KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakanım, geçenlerde, sanıyorum Azerbaycan'dan gelirken önemli cümleler ettiniz Yunanistan'la ilgili. "Yalnızca tatbikatları durdurursak milyonlarca dolar tasarruf olur; yazık değil mi?" dediniz ve daha sonra devam ettiniz "Gelin, Savunma Bakanları değil, Turizm Bakanları da oturup konuşsun." diye; tabii, bunlar çok güzel cümleler. Yunanistan farklı bir ülke tabii, Türkiye düşmanlığıyla kimlik bulmuş bir toplum yani bunu küçümseme amacıyla söylemiyorum, Osmanlı'dan ayrılan bir ülke olduğu için söylüyorum ama sizin söylediğiniz "Bir dış politika yaklaşımı olarak yumuşak gücün kullanılması önceliklidir." anlamındaki cümleleri çok önemsediğimi, altını çizdiğimi ifade etmek isterim "Yumuşak güçle -"soft power"la- sorunlarımızı çözelim." anlamında. Yalnız, son yıllarda Türk dış politikasının böyle çok yürümediğine dair şahsen benim tespitlerim var. Yani Türkiye dış politikadan ziyade bir savunma ve güvenlik politikası sanki uyguluyor, böyle bir izlenim var; işte, Türkiye'nin dışarıda asker bulundurduğu ülkeler daha da artıyor, ilişkilerdeki şeyler daha da artıyor. Örneğin, Doğu Akdeniz'deki sorunlarda hemen sert cümlelerle askerî güvenlik tedbirlerine yönelindi, bir sürü tartışmalar oldu ama günün sonunda baktık, ne oldu yani Akdeniz'de ne oldu, çok fazla bir şey bilmiyorum mesela, ben bilmiyorum, yurttaşlarımız da bilmiyor. Ne oldu şimdi, gemilerimiz nerede? Ne oldu Yunanistan'la, bizim tarihî, kültürel bağlarımız olan Mısır'la, Birleşik Arap Emirlikleri'yle, diğerleriyle ilişkilerde ne durumdayız? Çok fazla bilmiyoruz.

Sayın Bakanım, oysa diplomasi önemli bir şey. Tabii, Savunma Bakanlığının bütçesini konuşuyoruz, "Savunma Bakanlığı önemsizdir." anlamında söylemiyorum ama diplomasi, her tür maliyeti, hem parasal olarak maliyeti düşürüyor hem de... Allah korusun, netice itibarıyla "savunma" dediğimiz zaman sahada olmanın başka maliyeti, insan maliyeti var ki insan maliyetiyle ilgili çok ciddi kayıplar, bedeller ödemiş bir ülkeyiz, şehitler vermiş bir ülkeyiz ve tabii, insan maliyeti hiçbir şekilde telafisi mümkün olmayan bir maliyettir, bu konuda şeyiz.

Türkiye'nin askerî güç bulundurma, sanki böyle bir şeyi var, giderek dışarıdaki asker sayısı artıyor. Suriye'dekini pek fazla bilmiyoruz; Kıbrıs'takini çok dışarıda kabul etmiyoruz; Somali'de 2 bin asker; Irak'ta 2.500; Arnavutluk'ta, Lübnan'da, Katar'da, Bosna Hersek'te, Kosova'da, Afganistan'da, Azerbaycan'da, Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde, Libya'da -ki Libya'daki asker sayısını da bilmiyoruz- giderek daha fazla asker bulundurma eğilimindedir. Oysa Türkiye, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin ilk dönemlerinde "sıfır sorun, yumuşak güç" anlamında müthiş bir şeyi vardı, hem ekonomi konusunda önemli ilerlemeler katediyordu hem de askerî ilişkilerden çok diplomatik ilişkilerle sorunlarımızı çözüyorduk, ara bulucu pozisyondaydık, çok iyiydi ama şimdi gerilere düştü.

Sayın Bakanım, 3 kişiydi, sonra 5 kişi olduğuna dair şeyler okuduk. Tümgeneral Hakan Öztekin, Tuğgeneral Mustafa Enis Koç, Tuğgeneral Orhan Akkurt istifa değil de sanıyorum, erken emekliliklerini talep ettiler; daha sonra bu generallerin 5 kişi olduğu söylendi. Bunlar Suriye'de görev almış generallerdi. Bunlar şu şekilde yorumlandı: Yani "Hükûmetin Suriye politikası artık operasyonel gerçeklikle uyuşmuyor, generallerin bu konuda ciddi endişeleri var. Maliyetler, riskler artıyor Suriye'de. Suriye'de asker yoruldu. Buna karşı bir tepki olarak bu istifalar ya da erken emeklilik talepleri oldu." gibi -yorulur tabii, asker de yorulur- şeyler oldu. Gerçekten, Suriye'deki askerî varlığımızın sebebini siz de bugünkü sunumunuzda anlattınız. Diyorsunuz ki: "Terör koridorunun ortadan kaldırılması, kurulmasının engellenmesi ve göç." Şimdi, daha fazla göç gelmesin, İdlib... Tabii, bunlardan ibaret değildir, daha başka şeyler de var, oralara girmiyorum, yanlış politikalardı ama Suriye'de, İdlib'de bulunan bu askerlerimizin güvenliğiyle ilgili hâlâ çok ciddi problemler var ve bu problemler giderek artıyor. Yani Suriye onarılmış MİG-29 -kaçtır, 29 mudur- savaş uçaklarını artık kullanıyor, işte orada bulunan savaşçılar -neyse, kimse onlar- halkın arasına kaçıyor, bizim kontrol noktalarımıza geliyor, oralar hem Ruslar tarafından hem Suriyeliler tarafından bombalanıyor; askerlerimizle ilgili çok ciddi problem var.

Sayın Bakanım, Sayın Kuşoğlu ifade etti; biz S-400'leri aldık, hava savunmasına aldık. Şimdi "Orada askerlerimiz uçaklarla vuruluyor, bizim 2,5 milyar verdiğimiz S-400'ler de Ankara'da yatıyor, niye Reyhanlı'ya gitmiyor?" diye soru soruluyor. Gerçekten niye Reyahanlı'ya gitmiyoruz? Niye Suriye'de, artık orada ısrar ediyoruz? Niye geri çekilmiyoruz? Ne var yani geri adım mıdır? Hayır, yani askeriyede geri adım... Şartlar değişmiştir. Dolayısıyla önemli olan bizim çıkarlarımızdır ve en önemlisi de insanlarımızın, çocuklarımızın sağlığıdır. O nedenle yani geri çekilmede de bir şey yok. 33 şehit yani bunun da şeyi verilmedi. İşte "1.700 rejim unsurunu etkisiz hâle getirdik." ifadesiyle oradaki acılar şey yapılmıyor. Sonra "Tezkereye destek vermiyorsunuz, 'Hayır' dediniz." diye neredeyse hain ilan edilme noktasına kadar gidildi. Hayır, 14 tane soru sorduk, hiçbirine cevap vermediniz.

"Sayın Bakanım, niçin bu tezkereler iki yıllık oldu?" diye sorduk. "Suriye'deki maliyet nereye gidiyor?" "Başta, oraya giriş sebebimiz ile şu andaki orada kalış sebebimiz arasında neler değişti, neler oldu?" diye dünya kadar soru sorduk, bu sorulardan hiçbirine cevap verilmedi.

Sayın Bakanım, bu konuyla ilgili başka bir şey var. Gara'da alıkonulan askerlerimizi kurtarmak için geçen şubat ayında bir operasyon yapıldı; bu operasyonla ilgili geldiniz, Genel Başkanlarımıza bilgi verdiniz. Sonra, siz değil ama diğer Bakanlar Meclis Genel Kurulunda bağırdılar, çağırdılar, gittiler. Ama hâlâ biz 13 askerimiz nasıl öldürüldü, nasıl şehit edildi, ne oldu, bu operasyon niye yapıldı, bu operasyon gerçekten kurtarma operasyonu muydu... Beş seneden, altı seneden beri birtakım sivil toplum örgütleri -ben de zaman zaman bu çalışmalar içinde bulundum- değişik şekillerde Hükûmetle temas etmeye çalıştı ama maalesef Hükûmet duvar oldu, hiçbir şekilde cevap vermedi. Oysa, daha evvel Türkiye'de de başka ülkelerde de bu tip durumlarda böyle sivil toplum örgütleri, insan hakları örgütleri aracılığıyla insanlar kurtarılmıştır. Bu 13 çocuğumuz gitti ve konuşamıyoruz; konuşunca, sorunca da neredeyse hain filan... Yani Sayın Cumhurbaşkanı, Genel Başkanımıza saldırdı "Terbiyesiz!" gibi laflar etti. Bu şekilde bu işler çözülmüyor. Bizim muhalefet olarak görevimizdir, bu soruları biz sormak mecburiyetindeyiz, bu çocukların hesabını bilmek durumundayız.

Başka bir konuya gireceğim. Bugün de Sayın Bakanım FETÖ'yle ilgili -size bağlı değil ama- jandarmada 76 kişi, gözaltı kararı... Bakın, bazı generaller yakalandı, 3 general arka arkaya, tuğgeneraller bunlar, işte sorgulandı 1'i itirafçı oldu, laflar filan söyledi. Onlar tartışılırken -bu çok önemli yani- rakamlar vermişsiniz, işte 150 general, şu kadar asker, şu kadar asker... Neredeydi bu ordu? Yani "Bütün bunlar olurken TSK ne yapıyordu?" sorusu duruyor ve başka bir soru var. Burada bir eski tümgeneral, emekli tümgeneral Ahmet Yavuz bir soru sormuş "FETÖ'yle mücadelede eksik olan, ideolojik mücadele perspektifi..." diyor. Gerçekten nasıl bir perspektif vardı da FETÖ Türk Silahlı Kuvvetlerinde bu kadar yuvalandı? Şimdi ne oluyor da bu mücadelede başarılı olunamıyor? Arka arkaya yeni yeni şeyler geliyor. Nasıl bir şey yani? Kimse demesin ki "Bunlar çok güçlü." Türk Silahları Kuvvetlerinden, Türkiye Cumhuriyeti devletinden güçlü olmaları mümkün değil. Tabii böyle bir şey düşünmek mümkün değil ama bu konuda da maalesef yol alınamıyor.

Son bir konuyla ilgili de birkaç cümle söyleyeyim. SADAT'la ilgili geçen sene, geçen bütçede size soru sordum Sayın Bakanım, "Bizimle ilgisi yok." falan dediniz. Yani bir sürü spekülasyon var, ben bu spekülasyona girmeyeceğim; işte, SADAT'ın askerî okullara öğrenci alınmasındaki jüriye girmesinden operasyonlarına kadar, Suriye'ye silah kaçırmasına kadar, onlara girmiyorum. Ama "SADAT'ın sitesinden çıkardığım şeyler var." diyor.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son cümlelerinizi alalım lütfen.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bitiriyorum.

Orada ilanlar vermiş, diyor ki: "Biz, şu şu özellikleri olan eleman arıyoruz." Mesela "Hummer jeep ve Rus yapımı tank bakım onarımında çalışacak teknisyen arıyorum." diyor. "Yabancı devlet silahlı kuvvetlerin güvenliğine şu şu eğitimi verecek insanlar arıyoruz." diyor. Bu eğitimi verecek insanlar kimdir?

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Süreniz dolmuştur. Son cümlenizi alalım.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bitiriyorum.

Gayrinizami harp kursları filan... Bizim Türk Silahlı Kuvvetlerimizde bu bilgileri olan insanlar mı oraya gidiyor? Burada almış oldukları eğitimleri dış ülkelere mi götürüyorlar? Burada casusluk anlamına gelmiyor mu?

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Teşekkür ediyorum.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Ve son cümlemi söylüyorum.

Bu özel askerî şirketlerle ilgili Türkiye Cumhuriyeti devleti, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Millî Savunma Bakanlığı ne düşünüyor?

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Teşekkür ediyorum.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bitiriyorum.

Bu şirketlerle ilgili bütün dünyada gelişmeler var; "Blackwater"dan "Ranger"lara kadar. Bu konuyla ilgili bizim mevzuatımız nedir ve siz ne düşünüyorsunuz? Bu son derece önemli diye düşünüyorum...

Teşekkür ederim.