| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/283) ve 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/282) ile Sayıştay tezkereleri a)Türkiye Büyük Millet Meclisi b)Kamu Denetçiliği Kurumu c)Sayıştay |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 27 .10.2021 |
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Meclis Başkanı, Sayın Kamu Denetçisi ve Sayıştay Başkanı; hepinize saygılar sunuyorum.
Ben bu on dakikalık süre içinde yine bu sene -geçmişte de olduğu gibi- bütçe konuşmaları sırasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları ve bu görüş ayrılıklarının temelleriyle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum, birkaç şey paylaşmak istiyorum ve bunu da Sayıştay -Sayıştay Başkanı da gitmiş galiba, her neyse- seçimiyle ilişkilendirerek...
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayıştaydan arkadaşlarımız not etsinler, belki kısa bir süreliğine salondan ayrılmış olabilir, dönecektir mutlaka.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Efendim, şöyle: Şimdi, genellikle iktidar mensubu arkadaşlarımız doğal olarak Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle ilgili olumlu kanaatlerini belirtiyorlar ve Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle daha hızlı karar alan, daha etkin çalışan bir Meclis yapısı oluştuğunu düşünüyorlar ve bunu da savunuyorlar fakat ben, bir muhalefet milletvekili olarak bunun tam tersini gözlemliyorum. Yani şöyle ki: Tabii, bir kıyaslama yapma imkânımın olduğundan giderek bunu söylüyorum çünkü ben, 1991 yılında 49'uncu Hükûmette Erdal İnönü'nün danışmanlığını yaptım ve üç yıl boyunca da aşağı yukarı bütün bu Plan ve Bütçe Komisyonunun tartışmalarına katıldım. Dolayısıyla da orayla kıyaslama yapma şansına sahibim ve öyle bir kıyaslama çerçevesinde de görüyorum ki burada, Plan ve Bütçe Komisyonunda, bütçeyi veya herhangi başka bir kanun teklifini konuşurken esasında ortak ve toplumun yararına olacak olan bir düzenlemeden çok kendi grubunun nasıl bir düzenleme istediği üzerinde yoğunlaşıyor ve dolayısıyla da gelebilecek ve makul önerileri de ya duymuyor ya duymazlıktan geliyor veya kale almıyor. Sonuç olarak gördüğümüz şey, kanunlar da öyle bütçe de öyle -nitekim göreceğiz, geçen sene de böyleydi, ondan önceki sene de böyleydi- geldiği gibi geçiyor. Yani "Herhangi bir katkı oluyor mu?" diye soracak olursanız ben şahsen görmüyorum ama benim bilmediğim bir şey olabilir. Cevdet Bey gerçi öyle bir şey söyledi "Not alıyor bürokratlar, bazı düzeltmeler yapıyorlar." diyor, bilmiyorum o kısımlarını. Fakat değerli arkadaşlar, bu şöyle bir şey: Türkiye toplumu öyle bir noktaya geldi ki -bu kutuplaşma siyaseti ayrıntısına girmeyeceğim, sebebine de girmeyeceğim ama- sonuç olarak "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" denilen sistem kendi içinde çok ideal bir sistem de olabilir -Sayın Meclis Başkanı anayasacı ve bildiğim kadarıyla Anayasa değişikliğiyle Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin inşasına katkıda bulunmuş olan bir isim- dolayısıyla bu işin teorik tarafını konuşacak değilim ama pratik olarak baktığımızda, bu sistem toplumun üzerine oturduğu zaman kaçınılmaz olarak bir kutuplaşma üretti. Zaten kutuplaşma hep vardı, neden var olduğunu da -dediğim gibi- şimdi konuşmak istemiyorum. Dolayısıyla da öyle bir atmosfer ortaya çıkıyor ki bu atmosferin bir örneğini dün yaşadık. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay gerçekten de buradaki vekil arkadaşlarımızı, en azından itiraz eden vekil arkadaşlarımızı küçümseyerek "Ya, buna niye karşı çıkıyorsunuz?" havasında bir ifadede bulundu ama bu çok anormal de değil bir tarafıyla bakarsanız çünkü dediğim gibi, bu Mecliste bu işler böyle yürüyor.
Şimdi arkadaşlar, -bunun en ilginç örneği olmak üzere- Sayıştay seçimiyle ilgili olarak ben birkaç şey söylemek istiyorum ama bu arada bunu söylemeden önce de şunu da söyleyeyim: Ben, geçmişte de Adalet ve Kalkınma Partisinde bakanlık yapmış olan ve özel olarak arkadaşlık ilişkisi içinde olduğum bakan arkadaşlarımla da benzer gözlemlerimi paylaşmıştım ve sonuç olarak, geldiğimiz nokta itibarıyla da o arkadaşlarımız o dönemde bütün ben ve benim gibi insanların itirazlarını dikkate almadan yaptıkları tasarruflar sonucunda geldikleri yer itibarıyla çok da başarılı olmadılar. Ne demek istiyorum? Şunu demek istiyorum: Özellikle, devlet yönetiminde devletin kurumları olarak ve bürokratları olarak toplumun her farklı kesimine yönelik olmak üzere belli bir mesafede davranması lazımdır. Dolayısıyla da toplumun bir kısmını kayıran bir biçimde bir devlet davranışı olamaz fakat Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, arkadaşlar, öyle bir yere getirdi ki bizi... Mesela TRT. Şimdi, TRT bir devlet kuruluşu mudur? Bence değildir. Neden değildir? Çünkü TRT, yayınlarında herhangi bir şekilde eşit mesafede durmuyor hiç kimseye, hiçbir siyasi partiye. Mesela, benim partim Halkların Demokratik Partisiyle ilgili olarak hiçbir şey söylemiyor. Veya RTÜK... RTÜK, bir devlet kuruluşu mudur? Hayır, değildir çünkü söylediğim koşulu yerine getirmiyor yani farklı medya kuruluşlarına eşit mesafede davranamıyor. Peki, nasıl davranıyor değerli arkadaşlar? Söyleyeyim size: Bir Hükûmet kuruluşu olarak çalışıyor, davranıyor. Bütün kurumları sayabilirim ben size. Bütün kurumlarımız, bağımsız kurumlar vesaire... Bunlar -biliyorsunuz- geçmişten beri kurulmuş olan, serbest piyasa ekonomisinin gereği olarak denetleme yapmak üzere kurulmuş olan bütün kurumları 2011'de Sayın Cumhurbaşkanının bir KHK'siyle hepsini merkezîleştirdiler ve bütün bu kurumların başkanları da gördüğümüz kadarıyla Bakanların arkasında oturuyorlar çünkü ilişkili kurumlar vesaire diyerek esasında denetimi Bakana ait olmak üzere bir hâle gelmiş olan kurumlardan söz ediyoruz.
Zamanımız da gidiyor, onun için ben hemen konuma gelmek istiyorum. Bakın, Sayıştay seçimi yapılacağı vakit -yanılmıyorsam- 12 kişilik bir liste geldi, 12 kişilik de bir CV geldi önümüze. Biz Plan ve Bütçe Komisyonunda dedik ki: Ya, şey yapalım, bu arkadaşları davet edelim, karşılıklı konuşalım, mülakat yapalım yani nasıl birikimleri var, nedir? Fakat yanılmıyorsam Sayın Başkan itiraz etti ve yanılmıyorsam da seçim yapıldı ve reddedildi. Oysa kanunda, gördüğüm kadarıyla "Ön Seçim Geçici Komisyonu gerekli gördüğü hallerde adaylarla mülakat yapabilir." maddesi var. Buna rağmen biz mülakatı yapamadık fakat değerli arkadaşlar, benim bu mülakatı istememin sebebi şu: Burada, lütfen yanlış anlamayın ama bunu da söylemek zorundayım. Adaylardan 8'i imam-hatip mezunuydu. Yanlış anlamayın derken şunu kastederek söylüyorum: Ben bir akademisyenim ve belirli bir objektiflikle bakıyorum. İmam-hatiplilerin de Türkiye'de bir karşılığı olduğunu biliyorum, o sebeple böyle ayrımcı bir kafayla bunu söylemiyorum. Bu beni çok şaşırttı çünkü devlet dediğimiz kurumda yükselme liyakat esasına göre olması gerekir, nereye ait olduğuna göre değil. Yani listesi burada, biraz önce bütün CV'leri tekrar rica ettim arkadaşlardan getirdiler. Yani 11 adayın 8'inin imam-hatip mezunu olduğunu gördüm. Biri AK PARTİ Zeytinburnu Belediye Başkan Yardımcısı iken gelmiş, biri de MHP'li bir arkadaşımız. Şimdi Sayıştay böyle bir kurum olmuş. Şimdi Sayıştay, Allah aşkına, bir devlet kurumu mudur? Bence değildir ya da olmama ihtimali çok kuvvetlidir. En azından bana bunu söyletebilen şey işte söylediğim basit bir hesap; nasıl oluyor da bu ülkede Sayıştay seçimi yapılırken 11 adayın 7'si, 8'i imam-hatip mezunu oluyor? Demek ki buraya aday olabilme koşullarından biri de galiba böyle bir şey yani bir şekilde hükûmete yakın olmak, bir şekilde ortak ilişkiler içinde olmak vesaire. Değerli arkadaşlar, bu, Sayıştay özelinde Türkiye devletini çürüten bir şeydir. Böyle bir devlet yapılanması kaçınılmaz olarak yolsuzluğa batar.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Katırcıoğlu, süreniz bitti.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bitiriyorum.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Buyurun.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Dolayısıyla da değerli arkadaşlar, ben, iyi yapıyor, kötü yapıyor, raporlarını karşılaştıracak değilim, öyle bir çabam yok ama size söylemek istediğim şey özetle şudur: İktidar kendi bildiği gibi bir yönetim tarzı içinde ve asla ve asla kimseden akıl alma ihtiyacı hissetmeyerek davranıyor. Oysa bizler de bu halkın seçtiği insanlarız ve bizim de görüşlerimiz var, bizim de temsil ettiğimiz insanların talepleri var ve dolayısıyla da bunların da dikkate alındığı bir yerden ortak aklı üretmek üzere buradayız esasında ama maalesef böyle değil. Neden bu böyle değildir? Çünkü "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" denilen sistem, esas itibarıyla bir devlet sistemi değil, bir hükûmet sistemidir. Zaten Cumhurbaşkanı da hükûmetin bizatihi kendisidir. Onun için bütün kanunların dibinde "Cumhurbaşkanı tarafından yürütülür." deniyor. Dolayısıyla da değerli arkadaşlar, bütün bu kavgalarımızın, gerilimlerimizin -efendime söyleyeyim- zaman zaman üslubumuzu bozan konuşmalar içine girmemizin temel sebebi, Türkiye siyasetinde ve toplumda böyle bir bölünmüşlüğün var olması ve bu bölünmüşlüğe razı olmuş olmamızdır diye düşünüyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum.