| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi (1/283) ve 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifi (1/282) ile Sayıştay tezkereleri a) Dışişleri Bakanlığı b)Avrupa Birliği Başkanlığı c)Türk Akreditasyon Kurumu ç)Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı (Türkiye Ulusal Ajansı) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 04 .11.2021 |
TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli bürokratlar; hoş geldiniz. Biz de hoş geldik. Biz de Dışişleri Komisyonu üyesi olarak bugün buradayız.
Ben de sözüme başlarken Bakanlığın kurumsal olarak yaşadığı sorunlara değinmek isterim.
Yaşadığımız en büyük sıkıntı, büyükelçilik atamalarındaki liyakatsizlik ve diplomasiyi bilen insanlar yerine AKP'ye ve saraya yakın isimlerin özellikle atanmış olması. Bunu aslında her alanda görüyoruz. Bugün, kamu atamalarında yapılan mülakatlarda aslında bir AKP'lilik testinin yapıldığını bir kere daha hatırlatmak isteriz. Türkiye'nin aslında özellikle dış siyasette bugün geldiği yerde olumsuz olarak bunun payının olduğunu düşünüyorum. Mesela, geçen yılın aralık ayında Brüksel Elçiliği Basın Müşavirliği yapan bir şahıs 100 kilo eroinle yakalanıyor gümrükte. Şimdi sürem yetmeyeceği için buradan ilerlemek istemiyorum ama daha önce AKP kuruculuğu yapan, AKP'de aktif görev yapan isimlerin buraya geldiğini ve esasen diplomasiyi bilen insanların dışarıda tutulduğunu biliyoruz.
Kadın büyükelçi sayısı çok az, onun artırılması gerektiği kanaatindeyiz. Dış siyasette de karar mercisi yine tek adam rejiminde ne yazık ki "şahsım" sistemi oluyor, bunu da her alanda görüyoruz. Mesela, Erdoğan en son Putin'le yaptığı görüşmede baş başa yapıyor görüşmeyi. Yani burada Bakanlık aslında devre dışı bırakılıyor birçok alanda. Bu sadece Putin örneği değil; bu, en son yaşanan örneklerden biriydi diye, kamuoyunun hafızasında taze diye onu hatırlatmak istiyorum. Peki, burada neden Dışişleri Bakanlığı var? Bunu bir tek Dışişleri Bakanlığı görevinde ihlal olarak görmüyoruz, her alanda aynı şey olmaktadır. Yine diplomaside tekabüliyet ayaklar altına alınmış ne yazık ki. Yani bugün, herhangi bir ülkeden herhangi bir bürokrat geldiğinde Türkiye'de onu karşılayan o bürokratın dengi değil, doğrudan Cumhurbaşkanı olabiliyor. Bu da üzerinde durulması gereken konulardan biri. İş böyle olunca, yani "Bu sistemin yansımalarını her alanda görüyoruz." dedik ya, mesela bizler uluslararası sözleşmeleri görüştüğümüz zaman belki de bir muhalefet partisi olarak "evet" diyeceğimiz birçok sözleşmede şu çıkıyor karşımıza, illa bu madde var: "Bu kanun hükümlerini Cumhurbaşkanı yürütür." ibaresi var. Biz mesela içerik olarak karşı gelmediğimiz, onaylayacak olduğumuz uluslararası sözleşmeyi, tek adam rejimine ülkenin bütün kaderini teslim eden bu hâlden dolayı itiraz ediyoruz ve reddediyoruz.
Büyükelçilik krizi büyük bir krizdi; bizler kamuoyunun bu konuda, çözümü hususunda yanıltıldığını düşünüyoruz. Mesela, ben şöyle düşünmekteyim; yanılıyorsam, tabii ki Bakan buradadır, kendisi düzeltir: Vallahi Sayın Bakan, orada birçok konuda olduğu gibi, size sürekli tek adam rejiminin kırık döküklerini toplamak düşüyor. Bu konuda da siz bir çaba harcadınız ve bir yere geldi ama bu, şu anlama gelmiyor: Tarafı olduğumuz, imza atmış olduğumuz uluslararası sözleşmeleri dikkate almayacağız anlamına gelmiyor. Mesela AİHM kararları yerli yerinde ortada durmaktadır. 10 büyükelçinin talebi olan Kavala'nın serbest bırakılmasının yanı sıra, Sayın Demirtaş'la ilgili AİHM Büyük Dairenin aldığı karar ortadadır ve bu karar uygulanmadığı sürece, bu ve bunun gibi kararlar uygulanmadığı sürece AB'yle ilişkilerin düzelemeyeceğini sanıyorum ki siz benden daha iyi biliyorsunuz.
Tabii, genel olarak baktığımızda, Türkiye, AKP iktidarının on dokuz senelik iktidarı süresince nasıl bir dış politika izledi? Bir kere, Türkiye'nin, AB ve ortak dış güvenlik politikasıyla uyumlu bir süreci ilk başta başlattı ve bu konuda emek veren bir partiydi ama asla devam ettirmedi. Özellikle 15 Temmuzdan sonra bir rejim değişikliğinin startının verilmesiyle birlikte bu değişim tepetaklak yapıldı yani kendi emeğinizi tepetaklak ettiniz. Burada şu noktaya gelindi: Diplomasi yerine askerî müdahalelere, şiddete öncelik verildi, "Sahada olmayan masada olmaz." denildi ve Libya'dan Azerbaycan'a kadar bölgesel meselelerde Dışişleri Bakanlığı yerine Savunma Bakanlığı ve MİT faaliyet gösterdi.
İktidarın yürüttüğü dış siyasetin ekseni çok net: Bir Neoosmanlıcılık yani yayılmacılık politikası. Bununla beraber, bunun karşılığını bizler nasıl aldık? Mesela AKP iktidara ilk geldiğinde Arap dünyasında sempatiyle karşılanan bir partiydi, Türkiye de öyle ama şu an baktığımızda Osmanlıcılık duygularıyla hareket edildiği için inanın Arap sokaklarında -sadece devlet düzeyinde değil- halklar nezdinde de -sizler de gidiyorsunuz, görüyorsunuzdur- çok büyük tepkiler söz konusudur.
Yine, dış siyasetin oturtulduğu ikinci eksen Kürt düşmanlığı, Kürt'e Orta Doğu'da yaşam hakkı tanımayı reddeden bir yaklaşım. En nihayetinde burada "kürdistan" sözü kullanıldığı için tepkiler oluyor ama "kürdistan" kavramı coğrafik bir kavramdır, Osmanlı döneminde kullanılmış ve günümüze kadar da dünyanın birçok yerinde kullanılan bir kavramdır. Buna bu kadar refleksif bir yaklaşımla, bir coğrafik ve tarihsel bilgi bağlamında baktığımızda, böyle bakılmaması gerekiyor. En nihayetinde Türkiye dâhil olmak üzere 4 parça kürdistanda Kürt halkı yaşıyor ve yaşam mücadelesi veriyor bu anlamda. Bu düşmanlık yine ne yazık ki siyasetin oturtulduğu bir diğer eksen.
Üçüncü eksense başta dünürler ve yandaşlar olmak üzere, askerî sınai komplekslerinin geliştirilmesi ve bu konuda silah satma stratejisi üzerine oturtulmasıdır diye belirtmek isterim.
Şimdi, ben tabii burada bu Kürt meselesine biraz değinmek istiyorum. Değerli arkadaşlar, bizler Halkların Demokratik Partisi olarak Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesiyle Türkiye'nin, hem iç siyaseti ve demokrasisi açısından hem Orta Doğu ve Kuzey Afrika hatta Avrupa Birliği ve ABD ilişkileri bağlamında Türkiye'nin daha fazla, olumlu yönde yol alabileceği kanaatindeyiz. Bakın, bugün Türkiye'de, özellikle bir sarkaç siyasetine dönüştürüldü Türkiye'nin dış siyaseti; Rusya ve ABD arasında gitgellere dönüştürüldü. Bunu artık kamuoyu da görüyor, bunu artık ABD'li gazeteciler de yazıyor, AB'liler de yazıyor, Orta Doğu da yazıyor, ya bilinmeyen bir şey değil artık bu ve ciddiye de alınmıyor. Dolayısıyla burada gerçekten Kürt sorununun, bu kadim sorunun çözülmesi çok önemli bir meseledir.
Burada şunu söylemek isterim: Mesela İsviçre'de kantonlar var ve kantonlar ülkeyi bölmemiş; ana dilde eğitim hakkından tutalım da ana dilini özgürce konuşmak ve eşit yurttaşlık meselesi.
Yine aynı şekilde değerli arkadaşlar, burada şunu ifade etmek istiyorum: Yani biz bütçe görüşmelerindeyiz ve bu ülkenin şu anda içinde yaşadığı en büyük sorunlardan biri, iktidarın da ayağına dolanan en temel sorunlardan biri yaşanan ekonomik krizdir. İnsanlar kuru ekmeğe ve soğana muhtaç durumdadır ama Cumhurbaşkanının verdiği yanıt ne oldu biliyor musunuz? Güvenlik politikaları bağlamında, soğan talep eden kadına "Soğanın fiyatı pahalı." diyen pazardaki kadına "Siz mermi fiyatını biliyor musunuz?" diye cevap veriyorsanız bunu gereksiz yere bir güvenlik politikasına yapılmış fazlaca harcamanın ürünü olarak da söylememiz lazım.
Elbette sizler -siz de Sayın Bakan- değindiniz Suriye'deki gelişmelere. Suriye'de 2011'den beri bir vekâlet savaşı başladı ve Türkiye ne yazık ki Orta Doğu siyasetinde ve Kuzey Afrika siyasetinde belirleyici bir adımı burada da atmış oldu. Neydi bu adım? Yürütülen bu vekalet savaşında 910 kilometrelik sınırımızı tehlikeye atacak bir siyaset üretti. Neydi bu siyaset? "Dostum Esad"dan küçümsenen Esed'e gelindi ve IŞİD, El Nusra uzantısı çeteler eğitildi, donatıldı, bu topraklar onlara açıldı. Bakın, mülteci kamplarında, bahsettiğim örgütlerin militanları, Reyhanlı başta olmak üzere, Urfa, Antep sınır illerine, gelip orada kendilerine yaşam alanı buldular.
Şimdi, son olarak da işte bu tezkere meselesi çok gündemdeydi elbette. Suriye tezkeresi -garip bir şekilde- bir sene uzatılmalı iken iki sene uzatıldı; bunu Genel Kurulda çok konuştuk. Burada şuna değinmek istiyorum: Erdoğan yasama yılı başladığında, bundan sonraki dış siyasetimiz daha fazla savaş, şiddet ve çatışma mesajını verdi. Bu strateji zaten vardı ve devam ettiriliyor. Ben en kötü senaryoyu burada kamuoyuyla paylaşmak istiyorum: En kötü senaryo, Suriye devletiyle bir savaş ilanı, bir ülkede OHAL ilan etmek ve ülkeyi seçime götürmemek. Bir tık daha merhametli olan senaryoyu söyleyecek olursam, Barış Pınarı Harekâtı, Fırat Kalkanı gibi operasyonların benzerini bu tezkereyi arkasına alarak Suriye'de, özellikle Kürtlerin yoğun yaşadığı Rojava bölgesine ve elbette orada Arapların da yaşadığı bir bölgeye, bir sınır ötesi operasyonuyla, yandaş medyanın, ana akım medyanın 7/24 "Vatan Millet Sakarya" propagandası yaparak; ülkede derinleşmiş olan iç sorunları, ekonomik sorunları, demokrasi sorununu, insan hakları sorununu, kadın sorununu, iklimle ilgili, doğayla ilgili sorunların hepsinin üzerini bastırma ama en temeli -yeniden vurgulamak isterim ki- bu ülkenin ekonomik krizi. Yani dış siyasette bu çatışmaya, boş bir maceraya insanları götürmenin bir nedeni de ne yazık ki iç siyaseti dizayn etmektir. Bu operasyonlar, bütün Türkiye ve dünya kamuoyu bilmeli ki iktidarı kurtarma operasyonudur; bu, Türkiye'yi kurtarma operasyonu değildir.
Şu vurguyu sürekli yaptık: Bakın, İdlib'de katledilen 33 askerin hâlâ açıklamasını yapamadı yine bu iktidar. Ve bugün 910 kilometrelik sınırın güvenliği barış politikalarından geçer; bunu bir kere daha vurgulamak isterim.
Peki, burada yine, özellikle -Sayın Bakan, siz de takip etmişsinizdir, basına çok sık düştü bu haberler- Tel Rıf'at, Tall Tamr, Ayn İsa ve Menbiç'e bir saldırı, operasyon hazırlıkları yapıldığı söyleniyor. Bu konuda bizleri aydınlatır mısınız? Bilgiler alabilir miyiz?
Irak'tan siz de bahsettiniz Sayın Bakan, orada etnik ve mezhepsel çatışmalar günümüze kadar devam ediyor, hiçbir zaman da çözülmedi ne yazık ki. Burada, hani, yine basına ciddi olarak yansıyan şu konuya değinmek istiyorum: Özellikle, Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde kimyasal yanıcı maddelerin kullanıldığı yönünde haberlerde çıkmış olan iddialar. Şimdi, burada, Lahey Adalet Divanı, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütünün devreye girmesi gerekiyor. Bu konunun sizin tarafınızdan da ciddiyetle araştırılması gerektiğini düşünüyorum. Zira, bu haberlerle ilgili varılacak sonuçlar Türkiye'yi uluslararası düzeyde bir savaş suçlusu hâline getirir ve bu sizi de diplomaside çok uğraştıracak olan konulardan biridir. Bu konuda yerelden gelen... Ve Avrupa'nın çeşitli yerlerinde biliyorsunuz bununla ilgili çalışmalar da yürütülüyor. Bu konuyu yakın takibinize almanız gerektiğini düşünüyor ve öneriyorum.
Yine, Irak'ta ağırlıklı Güney Kürdistan'da konumlanmış olan TSK, MİT ve inşaat şirketleri ön planda. Orada yine diplomasi ön planda değil, asıl Türkiye adına faaliyetleri bunları yürütmektedir.
Yine, Şengal'de yaşanan sorunlara değinmek isterim. Şengal halkı biliyorsunuz IŞİD'e karşı onurlu bir yaşam mücadelesi verdi. Ve bu halkın soykırıma uğratılması hedeflenmiştir. Bu soykırım politikalarına seyirci kalmamalıyız. Kürdistan Bölgesel Hükûmetinin yanlış yapmasına, yanlış politika üretmesine müsaade etmemeli, bu konuda desteklememeliyiz. Çünkü Türkiye'nin bu konuda desteği olduğu bilinen bir gerçektir.
Tabii -yine sizin sunumunuzda da mevcuttu- Doğu Akdeniz, Libya meselesi. Bütün kamuoyu hatırlayacaktır, Doğu Akdeniz'de bir dönem fırtınalar koparıldı. Bize sunumu yapan bürokrat arkadaşımız da burada, kendisi mevcut. Bir mavi vatan stratejisi vardı ve mavi vatan stratejisi Türkiye'yi şu düzeye getirdi: Akdeniz'de kıyıdaş olan bütün ülkelerle çatışmalı bir hâle getirdi. Ve Avrupa Birliğiyle neredeyse ipler kopma aşamasına geldi; NAVTEX ilanları, işte, sondaj faaliyetleri vesaire... Şimdi, mavi vatan projesi sahada tutmadı. Projenin mimarlarından Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümamiral Cihat Yaycı görevinden istifa etti ya da ettirildi. Bu, projeden vazgeçmek anlamı taşır ve bir geri adım anlamı taşır. Peki, neden sonuç alınmayacak bir konuda bu kadar fırtınalar koparıldı? Mesela, Yavuz sondaj gemisi Eylül 2021'de Karadeniz'e yönlendirildi; Oruç Reis gemisinin özel sektöre satıldığı haberleri var, bunu biz de tam olarak bilemiyoruz.
Şimdi, anlaşmalara gelmek istiyorum. Bakın, Türkiye Hükûmeti olarak sizler... Libya'da, özellikle Kaddafi sürecinden sonra biliyorsunuz iki ayrı yapı oluştu ve azınlığı temsil eden İhvancı çizgideki Serrac güçleri vardı. Mesela o Serrac güçleriyle 2 anlaşma imzalanmıştı, bu anlaşmaların şimdi geldiği boyut neydi? Önce anlaşmaları hatırlatmak isterim: Aralık 2019'da deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin bir anlaşma, Aralık 2019'da güvenlik ve askerî iş birliği anlaşması, akabinde Ocak 2021'de Libya tezkeresi çıktı. Daha sonra, Libya tezkeresi bir seneyi doldurduktan sonra on sekiz ay uzatılmıştı. Peki, buradan şunu sormak isterim: Libya'da belki şimdi tam anlamıyla sorunlarını çözebilmiş değiller, doğrudur yani eksik olarak gidiyor ilişkileri, onu bilemiyoruz. Ama Libya Temsilciler Meclisinde bir ortaklık sağlanmış durumda Libya'daki bütün güçlerle. Ve Libya Temsilciler Meclisi çok açık Türkiye'ye şu çağrıyı yapıyor: "Bu anlaşmaları tanımıyoruz. Siz de, Rusya da yani dışarıdan, kimin orada askeri varsa askerini geri çekmesini istiyoruz." diyor. Peki, şimdi, Libya'daki bu gelişmeler ışığında, bu anlaşmaların hükmü nedir? Bize göre, bu anlaşmaların başından beri hükmü yoktu, bunu Genel Kurul görüşmelerinde de Komisyon görüşmelerinde de defalarca söyledik. Gerçekten, o dönemde savunduğumuz tezlerimizin şimdi pratikte hayata geçtiğini ve pratiğin onu doğruladığını görüyoruz.
Tabii ki şuna da değinmek istiyorum: Ermenistan-Azerbaycan savaşında yine mevcut olan iktidar, doğrudan kendisi savaştaymış gibi yine medyayı bu şekilde kullanarak iç siyaseti dizayn etmek ve başkaca amaçlarla da bu şekilde davrandı. Geriye dönüp baktığımızda elimizde ne kaldı? Rusya kılını kıpırdatmadan siyasi, askerî, politik, her açıdan kârlı çıktı. Peki, Türkiye'nin kârı ne? İktidara yakın olan inşaat firmaları orada iş aldı yani kendi yandaşınıza kazandıran, ticari olarak kazandıran... Türkiye'nin bir kazancı oldu mu? Hayır ama Türkiye orada gereksiz yere müdahil pozisyonuna düşmüş oldu.
Yine, Sayın Bakan, siz de ifade ettiniz, Afganistan'da Afgan halkına bizler nasıl katkı sağlarız, bunun üzerine yoğunlaşmamız gerekiyor. Sunumunuzda buna değindiniz. Yani, Taliban'ı -Türkiye'de- resmen kabul eden ilk ülke olmamız gerekiyor muydu? Gerekmiyordu. Taliban'la bu muhatabiyetin düzeyi nedir, böyle mi devam edecek? Bize göre Taliban, gerçekten Afgan halkına acı çektiren, kız çocuklarının 7 yaşında evlendirilmesini salık veren, kadınlara hiçbir yaşam hakkı tanımayan; sadece kadınlar değil, her manada o ülkeyi antidemokratik dehlizlerin içine atan bir yapı ve bu yapıyı Türkiye ilk kabul eden ülke pozisyonundaydı. Şu bilinmeli: Buna dair tepki var gerçekten toplumda. Türkiye toplumunun onayından geçmez bu muhataplık.
Gelelim ABD-Rusya ilişkilerine. Bugüne kadar 2 taraf arasındaki çatlaklardan faydalanan bir siyaset izlendi ve "Bir sarkaç siyaseti izlendi." dememizin sebebi bu. Bu, oturaklı bir siyaset değil. Bu, gerçekten Türkiye'nin çıkarlarını düşünen ve ilkeli olan bir siyaset değil. Erdoğan'ın Rusya'yla ilgili bugün yaptığı açıklama ertesi gün tutmamaktadır. Bunun örneklerini ben burada saymaya kalksam sanırım yarın sabaha kadar da konuşsak bitiremeyiz bunları.
Halkın karşısında diklenen şahıs, Biden ve Putin'e taviz üstüne taviz veriyor. Bu tavizleri saraydan vermiyor, bu tavizleri halkın çıkarlarından veriyor. Mesela, şunu yine Genel Kuruldaki konuşmamda ifade etmiştim, Putin'le en sonki görüşmede, hatta İklim Krizi Anlaşması gündemdeyken Putin'e diyor ki: "Gelin, 2'nci, 3'üncü nükleer santrali Türkiye'de açın." Allah Allah, bu hakkı size kim tanıyor yani?
Şimdi, buradan yine İstanbul'u katledecek önemli bir proje, Kanal İstanbul Projesi; ekolojistler buna çok karşı çıktı, bütün Türkiye toplumu buna karşı çıktı. Ama birden baktık ki Rusya'nın Montrö Sözleşmesi'yle ilgili hatırlatmaları geldi aklımıza ve orada bir frene basılmak zorunda kalındı. Nasıl ilerler tabii ki bilemiyorum. Ama bakın, içerde yapacağınız projelerde toplumu dinlemeyen, ekolojistleri dinlemeyen, Montrö Sözleşmesi'nden dolayı Rusya'nın dediklerini yapmak zorunda kalan ve yine bu konuda ABD ile Rusya arasında, NATO ve Rusya arasında kalan bir yaklaşım söz konusu.
Bizler her zaman şunu ifade ettik: 2 pakta mahkûm değiliz; Türkiye kendine yetebilecek bir ülkedir, Türkiye kendi siyasetini kendisi fazlasıyla üretebilecek bir ülkedir. Ama bunu nasıl yapabilir?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - İki dakika ek süre veriyorum.
Tamamlayınız lütfen.
TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Teşekkür ederim Başkan.
Türkiye, bir kere, diplomasi aklını tamamen kaybetmiş durumda arkadaşlar, hani bunu gerçekten tek adam rejiminin sonuçları olarak görmek lazım. Türkiye'nin dış siyasette başarılı olabilmesinin bir yolu, bir kere, bir diplomasi aklının ciddi bir biçimde kendini inşa etmesi gerekiyor; bu akıl şu an yok. Bu konuda Bakanlığınıza da çok büyük görevler düşmektedir.
İkinci bir şey: Siyaseten atılması gereken adımlar, insan hakları konusunda atılması gereken adımlar var. Demin bahsettim, Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi ki bunu az önce söyledim, Avrupa ülkeleri, burjuva devletleri bunları çözeli çok olmuş yani. Buradan, bunun üzerinden yerelde bir hamasi siyaset üretmenin hiçbir mantığı ve manası yok. Bu sorun çözülmediği sürece, bizim diğer ülkelerle masaya rahat oturma şansımız yoktur, bu sorun mutlaka çözülmelidir. Başta Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri olmak üzere, o ülkelerin iç işlerine karışma çizgisinden kesinlikle vazgeçilmelidir. Türkiye oraya barış taşımalıdır; iç işlerine karışmak, asker göndermek, silah satmaya çalışmak; bu tarzı devam ettirdiği sürece Türkiye bir adım ileri atarsa on adım geriye atar. Bakın, Libya'da sizler bir adım ileri attığımızı zannediyorsunuz ama özellikle Libya Temsilciler Meclisinin açıklamalarına baktığınızda Türkiye'yi on adım geriye attırdığını görmeniz gerekiyor. Dolayısıyla, dış siyasetin ana merkezi barışçıl, demokratik, insan haklarına saygılı ve bunu gerçek anlamda, söz olarak değil... Zaten diplomaside yani diplomatik konuşmalarda bunları söz olarak, kavram olarak herkes kullanıyor. Önemli olan, kendi ülkemizde bunun değişim ve dönüşümünü, bu değişim ve dönüşümü anayasal güvence altına almayı, bütün bunları yapabiliyor muyuz? Türkiye bunları yapamıyor, mevcut olan iktidar hiç yapamıyor, bu ülkeyi daha da geriye götürdü; bunun altını çizmek isterim.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Teşekkür ediyorum, ek süreniz de bitmiştir.
TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Teşekkür ederim.