KOMİSYON KONUŞMASI

ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan, Sayın Bakan Yardımcıları, Değerli YÖK Başkanı, kurumlarımızın değerli temsilcileri, değerli basın mensupları; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan ve Sayın YÖK Başkanımıza da yeni görevlerinin hayırlı uğurlu olmasını, ekiplerinde de yeni arkadaşlar var -anladığım kadarıyla atananlar- hepsine de başarılar diliyorum.

Sayın Bakan da geleneği bozmadı diğer Millî Eğitim Bakanlarımız gibi, yine girdi odaklı yani işte "Biz en fazla bütçeyi alan bakanlığız." şeklinde konuşmasına başladı. Tabii, ben, başkaları da bunu yaptığında hakikaten bunu eleştiriyorum. Hani tamam, bütçe almak iyi güzel ama sonuç ne, ona bakmak lazım; sonuçta ne kadar başarılı olabiliyoruz, ona bakmak lazım. Tabii fazla bütçe almak sorumluluğunuzu da artırıyor -bir de öyle bir yanı var işin- yani en fazla bütçeyi alan bir bakanlıksa en fazla iş yapan bakanlık olması ihtiyacı var. Tabii, bütçedeki payınız giderek düşüyor yani şu anda zaten en fazla pay alan bakanlık da diyemeyiz çünkü sadece faiz bile sizin bütçenizi epeyce bir aştı. Örnek olsun diye söylüyorum, 2017'yi alacağım. Niye 2017? Çünkü Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçmeden önceki son yıl. 2017 yılında faiz ödeneği, bütçeye konulan faiz ödeneği 57,5 milyar liraymış, Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi 85 milyar liraymış yani faiz bütçesinin 1,48 katıymış, yaklaşık 1,5 katı Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi varmış. Şimdi bakıyoruz, 2022 yılında: Faiz bütçesi 240 milyar lira, Millî Eğitimin bütçesi 189 milyar lira; 1,5 katından 0,79'una düşmüş yani yüzde 79'una düşmüş. Dolayısıyla gitgide eriyen de bir bütçeniz var veya diğer unsurlar bütçede daha öne çıkıyor, zaten bunun da bütçe içerisindeki payı azalıyor. Hani bunu, bütçeyle çok fazla övünüldüğü için söylüyorum, bu notu da düşmek gerekiyor. Başka bütçeler sizin bütçenizin de artık önüne geçiyor. Buradan şunu da anlıyoruz: Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi sizin bütçenize de yaramamış. Yani birçok şeye yaramadığı gibi Millî Eğitimin bütçesine de yaramamış.

Tabii, bugüne kadar, AK PARTİ hükûmetleri birçok şeyi inşaat olarak gördü, eğitimi de inşaat olarak gördü, sağlığı inşaat olarak gördü. İşte "Şu kadar okul yaptık, şu kadar derslik yaptık, filan ettik, falan ettik..." Hep böyle inşaat üzerinden bir sosyal politika veya ekonomi politikaları, kalkınma politikaları yürüttü, hep de bunu söyledi. Bunun yanlışlığını görüyoruz. Birazdan ona ilişkin sonuçları size arz edeceğim. Fakat sevindirici bir yan var: Şu 2022 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı -benim eski kurumumun çıkardığı, şimdi "Strateji ve Bütçe Başkanlığı" diye geçiyor- burada "Eğitim" bölümü şöyle başlıyor, müsaade ederseniz ilk cümlesini okuyacağım: "Ülkemizde son yıllarda fiziki imkânların büyük oranda artırılmasıyla eğitime erişimde önemli mesafe katedilmiş olup bundan sonraki süreçte öğretmen nitelikleri başta olmak üzere eğitimin niteliğinin artırılması hedeflenmektedir." Günaydın! Yirmi yıl sonra, Millî Eğitim veya işte Hükûmet politikası olarak "Şu inşaat işlerinden artık biraz sıyrılalım, işin artık biraz daha kalitesine -hem öğretmen hem de eğitimin kalitesi yönüyle- bakalım." diyen bir şey var. Ha, zararın neresinden dönersek kâr, o ayrı bir şey ancak bu çok çok daha önce olması gereken bir şeydi.

Tabii şimdi şu tartışmalar da var. Aslında böyle bir slayt göstermeyecektim ama benim Müsteşar Yardımcısıyken 2012 yılında İktisadi Kalkınma Vakfında yaptığım bir sunum bu, zannediyorum anlaşılabiliyor: Dikeyde kişi başına büyüme var, yatayda da okullaşma oranı var. Bakın, okullaşma oranı yine inşaata göre, derslik sayısına göre daha önemli gibi görünen bir şeydir. Dünya Bankasının bir çalışması: Büyüme ile okullaşma oranı arasında hiçbir ilişki bulunmuyor, bütün ülkelerle birlikte yapılmış şey de böyle bir ilişkiyi maalesef bulmuyor. Şimdi, neyle ilişki buluyor? Eğitimin kalitesi ile büyüme ilişkisi. Bakarsanız, yine Dünya Bankasının çalışması; yine dikeyde kişi başı büyüme, kişi başı gelirdeki artış, yatayda da test skorları var -burada PISA sonuçlarını alıyor- böyle bir doğrusal ilişki var. Yani eğitimin kalitesi ile büyüme arasındaki ilişkiyi mutlak suretle bizim not etmemiz gerekiyor.

"Türkiye burada nasıl?" diye baktığımızda; e, burada çok iyi olduğumuzu söylemek mümkün değil. Konuşma notunuzda bir miktar artışların olduğundan bahsediyorsunuz, "Puanları en fazla artan ülkelerden birisiyiz." diyoruz ancak yine bulunduğumuz seviye çok tatminkâr değil. Tabii, o PISA'da da ülke sayısı değiştiği için ben şöyle bakın dedim arkadaşlara: 2003 yılındaki ülke sayısını sabit tutarsak 2018'de ne olmuş? Aynı ülke havuzuyla bakalım çünkü yeni giren ülkeler var; kimisi bizden daha gelişmiş, kimisi daha az gelişmiş olabiliyor; mukayese edilemiyor. Öyle baktığımızda -eğer burada bir hata yapılmadıysa- matematikte 33'müşüz, on beş yıl sonra 32'ye yükselmişiz, bir basamak artmış; fen bilimlerinde 35'ten 30'a yükselmişiz, okuma anlamada da 35'ten 31'e yükselmişiz ancak bu kadar uzun dönem iktidarından sonra bunların hiçbir şekilde tatminkâr olmadığını da ifade etmek gerekiyor. Hani, eğitimde bir yıllık, iki yıllık hükûmete bir şey diyemezsiniz, netice almak falan uzun soluklu bir iştir ama yirmi yıllık bir hükûmet olunca hâlâ OECD ortalamasının puanları itibarıyla da baktığımızda epeyce altında bir durumumuz var. Bu yıllık program o anlamda sevindirici diyorum yani hiç olmazsa artık bundan sonra eğitimin kalitesine, hem öğretmen kalitesine, öğretmenin iyi yetiştirilmesine hem de eğitimin kalitesine odaklanılacağı geç de olsa zannediyorum anlaşılmış durumda.

Şimdi, diğer bir sorunumuz... Tabii, başka arkadaşlar da bahsetti ama ben uzun süredir -mesela, bu sunumda da o tür şeyler vardı- yani devlette çalışırken de bu eleştirileri hep yapıyordum. Türkiye'de maalesef eğitim istihdam planlaması yok yani istihdam piyasasının arzu ettiği, talep ettiği beceride, meslekte insan yetiştiremiyoruz; böyle bir sıkıntımız var. Bu "her ile bir üniversite" politikası da bunu biraz körükledi zannediyorum. Niye? Çünkü bir üniversite kuruyorsunuz, işte, fakülteler çok kolay açılıyor, hemen bir iktisadi idari bilimleri açıyorsunuz ama hiç kimse oranın iktisadi idari bilimler mezunlarını talep etmiyor. Çok kolay açılan üniversiteler... Hayatında dört yıllığı bitiriyor çocuk -bakın, bunun istatistikleri YÖK Başkanımızda vardır- bir tane profesörden tek bir ders almadan dört yıllık lisansını bitiren yüzlerce, binlerce öğrenci var bu ülkede; buna bakmak lazım.

Mesela, bilmiyorum, Sayın Başkan... Tamam, bu politika Hükûmetin politikası, buna sizin bir itirazınız olamaz bir bürokrat olarak ama şu yapılmalı bence: Bunun bir çalışılmış olması lazım. Bu karar verilirken bizde, Türkiye'de etki analizi yaparak karar verilmiyor; pata küte karar veriliyor, tepeden bir şey geliyor, yapılıyor ama hiç olmazsa geriye doğru bunu bizimle paylaşmanız gerekir de hadi paylaşmasanız da Hükûmete bunu vermek lazım. Bu politika nasıl bir sonuç doğurdu? Hakikaten bu "her ile üniversite" politikasının bir etki analizini geriye doğru yapıp Hükûmetin önüne koymak lazım. "Burada ısrarcı mı olalım? Daha da ileriye mi taşıyalım? Yoksa buradan biraz geriye mi gidelim?" konusunun üzerinde mutlak suretle durulması lazım. Yani "kaynak" derken harcadığımız, yaptığımız sadece binalar filan değil, gençlerimizi harcıyoruz. Türkiye'de şu anda her 3 gençten sadece 1'i istihdam piyasasında, 2'si bir şekilde ya iş bulamıyor ya öğrenci ya şu ya bu ya iş bulma ümidi olmadığı için piyasanın dışında; sadece 1'i... Konuyu uzatmak istemiyorum, bu sunumda da vardı.

"Demokratik fırsat penceresi" diye bir şeyden bahsediyoruz; işte, "Türkiye 2000'de girdi, 2030'da çıkacak..." Çok az zamanımız kaldı. Eğer biz hakikaten bir orta gelir tuzağını aşmaya çalışıyorsak yani bu ülkeyi daha yüksek gelirli ülkeler hâline getirmek istiyorsak önümüzde çok az zaman kaldı. Bunun için de geliştirmemiz, kullanmamız gereken en önemli kaynak gençlerimiz ve teknolojiyi geliştirmek için elimizdeki en önemli araç da eğitim; bundan başka bir aracımız yok.

Sayın Bakanım, bunun size yükümlülüğü çok fazla bu anlamda, ben hakikaten Allah kolaylık versin diyorum yani başarılar diliyoruz çünkü sizin başarınız ülkenin başarısı, sizin başarınız çocuklarımızın iş bulması. 3 kızım var yani bu çocuklara iş bulmamız lazım. Yarın da hepimizin torunu... 1 de torunum oldu bu arada. Yani yarın bir gün bunların hepsi büyüyecek, bunlar iş güç sahibi... Her 100 gençten 70'i bu ülkeyi terk etmek istiyor. "İş bulma imkânım olsa yurt dışına kalıcı olarak giderim" diyor. Şimdi, bunu Boğaziçi mezunu da diyor, bunu hiç okul okumamış çocuğumuz da diyor yani buradaki sıkıntıya bir bakmak lazım. Dolayısıyla, bu anlamda yapılacak çok iş var.

Ara eleman ihtiyacı olduğu meselesi son derece önemli. Bu kadar... Bilmiyorum, tabii, ben eğitim uzmanı filan değilim, ben iktisatçıyım ama hani insan görüyor, şimdi biz bu kadar üniversite öğrencisi... Daha doğrusu "Ne olursa olsun ben üniversite okumalıyım." diye herkesin üniversite kapısına yığılması gerekiyor mu? Mutlak suretle bu da analiz edilmesi gereken bir husus yani bunların bir kısmını meslek liseleri, meslek yüksek okulları üzerinden beceri kazandırarak... Türkiye'de işsizlik olduğu kadar ciddi bir beceri uyumsuzluğu var, bir mesleksizlik problemi var. Ama bunları kim yapacak? Bunları siz yapacaksınız. Tabii, zatıaliniz yeni olabilir ama iktidar olarak veya devlet kurumları olarak söylüyorum, Hükûmeti de bir tarafa bırakıyorum yani siyasi bir konu değil. Öyle olsa bile hani yirmi yıllık bir hükûmet nihayetinde konuştuğumuz Hükûmet. Dolayısıyla, bu ara eleman ihtiyacının mutlak suretle giderilmesi lazım. Bir kısım güzel projeler var. Bu OSB'lerde yapılan meslek liseleri iyi çalışıyor, bizim Samsun'da da var mesela. Bunları yaygınlaştıracağız nasıl yapacaksak.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Erhan Bey, toparlarsanız, süreniz doldu, son cümleler...

ERHAN USTA (Samsun) - Tamam, Sayın Başkanım, hemen bitiriyorum.

Burada da ciddi kalite sorunu var yani sadece üniversitede değil, ortaöğretimde de ciddi bir kalite sorunu var. Zaten bir şekilde İngilizce öğretemiyoruz. Bunun analizi yapılıyor mu? Burada ne yapılması lazım da... Her öğrenci, nerden baksan, 3'üncü sınıftan itibaren alıyor herhâlde; on iki yıl okusa oradan, işte, üniversitesi... Ya, on-on beş yıl her birimiz İngilizce okuyoruz ama İngilizce bilerek bir tane mezun olan yok. İşte, çok sınırlı sayıda, iyi okullardan mezun çocuklar şey yapıyor.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Erhan Bey, son cümlenizi alayım.

ERHAN USTA (Samsun) - Bitiriyorum. Değerli Başkanım, hemen bitiriyorum; sadece not düşmek açısından...

Üniversitelerimiz hakikaten özgür olmalı, hem öğretim üyesinin zihni özgür olmalı hem öğrencilerimizin özgür olması lazım. Muhakeme kabiliyeti yüksek, sorgulayan gençler yetiştirmemiz gerekiyor.

Bir de çok affedersiniz, Başkanım, stratejik planınızda sayfa 66'da örgün öğretimde yirmi gün ve üzeri devamsız öğrenci oranının başlangıç yılında yüzde 34,4 olduğu söyleniyor; bu çok yüksek bir oran. Yirmi gün ve üzeri olanlardaki devamsızlık oranı yüzde 34, her 100 öğrencinin 34'ü... Düşürülmesi planlanıyor.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Çok teşekkür ediyorum.

ERHAN USTA (Samsun) - Ücretli öğretmen konusu da önemli bir konudur. Çok şikâyet var yani bu hakikaten olmuyor. Bu hem eğitimin kalitesini düşürüyor hem iş barışını bozuyor. Bu da üzerinde durulması gereken bir konudur.

Ben başarılar diliyorum, bütçenizin de hayırlı ve uğurlu olmasını Allah'tan niyaz ediyorum.

Teşekkür ederim.