. Şeref madalyası sayarım, bunu da söyleyeyim; eğer iktidarda olursanız, şeref madalyası sayacağım. Mücadelemi de cezaevinde Sevgili Selahattin Demirtaş, Sevgili Figen Yüksekdağ gibi sürdürürüm. Ama sizin, geçmiş dönem vekillerinin de hukukunu korumanız lazım, "AİHM kararlarının gereği yapılsın." demeniz lazım; demiyorsunuz, ağzınızı bile açmıyorsunuz.
Osman Kavala cezaevinde. Sivil toplum demokrasimiz için olmazsa olmaz bir yapı. Osman Kavala bir sembol oldu, adam o kadar tanınmazken dünya çapında kahraman yaptınız. Bu konuda, insanları dünya çapında kahraman yapmak konusunda meşhursunuz; Deniz Yücel'i yaptınız, Rahip Brunson'u yaptınız; bütün yargı kararlarına rağmen. Bakın, Osman Kavala'yla ilgili AİHM kararı var, bununla ilgili ses çıkarmıyorsunuz Sayın Başkan. Ya, yürütme bir erkse, o diyor ki: "Ben AİHM kararlarını uygulamam arkadaş." Ne diyor? "Onu çıkaramazsınız." diyor. Selahattin Demirtaş'la ilgili ne diyor? "Terörist. Onları çıkaramayız. Biz AİHM kararına karşı hamlemizi yaparız." diyor. Yürütme bir erk ama siz de bir erksiniz, ağzınızı açıp tek kelime etmiyorsunuz. Hayır. Üstelik bir hukukçusunuz, anayasa profesörüsünüz, "AİHM kararları derhâl uygulanmalıdır." demiyorsunuz Sayın Başkan, bunu demelisiniz; bunu derseniz ülkemiz demokrasi endekslerinde yukarılara doğru çıkabilir, aksi takdirde yerlerde sürünür. Değerli Başkanım, Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde -bir hukukçu olduğunuz için söylüyorum- 139 ülke içinde 117'nci sıradayız ya; gerisinde kaldığımız ülkeleri saysam utanırız, hep beraber utanırız. Ben utanıyorum ya, sizin de utandığınızı düşünmek istiyorum. Pek çok Afrika ülkesinin, Orta Doğu ülkesinin gerisindeyiz Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde ya, bundan utanmıyor muyuz bir hukukçu olarak? Ben hukukçu değilim ama mahkemelere gide gele hukukçu kadar oldum yani; stajlarımızı orada yapıyoruz, bütün arkadaşlarımız yargılanıyor, mesaimizin yarısını orada harcıyoruz; biz de az çok anlar olduk. Bundan hep beraber utanmalıyız, bu durumu hep beraber düzeltmeliyiz. Bakın, size iddiayla söylüyorum.
Dünya Sefalet Endeksi'ni söyleyeyim Sayın Başkan: Biliyor musunuz, onda da 156 ülke içinde 21'inci sıradayız? Ha, bunda tepelerdeyiz, siz 1'inciliğe oynamak istiyorsunuz. Niye 21'inci sırada olduğumuza dair bir düşünceniz var mı Sayın Başkan? Niye halkımız sefalet içinde yaşıyor, niye asgari ücret 250 dolar, hiç düşünüyor musunuz? Bakın, 2015 yılında 500 dolardı, barışı konuştuğumuz günlerde; savaşçı politikalar, kurumların çökmesi, Meclisin işlememesi, yargının bir sopa hâline gelmesi, basının bir borazan hâline gelmesi sonucunda, sivil toplumun işlememesi sonucunda ne oldu? Asgari ücret 250 dolara düştü. Halkımız sofrasına ekmek koyamıyor, yemeğine ayçiçeği yağı alamıyor halkımız. Sayın Başkan, siz bunda sorumlusunuz biliyor musunuz? Demokrasinin olmadığı yerde ot bitmez, ot; özellikle petrol gibi zenginlikleri olmayan ülkelerde, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde ot bitmez. Bu ot bitmemesinin başmüsebbiplerinden birisi de sizsiniz çünkü Meclisin itibarını korumadınız, demokrasiler anlamında geriledik, nitelikli sermaye büyük oranda ülkeden kaçtı, emeği sömürmeye gelen sermaye geliyor şu anda; 250 dolara işçi çalıştır, o işçi de sefalet içinde sürünsün, sendikalar zaten yok.
Burada emek veren arkadaşlarımıza da bakın, Mecliste 4 bin liraya emekçi çalıştırıyorsunuz. 4 bin liraya bir insan nasıl geçinir ya? 400 euro değil; aynı emeği veren Avrupa'daki insanlar 2 bin-3 bin euro alırken siz buradaki emekçileri bir sefalet ücretine mahkûm ediyorsunuz, bize çay getirenleri. Ben onların yerinde olsam grev yaparım. Keşke sendikalı, örgütlü olsalar burada, size karşı grev yapsalar keşke ama onların örgütlenmesinin önüne engel koyuyorsunuz.
TBMM BAŞKANI MUSTAFA ŞENTOP - Sendikalılar.
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Hayır, sendikalılar ama sarı sendikalılar maalesef, sizin seçtiğiniz sendikaya üye oluyorlar. Keşke onların grev yapma hakları olsa. Bakın, kamuda grev hakkı olsa, ben onların yerinde olsam çay getirmem ama işten kovarsınız çay getirmezlerse. Bakın, size çay getiriyorlar. 4 bin liraya çalıştırıyorsunuz. Eşit işe eşit ücret vermiyorsunuz; 4/A'lı, 4/B'li, 4/D'li; biri 4 bin alıyor, biri 7 bin alıyor. Olacak şey mi ya? Bunları üst noktada eşitlemek gerekmez mi? Eşit işe eşit ücret bu anlamda.
Sayın Başkan, bakın, fezlekelerimden örnek verdim, bir de sorularımdan örnek vereyim. Şimdi, Sayın Başkanım -beni dinlerseniz, rica edeceğim- "Sorularınıza cevap veriyoruz." dediniz değil mi? "Sorulara cevap veriyoruz." dediniz ya, bakın, sorulara nasıl cevap verdiğinizi size söyleyeyim. Şimdi, sorulara siz nicelik olarak bakıyorsunuz, işte "20 bin geldi, 15 binine cevap verdik." diyorsunuz değil mi? Bunlar cevap mı Sayın Başkan ya? Ben soru sorarken ağzımı açsam, "pogrom" desem "Diyemezsin." "Ankara Gar katliamı" "Diyemezsin." "Suruç katliamı" "Diyemezsin." "Yargısız infaz" "Diyemezsin." diye vallahi gerçekten bir sansür makamı olarak orada benim her ağzından çıkan kelimeye itiraz ediyorsunuz. Oysa bakın, ben söylüyorum; "Ankara Gar katliamı" diyorum, "pogrom" diyorum, "Suruç katliamı" diyorum; bakın, diyorum, bu özgürlüğüm var konuşurken ama "Yazıya dökemezsin." diyorsunuz, benim, bizim bütün milletvekillerimizin sorularını iade ediyorsunuz. Bu doğru değil Sayın Başkan ama velev ki böyle yaptınız -bunu yanlış buluyorum tabii ki- ya, şu bakanların verdiği cevaplara bir bakmaz mısınız Sayın Başkan ya? Bize link gönderiyorlar, bizim sorularımızla ilgisi olmayan cevapları veriyorlar. Bu, milletvekiline hakaret değil midir? Siz bir baksanız o cevaplara ve bakanlara bir kere geri gönderseniz "Ya, Sayın Bakan, bu cevap, cevap değil; bakın, milletvekilimiz bunu sormuş, siz başka bir şey söylemişsiniz." diye uyarsanız, emin olun, bu anlamda çok daha etkin... Bu anlamda nicelik değil, nitelik önemli cevaplarda. Bunları da doğru bulmuyoruz Sayın Başkan, yani Meclisin itibarı bu çerçevede korunur diye düşünüyorum.
Bakın, size bir örnek daha vereceğim: Hepimiz milletin vekilleriyiz ve seçildiğimiz illerden azade olarak Türkiye'nin vekilleriyiz, Türkiye'nin huzuru ve refahı için görüşlerimizi söylüyoruz, siyasi mücadele yürütüyoruz. Siz ayrımcılığa imza attınız Sayın Başkan, örneğini de vereceğim. Dışişleri Komisyonu yurt dışı geziler yapıyor, biliyorsunuz değerli arkadaşlar. Dışişleri Komisyonumuz yurt dışı geziler yapmış, mesela Amerika Birleşik Devletleri'ne bir gezi planlamış, HDP'ye haber vermemiş; başka geziler de yapmış, bunları da haber vermemiş. Bakın, Dışişleri Komisyonunun bütçesini de Meclisin bütçesini de -şimdi görüşüyoruz ya- millet ödüyor. Hani "HDP'liler vergi ödemesin, biz onlara hizmet etmeyeceğiz." diyor musunuz Sayın Başkan? Demiyorsunuz ama Dışişleri Komisyonu yurt dışı gezilerine HDP'yi davet etmiyor. Biz tesadüf eseri, gerçekten tesadüf eseri... Amerika Birleşik Devletleri'ne bir heyet olarak gittik, orada Kongrede, Senatoda görüşmeler yaptık yönetimle, görüşlerimizi ilettik. Çok ilginç bir şey yaşadık, yaptığımız görüşmelerde "Ya, buraya Türkiye'den resmî bir heyet geldi." dediler. "Ee..." dedik, şaşırdık; orada duyduk çünkü. "Daha iki gün önce geldi." dediler. "Ee..." dedik. "Siz yoktunuz, biz de sorduk, 'HDP nerede?' dedik." Komisyon Başkanı demiş ki: "Biz onları çağırdık, HDP gelmek istemedi." Sayın Başkan, bunu duyduğumuzda biz utanç duyduk orada biliyor musunuz, ülkemiz adına utanç duyduk.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Paylan, süreniz doldu, tamamlayınız lütfen.
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Tamam.
Ama Komisyon Başkanına sorduğumuzda diyor ki: "Ya, bu konuda Meclis Başkanıyla görüşmeniz gerekir, onun iradesi bu." Şimdi, Sayın Başkan, ben size net bir şekilde soruyorum: Bu irade sizin iradeniz mi, bu ayrımcı irade sizin iradeniz mi, Komisyon Başkanının iradesi mi? Kendisi aynen böyle ifade ettiği için soruyorum ve bundan hicap duyduğumuzu, ülkemiz adına hicap duyduğumuz söylüyoruz, ülkemizde böyle bir ayrımcı uygulamaya imza attığınız için hicap duyduğumuzu söylemek istiyoruz.
Dokunulmazlık meselesinde, Sevgili Ömer Faruk Gergerlioğlu'na, Enis Berberoğlu'na yaşattığınız şeyler gerçekten de kabul edilemez. Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun dokunulmazlığı kaldırıldı, bir talimatla kaldırıldı ve Mecliste bir nöbet tuttu arkadaşımız. Maalesef bir siyasi partinin Başkanının talimatıyla o gece "Buradan alınsın." dendi ve o gece kolluk kuvvetlerini bir milletvekilinin üzerine gönderip pijamalarıyla, terlikleriyle o insanın apar topar Meclisten gönderilmesine siz talimat verdiğinizi ilan ettiniz Sayın Başkan ve bundan hicap duyuyorum. Bakın, suçlu olsa da olmasa da... Ki birkaç ay sonra, biliyorsunuz, Anayasa Mahkemesi bu anlamda hak ihlalini teslim etti ve arkadaşımız geri Meclise döndü, şu anda ne mutlu ki aramızda. İşte, böyle hak ihlallerine siz yol vermemelisiniz, bir milletvekilinin pijamasıyla, terliğiyle Meclisten kolluk tarafından apar topar götürülmesi ne demek Sayın Başkan ya, buna nasıl yol verebilirsiniz, nasıl kabul edebilirsiniz; ondan sonra Meclisin nasıl itibarı olur? Bir Cumhurbaşkanı Yardımcısı gelir burada tabii ki -atanmış bir kişi- milletvekillerine karşı afra tafra yapar bu durumda. Amerikan Parlamentosunda bütçe görüşmelerini bir izleyin bakalım, atanmış bakanlar geliyor, tir tir titriyor, ter içinde kalıyor. Elbette senatörler de Kongre üyeleri de bakanlara karşı saygı gösteriyor ama bakanlar da milletvekillerine çok üst düzeyde saygı gösteriyor. İşte, saygıyı bulmak için bu iradeleri göstermek gerekiyor yani diğer güçlerin, yürütmenin yargıyı bir sopa hâline getirmesine engel olmak gerekiyor. Bunu yapmadınız Sayın Başkan, milletvekillerinin itibarını korumadınız.
Bakın, çok kültürlüyüz, çok dilliyiz, çok inançlıyız öyle değil mi? Ben Ermeni'yim; siz Müslüman'sınız, Türk'sünüz; Kürtler var aramızda, Aleviler var, pek çok inanç var. Ya, bu Mecliste tek dil var ve tek inanç var; cami var, ne mutlu ki var, iyi bir şey, ibadetler yapılıyor ama başka bir inanç merkezi yok. Bu Mecliste kocaman arazimiz var, ne bir kilise var ne bir cemevi var ne de diğerleri var; tabii ki talep edilirse bu anlamda söylüyorum.
Dil anlamında tek dil var, tek dil. Ben, şimdi Ermenice bir kelime söylesem siz hiçbir şey anlamazsınız, "..." diyorum. Bakın, "Merhaba" diyorum, tek bir kelime, anlamadınız, sizi selamladım. Oysa demokratik ülkelerde çok dillilik var, ülkemiz de çok dilli bir ülke. Meclise bir sistem kurdunuz, niye İngilizce için kurmuşsunuz onu sonradan öğrendik. Bu ülkenin dilleri de var olsun, Kürtçe de var olsun, Lazca da Çerkezce de Ermenice de var olsun.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Paylan, üç dakikayı da aştınız artık, bitirin lütfen.
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Bitiriyorum efendim.
Ben orada gidip iki kelam ettiğimde arkadaşlarımız kulaklığını takıp benim ifadelerimi de anlasın, bu da demokrasi kültürümüze bir katkı olsun mesela diye bir düşüncemiz var; buna nasıl bakarsınız Sayın Başkan?
İşte, çok kültürlülüğün, çok dilliliğin, çok inançlılığın demokrasi kültürümüze bir katkısı olacağını düşünüyoruz.
Değerli Başkan, bakın, personelimizin sorunları var, onları sorularımda belirteceğim. Stenograflarımızın sorunları var Sayın Başkan, onların eşit işe eşit ücret talepleri var, emekçilerin talepleri var.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sorulara bırakalım onları.
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Bunları gözetmenizi talep ediyoruz ve şunu söyleyerek bitireyim Sayın Başkan: Yurttaşlarımızın bu kadar sıkıntı çektiği günlerde milletvekillerinin bu kadar yüksek maaş almasını doğru bulmuyoruz. Eğer bir fedakârlık yapılacaksa hep beraber yapmalıyız ve milletvekili maaşının asgari ücretin 3 katından fazla olmaması gerektiğini düşünüyoruz Sayın Başkan, siz dâhil, Cumhurbaşkanı ve tüm kamu görevlilerinin de... Bununla ilgili de bir önerge vereceğiz, bunu da desteklemenizi talep ediyoruz. Yapacaksa fedakârlığı önce milletin vekilleri ve milletin Cumhurbaşkanı yapsın.
Teşekkür ederim.
Saygılar sunarım.