KOMİSYON KONUŞMASI

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, sayın bürokratlar, basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli Bakan, konuşmanızın ucundan yakaladım -maalesef sabah başka işlerim vardı- fakat sonra geldim ve okudum konuşmanızı; kişilik olarak sizi tanıyoruz basından da geçen senelerden de; heyecanlısınız ve gerçekten Türkiye'ye yeni bir şeyler katmak istiyorsunuz; bu samimiyetiniz bence biliniyor ve yaygınlaşıyor diyebilirim. Fakat Sayın Bakan, benim gördüğüm kadarıyla bu arzu ettiğiniz, hayal ettiğiniz işleri başarabilmekle ilgili olarak ciddi sıkıntılarınız var. Bu sıkıntılar belki size ait değil ama bu sıkıntılar bu ülkeye ait ve bu sebeple de sizin heyecanınızı gerçekleştirme şansınızın çok sınırlı olduğunu düşünüyorum.

Bununla ilgili böyle bir perspektiften birkaç şey paylaşmak istiyorum. Bir kere, teknoloji meselesini konuşan bir Bakansınız ve bunu çok önemsiyorum çünkü teknoloji devrimini kaçırmış olmak gibi bir durumla karşılaşması mümkün olan bir ülkedeyiz. Oysa siz, ısrarla yeni teknolojiler üzerine konuşuyorsunuz, hamleler yapmaya çalışıyorsunuz, destekler vermeye çalışıyorsunuz fakat tabii bu, Bakanlığınızın sınırlı kaynakları çerçevesinde kalmak zorunda çünkü Türkiye ciddi bir ekonomik kriz yaşıyor ve bu krizden dolayı, Bakanlığınızın bütçesi, olması gereken yani yeni teknoloji üretebilecek kapasiteyi yaratabilme bakımından yeterli değil; bu bir sıkıntı. Bu sıkıntı, tabii, dediğim gibi, size ait değil; sizin belki dâhil olduğunuz iktidara ait olan bir şey, Türkiye'nin genel yapısıyla ilgili bir şey.

2'nci olarak, Sayın Bakan, teknolojiyi ben de çok önemsiyorum fakat kabul edin ki teknoloji özgür düşünce gerektiren bir iştir yani insanlar özgürce düşünüp tartışabilmelidirler ki yeni şeyler üretebilsinler çünkü yeni şeyler söylemek o kadar kolay değil.

Amerikan üniversiteleriyle ilgili olarak, ben hasbelkader bulunduğumdan dolayı söyleyeceğim şey şu; üniversitelerin, öğretim üyelerine bakış açısı aşağı yukarı şudur: "İstediğin nedir? Ev, şu bu falan; bunları ben sağlarım ama bize yeni bir şey söyle, yeni bir şey söyle; yani tarihle ilgili de olabilir bu, başka şeyle, sosyolojiyle ilgili olabilir veya yeni bir aletle ilgili olabilir ama yeni bir şey söyle." Şimdi "Yeni bir şey söyle." diye baktığımızda, akademisyenlerin özellikle yeni bir şey söylemesi için özgür olmaları gerekiyor fakat Sayın Bakan, değerli arkadaşlar, hepiniz biliyorsunuz ki bu ülkede "Barış Akademisyenleri" diye anılan, aşağı yukarı sayıları 2 binin üzerinde olan bir grubun attığı bir imzadan dolayı bu insanların işlerine son verdiniz ve emin olun, emin olun bu insanlar Türkiye'nin en parlak beyinleriydi; ya yurt dışına gittiler, yurt dışında kendilerini kanıtlıyorlar -siz de izliyorsunuz- ya da başka işlere dönmek zorunda kaldılar; mesela siyaset bilimcileri, sosyologlar, bakıyorsunuz, gazete yazarlığı yapmak durumunda kaldılar. Değerli Bakan, bu, sizin arzu ettiğiniz teknolojiyi yakalamak için karşılaştığımız sınırlardan bir tanesi.

Çok hızlı geçiyoruz, bunun dışında söylenecek şeyler var doğrusunu isterseniz ama konuyu da biraz değiştirerek birkaç şey daha söylemek istiyorum yine bu konuyla ilgili olarak: Mesela küçük-orta sanayiye destek veriyorsunuz, desteklenmesini de önemsiyorsunuz, amenna, biz de bunu önemsiyoruz çünkü gerçekten de Türkiye'de ekonominin dinamizmini sağlayanlar KOBİ'lerdir ve bu herkesçe bilinen bir şeydir fakat yine kabul edin ki KOBİ'ler Türkiye'nin yakın tarihinde özellikle finansmana erişebilmekle ilgili olarak çok ciddi sıkıntılar yaşadılar ve bu sıkıntılardan dolayı KOBİ'ler Türkiye'de -dünyada değil; dünyada hiçbir zaman hiçbir yerde olmadı ama Türkiye'de- siyasallaştılar. Yani, emin olun, Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara gelmesinin arkasında da bu KOBİ'ler yatmaktadır -"Anadolu sermayesi" diye bazılarının ifade ettiği şeyler- çünkü Türkiye'nin ekonomisini analiz ettiğiniz zaman, Türkiye'nin ekonomisinde bir merkezin olduğunu, bir de çevrenin olduğunu, merkez-çevre arasındaki ilişkinin kapitalist dünyada benzerlerine göre oluşmadığını görüyoruz. Bunun ayrıntısı uzun olabilir ama çok kısaca söyleyeyim: Çünkü ekonominin merkezindeki firmaların uzun bir zaman -şimdi biraz, bir ölçüde değişti belki- kendi bankaları vardı ve kendi bankalarıyla tasarrufları topluyorlardı ve kendi şirketlerine plase ediyorlardı ve KOBİ'lerin bundan aldığı pay yüzde 3-4 civarındaydı. Hatırlarsınız belki, Sayın rahmetli Erbakan Hoca bunu çok önemserdi ve bunun üzerine çok sözler etmişti o zamanlar. Özetle, bu da sizin elinizde olan bir durum değil ama Türkiye'nin yapısallaşmış ekonomisinin kaçınılmaz sonuçlarından biri. Hâlâ -ben baktım biraz önce- özellikle özel sektör bankaları -devleti destekliyorsunuz, başka ama- KOBİ'lere destek vermiyor. Niye vermiyor? Onları riskli buluyor kendine göre. Ve ilginçtir -yine sizin bu şeyinizle ilgili olarak söyleyeceğim- bunun sebebi de mesela, bakıyorsunuz, bankalar, özel sektör bankaları ipotek konusu gündeme geldiğinde arsa ve bina istiyorlar. Yani siz diyemiyorsunuz: "Ya, benim makinem var, arabam var, şuyum var..." Bunları ipotek olarak kabul etmiyor. Peki, neden etmiyor? Bu konuda bu konuşmayı geçen sene de yapmıştım. Neden etmiyor, biliyor musunuz Sayın Bakan? Çünkü bankalar da ipotek olarak aldıkları arsaları ve binaları hemen satamıyorlar, hemen nakde çeviremiyorlar. Neden çeviremiyorlar? Çünkü bizim hukuk sistemimiz öyle ağır çalışıyor ki bir dava bir sene sürüyor bazen; dolayısıyla da, bu sebeple bankalar yüksek risk primleri katarak faiz ve borçlanma öneriyorlar, dolayısıyla kredi kullanımında da KOBİ'lere çok bir şey kalmıyor. Nitekim, benim baktığım kadarıyla, özellikle 20'den az işçi çalıştıran KOBİ'lerin yüzde 64'ü banka kredisi kullanmıyor, ortalamadan bakarsak da yüzde 62'si banka kredisi kullanmıyor. Ne kullanıyor? Devlet bankasından alabiliyorsa alıyor, Kredi Garanti Fonu'ndan kullanabilirse kullanabiliyor. Dolayısıyla da, değerli arkadaşlar, demek ki sizin elinizde olmayan bir faktör de ekonominin bu yapısallaşmış hâlidir. Bu yapısallaşmış hâlinde siz KOBİ'lerle ilgili ne kadar can atsanız, onların başarılı olmasını isteseniz de bunu başarma şansınız çok azdır diye düşünüyorum.

Çok az zamanım kaldı ama bir başka önemli konuya girmek istiyorum çünkü sizin Bakanlığınızı da ilgilendiriyor.

Son zamanlarda, biliyorsunuz, Türkiye ekonomisinde makropolitika yönetiminde bir değişiklik olmaya başladı. Geçmişte Merkez Bankaları kurlarla ilgili olarak, fiyat istikrarını sağlamak üzere kurlara müdahale etmeyi seçerdi ve kurlar yükseldiği zaman da piyasaya dolar veya euro vererek piyasada kurların yükselmesini önlemeye çalıştı fakat son zamanlarda işler öyle bir yere vardı ki bu politika artık bir işe yaramadı, yaramadığını anladılar çünkü karşılaşılan durum o kadar zor bir durumdu ki rezervlerin erimiş olduğu bir Merkez Bankasında bu politikayı yani Türk lirasını savunma imkânının kalktığını gördüler. Peki, ne yaptılar? Şimdi, son olarak gördüğümüz kadarıyla yapılan şey şu: Türk lirasının düşük kalmasından hiçbir rahatsızlık duymuyorlar çünkü enflasyon da onların bir derdi değil ve açıkça söylüyorum, istihdam da onların bir derdi değil; zaten Merkez Bankası Başkanı son yaptığı enflasyon raporu açıklamasında bunu açıkça söyledi. Dediği şey şu: "Biz sonunda belki yine, tabii ki Türk lirasını savunuyoruz, enflasyonu düşürmeye çalışıyoruz falan ama biz bunu cari açığı kapatarak yapmak istiyoruz." Peki, nasıl yapacaksınız, cari açığı nasıl kapatacaksınız? Düşük kurla birlikte ihracatın patlamasını bekliyorlar ve yine kendisinin söylediğine göre, 30 milyar civarında reeskont kredileri vererek esasında bu pahalılaşan ithalatı -ki bunun sonucunda ithalat pahalılaşacaktır- ikame edecek krediler vererek ekonomiyi de başka bir yere doğru geçirmeye çalışıyorlar. Kanaatimce bu, akıllıca gibi gözüken bir yol ama değerli arkadaşlar, bunu başkaları da denedi. Ben size söyleyeyim: 2011'de Brezilya denedi, reali düşürdü...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sürenizi aştınız. Tamamlarsanız...

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Biliyorum. Bir iki dakika lütfen...

Düştü ve sonunda özellikle petrol faturasını ödeyemez hâle geldiğinden dolayı, özellikle yabancı paralarla borçlanmanın yüksekliğinden dolayı bunları ödeyemez hâle geldi ve bu politikadan vazgeçti.

Şimdi ben bize bakıyorum, bizdeki tablo da bundan farklı değil çünkü siz eğer paranızı devalüe etmeye karar verirseniz size rakip olan -yani ihracatınızı artırmak üzere- ülkeler de aynı şeyi yapabilirler, dolayısıyla da bir kur savaşı başlatma ihtimaliniz çok kuvvetlidir, bir. İkincisi de, söylediğim gibi, şu anda yabancı dış borcumuzun büyüklüğünü düşündüğümüzde ve ülkedeki ithalatın ikame olmasıyla ilgili olarak kaynaklarımızı düşündüğümüzde bunun olma ihtimalinin kuvvetli olmadığını düşünüyorum ve özel olarak bir parantez içinde söyleyeyim: Benim kanaatim odur ki önümüzdeki yılın sonbaharına kadar iyi kötü bir iyileşme sağlamak, efendim, enflasyonda bir başarı elde etmek gibi birtakım düşünceler ışığında seçimlere gitmek olduğunu düşünüyorum ve bu tabii, sizi ilgilendiriyor çünkü siz burada da benim gördüğüm kadarıyla...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Evet, çok aştınız.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - ...hayal kırıklığına uğrayacaksınız diye düşünüyorum.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Hocam rica ediyorum.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Hepinize saygılar sunuyorum.