KOMİSYON KONUŞMASI

ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan, bürokrasimizin değerli temsilcileri, değerli basın mensupları; ben de hepinizi saygıyla selamlarım. Bütçe görüşmelerimizin hayırlı olmasını temenni ederim.

Şimdi, benim zaman zaman ekonomiye ilişkin yaptığım analizlerde ve geçen yılki bütçe görüşmelerinin ilk gününde de yine Türkiye'de kaynakların etkin kullanılmadığı konusunda genel değerlendirmelerim hep oluyor. Aslında, belki bunu, bu sene de tekrar konuşmanın çok fazla bir faydası yok, geçen yıl bu konuyu konuştuk fakat şu kadarını söyleyeyim ki, yani Türkiye AK PARTİ hükûmetleri döneminde Sayın Bakan, yaklaşık 600 milyar dolar civarında dışarıdan net kaynak kullandı, net. Yani biz buna "cari açık" diyoruz, "tasarruf yatırım farkı" diyoruz. Dolayısıyla, bu 600 milyar dolarlık kaynağın ne kadarı üretime gitti veya ne kadarı bizim üretim kapasitemizi artıracak alanlara gitti diye baktığımızda çok fazla söyleyecek bir şeyimiz yok. Dolayısıyla, bunların çok önemli bir kısmı, elbette bir kısmı gerekli, gerekli olana bir şey demiyoruz ama gerekli olmayan fevkalade fazla olan bir kısmı var ki, yani taşa toprağa, betona gitti Türkiye'de. Bugünkü yaşadığımız ekonomik sıkıntıların temelinde de esasında bu var.

Dolayısıyla, geldiğimiz noktada Türkiye'nin dış borçları aşırı bir şekilde yükseldi, tabii, bu cari açık bir şeyin karşılığında gelecek, ya borç oluyor ya 50 milyar doların üzerinde gayrimenkulümüzü yabancılara sattık, bankalarımızı sattık, sigorta şirketlerimizin yüzde 80'i yabancılara gitti, borsamızın önemli bir kısmı yabancılara gitti. Dolayısıyla, bunlar karşılığında aldığımız paraların da büyük bir kısmını taşa, toprağa gömdük yani bunun millî gelir rakamları zaten ortada. Daha geriye bu yeni seride gidilmiyor ama 2009'da bile inşaat yatırımlarının gayrisafi yurt içi hasıla içerisindeki oranı 11,7; bakın, daha gerisi var bunun ama dediğim gibi bu seri geri gitmediği için, ama eski seride de bu trendi görüyoruz zaten. 2017'ye geldiğimizde bu yüzde 17,1'e çıkmış, hiçbir ekonominin altı, yedi yıl içerisinde bu kadar büyük bir "shift"i, bu kadar büyük bir artışı kaldırması mümkün değil ve bunlar üretken olmayan alanlar, üretken olmayan alanlara parayı gömdünüz ve Türkiye bugün inim inim inliyor.

Şimdi, bu fasıl ayrı yani bunun konuşulması lazım, esas konuşulacak konu bu ama bunu ne kadar konuşsak bir şey olmuyor. Tabii, buradan Türkiye'yi vazgeçirecek şey, bu Onuncu Kalkınma Planı çerçevesinde konuşulan formatta, o çerçevede bir rant vergisinin getirilmesidir. Şimdi, geçen yıl bunu söylediğimde siz "Bir kanun çıkardık." dediniz, Sayın Bakanım, o İmar Kanunu'ndaki bir maddeyle filan olacak şey değil. Bizim konuştuğumuz bunun çok daha ötesinde, çok daha kapsamlı bir konuyu söylüyorum. Strateji ve Bütçe Başkanlığında ve Maliye Bakanlığında bu çalışmalar var yani bunlara bakılırsa zaten bunlar Vergi Kanunu tarafında yapılması gereken düzenlemeler. Dolayısıyla, belki önümüzdeki dönemde... Tamam, şu anda gayrimenkul sektörü bir sıkıntı yaşıyor, şu anda zaten çok fazla inşaat yok ama bu işler yarın bir gün biraz daha açıldığında veya başka bir şeyler olduğunda yeniden paralarımızı önemli ölçüde buralara gömmek gibi bir durumla karşılaşacağız. Hadi, parayı kullanırsınız ancak temel sıkıntı şu: Teknolojiye yatırım yapması gereken, AR-GE'ye yatırım yapması gereken herkes gidiyor, AVM, konut, lüks konut, bilmem ne inşaatlarına yatırım yapıyor bu ülkede. O zaman bizim en büyük elektronikçimiz AVM yaparsa, kim elektronikte yatırım yapacak? İşte, o yüzden de bir şey olmuyor. Yine de, bir nebze de olsa, çıkan o kanun kapsamında da eğer konuşmalarınızda yani en son, akşamüzeri konuşacağınız zaman net ne kadar gelir topladınız, ne yapıldı veya o kanundan sonra imar değişikliklerinin boyutunda ne kadar bir değişim oldu, bu konuları bize ifade ederseniz ben çok memnun olurum.

Şimdi, AK PARTİ hükûmetleri, artık geldiğimiz noktada her ne kadar "2023" denildi, 2023 tüketildi, 2023 hedefleri diye bir şeyi kalmadı artık Türkiye'nin, o hayallerin tamamı yıkıldı. Her ne kadar Anıtkabir'de Sayın Erdoğan deftere en son, yeniden 2023 yazmış olsa bile Türkiye net bir şekilde 2023 hedeflerinin kimisinde yarısında, kimisinde üçte 1'inde. Dolayısıyla, o hedeflerin konulduğu günden daha kötü bir duruma geldik, şu anda geldiği seviye 2011'in altında. O ayrı bir olay fakat şunu söyleyeceğim: Şimdi 2023 biti, 2053, 2071 diyoruz, çok güzel, o tarihler benimsediğimiz tarihler, İstanbul'un fethi, Türklerin Anadolu'ya girişi, güzel -istismar var zaten o da ayrı bir konu- ama, şimdi 2071'e bakıyorsunuz, gözünüzün, burnunuzun önünü görmüyorsunuz. Şu getirilen bütçe ne? Meteoroloji Genel Müdürlüğü. Bütçenin üzerinde ne yazıyor? Tarım ve Orman Bakanlığı.

Şimdi hayırlı olsun bu arada, Bakanlıkta bir değişiklik oldu, iklim değişikliği meselesi yani yeni çıktı sanki. İklimle ilgili problemler dünyanın hiç konuştuğu bir şey değildi, Paris İklim Anlaşması bir günde çıktı, hemen önümüze geldi. Ya, bütçe getiriyorsunuz, bütçe dokümanları bile... Yani bu kanun değişikliğinin ne kadar paldır küldür Bakanlık değişikliği olduğunu görüyoruz. Şimdi İklim Değişikliği Başkanlığının bütçesi, muhtemelen bugün gelecek, burada. Yani burnunun ucunu göremeyen fakat 2071'i konuşan -2071'de bir şey yok, altı bomboş; istismar var sadece de- onu söyleyip burnunun ucunu göremeyen bir Hükûmet tarafından Türkiye Cumhuriyeti devleti yönetiliyor. Dolayısıyla yazık oluyor, yazık ediyorsunuz. Bunlara ilişkin eğer bir savunmanız olursa ben çok memnun kalırım. Yani keşke benim dediğim gibi olmamış olsa olay ama böyledir bu. Yani Bakanlık yapısındaki değişiklik işte, iki gün içerisinde karar verilmiş bir şey, bütçe dokümanları bile öncesinde hazırlanmış, hâlbuki bu konunun çok iyi tartışılması lazım, görüşülmesi lazım, konuşulması lazım; böyle paldır küldür iş yapılır mı bir devlette ya. Ama maalesef öyle yapıyorsunuz.

Paris İklim Anlaşması... Bu da aynı şey. Paris İklim Anlaşması 2015'in sonunda, 2016'da imzalanıyor. Biz beklemişiz, beklenilebilir yani bir tercihtir, onu bilemem, ama kaldığımız -işte, son 6 ülke içerisindeyiz- o 6 ülkenin de repütasyonu yani Türkiye'ye yakışmıyor, Türkiye o ligde değil. 6 ülke, kalan 6 ülkeden bir tanesi Türkiye -diğerlerinin işte, isimlerini vermeyelim, nihayetinde o ülkenin burada temsilcileri var- ama o ligin üyesi değiliz biz. Başlangıçta neden taraf olunmadı? Şimdi niye taraf olundu? Bunların bir hesabını kitabını; kamuoyuyla bir şey paylaşmanız lazım. Belki hakikaten başlangıçta çok fazla yükümlülük getiriliyordu, şimdi yükümlülüklerimiz mi azaldı? Veya ne bileyim ben, bir avantaj mı oldu? Ne oldu? Bununla ilgili nasıl bir planlamanız var, bu sanayimizin üzerine... Mesela, bunu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına sorduk, hiç farkında değiller olayla ilgili. Hâlbuki bunun bir ayağı da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığıdır. Yani "Enerji sektörüne ne getirecek?" dedik, Enerji Bakanı o konuyu es geçti. Konuşulacak şeyler bunlar. Biz burada bakanlarla "Şu şuraya gitti, bu buraya gitti, rakamlar falan..." diye rakamları elimize verirseniz biz de bakarız; analiz bekliyoruz ya. Gelecek burada, analiz edecek, söyleyecek, milleti ikna edecek. Burası Türkiye Büyük Millet Meclisi, burası Parlamento. Buradan bütçeniz onaylanıyor, kaynak veriliyor ama ben çok üzülüyorum, analiz yok.

Bakıyorum, bir elimde -Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Sayın Bakan Yardımcısı burada mı bilmiyorum- Profesör Doktor Mehmet Emin Birpınar'ın 28 Ekim 2021 tarihinde BBC Türkçe'ye yaptığı bir mülakat var. Yani oradan bir kısmını almak istiyorum; hakikaten çok enteresan. Ha, açık yürekliliği için de tebrik ediyorum Sayın Bakan Yardımcısını ama ülke açısından da üzülüyorum. Birpınar "Türkiye'den beklenti, bu niyet edilmiş ulusal katkılarını artırsın, 'Yüzde 21 değil de yüzde 30'a çıkarsın.' diyorlar. Ama biz onlara şunu söyledik: 'Net rakamlar verebilmek için -yüzde 21'den 30'a çıkarmak için- bizim üniversitelerle bir proje kapsamında bütün kurumların verilerini alarak çalışmamız lazım. O yüzde 21'lik azalmayı bir yıllık bir çalışma sonucunda bulmuştuk. Bu sefer de oturup çalışacağız, daha istekli bir ulusal katkı beyanı vermek için çalışacağımızı söyleyebiliriz. Bunu Glasgow'a gelmeden yapmamızı talep edenler var fakat bu, en az bir yıl gerektiren bir çalışma.'"

Soru şu: "Türkiye'nin 2015 Paris Anlaşması kapsamında açıkladığı ulusal katkı niyeti beyanının gerçek dışı veriler içerdiği ve yetersiz bulunması nedenleriyle ulusal ya da uluslararası pek çok platformda eleştirildiği bilinmektedir. Dahası Paris Anlaşması gereği olarak 2021 yılı içerisinde Türkiye'den daha iddialı bir emisyon azaltım hedefi isteneceği de açıktır. Durum böyleyken bugüne kadar neden bir çalışma yapılmamış ve neden bir yıl daha süre istenmektedir? Ayrıca kapsamlı bir çalışma yapılmadıysa Türkiye'nin 2053'te karbon nötr olma hedefi neye dayanılarak açıklanmıştır?" "2053 nasılsa uzak, önemli değil, biz zaten o vakte kadar da kalmayız, gelen düşünsün." mü deniyor? Böyle devlet yönetimi olur mu?

Şimdi, diğer bir şey, Sayın Birpınar: "Cumhurbaşkanımız da aslında durumu fark etti -enteresan- yani Paris Anlaşması'na taraf olmazsak ülkemizin kalkınmasına zarar verir noktasına geldi iş. Önceden kalkınmamıza zarar vereceğini düşünüyorduk ama şu anda kalkınmamıza eğer taraf olmazsak zarar vereceğini gördük." Olay bu, ağabeyciğim. Her şey burada aslında çok açık. Yani bu tespiti... Cumhurbaşkanını bu konuda ikna etmek herhâlde zaman aldı. Sayın Cumhurbaşkanı da işte, tam bütçe süreci başladıktan sonra ikna edildi. "Hadi, bir imzalayalım." denildi. Sonradan "Biraz kaynak kullanalım." denildi. Bilmem ne filan. Hemen bir de imzaladık ya, bakanlık isimleri değişiyor. Şimdi, bakıyorum, konuşma metninize, geçen yılla bir mukayese edin kendinizi, arkadaşlar mukayese etsin. İklim değişikliği geçen yıl ne kadar geçmiş, bu yıl ne kadar geçmiş? Hâlbuki dünyada "iklim değişikliği" konusundaki hassasiyette geçen yıldan bu yana bir değişiklik yok. Geçen yıl da çok hassastı konu ama sanki bizim gündemimize yeniden girmiş gibi böyle bir hava var. Yani bakalım ne kadar sürecek, ne kadar yapılacak? Bakıyorsunuz, bütçede ödenek filan yok. İklim değişikliğiyle ilgili toplam 1,6 milyar lira ödeneğiniz, o programdaki ödenek, 1,6 milyar lira yani nihayetinde bu. Şimdi, devam ediyoruz Sayın Birpınar'ın... Ha diğer bir soru, bakın bundan emin değilim ama yine de bana da tuhaf geldi: "Şu anda kömürden üretilen enerji 3 lira, rüzgârdan üretilen enerji 1 liraya düştü, niye gitsin kömür yatırımı termik santral yapsın? Yatırımcı parasını çöpe atar mı? Yatırım kararı alınmış olabilir ama yatırımı yapacak mı, parayı bulacak mı? Yatırım yapmak için uluslararası kredi lazım. O termik santrallere bir kuruş vermiyorlar. Yatırımcıların öz kaynakla yapması lazım ki onu da bulamazlar." O zaman biz de şunu soruyoruz: Ülkemizin iklim değişikliğiyle mücadeleye ilişkin pozisyonu, enerji kaynaklarının maliyetleri ya da yatırımcıların para bulup bulmamasına göre mi şekillendirilmektedir? Uluslararası piyasalarda kömür fiyatları bugün yüksektir ama yarın fiyatlar düştüğünde ithal kömür yatırımlarının önünde bir engel olacak mıdır? Bu çerçevede, Türkiye'de kömürden çıkışa ilişkin bir planlama bulunmakta mıdır yani Türkiye termikten, kömürden çıkacak mıdır, böyle bir planlamanız var mı?

Şimdi, Sayın Birpınar yeşil dönüşüm projeleri için uluslararası kuruluşlardan edinilen 3,2 milyar dolarlık fona ilişkin olarak "Çok büyük faydası olur o işin." diyor. Biz de diyoruz ki ödenecek fonların nelere harcanacağı hususunda bir çalışmada, bir planlamada bulunmakta mısınız? Ayrıca da işin biraz aktüel boyutu, "Bugüne kadar müzakereler için 350 uçuş yapılmış ve bütün ülkelerle ikili görüşmeler yürütülmüştür." diyor. 350 uçuş yapıldıysa bu adam gün müdür bilmiyorum da veya hepsini herhâlde Sayın Birpınar yapmamıştır, herhâlde Bakanlıkta falan oturmamıştır. O yüzden de hiç bu çalışmalar yapılamadan bu işlere karar verilmiş gibi duruyor.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Karbon salımı da var uçuşların.

ERHAN USTA (Samsun) - Tabii, karbon salımı da vardı da neyse fazla uzatmayayım diye. Bakan Yardımcısının yaptığı uçuşlardan kaynaklanan toplam karbon ayak izi hesabını yaptınız mı? İsterseniz sorayım. Yani maliyetine bakalım, karbon salımına ne kadar katkıda bulunmuş Sayın Bakan Yardımcısı? O konuda bilgi verirseniz sevinirim.

Şimdi, bu deniz salyası, müsilaj meselesine gelelim. Yani bu bir sonuç, bu yirmi yılın sonucu, belki yirmi beş yılın. Yirmi yıldır genel devleti, işte yirmi beş yıldır da Marmara'nın etrafındaki belediyeleri sizler yönetiyorsunuz. Tabii, bu, bugünün bir sorunu değil, birikti, birikti, en son deniz isyan etti ve işte içindekilerin bir kısmını saldı, öyle de anlatabiliriz meseleyi. Şimdi, Marmara etrafında 7 şehirde 25 milyona yakın insanımız yaşıyor. 2,1 milyon metreküp atık su veriliyor denize. Sanayi ve ekonomik aktivitelerin de en fazla olduğu bölge burası. Müsilaj şubat ayında çıktı fakat her konuda geciktiğiniz gibi, dört ay geçti ve hiçbir şey yapılmadı. Tabii, şunu söylemiyorum, yapılacak o müdahalenin bir anda müsilaj sorununu halletmesi falan mümkün değil. Çok uzun soluklu bir iş bu. Yani siz zannediyorum iki yıllık bir plan açıkladınız, iki yıl filan da değil; bizim konuştuğumuz uzmanlar bunun daha uzun süreceğini ama kapsamlı bir planlama yapılması gerektiğini söylüyor. Ancak en azından o denizin üzerindeki o salyalar alınabilirdi ve fotosentez falan engellenmezdi. Orada bile dört ay gecikildi ve ondan sonra siz de o benzer şeyleri yaptınız. Dolayısıyla, burada yapılması gereken işler; mesela şu Ergene Atık Su Tesisinden çıkan suların Trakya'nın 4,5 kilometre açığında, 46 metre derinlikte Marmara Denizi'ne derin deşarj oluyor. Bu konunun tekrar gözden geçirilmesi lazım yani kirlenmeye büyük ölçüde buranın neden olduğu söyleniyor. Sayın Bakan, artık, bir tane evsel atığın Marmara'ya gitmemesi lazım, verilmemesi lazım. Ondan sonra, Nilüfer Çayı'nın içler acısı durumuna da acil çözüm bulunması gerekiyor. Marmara'ya akan suların, nehir ve çayların sıkı denetim altında tutulması gerekiyor. "Arıtma tesisleri var." deniliyor fakat bunlar ileri arıtma değil yani ileri arıtma tesislerinin kurulması gerekiyor. Ondan sonra buradan çıkacak sular da aynı zamanda kullanma suyu olarak da değerlendirilmeli. Gübre kullanımı uzman kişiler tarafından yönlendirilmeli, gerçi artık milletin gübre kullanacak hâli kalmadı. Belki böyle bir hayrı oldu gübre fiyatlarının 35 kat bilmem ne kaçına... Pardon yanlış söyledim, 2002'ye göre 39 kat ürede ama işte son yıllarda 2-3 kat kadar artmasının böyle bir faydası oldu belki, çevreye faydası oldu ama çiftçi öldü orada da.

Şimdi, dolayısıyla, biz şunu söylüyoruz, diyoruz ki: Bizim "Büyük Marmara Projesi" diye takdim edeceğimiz bir proje var. Bu projede, ilk adımda Marmara'yı bütün kirleticilerden temizleyelim ve ikinci adımda da temizlenmiş bir Marmara'nın, doğal su ürünleri üretim üssü hâline getirilmesi gerekir. Bunları siz yaparsanız Türk milleti size de minnettar kalır.

Bu geri dönüşüm, evsel atık meseleleri var, geçen yıl da burada bunun üzerinde uzun uzadıya durmuştum ama sadece rakam almak istiyorum, bir kısım şeyler var burada. Hakikaten ne kadar bir ekonomik fayda oluşuyor, ne kadar israf olduğunu yani erişemediğimiz ne kadar alan olduğunu düşünüyorsunuz?

Sayın Bakan, bir de bu kâğıt toplayıcılarıyla zorunuz ne? Yazıktır bu insanlara ya, şu toplumda eli öpülesi insanlar onlar ya. Yani hiç kimseye bir yükü yok, ekmeğini taştan çıkartıyor bir anlamda. Çöpe gidecek, ıslanacak, kâğıdı, şunu, bunu, topluyorlar. Kâğıt ıslandığı zaman geri dönüşümüyle ilgili ciddi sıkıntı olduğu söyleniyor, bilmiyorum doğru mudur ama yani onları kazandıran bu insanlar sizden, devletten bir şey istemiyor, kapınıza "iş" diye gelmiyor, "aş" diye gelmiyor. Bu insanlara yapılan zulüm nedir? Ben bunu anlayamadım.

2/B arazileriyle ilgili -ben bunları geçen yıl da gündeme getirmiştim- en azından bizim Samsun'da -başka taraflar nedir bilmiyorum- sorun devam ediyor. İki tane sorun var: Bir kısım çiftçi, emsallerine göre yani etrafına göre aşırı yüksek bedellendirmeden dolayı sıkıntı çekiyor, bir de 2/B arazisi kapsamına alınması gerekip de alınmayan bir kısım alanlar var.

Tabii, belediyeler borç batağında. Şimdi, bunların da önemli bir kısmı büyükşehir belediyeleri. Özellikle büyük büyükşehir belediyeleri Millet İttifakı'na geçti. Büyükşehir belediyeleriyle ilgili -yani yirmi yıla yakındır ben hatırlıyorum- Devlet Planlama Teşkilatı yıllık programlarında yazar "Öz gelirlerini artırıcı tedbirler alınacaktır." diye. Daha, bugüne kadar bir şey alınmadı ama bu yılki programda ben şunu gördüm -onlarla da ilgili bilgi verirseniz sevinirim- 90'ıncı sayfada şu söyleniyor: "Gayrimenkullerin vergilendirilmesinde esas alınan alım satım değerinin belirlenmesi ve beyanına ilişkin yeni bir sistem devreye sokulmak suretiyle vergide adalet pekiştirilecektir." Bunu biraz açarsanız sevinirim yani rayiç bedel üzerinden mi vergi alınacak? Sadece bunu gördüm. Bu, bir miktar öz gelirlerin artırılmasına katkıda bulunur ancak bunun ötesinde belediyede sorun var ve belediyelere karşı -bunu Seyit Bey de ifade etti- hakikaten hiçbir şekilde adil davranmıyorsunuz. Biz, bunu devlette çalışırken de görüyorduk, şu anda da görüyoruz, belediye başkanının şikâyetleri var. Yani verilecek izinlerden alın da en ufak izin, idari izin yani vesayetten kaynaklanan izinlerden alın da işte, araç gereç dağıtımına, yardım dağıtımına, kredi, dış kredi kullanımlarına ilişkin izinlerin hiç birisinde adil davranmıyorsunuz. Oysaki hukuk da Allah da adaleti emrediyor fakat siz, bu adaletten uzaklaştınız. Bu, zulüm hâline dönüştü. Zulümle de abat olmak hiçbir şekilde mümkün değildir zaten, bunu hepimiz biliyoruz.

Şimdi, TOKİ meselesi? Bu TOKİ, tabii, büyük işler yapıyor. Anlaşılamaz bir şekilde 2011 yılında Devlet Planlama Teşkilatı Bakanlığa dönüştürüldü. Denildi ki: "Uygulayıcı değil de işte, Başbakanlığa bağlı kurumlardan arındırılacak, net, sade hâle getirilecek." Danışman kuruluş, yani danışmanı hükûmet yanında tutar değil mi? Devlet Planlama Teşkilatı, normalde danışman, müşavir kuruluştur. Mesela, şimdi doğrusu yapıldı, Cumhurbaşkanlığına bağlandı. Oradan, Kalkınma Bakanlığına dönüştürülüp DPT'yi kovdu yanından Sayın Erdoğan, Başbakanken fakat TOKİ'den ayrılmadı arkadaş. Bu TOKİ'de ne var ben bilmiyorum? Cumhurbaşkanlığına gitti, TOKİ yanında yine. Ya, TOKİ, bir uygulamacı kuruluş, Cumhurbaşkanıyla Başbakanla TOKİ'nin ne işi olur? Artık en sonunda şimdi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na bağlanmış anladığım kadarıyla ama yani bunun sırrına ilişkin de bize bir şey söyleyin, TOKİ Başkanı da söyleyebilir belki. Nedir, bu TOKİ'nin önemi? Herkesi gönderdi, hazineyi göndermek istedi, sonradan hazineciler engel oldu. Hazinesi, Planlaması efendim, birçok kuruluş gönderildi fakat TOKİ tutuldu böyle, Sayın Başbakanın koltuğunun altında kaldı hep. Bütçeleri uzun süre TOKİ'nin onaylanmadı, onları çok net biliyoruz. Şu anda YPK'ydi. YPK kaldırıldı, kurtuldular YPK'den. Şimdi, Cumhurbaşkanı onayıyla TOKİ'nin muhasebe kayıtlarının -artık diğer işlere filan girmiyorum, yaptığı işlere de- ve mali hizmetlerle ilgili birimlerinin geliştirilmesinde çok ciddi bir ihtiyaç var. Çünkü çok uzun projeksiyonlu iş yapıyor ama hesaplama, hesap sistemleriyle ilgili veya projeksiyonlarla ilgili çok ciddi sıkıntı var. Çok geç kalınmış olmakla birlikte bunun yapılmasının çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Denetimi daha şeffaf olmalı. KİT Komisyonunda, bütün kuruluşlar içerisinde kaybolup gidiyor denetimimiz de.

Sayın Bakan, konuşmanızda "Meydanları ihya ediyoruz." dediniz. Eğer, başka yerleri de Bitlis gibi ihya ettiyseniz vay bu milletin hâline. Bitlis'i biliyoruz, o konuda sizi de ziyaret ettik. Bitlis'in anası ağladı, Bitlis'te 740 vatandaş işinden, aşından oldu. Eğer o şekilde ihya ettiyseniz, bunun sandıkta karşılığını, inşallah, alırsınız diye düşünüyorum.

Şimdi, Çarşamba Ovası'na bir zehir santrali yapılıyor, bu konuyu gündeme getiriyoruz. Hukuk mukuk tanımıyor. Bunun arkasında kim var ben bilmiyorum? Mahkeme karar veriyor, yürütmeyi durdurma veriyor, adam devam ediyor.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Erhan Bey, iki dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

ERHAN USTA (Samsun) - Mühür konuluyor, mühürler kırılıyor yani buna sessiz kalmamak lazım. Tabii, sizin bundan sonra yapacak bir şeyiniz yok. Çünkü valilik "ÇED raporu gerekli değildir." diye vermiş ama siz Çevre ve Şehircilik Bakanısınız. Birinci sınıf tarım arazisi, havanın, nüfusun yoğun olduğu, su kaynaklarının olduğu... Sizin konunuz bu aslında. Su kaynaklarının yoğun olduğu bir bölgede, hayvanların olduğu bir bölgede böyle bir zehir santrali yapılıyor, buna sessiz kalmamak lazım. Sayın Bakan, Kızılırmak Deltası'na -ben bunu size soru olarak sormuştum- bir düğün salonu yapıldı. Ya, buraya, nitelikli doğal koruma alanı statüsündeki yere düğün salonu yapılıyor. "Bununla ilgili ne diyorsunuz?" dedim, siz bana uzun uzadıya bir cevap yazmışsınız ama cevabın içerisinde sadece şu var: "Bu alanda -sözleşme hükümleri hatırlatılarak- nikâh benzeri etkinlikler yapılmayacağı hususu bildirilmiştir." Sözleşmeyi hatırlatmışsınız, biz devletiz ya. Yani birinci sınıfta şeyde böyle bir... Artık orayı anlatacak durumumuz yok. Mükemmel bir yerde adam düğün salonu yapıyor, orada düğünler yapılıyor, ondan sonra siz sadece hatırlatma yapıyorsunuz; bu olacak şey değil.

Diğer bir konu yine Samsun'a ilişkin bir konu... Ha, mera meselelerini söyleyelim: Sayın Bakan, şu büyükşehir, bütünşehir, bilmem ne yasasından sonra, biliyorsunuz meralar büyükşehirlere ve ilçe belediyelerine geçti, çatır çatır satıyorlar. Hayvancılık önemli diyoruz, meralara başka şeyler kuruluyor, vatandaşın kullanmasına müsaade edilmiyor. Gelin şu yanlıştan dönün. Şu meraları, yeniden -köy tüzel kişiliği olsa veya olmasa da, tabii, köy tüzel kişilikleri de kalktı- bir şekilde vatandaşa verelim, hayvancılıkta kullanalım. Yani Samsun'da güneş panelleri konuldu, çatır çatır bütün meralar satıldı. Bırakın meraları, vatandaşın vakfettiği, cami tarlası diye vakfettiği tarlaları; aldı şimdi büyükşehir belediyesi, çatır çatır satıyor ya. Hâlbuki camiye yardım olsun diye insanlar zamanında vakfetmiş bir anlamda. Vakıf kurmamış ama vakfetmiş, işte camiye vermiş. Bunlara el uzatıldı, böyle bir şeyler yapılıyor; bunlar olacak şey değil.

Diğer bir konu, bu...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Erhan Bey, son konu olsun.

ERHAN USTA (Samsun) - Bitiriyorum hemen, son konu...

Bu kadastro çalışması var. Bizim Samsun'da Engiz'de bir kadastro çalışması yapılmış fakat burada zamanında tebligat yapılmadığı için zaman aşımına uğruyor, insanların yüz yıllık arsaları ellerinden gidiyor. İnsanlar çok hassas yani yüz yıldır, iki yüz yıldır kullandıkları... "Ya, hadi parasını verelim, alalım." diyorlar fakat çok yüksek meblağlar çıkıyor ve dışarıdan gelenlere, yabancılara da bunların satışı yapılıyor.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Çok teşekkür ediyorum .

ERHAN USTA (Samsun) - Hemen bitiriyorum Sayın Başkan.

Buna ilişkin de bir soru önergemiz var, hâlen cevabını almadım ama konu kritik bir konudur. Yazıktır günahtır, insanların orada huzurunu, barışını bozmayalım. "Tamam, parayla verin bize." diyorlar ama o paralar da biraz makul olsun ve dışarıdan gelenlere satılıp orada huzur bozulmasın çünkü iki yüz yıldır kullandığı tarlayı kimse dışarıdan gelen birisine kullandırmaz diye değerlendiriyorum.

Teşekkür ediyorum ve bütçenizin de hayırlı olmasını diliyorum.