| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/283) ile 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/282) ve Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 17 .11.2021 |
SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Değerli Başkan, sayın milletvekilleri, Sayın Bakan, kıymetli bürokratlar ve basın emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün Ticaret Bakanlığının 2022 bütçesini görüşüyoruz. Böyle bir görüşmenin sağlıklı yürüyebilmesi için, her şeyden önce, Bakanlığın görev alanının muhatabı olan toplum kesimlerinin yaşıyor olduğu gerçekliği bir ortaya koymak gerekiyor, ekonominin göstergeleriyle bir fotoğraf çekmek gerekiyor.
Şimdi, açık ki ülkemiz derin ve çok boyutlu bir krizin içerisinde, günden güne de derinleşen bir ekonomik buhranı çok keskin bir biçimde yaşıyor ve bunu en derinden hissediyor olduğumuz alanlar da ticarette gözüküyor. Hem iç ticarette hem dış ticarette, hem üretici açısından hem esnaf açısından hem de tüketici açısından hemen hemen her alanda derin ekonomik buhranı gösteren göstergeler karşımıza çıkıyor. Tüm ticaret erbapları istikrarsızlıktan mağdur. Kiminle konuşsak ekonomide yaşanıyor olan istikrarsızlığın derin bir buhran yarattığını anlatıyor bize. Eylül başında Türk lirasının döviz kuru değeri 8 lira 30 kuruştu, ekim başında 8 lira 85 kuruştu, kasım başında 9 lira 60 kuruştu, dün sabah 10 lira 3 kuruştu, dün gece 10 lira 20 kuruştu, bu sabah 10 lira 40 kuruş. Ya, dövizde yaşanıyor olan bu çalkantı ve bile isteye siyasi tercihlerle sebep olunuyor olan istikrarsızlık yani Türk lirasındaki derin değer kaybı belki de tek öngörülebilen ekonomik politika aracı olarak karşımızda duruyor.
Farklı illerde ticaret ve sanayi odalarıyla görüşmeler yapıyoruz; size de tavsiye ederiz. Dış ticaret yapıyor olan şirketler açısından fiyat verme zorluğunu herkes ifade ediyor. Bütün kesimler, Türk lirasındaki büyük değer kaybı ve derin istikrarsızlık nedeniyle artık ürüne fiyat biçemez hâle geldiklerini söylüyorlar. Küresel şirketlerle iş yapıyor olanlar, eskiden senelik fiyat verebiliyorken son üç dört senede fiyat değiştirme sıklıklarının altı aya indiğini, güncel dönemde üç aylık vadeyle dahi fiyat vermekte zorlandıklarını ifade ediyorlar. Yaşanıyor olan bu gerçeklik Ticaret Bakanlığının politikalarını değiştirmesi gerektiğine işaret ediyor.
Yetmez, kurdan kaynaklı birçok sektörde ticaretin durma seviyesine geldiğine şahit oluyoruz. Özellikle ithal girdi kullanıyor olan üreticiler, doların nereye gideceğini bilmediklerini, ona bağlı olarak da maliyetlerini artık hiç öngöremediklerini yani maliyetlerin nereye kadar çıkacağına dair bir öngörü oluşturamadıklarını, böyle olduğu için de vadeli satış yapamadıklarını ifade ediyorlar. Bu, ticaret açısından büyük bir istikrarsızlığa işaret ediyor. İnşaatta taşyünü, alçı gibi malzemelerin üreticilerinin daha önce verilmiş olan siparişleri iptal ettiği, paraları alıcılara iade ettiği haberleri geliyor. Yetmez, 4 bin liralık malzemeyi satmak istemeyen esnafla karşılaşıyoruz. Satmak istemiyor çünkü korkuyor, "Satarsam bu ürünü yerine geri koyamam." endişesi yaşıyor. Tekstil sektörü... Tekstil sektöründe faaliyet gösteren bazı iş insanları kurun nerede duracağını öngöremediklerini, bu koşullarda da vadeli satış yapmanın zarara yol açacağını, dolayısıyla da satışı durdurduklarını söylüyorlar. Ya, açık ki ticaret, üretici, esnaf kan ağlıyor. Bu gerçeklik yokmuş gibi bir bütçe tartışmanın hiçbir anlamı yok.
Ticaret Bakanlığının bütçesinin birinci temel görevi, ticarette yaşanıyor olan bu sıkışıklığı aşacak politikalar üretmektir, bu politikaların vizyonunu bütçeye yansıtmaktır.
Tüketici için de durum farksız, günlük olarak raflarda fiyatlar artıyor; ya, derin bir ekonomik buhran hâli var. Yine aynı il ziyaretlerinde rastgele konuştuğumuz esnaf diyor ki: "Artık, elle dahi fiyat yazmıyoruz çünkü gün içerisinde fiyatları değiştirmemiz gerekiyor." Elle dahi raftaki ürüne fiyat yazamaz hâle gelmiş esnaf, fiyatı değiştirmeye yetişemiyor esnaf; halkın da dükkâna ayak basacak gücü kalmamış, alım gücü öyle bir erimiş ki... Milyonlar işsiz, TÜİK ve İŞKUR'un işsizlik verileri arasındaki çelişki bir tarafa -buna rağmen- TÜİK diyor ki: Gerçekte, Türkiye'de şu anda 8 milyon insanımız işsiz. Yani bu ağır alım gücü kaybı karşısında tüketiciyi koruyacak hamleyi yapacak olan Ticaret Bakanlığıdır ve bu vizyona dayalı bir bütçeyi buraya getirme sorumluluğu da Ticaret Bakanlığındadır.
Asgari ücret açlık sınırının altında, milyonlar asgari ücrete mahkûm edilmiş, iktidarın milletvekilleri işi Allah'a havale ediyor; iktidarda olmak, işi Allah'a havale etmeden sorumluluğu üstlenmektedir, bu görevi yerine getirmek konusunda adım atmaktır. Şimdi, halk, işsizlikle ağır bir gelir kaybı yaşıyor, markete, pazara gittiğinde fiyatlar anlık değişiyor; korunaksız bir biçimde kaderine terk edilmiş halk. Enflasyon resmî rakamlara göre yüzde 20, halka sorduğunuz zaman "En az bunun 2 katını hissediyoruz." diyor. Şimdi bu gerçekler yokmuş gibi hareket ederek bütçe tartışılamaz, bu gerçekleri duymadık bile bugünkü tartışmada; oysaki ticaret durmuşken Ticaret Bakanlığının yapması gereken pek çok şey var.
Bir yandan da dünyada ticaret yapıları değişiyor, buna dair vurgular var: Pandemi, dijitalleşme, iklim krizi, hepsi üretim biçimlerini değiştiriyor ve üretimin coğrafyasını değiştiriyor; off-shoring'den "re-shoring"e, "near-shoring"e bir geçiş olduğu tartışılıyor; yakın coğrafyalarda üretmenin avantaj olduğu, dolayısıyla rekabetin coğrafya üzerinden yapılabileceği, ucuza üretme kaygısı yerine coğrafi konumun gücünü kullanmanın doğru zaman olduğuna işaret eden bir değişim yaşanıyor dünyada. İşte, Ticaret Bakanlığı bütçesinin tüm bu gerçekler ışığında tartışılıyor olması gerekiyor.
Şimdi, baştan söylemek gerekiyor: Bugünkü bütçe ne ekonomik buhranı aşacak, ticaretin önündeki engelleri kaldıracak bir bütçe ne de böyle bir stratejik vizyona dayanan bir bütçe. Dolayısıyla stratejik vizyonla başlayalım çünkü bir vizyonu yoksa eğer bütçenin, içindeki politika araçlarını tartışmanın anlamı olmaz.
Şimdi, stratejik vizyonu adım adım özetleyelim. Birincisi, diyorsunuz ki: "Kur marifetiyle rekabet gücü yaratacağız." -bunun adı "rekabetçi kur politikası"dır- ve "Türkiye'nin parasını değersizleştirerek rekabet gücünü artıracağız. Bu rekabet gücü artışıyla ihracatçı tiklenecek, ithalat azalacak, cari denge kontrol altına alınacak; böylece kur üzerindeki baskı azalacak ve enflasyon da düşecek." Ve iddianız o ki bu, öyle bir büyüme yaratacak ki üretimin, istihdamın ve geleceğe dönük kalıcı etkilerin ortaya çıkacağını iddia ediyorsunuz.
Şimdi, izninizle, adım adım, bu öykünün çürütülmesini sağlayalım. Birincisi: Her şeyden önce, Türk lirasında yarattığınız değer kaybı sizin iddia ettiğiniz gibi rekabetçi bir kur politikası değil; bilakis, istikrarsızlığın kur politikası, güvensizliğin kur politikası, yoksullaştırmanın kur politikası. Buradan rekabet gücü çıkmaz; rekabet gücü ucuzlatılan parayla olmaz, nitelikli üretim yapmaya yatırım yapmakla olur. Şimdi, dolayısıyla bir kere başından çöküyor bu stratejik vizyon. "Paramızı değersizleştirelim, değersiz parayla rekabet edelim; sürümden kazanıp ucuza satalım, buradan da rekabet ettiğimizi anlatalım." diyorsunuz. Ya, bunun bir istikrarsızlıktan kaynaklı kur kaybı olduğu, öyle bir rekabet yatırımı nedeniyle falan Türk lirasında bir değer değişikliği olmadığı CDS risk primlerine bakınca anlaşılıyor. 2016-2018 arasında beş yıllık CDS "spread"leri 250 civarında fiyatlanırken 2018 Haziranından bugüne kadar 350-400 bandına oturdu. Neden? Çünkü güven duyulmuyor. Yani Türk lirasındaki değer kaybı bir rekabet gücü olduğu için ortada değil, bilakis ülkenin rekabet gücü eritildiği, bile isteye siyasi tercihlerle güvensizlik yaratıldığı için Türk lirası değer kaybediyor. Bu sonucu hikâyelendirmeye çalışıyorsunuz. Sonucu yaratıyor olan kurulmuş olan düzen. Güvensizliğin ise dünyanın hiçbir yerinde rekabet gücü yaratmadığını biliyoruz. Ya, bir ekonominin parasına güven duyulmazsa o ülkenin rekabet gücü zaten olamaz, dolayısıyla ilk yapılması gereken şey bu güveni oluşturmaktır. Yani net rezervlerimiz çok uzun süredir eksi düzeyde yani Merkez Bankasının kuru müdafaa edebileceği araçlar ortadan kalkmış, faiz talimatla belirleniyor, uluslararası rezerv politikası bir protokolle hazineye devredilmiş, zaman içerisinde 128 milyar dolar yok edilmiş; şimdi bunun sancıları yaşanıyor ve bu yaşanan sancılar karşısında savunmasız bırakılmış olan Türk lirasını "Rekabetçi güç" diye pazarlamaya çalışıyorsunuz. Adını koyalım; Türk lirası savunmasız bırakıldığı için güven duyulmuyor, güven duyulmayan paranın ekonomisinden rekabetçi bir güç çıkarmak mümkün değil. Başka bir iş yapmak gerekiyor ve bu vizyon şu andaki bütçede karşımıza çıkmıyor. Oysaki ihracatçılarla konuştuğunuzda "Değersiz Türk lirası aramıyoruz, istikrarlı bir para arıyoruz." diyorlar; istikrarlı bir para, istikrarlı bir stratejik vizyon. Özellikle, ithal girdi maliyetleri yüksek olan üreticiler bu oynaklıktan çok mağdurlar, yurt dışından müşterilerinin de fiyat düşürmek konusunda kendilerine baskı yaptığını söylüyorlar. Yani iddia ettiğiniz gibi paramızı ucuzlatarak dışarıya daha iyi mal satamıyoruz. Paramız değersizleştikçe yabancının pazarlık gücünü arttırıyoruz. Oysaki Ticaret Bakanlığının temel görevi iç ve dış ticaret yapıyor olan bütün aktörleri, Türkiye'deki bütün aktörleri korumaktır; onları savunmasız bırakmak değil, pazarlık masalarında ürünlerini ucuzlatacak şekilde zayıflatmak değil. Bu politikalar sonucunda rekabetin artmıyor olduğunu veriler de gösteriyor. Dış ticaret haddi verisine bakalım: Dış ticaret haddi -bilenlerimiz biliyor- 1 birim ihracat yaptığımızda karşılığında kaç birim ithal ürün alabildiğimizi gösteriyor. Yani eğer 1'in üzerindeyse ya da endeks olarak 100'ün üzerindeyse o zaman güçlü bir ticaret haddiniz var anlamına geliyor. Bugün 0,88; 1 birimlik ihracat yapıyorsunuz, karşılığında 1 birimden az, 0,88 birimlik ithalat yapabiliyorsunuz ancak. Dış ticarette göreli olarak konumumuz zayıflıyor. Hâl bu iken Ticaret Bakanlığının bunu dert edinmesi gerekir. Yani göreli olarak pahalıya alıyoruz göreli olarak ucuza satıyoruz. Şimdi, buradan rekabetçilik falan çıkmaz. Ticaret Bakanlığının bütçe dosyasında da zaten böyle bir nitelik artışı arayışı olmadığı da açıkça itiraf ediliyor. İdare bütçe teklif gerekçesinin 2'nci sayfasında ihraç edilecek her birim maldan elde edilmesi gerek öngörülen kazancın 2021 yılı sonunda yüzde 7,1 olacağını tahmin ediyorsunuz; 2022'de, hani, iddia ettiğiniz bu coşkulu rekabet gücünden sonra bu oranın yüzde 3,1'e düşeceğini, 2023'te yüzde 0,5'e düşeceğini söylüyorsunuz. Yani diyorsunuz ki: "Biz rekabet gücü yaratacağız ama o rekabet gücü ürünlerimizin daha kıymetli olmasına yol açmayacak." Buna rekabet güç denmez ki. Yani bütçenin kendisi zaten bu vizyonla nitelikli bir üretim yapma derdinde olmadığını, esasında sömürü düzeniyle rekabet gücü yaratmak istediğini ve kısa vadeci yaklaşımda gelip geçici kazanca odaklı olduğunu da bir kez daha ifade ediyor. Yine, aynı tabloda bu iddia edilen rekabetçilik sonrası ihracat miktar endeksinde bir coşku yaşanmayacağını da itiraf ediyor Ticaret Bakanlığı, diyor ki: 2014'ten bu yana, yıldan yıla aylık ihracat miktar endeks değişimimiz yüzde 6,3'ken Ticaret Bakanlığı "Biz, 2022 dâhil bundan sonraki yıllarda tarihsel ortalamamızdan düşük bir ihracat artışı öngörüyoruz." Diyor. E, hani, müthiş bir rekabet gücü yaratılacaktı ve Türkiye ihracat yapacaktı? Hani, böylece bütün sorunlarımız çözülecekti? Bu beklentilerin yansımadığı bir bütçeden bu hikâyenin anlatılıyor olması algıyı yönetmeye odaklandığınızı gösteriyor. Dolayısıyla birincisi, bir rekabet yaratıcı kur politikası falan yok. Açıkça yoksullaştırıcı, istikrarsızlığı doğuran bir krizin yansıması olan bir kur politikası var. Buradan rekabet gücü çıkmaz.
İkincisi, bu kur politikasının rekabet artırıcı olmadığı açık ama esas sorun, bu kur, kurmuş olduğunuz düzenin sonucunda yaşanıyor. Mesele zaten, siz o düzeni korumak için halkı yoksulluğa mahkûm ediyorsunuz. Bu düzeni korumaktan kastım şu: Bugün, Türk lirasının değer kaybına yol açıyor olan şey düzenin ta kendisi. Yıllarca paralar ranttan yana kullanıldı, gelir yaratmak için kullanılmadı; borç ödeyebilme kapasitemiz eridi. Hukuksuzlukla demokrasiden uzaklaşılarak hesap verilebilecek bütün ortamlar ortadan kaldırıldı, dolayısıyla da Türk lirasına güven sizin siyasi tercihleriniz nedeniyle eridi, Türk lirasına güven eridiği için de değeri eridi. "O zaman, ticaretin canlanabilmesi için değişiklik ne olmalı?" diye baktığımızda; keyfîliğin yerine hukukun gelmesi gerekiyor, şahısların yerine kurumların gelmesi gerekiyor, rantın yerine üretimin gelmesi gerekiyor. Bunu yapar mısınız? Yapmazsınız. Yapmayacağınız için bu düzenin ortaya çıkardığı sonucu halka pazarlamaya çalışıyorsunuz yani Ticaret Bakanlığı bir pazarlama faaliyetine girişmiş, bir algı yönetimi faaliyetine girişmiş. Ticareti canlandıracak, buhranı aşacak bir stratejik vizyon falan ortada yok.
Üçüncüsü, diyelim ki bu bir pazarlama faaliyeti değil ve iddia ettiğiniz gibi ihracata dayalı bir büyüme ve kalkınma ortaya çıkaracak; böyle bir şey yok. Neden olmadığını anlatayım: Şimdi, 1990'larda özellikle Doğu Asya'da ihracata dayalı büyüme stratejileriyle bazı kalkınma öyküleri yaşandı ama artık 2020'lerdeyiz, dünya değişti. Değişen ne? Artık, teknoloji çok hızlı gelişiyor. Öyle ki dünya, Sanayi 4.0 ve dijitalleşme kapsamında artık üretimde otomasyon ve robotlar nedeniyle ucuz emek gücüne ihtiyaç kalmayacağını tartışıyor. Dolayısıyla, bütün ülkeler vatandaşlarını bu değişimden koruyacak modellere geçişi tartışıyor. Oysaki sizin önerdiğiniz model ne? Ucuz emek gücüne dayalı bir ihracat modeli öneriyorsunuz. Yani diyorsunuz ki: "Dünyada teknoloji değişecek, bütün ülkeler bu teknolojik değişimin paydaşı ve parçası olacak ve vatandaşlarını otomasyon karşısında mağdur etmeyecek politikaları yapacak ama biz kendi vatandaşımızı sömürülen, ucuz emek gücü olarak görülen, teknolojiden faydalanmayan bir karanlığa hapsedeceğiz." Şimdi, bu, dünyayı doğru okumuyor olduğumuzu gösteriyor.
Bir veri vereyim; uluslararası çalışmalar diyor ki: "Ucuz işçi maliyeti düşürme arayışıyla ticarette bağ kurmaya çalışıyor olan şirketlerin sayısı zaman içerisinde azaldı." 2005'te bu ticaretin yüzde 55'i özellikle emek yoğun imalat sanayisinde ucuz emek gücü peşinde koşuyormuş. Çalışma 2017'de bu rakamın yüzde 43'e düştüğünü gösteriyor yani dünyada ticaret yapanlar ucuz emek gücü aramıyor artık. Ticaret yapabilmek için başka bir şey aranıyor, o aranıyor olan şeyi kurması gereken Ticaret Bakanlığının ta kendisi. Şimdi, ikincisi, veriler Türk lirasını değersizleştirerek öyle dış ticaret açığını kalıcı ve sürdürülebilir şekilde düşürebildiğimize de işaret etmiyor. 2020'de pandemi olduğu için veriyi 2019'la karşılaştıracağım. 2019'un ilk on ayı ile 2021'in ilk on ayını karşılaştıralım. Türk lirası dolar karşısında ortalama yüzde 30 değer kaybetti, ihracat yüzde 21,8 arttı, ithalat yüzde 25,3 arttı yani ithalat ihracattan çok daha fazla arttı. Eğer amaç cari açığı azaltmaksa bu kur politikasının bir iki ayla sınırlı verilerle değerlendirilmesi yanlış. Böyle uzun vadeli veriye baktığımızda, paramızı değersizleştirerek böyle bir cari açık düzeltmenin mümkün olmadığını görüyoruz. Nitekim, Türkiye'nin de dâhil olduğu pek çok uluslararası akademik çalışma esasında yerel parayı değersizleştirerek cari açığın düzeltilemediğini dolayısıyla da bir kalkınma öyküsünün yazılamadığını gösteriyor, göndereyim size çalışmaları isterseniz. Bu bilimin söylediğini dinlemenin vakti geldi, bilimle kavga ediyor olmanın maliyetini ödüyoruz şu anda. Bilim diyor ki: "Paramızı değersizleştirerek cari açığı kalıcı olarak düzeltmemiz mümkün değil."
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - İki dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Kaldı ki 1994'ten bugüne aylık olarak reel döviz kuru verilerine bakarsanız -ben hızlıca bir korelasyon yaptım, birkaç basit regresyon analizini yaptım- Türkiye'de öyle bir etki yok zaten, veriyi biraz incelersek bu öykünün esasında temelsiz olduğunu görüyoruz.
Şimdi, bir yandan "Yüksek katma değerli ihracat hedefi yapacağız." diyorsunuz bir yandan da "Ucuz emek gücüne dayalı bir iş yapacağız." diyorsunuz. Şimdi, kura bağlı rekabet gücü yaratma stratejisinin en büyük tehlikesi; firmaların verimlilik ve teknoloji arayışından vazgeçmesidir, firmaları günü kurtarmaya itmesidir yani yenilikten, teknolojik atılımdan, verimlilik artışından, rekabet etme dürtüsünden vazgeçiriyor olmasıdır. Şimdi, Bakanlık bir yandan diyecek ki: "Stratejimiz nitelikli ürün üretmek, katma değeri yüksek ürün üretmek." Sonra da dönecek o ticareti yapıyor olan şirketlere diyecek ki: "Biz, Türk lirasını değersizleştiren bir politikayla rekabet gücünüzü artıracağız." Şirketlere bir kez daha "Verimlilik aramayın, teknoloji aramayın, siz ucuza sürümden kazanacağınız üretime odaklanın." demiş oluyorsunuz. Bu strateji, 2 strateji bir arada yürümez. Ucuz emek ve kura bağlı bir ihracat stratejisiyle ihracattan yenilik, Türkiye'ye de refah içerisinde kalkındığı bir gelecek hikâyesi çıkmaz.
Şimdi, son yıllarda firma verileri kullanılarak uluslararası ticaret yapan şirketlerin davranışları inceleniyor ve çalışmalar net bir sonuç veriyor, diyor ki: "İhracatın fakirliği azaltabilmesi ve kalkınma yaratabilmesi için gelişmiş piyasalarla yapılması gerekiyor."
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son cümlelerinizi alayım efendim.
SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Vereyim efendim.
Gelişmiş piyasalar nitelikli üretim arıyor, nitelikli ürün, kaliteli, sofistike ağlarla birbirine bağlanmış yani inovasyona dayalı, verimliliğe dayalı, kaliteye dayalı yatırımlar...
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Ek süreniz de tamamlanmıştır, son bir cümle alayım lütfen.
SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - İki dakika daha alabilirsem Başkanım...
CAVİT ARI (Antalya) - Başkanım, bizden kullanabilir.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Siz devrediyorsanız... Cavit Bey'in süresinden iki dakika ilave ediyorum.
SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Teşekkür ediyorum.
Ucuz lira -"iki dakika" deyince çok ucuz geldi- buna hizmet etmez yani kaliteli, sofistike ürün üreterek bir atılım yapmamızı sağlayacak bağları kuracak bir ticareti tetiklemez. Ticaret Bakanlığının birinci görevi; bu ülkede teknolojik ve verimlilik atılımını sağlayacak, ticaretin önünü açacak bir vizyonu ortaya koymasıdır. Şimdi bu vizyonun olmadığını görüyoruz. Bunu nerede görüyoruz yine? Bütçe dosyasının ikinci sayfasında, diyor ki: "Orta yüksek ve yüksek teknolojili ürün ihracatı 2020 ve sonrasında sabit kalacak." Yani esasında kendiniz söylüyorsunuz: "Bizim yaptığımız bu kur politikası ucuza, sömürerek ve teknoloji üretmeksizin bir ihracatın devamı olacak." Biz söylemiyoruz zaten bakın, veriler söylüyor, gerçek ortada. Oysaki, başka bir vizyona ihtiyaç olduğu açık.
Yine, AR-GE konulu ruhsatlar kapsamında yapılan ticaret hacminde -sayfa 4- hiçbir değişiklik öngörmüyorsunuz çünkü AR-GE'yle, teknolojiyle ihracat yaratma gibi bir kaygı yok. Buradan atılım falan çıkmaz, buradan bir rekabet gücü de çıkmaz. Şimdi, hâl böyle olunca enflasyon falan da uçup gidiyor. Nitekim, bu politikaların kendisi esasında Türk lirasını zayıflatan bir politika bütününün parçası olarak da devam ediyor. Şimdi, bizim kur politikamız enflasyonist; enflasyonist ortamlarda, özellikle bugün enerji fiyatlarında yaşanıyor olan yükselme ve dalgalanma nedeniyle bütün ülkeler vatandaşlarını korumak için güçlü yerel para politikasına döndüler yani paralarının değerini korumaya odaklandılar; Çin bunu yapıyor, Norveç bunu yapıyor.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Devam edebilirsiniz, kullandığınız süreyi Cavit Bey'in süresinden düşeceğim; mahsuplaşacağız.
SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Hayhay, biz anlaşırız.
Yeni Zelanda, euro bölgesi, Japonya... Yani bütün ülkeler enerji fiyatları artarken, enflasyon baskısı varken vatandaşını korumak için parasının değerini korumaya odaklanmış; siz? Paranın değeri bırakılmış, Türk lirasının değerinin nerede duracağı, düşüşün nerede duracağı belli değil. Israrla "kara kış fonu" kurulsun, buna bir müdahale yapılsın diyoruz. E bütçe de Ticaret Bakanlığının sorumluluğu, hiç böyle bir adım yok.
Şimdi, yaratılmış olan ağır kurumsal yıkıma da kısaca değineyim. Bu kurumsal yıkım içerisinde, esasında ülkede yaşanıyor olan şeyleri önce evimizin içerisinde temizleme ihtiyacına da işaret eden bir şey var. Bir enflasyon sorunu var, yokmuş gibi davranmayı seçiyorsunuz orası ayrı ama, bir enflasyon sorunu var. Merkez Bankası, enflasyonu düşürmek yerine diyor ki Ticaret Bakanlığına: "Sopayı eline al ve sen baskı yoluyla bu fiyatları düşür." Kimi zaman soğan depoları basılıyor, patates depoları basılıyor, tanzim çadırları kuruluyor, şimdi zincir marketler -kim büyüttüyse- sorumlu tutuluyor. Şimdi, bu çerçevede fiyat denetim ekipleri... Enflasyonla mücadele böyle yapılmaz, enflasyonla mücadele yapacak kurum belli; ticaretin önünü açacak, rekabetin haksız olmadığını güvence altına alacak, yolsuzlukla, haksızlıkla rekabet gücü elde edilmesine engel olacak olan kurum sizsiniz. O zaman evden başlamak gerekiyor. Evden derken... Hatırlayın, 20 Nisan 2021'de, Ticaret Bakanlığına, o zamanın Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan'a ait bir dezenfektan satışı gerçeği ortaya çıktı. Bakanlık bu alışverişi kabul etti ve Bakanlığa, piyasa fiyatının üzerinden bir fiyatla Bakanın satış yaptığı gerçeği ortaya çıktı. Tüketiciyi koruması gereken, haksız rekabete engel olması gereken, yolsuzlukları durdurması gereken Bakanlık bu konuda hiçbir şey yapmadı; Bakan affedildi ve üzeri örtüldü. Mecliste, ısrarla, temiz ticaret için önce evin içini temizleyin diyen bir kararlılıkla önce araştırma komisyonu kurulması için önerge verdik, ardından soruşturma açılması için önergeyi imzaya açtık ama rekabetin önündeki engel, büyük bir sessizlikle, Ticaret Bakanlığının içerisinden izleniyor.
Son sözler... Küresel tedarik zinciri değişiyor. Bunun içerisinde konumlanabilecek güçlü bir coğrafi konuma sahibiz ama siz Türkiye'nin güçlü coğrafi konumunda lojistiğe, inovasyona, yeniliğe ve verimliliğe yatırım yapmak yerine ucuza üreterek şirketleri buraya çekmeye odaklandınız. Dünyada tedarik zincirlerinin değişiyor olduğu gerçeği dahi tartışılıyor. Dün Financial Times'da bir yazıda Çin'in belki de rolünü kaybetmeyeceği tartışılıyordu, Çin'in artı bir politikasına geçeceği konuşuluyordu. Çin ülke olarak artı bir olacak, Türkiye için kurduğunuz vizyon nedir? Çin'den daha ucuza üreten sömürü düzeni midir? Çin'den daha verimli üreten, coğrafyasının yakınlığını avantaja dönüştüren bir adım mıdır?
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Cavit Bey'e dört dakika bırakırsanız seviniriz.
SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Bırakacağım efendim.
Son olarak, bu bütçe -söylenecek çok şey var Başkan- var olan düzeni devam ettirme bütçesi; var olan düzen derin bir ekonomik buhran yarattı. Bu buhran yokmuş gibi, Türkiye'de milyonlar işsiz değilmiş gibi, esnaf kan ağlamıyormuş gibi, üretici ithal maliyetler altında ezilmiyormuş gibi davrandığınız her gün, her gün derin bir buhranda hep birlikte ortaklaşıyoruz. Çözülebilmesi için düzenin değişmesi gerekiyor, düzenin değişmesi için iktidarın değişmesi gerekiyor; bunu da biz yapacağız. Bir sonraki bütçede bunları biz tartışıyor olacağız ama ben tekrar bu buhranı yaratmış olan, düzeni değiştirmeyen bir bütçenin Türkiye'ye bir faydası olmadığının da altını çizmek istiyorum.
Teşekkür ediyorum.