KOMİSYON KONUŞMASI

RIDVAN TURAN (Mersin) - Ben de başta size olmak üzere, çalışmalarda katkı koyan, emeği geçen bütün arkadaşlarımıza şükranlarımı bildiriyorum.

Bir rapor kaleme aldık, size sunduk Sayın Başkan fakat bu raporda ağırlık merkezi olması itibarıyla esas vurgunun yapılması gereken yer itibarıyla birkaç noktanın altını çizmek istiyorum. Şöyle başlayabilirim: Yani bu müsilaj hadisesi bu dönem gördüğümüz bir şeydir. Bu verili koşullar devam ettiğinde bu müsilaj başka biçimlerde başka canlıların çoğalmasıyla kuşkusuz ortaya çıkabilir fakat genellikle yapılan değerlendirmelerde müsilajın ortaya çıkış faktörlerine ilişkin antropojenik kökenli meselelerin biraz dışında değerlendirmelerde bulunulduğu dikkatimi çekti. Bunlar neler? Yani insan iradesinin dışında olan iklim değişikliği, işte, oksijenin azalması, biyoçeşitliliğin kaybı, denizin ortalama üzerinde ısınması gibi. Bu yaklaşıma şiddetle itiraz ettiğimi ifade etmek istiyorum. Bence müsilajın temel kaynağı, tetikleyici faktör kirliliktir. Bu sözünü ettiğim faktörlerin tümü yani ne diyelim, denizde ısının artmış olması tam anlamıyla kirlilik sebebidir. Hatta iklim değişikliği ise söz konusu olan şey, iklim değişikliğinin de esasen antropojenik bir nedene dayandığını görmek gerekir. Yani fosil yakıtların yoğun olarak kullanılmaya başlanmasıyla birlikte, sera gazı emisyonunun artması vesair faktörler iklim değişikliği için bir uygun ortam oluşturmuştur. Yani şunu söylemek istiyorum: İklim değişikliği dahi insanal kökenlidir ve biyosferi bizim kirletmemizle alakalıdır.

Şimdi diyoruz ki: "Denizdeki besleyici tuzlarının artması kirlilikle ilişkilidir ve insanal kaynaklıdır." Sudaki süspansiyon maddenin konsantrasyonunun artması kuşkusuz suyun ısısını artıracak bir faktör olarak ortaya çıkar. Suyun ısısı arttığında gaz yasası gereğince oksijen derişimi düşmeye başlar. Yine bu besleyici tuzlar, o tuzlarla beslenecek olan canlının birey adedinin artmasına sebep olur. Buna sebep olurken kirliliğin artması besin zincirinde kırılmalar meydana getirir, bazı türlerin birey adedinin azalmasına sebep olur, bu, biyoçeşitliliği ortadan kaldırır. Yani hülasası şu: Bizim şu anda Marmara Denizi'nde karşı karşıya kaldığımız hadise tam anlamıyla antropojenik kökenli bir meseledir. Velev ki başka şeyler varsa bunları zaten değiştirmeye, dönüştürmeye bizim kudretimiz yetmez yani bizim dışımızda atmosferik hadiseler başta olmak üzere diğer şeyler. Dolayısıyla bizim dikkati çekmemiz gereken ve çalışmalarımızı yoğunlaştırmamız gereken temel mesele tam da işte bu antropojenik kökenli kirlilikle mücadele etmek olmalıdır.

Mevzuya bu zaviyeden baktığımızda, bir defa ivedi çözümler için Marmara'yı bir defa kirli olmaktan, kirletiliyor olmaktan kurtarmamız gerekir. Eğer kurtarırsak yani az önce sözünü ettiğim oksijensizlikten tutun denizin ısınmasına kadar, ne bileyim, biyoçeşitliliğin azalmasına kadar pek çok faktörü yavaş yavaş tedavi etmeye başlarız. Keza yine, işte siyanobakterilerin sebep olduğu biyotoksin sorunlarını ortadan kaldırmak mümkün olur, ağır metal sorununu, üst su kütlesinin ısınması sorunu ilanihaye yani devam eder bu, bu mümkün olur. Demek ki bizim esas olarak odaklanmamız gereken şey, Marmara'yı kirletiliyor olmaktan kurtarmaktır.

Ben şu tartışmaya girmeyeceğim, doğru görmüyorum, değerlendirme yapılır daha sonra ama yani hangi siyasi dönemde oldu, ne oldu, hangi parti ne yaptı tartışması bilimsel olmanın biraz ötesinde, biraz siyasi bir tartışma. O gerekirse sonradan yapılır ama şu çok belli ki 1960'larla beraber Türkiye'de hızlı kapitalistleşme sürecinde, çarpık kentleşmenin ona yedeklenmesiyle, çevre duyarlılığının olmamasıyla yani her türlü doğal varlığı bir kâr ögesi olarak gören akılla bu noktaya kadar geldik ve kirlilik de esasen buradan ortaya çıktı.

Kirliliği temel alınca hemen benim söylemek istediğim şey şu: Biz hiçbir koşulda, altını özellikle çizmek istiyorum, Marmara Denizi'ni alıcı ortam olarak kabul etmemeliyiz. Bunu şundan söylüyorum yani bu, evet kirliliğe sebep oluyor, birtakım süreçlerin tetiklenmesine sebep oluyor ama esasen zaten kabul edemeyiz de. Yani daha önce konuştuk kıymetli arkadaşlar, zaten bizim çevre mevzuatınca kabul edilen uluslararası normlar gereğince 5 miligram/litre altında çözünmüş oksijen bulunan sulara deşarj yapılamaz. Bunu tekrar etmek istiyorum: 5 miligram/litre altında çözülmüş oksijen bulunan sulara deşarj yapamazsınız. Şu anda Marmara Denizi'ne yapılan, boğazlara yapılan bütün deşarj esasen yasa dışı deşarjdır. Derin deniz deşarjları yasa dışıdır. Ergene yine bu anlamda yasa dışıdır. Bir defa, Marmara'yı alıcı ortam olmaktan çıkartmamız lazım.

Bir diğer mevzu bence Marmara'nın kirlenmesinde şu anda en başat faktör Ergene derin deşarjıdır. Bakın, "O suyu niye kullanmıyoruz?" falan deniyor ama arkadaşlar, o su arıtılan bir su değil, arıtılan bir su değil. Ya da şöyle söyleyeyim, biraz daha temkinli konuşayım: Yeterince arıtılan bir su değil. Zaten Çevre Bakanlığı bu projenin simülasyonunu yayınlarken -girip bakabilirsiniz- şöyle demişti: "Bu uygulanmaya başladığında Marmara'daki kirlilik 3,5 kat artacak." Bu, internette var, adresini de verebilirim, benim yazdığım raporda da var. Şimdi, bununla birazdan vereceğim bir veri birbirini destekleyen veriler; o da şu: Dedim ya sular arıtılmıyor ya da yeterince arıtılmıyor diye bakın, geçen hafta Ergene derin deşarjına yakın bir noktadaki bir istasyondan alınan su numunelerinin içerdiği ağır metal oranından bahsedeceğim size, bu, ilk defa kamuoyuyla paylaşılıyor. Şimdi, Dünya Sağlık Örgütünün standartları var. Bakır bu standartları tam 127.219 kat geçmiş, çok acayip bir şey. Çinko 3.866 kat geçmiş bu standartları. Demir 3.184 kat bu standartların üstünde çıkmış deniz suyunda. Nikel 3.880 kat deniz suyunda Dünya Sağlık Örgütü standartlarının üstüne çıkmış. Kadmiyum 1.982 kat, kurşun 7.619 kat. Bunlar analizi yapılabilen metaller, daha analizi yapılamayan pek çok şey de var.

Şimdi, bu bize bir şey gösteriyor yani Çevre Bakanlığının o yargısıyla bu yan yana getirildiğinde birbirini destekleyen bir durum var kıymetli arkadaşlar, o da şu: Ergene derin deşarjı Marmara'yı öldürüyor. Tam geçen sene bu dönemlerde deşarjı, başladı ve dikkat edin ondan sonra bahar sürecinde müsilaj sorunu tetiklendi. Yani Ergene derin deşarjını sonlandırmadan, sonlandırdıktan sonra bu suyun geri kazanımı esasına dayalı ileri biyolojik, artı gerekirse membran teknolojisi uygulanıp bu suyun tekrar kullanımını sağlamadan bu problemi çözmek benim bilimsel ve vicdani kanaatim gereğince mümkün değil kıymetli arkadaşlar. Bu rakamların özellikle altını çiziyorum lütfen yani bu meseleye duyarlı olalım. İşin en hassas noktalarından bir tanesi bu.

Bir başka mesele şu: Biz alt akıntıyı bir konveyör olarak düşündük, dedik ki kardeşim buraya atılan her şey soluğu Karadeniz'de alacak. Öyle mi? Böyle olmuyor. Zaten derin deşarj açısından değerlendirildiğinde derin deşarjın gerçekten derin deşarj olabilmesi için bir, istikametin yani boğazın alt akım istikametinde şüphemizin olmaması lazım; iki, bu suyun hiçbir suretle üst akıntı sularıyla karışmaması lazım. Ama biliyoruz ki yukarıdan aşağı yoğunluğun giderek arttığı bir gradyan takip etmiyor su. Üst su tabakasıyla alttaki sığlıklara bağlı olarak oraya çarpan alt su tabakasının yükselmesiyle karakterize bir durum var. Bu da bize şunu gösteriyor: Derin deşarj prensibi burada kullanılabilir bir prensip değil, ha, mevzuat olarak zaten kullanılamaz çözünmüş oksijen miktarı sebebiyle, aynı zamanda bilimsel olarak da ODTÜ kanalı, jeolojik dönemlerde bir dere olan ODTÜ kanalı falan da yani bu deşarj Karadeniz'e gitmez, giderse daha başka mesele ama madem işin bu tarafını tartışıyoruz burayla sınırlı tutalım. Dolayısıyla Marmara Denizi'nin kıyısında ve hinterlandında yer alan bütün arıtma sistemlerinin tümünün geri kazanım esasına göre yeniden yapılandırılması gerekir. Yani bu ülke için, bu ülkenin kaynakları için emin olun ki atla deve bir mesele değil, üstesinden gelebileceğimiz bir mesele ve çok geçmeden yıllar içerisinde bu meselenin çözülmesi gerekir.

Bunlara bağlı olarak mutlak surette yapılması gereken şey, bizim bağımsız bir denetleme ekibimizin olması lazım; bilim insanlarından kurulu multidisipliner bir mesele olduğu için çeşitli disiplinlere ait bilim insanlarından kurulu herhangi bir bakanlığın ya da siyasetin sultası altında olmayan, kendi analiz yol ve yöntemleri olan personele sahip, laboratuvarlara sahip, teknelere sahip bağımsız bir heyetin yılda en az 4 defa, her mevsim Marmara Denizi'nde "monitöring" çalışmalarını sürdürmesi gerekir. Sürdürdüğü koşullarda "Ya, bu müsilaj patlar mı, patlamaz mı? Oldu da biz nasıl farkına varmadık?" gibi tartışmalar ortadan doğal olarak kalkacak. Bir veri bankasında bu bilgiler depolanmalı ve bence bu heyetin, bu kurumun -ne dersek adına- ulaşacağı bilimsel bilgiler, kurum kuruluşlar tarafından, başka bir deyişle, siyaset tarafından geçerli kabul edilmeli ve bağlayıcı olmalı.

Yine, bence bu sözünü ettiğim 5 madde çok temel niteliğe sahip yani bununla biz ne yapmış olacağız? Marmara Denizi'ni bir foseptik çukuru olma hüviyetinden kurtarmış olacağız. Bu temelin üzerine artık her şey yavaş yavaş inşa edilebilir gerçekten. Örneğin bununla ilişkili bir biçimde bütün Marmara kenarlarının koruma alanı olarak ilan edilmesi mümkün olabilir. Kıyılarda su hareketlerini engelleyecek yapıların engellenmesi söz konusu olabilir. Marmara'da ekosistemi pek çok açıdan çok temelden etkileyen inşai faaliyetler. Bunlar gerçekten önümüzdeki dönem için de büyük riskler taşıyor, bir tanesi örneğin Marmara Çanakkale İlleri Bütünleşik Kıyı Alanları Planı 1.700 kilometrelik bir alanda her türlü çekek yerlerinden kruvaziyer yat limanlarına işte yollara şunlara bunlara kadar bir planlama söz konusu. İkisi bir arada olmaz, ya bu yapılacak ya deniz kurtarılacak. Yine, örneğin, şimdi, Kanal İstanbul'u konuşuyoruz. Birtakım arkadaşlarımız kendi zaviyelerinden şunu söylüyorlar: "Ya belki de iyi olacak." Ama şunları düşünmekte bence fayda var kıymetli arkadaşlar, şimdi, siz oraya yeni bir nüfus yükü getireceksiniz. Bu şu demektir: Daha çok su kullanımı demektir, daha fazla atık üretmek demektir, daha fazla konut demektir, daha fazla kimyasal demektir. Mesela Küçükçekmece Lagünü'nü yok edip oranın çamurunu Marmara'ya yaymak demektir. Yine, toplamda çıkacak hafriyatı ne yapacaksınız? Yani, ondan Ağrı Dağı mı yapacağız memlekete bir tane daha? Bunu denize dökmek demektir. Uzatmak mümkündür yani bu büyük imar faaliyetlerinin denizi olumsuz etkileyeceğini not düşmek isterim.

Marmara Adası'ndaki inşai faaliyetler, daha doğrusu, madencilik faaliyetleri bir başka mesele.

Tarımsal açıdan Ergene havzasında nasıl bir protokol ya da prosedür uyguluyorsak aynısının Susurluk havzasına ve Marmara havzasına da uygulanması lazım. Yani atık suların derelere, ırmaklara, göllere ve denize deşarjı engellenerek bunların mutlaka geri kazanım esasıyla kazanılması mutlak suretle gerekli. Yani bu suların artık peyzajda ya da tarımda kullanılması o noktadan sonra mümkün olacak. Tarım kimyasallarının, gübre ve zehirlerin tarımdan çıkması lazım. Bakın, ileri bir şey söylediğimin farkındayım yani bizim çiftçimiz "Yahu ben gübre alamıyorum kardeşim, aldı başını gidiyor." diyor haklı olarak, son derece haklı, gelen zamlar sebebiyle fakat dünyanın geleceği ve Türkiye'nin geleceği agroekolojik bir tarım anlayışında yani kimyasalların olmadığı, doğaya dikte eden değil, doğayı taklit etme esasına dayalı, oradaki bir börtü böceğin, bir solucanın vazifesinin ne olduğunu bilen, onun hakkına saygı duyan ve doğayı böyle bir bütünlükle ele alan yeni bir modele ihtiyaç var. Hiç kimse endişe etmesin, bu modeldeki verimlilik endüstriyel tarımsal modellerden çok daha fazladır ha, onu da söyleyeyim. Yani binlerce hektara mısır ektiğinizde -şimdi konu değil, konu üzerinde çalıştığım için söylüyorum ama kısa geçeyim- o mısırı elbette zehirlerle böceklerden koruyacaksınız ama daha lokal alanda birbiriyle ilişki içerisindeki bitkilerin ekilmesi hem ilaç, zehir yani hem de gübre kullanımını azaltacak faktörlerdir. Bakın, mesela Latin Amerika yerlileri kabağı, mısırı ve fasulyeyi aynı yere ekerler; kabak pestisit kullanımını azaltır çünkü gölge yaptığı için yabani otlar yeşermez, mısır destek olur, fasulye ona sarılır, fasulye de ona azotu bağlayarak güzellik yapar yani bu tür bir tarıma doğru artık adım adım geçmek gerekir.

Zeytin kara suyu mutlaka buharlaşma esasıyla yeniden kazanılmalıdır.

Deniz biyoçeşitliliğini sağlayacak stratejiler izlenilmelidir. Stok nedir bilmiyoruz denizlerimizde, bu konuda yeterli çalışmalar yok yani bu stokun bir belirlenip hani ben şey demiyorum gırgırı yasaklayalım kardeşim, şunu yasaklayalım, bunu yasaklayalım. Trolde netim yani onu hiç tartışmaya gerek yok ama bence gırgırda şimdi bunlar pelajik balıklar bir boğazdan giriyor öteki boğazdan çıkıyor, işte kalanlar burada avlanıyor giden gidiyor. Yani gırgırı engellemek değil ama stoklarımızı bilirsek ne kadar avcılık yapacağız, hangi kotalar dâhilinde bunu yapacağız, bunu netleştirebiliriz. Dolayısıyla bu konuda da bir çalışma yapmakta fayda var.

Bitiriyorum çok az kaldı Sayın Başkan.

Gemi taşıyıcılığına işaret edildi, tekrar konuşmuyorum. Şöyle kıymetli bir durum yaratabiliriz aslında: Şimdi bu evsel atıkların yoğun olarak kullanıldığı, evsel atıkların ne kadar kirletici olduğu hele İstanbul söz konusuysa çok biliniyor. Yani burada bireylerin ne yapacağını anlatacak eğitim çalışmaları, ne bileyim işte ulusal düzeyde kampanyaların düzenlenmesi çok kıymetli olur ve hükûmetlerin ekosisteme zarar vermeyecek temizlik maddelerinin üretimi kullanımını teşvik etmesi, bu konudaki AR-GE'leri desteklemesi çok makul olur diye düşünüyorum. Ayrıyeten çocuklarımıza müfredatta denizlerimiz ve Marmara Denizi konulu ders koymalıyız yani çocuklar, denizi bir su birikintisi değil, aynı karada olduğu gibi hakları olan canlılar toplamı olarak bilmeli, onun canlı bir süreç olduğunu bilmeli. Yani böyle olduğunda tabii, hassasiyet otomatik olarak artacak. Erken uyarı sisteminden bahsedildi mi çok bilmiyorum ama bir müsilaj erken uyarı sistemine ihtiyaç var.

Ve son olarak şunu söyleyeyim: Marmara Bölgesi'nde nüfus artışını köye dönüş politikalarını desteklemek suretiyle güçlendirmeliyiz. Benim bildiğim ve okuduğum kadarıyla güncel veri yok elimde ama birkaç sene öncesinde İstanbul'un nüfusunun sabitlendiği hatta biraz azalmaya başladığına ilişkin bir şey hatırlıyorum -bilmiyorum, yanılıyor muyum- bunu desteklemek gerekir. İnsanlar kendi köyünde, evinde, barkında doyarsa, orada tarım para ederse, orada mutlu olursa Marmara üzerindeki bu baskının da dolaylı olarak ortadan kalkacağını söyleyebiliriz.

Son cümlem de şu olsun: Bu konuşmada lütfen az önce sözünü ettiğim yüzlerce, binlerce kata; normalin, Dünya Sağlık Örgütünün işaret etmiş olduğu standart değerlerin yüzlerce, binlerce katına çıkmış olan bakırın, çinkonun, demirin, nikelin, kadmiyumun, kurşunun deniz ekosistemini ne kadar olumsuz etkilediğini lütfen unutmayalım, buraya dikkat buyuralım ve bu meselenin çözümü için el birliğiyle çalışalım diyorum.

Teşekkür ederim.