KOMİSYON KONUŞMASI

AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan... Ben "sayın bürokratlar" demeyeceğim, "değerli kardeşlerim" diyeceğim; sadece bu salondaki değil, arka salondaki değerli kardeşlerime de hitap ediyorum.

Öncelikle Sayın Bakana vermiş oldukları bilgiler için teşekkür ederim ama kendisini bütçeden bütçeye değil, çehresini daha sık görmek isterdik. Bunu niye söylüyorum? 2018 Temmuzundan beri milletvekilliği yapıyorum ve partide de bir görevim var uluslararası ilişkilerle ilgili. Bakanlığınız memurları talebimiz üzerine 1 kere geldiler, arkası da getirilmedi. Şahsınız açısından söyleyeyim: Dışişleri Komisyonu sizi en son 9 Ocak 2019'da gördü, üç sene oldu. Siz Dışişleri Bakanısınız ama yoksunuz yani "yoksunuz" derken, bu binayı yok sayıyor sistem; dolayısıyla şikâyetçiyim.

Geçen sefer -mutlaka Sayın Bakan hatırlayacaktır- 40'tan fazla soru sordum, bu sefer 40 soru sormayacağım, hatta hiç soru sormayacağım ama şunu soracağım: Sayın Bakan, kaç tanesine cevap verdiniz? Var mı bu salonda, kaç tanesine cevap verdiğinizi söyleyebilecek olan? Sessizlik oldu. Aslında, sorduğum sorular ahiret soruları da değildi; Sayın Bakanın okumuş olduğu yerlerden sordum sorularımı.

Başka bir sayfadan devam edeyim: Son üç sene içinde yönelttiğim -Komisyondakilerden bahsetmiyorum- yazılı soru önergelerinden kaç tanesine cevap verdiniz ve verdiklerinizin içeriği niteliksel ve niceliksel olarak sizi tatmin etti mi? Bizi hiçbir şekilde tatmin etmedi ve benim anlamadığım bir durum var, bir bakanın böyle tercihlerine göre soruları yanıtlaması da bizi yadırgatıyor ve analizlerimiz eksik kalıyor.

Bugün size derin bir dış politika analizi yapmayacağım, onun zamanı geldiğinde -zaten süre sınırlı- gerekli kısmını, eksik kalacak kısmını Genel Kurulda tamamlamaya çalışacağım. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi veya bizim tanımımızla "mevcut ucube yönetim sistemi" her alanda olduğu gibi dış politikamızda ve uluslararası ilişkilerimizde de olumsuz yansımalar yaratmıştır. Tek kişide yoğunlaşan otorite nedeniyle devlet kurumları işlevsizleştirilmiş, bakanlar icra sekreterleri konumuna düşürülmüşlerdir. Duymuşsunuzdur mutlaka, Sayın Cumhurbaşkanı -Allah sağlık, afiyet versin- uluslararası ilişkiler kapsamında yaptığı bir toplantıda Dışişleri Bakanının yani sizin bulunmayışınızın izahını yaparken, doymayan egosuyla "Ben varım ya." demiştir. Yani size ihtiyacı yok Sayın Cumhurbaşkanının.

Bu üzücü tablo karşısında bugün konuşmamda birkaç tematik konuya değinmekle yetineceğim. B:unu söylemek durumundayım çünkü biz Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda ve sosyal medya üzerinden haykırıyoruz ama bu haykırışlarımıza maalesef bir yankı bulamıyoruz. İktidarın bu yılki dış politika karnesindeki notu da maalesef kırıktır. Akıl, mantık, öngörü bir kenara itilmiş; el âlem üç boyutlu satranç oynarken iktidar tavla oynamayı seçmiş, zar tutmasını da bilemediği için takke düşmüş kel görünmüştür. Oyun bozmakla gururlanmanın bizi bir yere getiremeyeceği de ortaya çıkmıştır. Keşke takkeyi önünüze koyup da düşünseniz. Tabii ki siz "Bana bir kişi yani Sayın Cumhurbaşkanı zaten düşünüyor, başkalarının düşünmeye ihtiyacı yok." diyebilirsiniz ama bana sorarsanız, düşünüyor olsa bile bence artık kara kara düşünmektedir. Aslında bu kadar derin düşünceye dalmaya da gerek yoktur, seçime on sekiz ay kaldı, kısaca yarın veya yarından da yakın.

Suriye'yle devam edeyim. Biz İYİ Parti olarak iktidarın Suriye politikasının yanlışlıklarına başından beri işaret ettik. İktidar, Suriye iç savaşına doğrudan taraf olmayı tercih ederken, cumhuriyetin kurtuluş felsefesiyle şekillenen geleneksel Türk dış politikasının dışına kaymıştır. Terörizmle mücadele etmek ülkemiz açısından bir öncelik olmakla birlikte, son dönemde durum özellikle İdlib özelinde iyice karmaşıklaşmış, Rusya'nın ülkemize yönelik yakınmaları artmış ve Moskova, varılan mutabakatlar çerçevesinde üzerinize düşen görevi yerine getiremeyecekseniz gölge etmeyin, başka ihsan istemez noktasına gelmiştir. Erdoğan ise tutarsız politikaları ve uygulamalarıyla, bana sorarsanız, sadece Putin'i değil, diğer muhataplarını da en çok yoran lider konumuna yükselmiş, bundan da bir başarı öyküsü çıkarmaya çalışmıştır.

Putin'in 29 Eylül tarihinde Soçi'de baş başa yapılan görüşmede sıkıntılarını Erdoğan'a da aktardığını biliyoruz. Nitekim, bu sıkıntıların ardından çözülemeyen sorular açısından hem Esad hem Rusya'nın askerî harekâtları İdlib ve bölgesinde devam etmeye ve hatta seviyesi yükselmeye başlamıştır. Terörist kuluçkalığı durumuna gelen İdlib'de 12 tane gözlem noktamız vardı, biliyorsunuz bir tarihte ve ben 20 Şubat 2020 tarihinde Mecliste "Bu, ateş hattının gerisine düşmüş olan gözlem noktalarını boşaltalım, Mehmetçik risk altında." dediğimde, bana Genel Kurul tribünlerinden "Mehmetçik seferde." dediler. 20 Şubattan bahsediyorum. 27 Şubatta 34 şehit verdik biz, kim vurduya gitti gençlerimiz ve o günden bugüne de kimse bizim "Bunu kim yaptı, niye yaptı, bunun müsebbibi kimdir?" sorularımıza cevap üretemedi.

Rusya'nın 29 Eylül tarihinden bu yana Esad'a ait birliklerle yürüttüğü harekâtlar maalesef bugün Suriye ve özellikle İdlib bölgesinde artık 12 değil, 100'ü aşkın noktada konuşlanmış olmamızdan ötürü Mehmetçik'i daha büyük riskler altına sokmaktadır. Üstelik hava savunmasından yoksun olduğumuz bir coğrafyada bu yaşanıyor. Ruslar ve Esad, Mehmetçik'in bulunduğu yerin 120-200 metre yakınını bombalamakta ve âdeta "Yapacağınız işi bize yaptırıyorsunuz." demektedirler. Ayrıca, iktidarın HTŞ ve onun kurduğu emirlik üzerinden bölgeyi yönetme çabası da sadece Rusya'yı değil, pek çok ülkeyi de rahatsız eder bir boyuta gelmiştir. Başta Rusya olmak üzere Astana-Soçi sürecindeki ortaklarımız, bugün, Türkiye'nin niyetini sorgulamaktadırlar. Daha da açık konuşayım "Türkiye'nin amacı, mutabakatlara uygun olarak silahlı aşırı unsurları ılımlı muhaliflerden ayrıştırmak, ağır silahları toplamak ve M4 Kara Yolu'nu trafiğe açmak mı, yoksa başta HTŞ olmak üzere, teröristlere kanat germek ve 100'ü aşkın konuşlanmayla bu aşırıcı unsurlara kalkan mı olmaktır?" sorusunu gündeme getirmektedirler.

Bu arada İdlib meselesinin uzamasından PYD-YPG faydalanmaktadır. Hatta örgüt Esad'ın kucağına itilmiştir. Şunu söylemek istiyorum: Bizim dışımızda PYD-YPG'yi "terörist" diye tanımlayan bir tek ülke vardır; Esad, 2'nci bir ülke yok bugün dünyada. Biz o adama arkamızı döndük; "Düşmanımın düşmanı benim dostumdur." diyeceğimiz yerde adamı kendi hâline bıraktık. Bugün Esad, Rusya, PYD-YPG ortak tatbikat yapıyorlar Suriye'de. Kimin sayesinde?

Gelelim HTŞ emirliğine. Herkesin, bu arada Türkiye'nin de "terörist" kategorisinde gördüğü bir yapı HTŞ. HTŞ üzerinden diğer terörist gruplarla uğraşmaya çalışıyor Türkiye bugün. Hâlbuki teröristin iyisi, kötüsü yok, hepsi aynı şey ama biz nedense HTŞ'yi seçmişiz ve HTŞ üzerinden diğerlerine hükmetmeye çalışıyoruz ve o "diğerleri" dediklerimiz de kendi aralarında çatışıyorlar ve çatışmalarının ötesinde de gelip bizi de vuruyorlar. Son zamanlarda Millî Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamalara bakacaksa; Millî Savunma Bakanlığı "Orada filanca gün 3 şehit verdik, bunun müsebbibi Ebubekir Tugaylarıdır." Diyemedi. Herkes biliyor kim yaptı; adamlar üstlendi, "Biz yaptık." dediler. Hiç ses çıkmıyor.

11 Ekim 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan "Suriye'de gereken adımları atacağız." açıklamasını yaptı. Biz bunu bir dış politika beyanı olarak görmedik, iç politika beyanı olarak gördük çünkü seçim sathımailine girildiği bir ortamda iktidar geçmişte olduğu gibi, âdeta geleneksel hâle gelmiş yaklaşımlarıyla, âdeta ekonomik krizde daralan toplumsal desteğini tahkim etmek üzere bazı dış politika araçlarını bir iç politika kaldıracı olarak kullanmaya çalışıyor. İktidarın tencerenin kaynamadığı, fukaralığın arttığı, seçimin yaklaştığı bir ortamda gündemi değiştirmek amacıyla Suriye'de yeni bir askerî harekâta girişmeyi düşünmüş olması çok muhtemeldir. Görüldüğü kadarıyla, ülkenin içindeki sıkıntılara çözüm üretmekten aciz olunduğundan kişisel beka bir kez daha öne çıkmış gözükmektedir. Biraz hızlanmam gerekecek.

Şu tezkere meselesine de değineyim. Bazı iktidar çevreleri CHP ve İYİ Partinin tezkerede farklı oy kullanmalarını âdeta coşkuyla karşıladılar. Şimdi, ben şunun altını çizmek istiyorum: Biz CHP'yle bir tezkere ittifakı kurmadık. Bizim ittifakımız demokratik değerler, hak, hukuk, adalet gibi çağdaş değerler üzerine kurulmuştur.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Size göre, size göre.

AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Sayın Başkan, niye müdahale oluyor, bunu öğrenebilir miyim?

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Değerli arkadaşlar, hatibe müsaade edelim lütfen.

Buyurun.

AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - İktidara çağrımız, terörizmle mücadele önceliğinden bağımsız olarak öngörülü davranmasıdır.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - O kadar karışık anlatıyor ki...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Değerli arkadaşlar, birazdan size sıra gelecek, o zaman fikirlerinizi ifade edersiniz. Lütfen hatibe müdahale etmeyelim.

Buyurun.

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Komisyon dışından gelenler kendi yerlerine oturmuyorlar. Burada, bakın...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Lütfen, böyle bir usulümüz yok, böyle bir usulümüz yok.

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Ama o zaman oturup da bizi dinlesinler cevap verdiğimizde.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Lütfen, rica ediyorum Sayın Çelebi.

Buyurun, devam edelim lütfen.

AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - İktidara çağrımız, terörizmle mücadele önceliğinden bağımsız olarak öngörülü davranması ve Suriye meselesinin çözümüne giden yolda Cenevre'deki anayasa müzakerelerine pozitif bir yaklaşımla müdahil olmasıdır. Suriye'de yeni bir Irak modelinin şekillenmesi istenmiyorsa şimdi hareket etme zamanıdır. Çözüme giden yolun sadece Moskova ve Washington'dan değil, Şam'dan da geçtiği unutulmamalıdır. Zamanında "Gerekiyorsa gidip Esad'la da görüşürüm." diyenin Sayın Genel Başkanımız olduğu da hatırlanmalıdır. Bu başarılabilirse Türkiye olarak Suriye'yle ilişkilerimize olduğu kadar bölgesel istikrara da önemli bir katkıda bulunmuş ve ülkemizde bulunan 4 milyonu aşkın Suriyeli kaçkının da salimen ülkelerine uğurlanmasının kapısını açmış oluruz.

Bir de göç meselemiz var tabii ki. Şimdi, iktidarın bir tarihte "Emevî Camisi'nde namaz kılmak" şeklinde -hatta bu bir motto hâline gelmiş- bir hedefi vardı ama sonunda iktidar Emevi Camisi'nde namaz kılamadı ama Suriyeliler Sultanahmet'te namaz kılar hâle geldiler, hem de milyonlarla, milyarlarla. Ülkemize akın akın sığınmacı gelirken ve biz muhalefet olarak üzerimize düşen görev çerçevesinde uyarıda bulunurken iktidar "Bize sığınan Allah'ın kullarını biz katillerin kucağını atamayız." demekteydi. Bu bir müddet evveldi; şimdi "Türkiye'nin, Avrupa'nın mülteci ambarı olmak gibi bir mecburiyeti yoktur." deniliyor. Başka bir şey daha söyleniyor: "Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere, Suriyelilerin ülkelerine döndürülmesi için çalışmalarımız vardır." Niye bunu söylüyorlar? Çünkü bu göçmen meselesi iktidarın iç politika boyutuyla oy kaybına yol açtı yani bugün vatandaşa sorsanız "Suriyeliler meselesi var mı?" deseniz, ülkedeki sorunların ilk 5'ine rahatlıkla girebilecek bir konu. Siz geç kaldınız, biz zamanında dersimizi çalıştık. Şunu hatırlatmam lazım: 16 Aralık 2019'da İYİ Parti Suriye-göçmen meselesinin çözümüne ilişkin 3 sayfalık bir bildiri yayımladı. Alın, onu kullanın, telif hakkı da istemeyeceğiz sizden; aklın yolu bir.

Afganistan meselesi... Orada da iktidar ve ortakları kendilerini bir hamasete kaptırdı. "Anadolu'nun korunması Afganistan'dan başlar." denildi. Aynı, Libya'yla imzalanan deniz yetki alanı mutabakat muhtırası gündeme geldiğinde de "Eğer bu mutabakat muhtırası olmasaydı Antalya'da denize giremezdik." dediler. Ben girdim, hiçbir sorun yok, emin olun. Afganistan tezkeresi buradan geçerken destek verdik tabii ki çünkü orada bir NATO misyonu vardı ama Meclis tatile girmeden, o günlerde, 17 Temmuzda benim yine, Genel Kurulda yaptığım konuşmada bu tezkere kadük oldu; Mehmetçik'i orada tutmayın artık, geri dönmesi lazım; ne ulusal ne uluslararası meşruiyeti kalmadı, tezkere düştü. "Mehmetçik yine seferde, Afganistan'da kalmalıdır." dediniz; sonra, 27 Ağustos tarihinde palas pandıras Mehmetçik'i toparlayıp getirdiniz. Mehmetçik'i toparlayıp getirdiğinizde arkada kimleri bıraktınız? Hiç duyan, bilen var mı, arkada kimleri bıraktınız? Arkada 300 kişi bıraktınız. "Sağlık sebebiyle 100 küsur bin kişiyi çıkardım." dedi Sayın Bakan, notlarda da var "Pandemiden dolayı insanları toparladık, getirdik bulundukları uçlardan." diye. 300 kardeşimiz bize hizmet etmiş, 300 kardeşimiz bugün Afganistan'da destek bekliyor "Bizi buradan çıkarın, bize verilen sözleri yerine getirin, maaşımızı ödeyin." diyor. "Bu çocuklar bize emanet, merak etmeyin, hepsini çıkaracağız." dediniz bize. Kimin dediğini bana sormayın. Şeye gidin "Bakanlar Kurulu" demiyorum artık, Kabine toplantısına gidin; sağınıza bakın, solunuza bakın, önünüze bakın oradan biri bize bu güvenceyi verdi. Bu çocuklar hâlâ orada.

Libya... "Roseline A" gibi gemi hatırlıyorsunuz değil mi, Roseline A? "Korsanlık yaptı Almanlar." dediniz. Kim yaptı onu? "Faşist" dediğiniz Merkel'in donanması yaptı. Bunu siz söylediniz zamanında; Merkel gidiyor. Ama ben şunu merak ediyorum: O tarihlerde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı bir soruşturma başlattı bu Rozeline A gemisine yapılan korsanca muamele açısından. Soruyorum; bu soruşturmanın sonucu ne oldu? Yani bir kere daha soracağım başka türlü "Demek ki Türkiye'de adalet sistemi işlemiyor." veya "Çok yavaş işliyor." diye cevap verebilirsiniz; üzerinden bir seneden fazla geçmiş zaman.

Libya... Yine devam ediyorum. Biliyorsunuz 23 Haziran 2021 tarihinde 2'nci bir Berlin Konferansı yapıldı, şimdi Fransızlar 3'üncüsünü yapmaya çalışıyorlar ve o çerçevede bir Ulusal Birlik Hükûmeti kuruldu. Ulusal Birlik Hükûmeti, ayrıca Temsilciler Meclisinin yaptığı çağrılardan bir tanesi de: "Ülkedeki bütün yabancı askerî güçler çekilsin, bir de savaşçılar çekilsin." Siz, savaşçılardan bir kısmını çekmeye başladınız hayra alamet ama şunu da söylediniz: "Bizim Türk Silahlı Kuvvetlerinin oradaki mensupları Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırası çerçevesinde orada." Bunu da önemli buluyoruz, not ediyoruz ve şunu dediğinizi de not ediyoruz: "Libya'da bir daha tezkereye ihtiyaç yoktur." dediniz. Hani "on sekiz aylık" dedik ya, madem onlar tezkere çerçevesinde değil, demek ki bir daha tezkere gelmeyecek.

Sürem çok sınırlı kaldığı için atlamak durumunda olduğum buradaki konulara Genel Kurulda döneceğim. Tabii, üzücü de olsa bir şeye değineyim; bu NAVTEX'ler ne oldu? Oruç Reis ne oldu? Doğu Akdeniz ne oldu? "Ne oldu? Ne oldu?" diye soracağım pek çok şey var.

Gördüğümüz tabloya göre iç politikada olduğu gibi dış politikada da iktidarın hareket esnekliği kaybolmuştur. İktidar, günü kurtarmaya çalışmakta, içerideki enflasyon gibi dış politikada da her gün artan maliyetler ve tavizlerle tutunmaya çalışmaktadır. Vebalin ise devlete ve millete çıktığı zaten ortadadır. Bu anlayışla devletin çıkarlarının savunucusu olan bir parti olarak, iktidarı bir kez daha aklıselimle hareket etmeye ve her türlü maceradan uzak durmaya davet etmeyi de görev bilmekteyiz.

Sözlerime son vermeden, bu kadar Değerli Dışişleri Bakanlığı mensubu da buradayken onlara da yönelik birkaç kelime söylemek isterim. Dışişleri Bakanlığının geleneksel karar alma süreçleri dışına çıkıldığı bir ortamda Bakanlıkta görev yapmanın zorluğunu tahayyül etmekteyim. Belirli bir konuda üretilecek bir politikanın aşağıdan yukarı yani ikinci kâtipten yukarıya doğru bir silsile çerçevesinde kuvveden fiile çıkarılması gerekirken bugün, Bakanlığın, Beştepe'deki dehalarca alınan kararları uygulamakla görevli bir icra sekreteryasına dönüştüğünü üzülerek gözlemlemekteyim. Biz, sizleri, bu iktidarın değiştirdiği teşkilat kanununa rağmen Hükûmetin değil devletin memurları olarak görmeyi arzularız. Bu ucube sistemin uygulamalarına karşı tavrınızı ortaya koymaktan çekinmeyin, dik durun. Biraz evvel Sayın Bakan konuşma notundan bahsetti. Hepiniz Dışişleri Bakanlığı Akademisinden geçtiniz, orada size mutlaka "dosya notu" diye de bir şey öğretilmiştir; öğretilmedi ise ben hatırlatayım "dosya notu" diye bir şey vardır, size bir talimat verilebilir, o talimat size göre devletin millî çıkarlarına aykırı olabilir; memursunuz yapacaksınız, yapacaksanız ama dosya notunu da yazıp koyacaksınız. "Ben Bakana söyledim, beni dinlemedi." demeyin bana zamanı geldiğinde; ben size "Dosya notunu getirin." diyeceğim.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Siz öyle mi yapıyordunuz? Siz öyle mi yapıyordunuz? Siz öyle mi yapıyordunuz? Sizi mi örnek alsınlar? Öyle mi yapıyordunuz siz? Sen bürokratı muhatap alıyorsun böyle. Ne var, neyi gösteriyorsun şu an?

AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Benim muhatabım sadece Başkan.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Sen öyle mi yapıyordun, ben merak ettim.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Bakanımız ve sizler cevap vereceksinizdir mutlaka bu yoruma. Hakikaten önemli, cevap verilmesi gereken bir husus mutlaka.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Sayın Başkanım, şundan: Cevap vermeyecek kendisi...

AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Son iki dakikam arkadaşlar, müsaade ederseniz kullanayım Sayın Başkanım.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Tamamlayın lütfen, iki dakika ek süre veriyorum.

Buyurun.

AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Eskiden Bakanlıktan ayrılanlar kırk sene hizmet ettikleri bir Bakanlıktan hüzünlü bir şekilde ayrılırlardı. Bugün insanlar Bakanlıktan "Çok şükür kurtuldum." diye ayrılıyorlar.

Son sözlerimi söyleyeyim. Bu Bakanlığın bir Dışişleri Bakanına ihtiyacı yoktur, bu Bakanlığın bir İçişleri Bakanına ihtiyacı vardır. Bu insanlar, Dışişleri Bakanlığının tornasından geçmiş insanlar vatanı, milleti savunmak için talimata da ihtiyaç duymazlar. Ama Sayın Bakan -ben bunu kendi gözlemim olarak söylüyorum, arkadaşlar size ayrıca bir gözlemde bulunabilirler- maalesef, siz Bakanlığın İçişleri Bakanı olamadınız. Ben 27 bakan gördüm meslek hayatımda, 27 bakan gördüm; bunlardan 3'ü Bakan olma vasfını korudular bugüne kadar, bugüne kadar.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Sayın Başkanım, böyle bir itham yok. Sayın Başkan, böyle bir şey olabilir mi?

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Duyamadım, ne söyledi acaba?

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Değerlendirmelerinin ne değeri var senin? Ne biçim konuşuyorsun? Nasıl konuşuyorsun? Bakanımıza kinin nereden geliyor senin?

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Tam bir monşer ağzı.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Lütfen bu sözünüzü geri alınız. Bu, Türkiye Cumhuriyeti bakanlarına karşı böyle bir söz uygun değil.

AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Ne dedim Sayın Başkan?

Siz, eski bir büyükelçisiniz, özellikle diplomatların bu konuda örnek olması lazım.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Sen nasıl konuşuyorsun ya?

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Ayıptır, bu kadarı da ayıptır ya!

AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Tamam, hangi sözümü geri alacağımı söyleyin bana.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Bana ifade edilen tutanaklara bakayım ama...

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - 27 Bakandan...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - ...27 Bakandan sadece 3'ünü Bakan olarak gördüğünüzü söylüyorsunuz; öyle mi?

AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Hayır, ben öyle demedim, siz yanlış okuyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Sen kimsin ya?

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Buyurun, ne dediğinizi bir tekrarlar mısınız?

AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Tabii.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Tutanaklarda var efendim.

AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Ben, kendi görev sürem içinde 27 Bakan gördüm.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Tamam.

AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Bakanlık açısından, kadrolar açısından geriye doğru bakıldığında 3 Bakan hatırlanır diyorum.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Kim? Siz mi hatırlarsınız, herkes mi hatırlar?

AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Büyük çoğunluk hatırlar, büyük çoğunluk hatırlar. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Kendi adınıza söylerseniz ona bir şey diyemem ama başkaları adına lütfen konuşmayın.

AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Ben başka biri adına konuşmadım ki öyle bir iddiam da yok zaten.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Eyvallah, tamam.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Başkanım, bu bir ifade özgürlüğüdür, bu bir düşünce özgürlüğüdür.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Tamam işte, kendi adına söyleyebilir dedim, kendi adına "Ben 3 Bakanı hatırlıyorum." diyebilir ama başkaları adına takdir edersiniz ki burada konuşma hakkımız yok.

Evet, süreniz tamamlanmıştır.

Teşekkür ediyorum, sağ olun.

AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Ben de devamını Genel Kurulda getirmek üzere hepinizi saygıyla selamlıyorum.