| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Tokat Milletvekili Mustafa Arslan ve İstanbul Milletvekili Abdullah Güler ile 37 Milletvekilinin; İcra ve İflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi(2/3911) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 05 .11.2021 |
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet Meclisinde 20 komisyon var; zaman zaman da başka komisyonlar kuruluyor ama bunların içerisinde en önemlisi, en önemlileri hangileri dersek, direkt, Türkiye'nin gelişimiyle alakalı, ekonomisiyle alakalı dediğimizde, Plan ve Bütçe Komisyonuyla birlikte Adalet Komisyonu gelir. Burada çıkarılan yasaların ve çıkarılmayan yasaların ekonomiye çok çok direkt etkisi var yani şimdi, bir örnekle anlatacağım durumu. Bakın, 2020'nin Aralık ayında buraya bir kanun teklifi getirdiniz; Mali Eylem Görev Gücü'nün, Türkiye'nin taraf olduğu FATF örgütünün Türkiye'den beklediği taahhütlerinin yerine getirilmesiyle alakalı ve o zaman siz bu kanun teklifini getirdiğinizde hem burada yaptığımız konuşmalarda hem Genel Kurulda yaptığımız konuşmalarda dedik ki: "1991 yılında kurulan bu yapıya Türkiye çok uzun süredir üye ve beklediği 40 tane kriter var, yerine getirilmesini istediği, 12 de etkinlik denetimi var yani "Çıkardığın kanunları etkin bir şekilde uyguluyor musun?" diye. Bu 40'ıyla alakalı baktığımızda özellikle iki alanda hiçbir düzenleme yapılmadığı konusunda uyarı ve -bunu bir sene önce 2019'da yapmış- 12 etkinlik denetiminden de yarısından fazlasının olumsuz sonuçlandığı bir raporlama var. Bir yıl süre vermiş ve demiş ki: "2020'nin Aralığına kadar bu iki alanda düzenleme yapmaz isen seni ülke olarak gri listeye alırım yani yatırım yapılması bakımından güvenli olmayan ülke sınıfına alırım." Şimdi, biz getirdiğinizde bunları inceledik ve şunu tespit ettik, dedik ki: Terörizmle alakalı getirilen bir düzenleme var, tam beklenildiği gibi değil ama özellikle siyasi nüfuz sahibi kişilerle alakalı hiçbir düzenleme getirilmedi, getirilmesi lazım, süre de bitiyor. En nihayetinde gri listeye alınabileceği tehlikesine işaret ettik. Bunu yaklaşık on ay önce söylemişiz, dediğim gibi tutanaklarda, görüntülerde de var. Şimdi, gri listeye alındık, ne oldu? Sadece 15-22 Ekim yani bir haftalık süre içerisinde Türkiye'den 221 milyon dolar para çıkışı olmuş. Ekonomistlerin analizine göre, söylemine göre, bu, gri listeye alınmasından sonraki gelişme olarak değerlendiriliyor, bu kadar yüksek miktarda çıkış yani daha ne kadar sürecek bilmiyoruz. Şimdi, bütün bunlar böyle "Vatan, millet, Sakarya" edebiyatıyla giderilecek şeyler değil yani devlet yönetimi de ciddiyet gerektirir, hükûmet olmak da ciddiyet gerektirir. Bir uluslararası anlaşmanın altına imza atıyorsanız, onun gereklerini yerine getirmek gerekir. Bugün Plan ve Bütçe Komisyonunda konuşulan ekonomi Cumhurbaşkanı Yardımcısının sunumu ve oradaki rakamlarla alakalı bazı örnekler vereceğim ve bunun Adalet Komisyonuyla ilişkisine de değinmiş olacağım.
Değerli arkadaşlar, neredeyse her konuşmamda söylüyorum yani en büyük sorunumuz ne dersek, gerek işte, sunulan İnsan Hakları Eylem Planı ya da Yargıda Reform Strateji Belgesi diye orada uzun uzun hedefler, gerçekleştirilmesi amaçlanan olgular vesaire gibi izah edilen ama bir türlü gerçekleşmeyen, gerçekleşmesinin olanaksız olduğu ortada olan durumu nasıl tariflememiz lazım dersek, birincisi şu: Bir türlü bunu aşamıyoruz; Türkiye'de kişiye özel hukuk var yani herkese eşit hukuk yok, asla. Bu zihniyet yapısını değiştirmediğimiz sürece çıkarılan yasaların da bir anlamı olmuyor. Bakın, geçtiğimiz hafta Genel Başkanımız bir açıklama yaptı, dedi ki: "Siyasi cinayetler olabilir diye kaygılıyım ve Erdoğan, hükûmetini devretmemek için her şeyi yapacaktır." Bu açıklamaya katılırsınız, katılmazsınız ama bunun, bu sözün -bu salonda bulunanlar yoğunluklu olarak hukukçulardan oluştuğu için söylüyorum- Türk Ceza Kanunu'nun hangi maddesine aykırılık getirdiğini biri bana izah edebilir mi, bu söz üzerine nasıl soruşturma açılabilir, işte nasıl ifade istenebilir? Bu söz üzerine İçişleri Bakanı ya da MİT Başkanı -atıyorum- bilgisine başvurmak amacıyla sorsa...
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - İhbar kabul ediyoruz.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Bak, şimdi izah edeceğim, anlatacağım, siz sonra cevap verin.
Şimdi, bu söz üzerine değil mi, hemen cumhuriyet başsavcılığının açıklaması var "Soruşturma açıldı." diye, bu sözün üzerine. Soruşturmanın sonucunda nasıl bir karar vereceğini bilmiyoruz ama cumhuriyet başsavcılığının açıklaması var.
Şimdi, değerli arkadaşlar, sanki Türkiye'de hiç siyasi cinayet olmamış, hiç siyasi saldırı yaşanmamış, gazetecilere yönelik saldırılar olmamış, sanki bunları Türkiye'de ilk defa duyuyormuşsunuz gibi...
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Zeynel Bey, Kılıçdaroğlu aleyhinde açılmış bir soruşturma değil. Bu, doğru değil.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Şu an tabii, bilmiyoruz yani kamuoyuna ne bilgisi veriliyor: "Kılıçdaroğlu bu açıklamayı yaptı, cumhuriyet başsavcılığı tarafından soruşturma açıldı." Servis edilen şey bu.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Doğru değil mi?
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - İhbar.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Şimdi, bakın, ihbar. Peki, değerli arkadaşlar, daha yeni Genel Başkanınızın açıklaması olmadı mı grup toplantısında? Çubuk'ta yapılan saldırının görüntülerini izleterek "İşte, ders çıkarmadı yaşananlardan." şeklinde bir söz de aynı anda geçiyor, bakın.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Soruşturma açılmışsa sizin gibi düşünüyoruz.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Burada, bu açıklama yani Çubuk'ta yaşanan olay, Genel Başkanımıza yönelik suikast girişimi, defalarca provokasyon girişimi, İYİ Parti Genel Başkanına yapılan sözlü sataşmalar üzerine yaşanan tartışmalardan sonra "Daha bunlar iyi günlerin." diye grup toplantılarında Genel Başkanınızın yaptığı açıklamalar... Şimdi, bu ne? Bunun gibi birçok olayda görüyoruz, yargı, bir şekilde, siyasi tartışmalarda basamak olarak kullanılıyor. Kamuoyunda haklılığı ya da kamuoyu tartışmasında üstünlüğü ele geçirmek için üzerine kullanılan bir aygıt olarak ortada duruyor.
Geçtiğimiz günlerde, bu FATF'la ilgili verdiğim örnek gibi. Yani bakın, AİHM kararları, Anayasa Mahkemesi kararları, bunlarla alakalı bizim çok eleştirdiğimiz, beğenmediğimiz onlarca karar var, söylüyoruz da bunu ama siz Anayasa'nızda yer vermişsiniz, bağlayıcılığı açıkça ortada, yetmemiş, sizin döneminizde, 2004 yılında Anayasa'ya bir ek ilave etmişsiniz, demişsiniz ki: "Temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan yükümlülükler dolayısıyla mevcut kanunların uygulanmasında bir çelişkiye düşülürse uluslararası anlaşmadan kaynaklanan geçerlidir, üstündür." şeklinde bir düzenlemeyi siz getirmişsiniz. Şimdi, biz "Ya, arkadaş, hukuka uyulmuyor, Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmuyor." dediğimizde "şuncu, buncu" diye tarif ediliyoruz. Bizim burada yaptığımız birisini özel olarak savunmak ya da yermek değil, şahısların bir önemi yok, ortada hukuku savunmak durumunda bir şeyimiz olmuyor.
Şimdi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye yükümlülüklerini yerine getirmedi diye Bakanlar Komitesi tarafından, bakın, 30 Kasımda Türkiye'yle ilgili bir karar daha verilecek, 30 Kasım tarihinde. Muhtemeldir ki bu bakış açısıyla gidildiğinde yine, Sayın Erdoğan'ın "Bir manevrayla tahliye ettirmeye çalıştılar, izin veremezdik." açıklamaları göz önündeyken işte, diğer başvuranlarla ilgili de benzer açıklamalar göz önünde bulundurulduğunda bu yönde de Türkiye aleyhine bir karar ortaya çıkacak ve Türkiye, Avrupa Konseyinin ilk üyelerinden, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yetkisini tanıyan ilk ülkelerden olması karşısında yine burada, dünya kamuoyu nezdinde çok kötü bir noktaya gidecek. Şimdi, hâl böyle olunca burada yapacağımız ya da bundan öncekilerde zaman zaman katıldığımız, zaman zaman katılmadığımız palyatif açıklamaların bir önemi olmuyor.
Şimdi, yine, ben burada, hukukçuların olduğu yerde şunu soruyorum: İçişleri Bakanının sürekli Türkiye'de -kendisi de çeşitli suçlarla anılıyor ama- suç işlenmesine yönelik açıklamaları var. Bakın, daha yeni ne dedi biliyor musunuz? Diyor ki muhtarlara: "Metruk binalarda uyuşturucu kullanılıyor." Muhtarlar diyor ki: "Mahkeme kararı var, yıkamıyoruz." "Ya, arkadaş, sen gece yık, mahkeme kararı bizim arkamızdan gelsin. Kim yıktı, biz nereden bilelim ya." Yani bir ülke düşünün, bir İçişleri Bakanı -olayın önemi, derecesi başka bir şey ya!- "Ya, siz yıkın, mahkeme kararını boş verin." diyor. "Mahkemeyi boş verin." diyor yani bunu bir İçişleri Bakanı söylüyor. Şimdi, böyle bir durum, böyle bir gerçeklik orta yerde dururken, o kadar da çarpıcı ki ağzından "uyuşturucu" kelimesini, "uyuşturucuyla mücadeleyi" falan hak getire düşürmüyor, daha önce de "Gidin, kolunu, bacağını kırın." demişti, kendisiyle ilgili de tüm ihbarlar, şikâyetler, söylemlere baktığınızda bu eksende dönüyor. Burada da yine, işte, tipik bir popülist yaklaşım, kamuoyunda işte, "aslanım, kaplanım." desinler, alkışlasınlar diye bir bakanın söylediğine bakın.
Şimdi, gelelim bu tablo karşısında Türkiye nasıl bir duruma düşmüş. Ben size bazı rakamlar vereceğim, dünya ülkeleri arasında standarttır. Şimdi, Dünya Adalet Projesi'nin her yıl yayımlanan Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde biz geçen yıl 128 ülke arasından 107'nciydik ölçüm yapılan, bu yıl 139 ülke incelenmiş 117'nci sıradayız yani sondan 22'nci sıradayız. Burada sürekli geriye gidiyoruz. Biz kimlerin gerisinde kaldık? Sudan'ın, Angola'nın, Mali'nin gerisinde kaldık yani bizi takip eden ülkelere baktığımızda da gerçekten felaket durumda.
Şimdi, adalete erişilebilirlikte 113'üncü sıradayız. Baktığınızda, yolsuzlukta Ruanda'nın, Senegal'in 54'üncü olduğu listede 69'uncu sıradayız. Şeffaflıkta, Afganistan üzerinde, 107'nci sıradayız. Yani bütün dünyanın -çeşitli araştırmalarda gösterdiği- bütün dünya devletlerinin, hepsinin bize düşman olduğu ve bizi bilerek son sıraya koyduğu, son sıraya yerleştirdiği gibi bir psikolojiden gerçekten çıkın yani bu, inandırıcı bir yaklaşım değil.
MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - Ama gerçekten inandığımızda da yapıyoruz.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Şimdi gelelim icra iflasla alakalı duruma. Şundan vazgeçmek lazım: Ben bu dönemin yargısına ilişkin eleştiriler getirdiğimde diyorum ki: "Ya arkadaş, Türkiye'de 25 bin hâkim, savcı var, siz geldiğinizde 7 bindi, bunların en fazla 2 bini görevdedir. Birçoğu sizin döneminizde alındı ve alıp attıklarınız da ihraç ettikleriniz de sizin döneminizde alındı." Hemen bakıyorsunuz, böyle bir özgüvenle söz alıp meramını anlatma yaklaşımı yok, sataşma... "Biz Mehmet Moğultay dönemini de biliyoruz, şu dönemi de biliyoruz..." Ben de bu tartışmalar üzerine Adalet Bakanlığına bir soru önergesi verdim -tabii cevap veremediler, veremezler, bakın bürokratlar da burada, hiçbir zaman da veremeyecekler- dedim ki: "Bendeki veride rahmetli Mehmet Moğultay döneminde alınan hâkim, savcı sayısı 800, 800. Seyfi Oktay döneminde alınan da 1.800 civarında." Bu kadar, 2.600. Mehmet Moğultay bir buçuk yıl Adalet Bakanlığı yaptı. Mehmet Moğultay'ın bir kongrede söylediği söz üzerine -böyle kahvelerde konuşulur ya işte gelişigüzel- o çok büyük bir şeymiş gibi tartışılması böyle...
MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - Hayır, küçük bir şey değil.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Anlatacağım şimdi, ben size rakamlarla söylüyorum. Partizanlık yapıldığı falan da yok. Bugün çok örnek veririm. İstanbul Başsavcısı bile o dönem alınmış, bakın bugün görevde olanlardan örnek vereyim. Şimdi, tersi bir durumu ben bu kadar sayı tartışıldığı bir ortamda olanak dahi görmüyorum. Şimdi, mevcut, yirmi yıllık bir iktidarın, büyük hedefler koyarak göreve geldiği ve içine düşürüldüğü, düştüğü durumu düşündüğümüzde yirmi beş, otuz yıl önceki bir kongrede söylenen sözü burada tartışma konusu yapmasını da hakikaten artık ayıplıyorum yani çok ilginç bir şey. Otuz yıl önce bir İstanbul İl Kongresinde söylenen söz. O söz söylenmemiş olsaydı bugün çok daha iyi bir yargı düzeni mi olacaktı? Madem öyle yirmi yıldır siz niye düzeltmediniz? Yani bu yirmi yılın hesabının karşılığı bu değil ki. Ben bütün bunu soru önergesiyle sordum, dedim ki: "Bu dönemlerde alınan hâkim, savcı sayısı kaç? Bunların ne kadarı FETÖ'cü çıktı, ne kadarı görevde? Sizin döneminizde aldıklarınız kaç? Bunu hadi yiğitçe bir cevaplayın." Cevap veremediler. Kaç defa söylüyorum, bakın buradan yine söyledim, yine cevap gelmeyecek buna çünkü bu, böyle, başarısız bir tabloyu izah etmek üzere kullanılan bir argüman olarak duracak ortada.
Şimdi, icralarla ilgili düzenleme yapıyoruz. İcra dosya sayısı ne kadar olmuş? 23 milyon 50 bin adet olmuş. Sadece son bir yılda 5 milyon 998 bin dosya ilave edilmiş. Vatandaşların bankalara ve finansman şirketlerine borcuna baktığımızda 957 milyar. Bunlardan kredi kartı borçları olan var, finansman borçları olan var, vadesinde ödenemediği için işlem görenler var vesaire vesaire. Şimdi, kanun teklifinde bizim olumlu gördüğümüz noktalar var ama yine de "Neyi sakıncalı olur? Anayasa açısından, hangi açılardan problemlidir?" gibi bir detaylı inceleme, araştırma yapıldığını görmüyoruz.
Şimdi, evet, çocukların özellikle icra marifetiyle teslim alınmasına yönelik düzenlemeler kamuoyunda sarsıcı ve üzücü görüntüler veriyordu. Bununla birlikte, bu alanda düzenleme yapılırken, çocuklarla ilgili uluslararası sözleşmeler göz önüne alındığında, çocuğun bir nesne olarak değerlendirilmesi yani "teslim edilecek" "bir teslim noktası" gibi ifadelerin geçmesi, bir menkul malmış gibi muamele yapılması da yanlış sonuç verecektir. Burada çocuğun iradesinin de önemli olacağı şekilde bir düzenleme yapılması lazım. Bazen de aileler arasında yaşanan o olumsuz boşanma sonuçları nedeniyle velayeti olan ve belli sürelerde görme konusunda izni olan kişilerin kendi çekişmesinden çocuk da zarar görebilmekte; bu yönüyle çocuğun iradesine yönelik bir şey görmüyorum.
İkincisi de yine, neredeyse her gün 3 kadının şiddete uğradığı bir Türkiye gerçeğinde, en tartışmalı alanlardan biri de, işte bu teslim noktaları gibi merkezlerde kadının güvenliğinin nasıl sağlanacağına yönelik de bir düzenleme yok. Yani orada, gittiği zaman ve girişinde, çıkışında kadın nasıl korunacak? Buna ilişkin de bir düzenleme olduğunu görmüyoruz.
Birkaç açıdan da Anayasa'nın amir hükümlerine aykırılık var. Bunlardan birincisi, kanunun 1'inci maddesinin ikinci fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkraya baktığımızda ve orada özellikle, Anayasa'nın 128'inci maddesinin ikinci fıkrasını göz önünde bulundurduğumuzda, bütün bunların yönetmelikle düzenlenmesine yönelik bir işlemin, kanunla düzenlenmesi gereken memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atamaları, özlük hakları vesaire -128'inci madde- göz önünde bulundurulduğunda Anayasa'ya aykırılık oluşturacağı açıktır.
40'ıncı maddenin... Aynı şekilde "Çocuk teslimine dair ilam veya tedbir kararının yerine getirilmesine ilişkin teslim emrine aykırı hareket edenler..." vesaire diye devam ettiğinde, orada diyor ki: "Fiil ayrı bir suç teşkil etse dahi üç aya kadar disiplin hapsiyle cezalandırılmaları öngörülmektedir." Bu da biliyorsunuz, aynı fiil nedeniyle birden fazla cezaya hükmedilmesinin kanuna aykırı olduğunu düşündüğümüzde bu kurala aykırılık teşkil edeceği, yine Anayasa'ya aykırılık oluşturacağı açık. Yani cezaların hafifse artırılması tartışılabilir ama ilave olarak iki ayrı cezanın verilmesinde bu sorun yaşanır, yarın öbür gün uygulamada zaten hâkimler bunu Anayasa Mahkemesine götürebilir, partiler götürmese bile.
Yine aynı şekilde 44'üncü maddede eklenen bir şey var. Orada da bir boşluk ortaya çıkıyor. Diyor ki: Bu altı ay içinde çıkarılacak buna ilişkin yönetmelikler, uygulama vesaire gibi.. Ama orada bir boşluk ortaya çıktığında da şunu görüyorsunuz: Kanunun dördüncü kısmı geçici madde 2'nin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir buçuk yıla kadar sürebilecek, belirsiz bir sürenin sonunda da Türkiye genelinde uygulanacaktır. Yani burada da bir belirsizlik açıkçası ortaya çıkıyor, bu öngörülmemiş. Bugün, bu alanlarda daha detaylı düzenleme lazım. Biz yönetmeliğe bunları bırakamayız, detaylı konuşmak lazım bunları.
Şimdi, bakın, yargıyla alakalı söylenecek çok söz var. Ben zaman zaman konuşma yaptığımda çok böyle açık hukuka aykırılıkları dile getiriyorum. Şimdi, geçtiğimiz haftalarda yine böyle Türkiye'de tarafgirlik ekseninde, meselenin özünü anlamadan, dinlemeden, işte, insanlar böyle iki ayrı tartışıyor. Ne? TÜGVA'nın kullandığı bir yerle alakalı bir tahliye problemi, değil mi? Orada da suçlamalar geliyor. "Vay, CHP işgalci..." Şimdi arkadaşlar, konuya, evraklara detaylı baktınız mı, bilmiyorum. Ne var biliyor musunuz? Tahliye etmesi gereken bir yeri tahliye etmediği için Adalar Kaymakamı tahliye yazısı gönderiyor. TÜGVA yürütmeyi durdurma istemli idare mahkemesine başvuruyor, mahkeme tarafından reddediliyor, itiraz ediliyor bölge idare mahkemesine, bölge idare mahkemesi de bu talebi reddediyor. Ee, kardeşim, mahkemeyi kaybettin çık. Bu sefer siyasi baskı gelince, aynı kaymakam başka bir karar alıyor çıkmaması yönünde. Ya bu, inanın bir yer meselesi değil yani. Özellikle bizim tepki göstermemiz de beklenmemeli, siz de tepki gösterin buna. Çünkü açıkça ne yargı kalıyor ne kanun kalıyor ne uygulama kalıyor yani burada en çok sizin de tepki göstermeniz lazım. Kurumlar mı büyük, Türkiye Cumhuriyeti mi büyük? Bir mahkeme karar verirken yazıyor oraya "Türk milleti adına karar." diye. Hangisi büyük arkadaşlar? Bu, işin başka bir şeyi. Bakın, bütün bunlar -ben konuşmamı bitireyim, tabii, siz hani cevap verebilirsiniz, izah ederseniz- nedeniyle ekonomi kötü oluyor. Sadece 2022...
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Başkanım, imza sahibi olarak cevap vereceğim.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Verin siz.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Bitirdikten sonra.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - 2022 yılında, baktığımız zaman, bütçe geldi ya bütçedeki sadece faiz ödemesi, bütçe açığı gibi rakamları topladığınızda ve Türkiye'nin dolar bazlı borcunu -borçlarımızın, dolar bazlı 143 milyar dolarlık kısmını- düşündüğümüzde her 1 liralık dolar artışının devlete yaklaşık, ilave 144 milyar yük getirdiği bir gerçekle karşı karşıyayız. Dolayısıyla, ekonomiye yaklaşım, Türkiye'nin yönetimi, adalete yaklaşım; bunlarda objektif kriterler esas alınmadığı, sadece şahısları memnun etmek üzere bir politika güdüldüğü, dünyanın hiçbir ülkesinde bulunmayan bir yönetim sistemi, başarılı örneği bulunmayan bir yönetim sistemi, yine, başarılı örneği bulunmayan faiz-enflasyonu kendi teorisinde açıklayan bir anlayışla Türkiye'nin gideceği yol yok. İşte, faiz ile enflasyonun sebep-sonuç ilişkisini kendisine göre izah eden Erdoğan bu tezini ispatlasın diye Türkiye milyarlarca yükün altına giriyor ve bu devam ederek gidiyor. Dolayısıyla, bu anlayışlardan çıkmamız lazım, bütün bu yaşananlar karşısında da hukuka sahip çıkmaya hepinizi davet ediyorum.
Teşekkür ederim.