| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı(1/318) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 15 .12.2015 |
AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, şimdi, Aykut Bey ayrıntılı bir şekilde neoliberal politikaların dünyadaki seyrini ve ülkemize yansımalarını aktardığı için ben tekrar olmaması açısından o bölümlere girmeyeceğim ama iki cümleyle geçiştireceğim. Şimdi, özellikle 1980'lerde ve 1990'larda Batılı ülkelerin uyguladığı neoliberal kalkınma politikalarının çöktüğü, artık 2000'li yıllarda bunları gözden geçirmeye başladığı ve bunu uygulayan ülkelerin yapısal değişikliklere gittiği dönemde AKP Hükûmetleri bu ekonomik politikaları Türkiye'ye uygulamaya kalkmış ve gelinen nokta itibarıyla bugün tablo açısından 2002 sürecinin gerisine düşmüş bulunuyoruz. Bunu birazdan bazı örneklerle ve rakamlarla aktaracağım. Ama şunu ifade edeyim ki bu çarpıcı gerçeklik "istikrar" ve "reform" gibi kelimelerle artık boyanamayacak kadar bir derinlik kazanmıştır. Burada şimdi bu, özellikle vergi ve Borsa İstanbul'la ilgili tartışmalarda benden önceki konuşmacı arkadaşlarım ifade ettiler. Başta dış sermaye olmak üzere iç ve dış sermayeyi çok önemsediğimizi ifade ediyoruz ve sermayeyi küstürmememiz gerektiğini, kaçırtırsak ciddi problemler yaşayabileceğimiz algısı hâkim olmaya başladı. Bu kamuoyunda da hâkim olan bir algı maalesef, ülkenin bütçesini hazırlayan ve bu Meclisin kalbi olarak kabul edilen Plan ve Bütçe Komisyonunda da böyle bir algının giderek hâkim olmaya başlaması benim açımdan üzüntü verici.
Şimdi, bu algı üzerinden şunu ifade ediyoruz: Yani iç ve dış sermayesiz hiçbir şey yapamayız, duygusunun ve düşüncesinin hâkim olması bir kriz olarak ortaya konuyor. Ama sermaye açısından çok önemli ve vazgeçilmez bir hususu da gözden kaçırıyoruz. O husus da şudur: Doğası gereği, felsefesi gereği hiçbir sermaye grubu koyduğunun çok üzerinde kazanç elde edemeyeceği hiçbir yere ve zamana yatırım yapmaz. Yani sermaye deyim yerindeyse amiyane bir tabirle babasının hayrına bir yerde işsizliği azaltmak ya da gidermek için, bir ülkedeki ekonomik refah düzeyini kalkındırmak için gidip bir yere yatırım yapmaz. Öncelikli amacı orada koyduğunun çok üzerinde bir kâr elde etme ruhu ve felsefesidir. Kâr asla vazgeçemeyeceği bir husustur.
Bunun üzerinden özellikle özelleştirme politikaları açısından birkaç hususa dikkat çekmek istiyorum çünkü ben geneli üzerine konuşacağım, maddelerle ilgili olarak çok ayrıntıya girip oralarda değerlendirme yapmayı düşünmüyorum. Özelleştirme politikalarının Türkiye ekonomisine vereceği zararı biz, bence yeni yeni yaşamaya başladık ve önümüzdeki dönemde özelleştirme politikalarının ülkemize vereceği zararın etkisinin daha net bir biçimde hissedileceğini ve zararın bugünkünden daha ileri boyutlara varacağı konusunda güçlü bir kanıya sahip olduğumu ifade etmek isterim. Kamuya ait özellikle mal başta olmak üzere mal ve hizmetlerin uluslararası ve büyük ulusal sermayeye deyim yerindeyse peşkeş çekilmesi bugünkü ekonomik krizin temel nedenidir. Bu, küresel açıdan değerlendirildiğinde de böyledir, ülkemiz açısından da değerlendirildiğinde böyledir. Bugün eğer ekonomik olarak yaşadığımız bir problemi, sıkıntıyı veya adını nasıl koyarsak koyalım, krizi aşmaya çalışıyorsak, işte, o krizin temel sebebinin bu neoliberal politikalar çerçevesinde uyguladığımız özelleştirme politikalarının olduğunu belirtmek isterim.
Burada özelleştirme politikalarının ülkemize neler getirip neler götürdüğünü, hayırlı mı değil mi olduğunu basit bir örnek üzerinden sorgulayabiliriz. Bakın, özelleştirme iyi miydi, kötü müydü gelinen nokta itibarıyla basit bir örnekle test edelim. Şimdi, az önce Zekeriya Bey şimdiye kadarki bütün özelleştirme politikalarından elde edilen gelirin yaklaşık 60 milyar dolar olduğunu ifade ettiler. Evet, oran bu. Şimdi, Sayın Bakan, biz özelleştirdiğimiz mal ve hizmetleri bugün karar verelim, tekrar olduğu gibi geri almaya çalışalım, kamulaştıralım. Asla ama asla 60 milyar dolara geri alamayacağız, bunun çok çok ötesinde, üstünde rakamlarla kamulaştırabileceğimizi herhâlde buradaki herkes kabul eder.
MUSTAFA SAVAŞ (Aydın) - 60 milyar doların parasal getirisi ne olacak? 60 milyar dolar Hazineye girdi.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Evet.
MUSTAFA SAVAŞ (Aydın) - Onun parasal getirisi bugüne kadar hesaplandığı zaman...
MUSA ÇAM (İzmir) - Faize gitti.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Bakın, burada özellikle şunu ifade edelim, özellikle mal ve hizmetlerden özelleştirilen mal bölümünü ifade edeyim, özelleştirmelerin büyük bir çoğunluğunun hangi sektörde olduğunu göz önünde bulundurursak enerji ve komünikasyon sektörüne bir bakalım, geri almaya çalışalım bunları, tekrar kamulaştırmaya çalışalım. Rafinerileri, petrol şirketlerini, elektrik şirketlerini, GSM veya sabit iletişim hatlarını, bunları tekrar kamulaştıralım. Bunlar zarar mı ediyordu? Hani yükten söz edeceksek, bunların hepsi zarar eden kurumlar mıydı veya alan sermaye kendisi de bizim gibi zarar etmek üzere mi aldılar bunları, özelleştirildi? Asla bu rakamlara tekrar kamulaştıramayacağımız noktalara vardığımızı kabul etmek durumundayız.
Bir diğer husus, sadece bunlardan alınan vergiler üzerinden değerlendirirsek işi çok çok küçük bir noktaya indirgemiş oluruz. Ülkede az önce de arkadaşlar ifade ettiler...
HAMZA DAĞ (İzmir) - Yatırım, istihdam, sigorta...
AHMET YILDIRIM (Muş) - Sayın Başkan, böyle mi devam edecek?
HAMZA DAĞ (İzmir) - Tamam ya, siz devam edin, biz kendi aramızda konuşuyoruz.
BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen, insicamını bozmayalım konuşmacıların.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Yok, yok, hiç kendi aranızda konuşmuyorsunuz.
Hangi hazine arazilerinden ne vergi alıyoruz, bir sorabilir miyiz? Satılan hazine arazileri üzerine neler yapılıyor? Biz sattıktan sonra onun ne vergisinden söz ediyoruz biz?
Bir diğer husus, özellikle Türkiye'nin gelir bölüşüm adaletsizliğinde dünyada en üst sıralarda yer almasıyla ilgili birkaç rakamı paylaşacağım: Gelirin adaletli bölüşümünde Türkiye OECD ülkeleri arasında Şili ve Meksika'dan sonra sondan 3'üncü sırada bulunuyor. Bakın, gelirin adaletli bölüşümünde Türkiye OECD ülkeleri arasında Şili ve Meksika'dan sonra sondan 3'üncü sırada bulunuyor.
Bununla birlikte, Credit Suisse raporuna göre, dünyada servet bölüşümünün en adaletsiz olduğu ülkeler sıralamasında ise 6'ncı sıradayız. Bunu kişisel bir yorum olarak değil, özellikle uluslararası araştırma şirketlerinin ortaya koyduğu veriler üzerinden söylüyorum ben.
Devamla, özellikle ülkenin geldiği nokta itibarıyla ifade edeyim: Ayrıca, AKP Hükûmetlerinin 2002'den 2015'e kadar yoksulu daha fazla yoksullaştıran, zengini ise daha fazla zengin pozisyona getirerek gelir paylaşımındaki makası daha fazla açtığına dair de birkaç örnek vermek isterim. Türkiye'de en zengin yüzde 1'lik kesim ile geri kalan yüzde 99'luk kesimin Türkiye'nin toplam servet birikiminden aldıkları paylara bakalım; 2002'de neydi 2015'te ne: AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılında en zengin yüzde 1'lik nüfus Türkiye servetinin yüzde 39,4'üne sahipti. 2002 yılında Türkiye'nin en zengin yüzde 1'lik dilimi Türkiye servetinin yüzde 39,4'üne sahipti, bugün ise 54,3'üne sahip. Zengin daha fazla zenginleşmiş, yüzde 1'lik dilim şişmiş ve düşünün yüzde 99'luk dilimden daha fazla servete sahip olan yüzde 1'lik noktasına bu on üç yılda geldik biz.
Bir diğer husus, özellikle maskelenmiş ekonomi başarı hikâyesi açısından ifade etmek isterim, Türkiye servetinin yıllar içerisinde geçirdiği değişimdir. AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılında dünya serveti içerisindeki payımız yüzde 0,4 iken bugün bunun altına düştük. Yani dünyadaki servet payımız 2002'ye göre azalmış ama biz on üç yılda efsanevi bir ekonominin başarı hikâyesinden burada söz ediyoruz.
Burada özellikle Sayın Bakana ifade etmek isterim ki şu an geçici bütçe yasa tasarısı önümüzde. Herhâlde öyle sanıyorum ki bir ay sonra da belki de buralarda kalıcı bütçe yasa tasarısını tartışıyor olacağız. Bilmiyorum ne kadar sizin için önemli ama özellikle 2015 yılının ikinci yarısında başlayan ve şu anda içerisinde bulunduğumuz son çeyreğinde şiddetlenen Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki çatışmalı ortamdan kaynaklı bütçeye gelebilecek yükleri ve açığa çıkabilecek riskleri bu tasarı içerisine dercettiniz mi veya böyle bir öngörünüz var mı?
MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) - Geçici bütçe mi?
AHMET YILDIRIM (Muş) - Gerek geçici bütçe gerekse bir ay sonra gelecek olan kalıcı bütçede bunları hesaplıyor musunuz? Buradan neyi kastediyorum Sayın Bakan: Bir, askerî harcamalar son üç yıla göre artıyor. Askerî harcamalar...
MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) - Artmıyor, artmıyor.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Ben önümüzdeki dönemi söylüyorum, son üç ayda özellikle adı konulmamış bir iç savaş yaşanıyor. Bakın, burada silah, güvenlik personeli sayısı önümüzdeki dönemde bu konseptle hareket edilirse artacak Sayın Bakan ve bu yönüyle de siz Kabinenin en sıkıntılı koltuğunda oturuyorsunuz. Çünkü sizinle paylaşılmadan alınan güvenlik konsepti kapsamındaki kararlar en çok sizin koltuğunuzu ve yönettiğiniz mecrayı, sektörü zora sokan kararlardır.
Bakın, sadece şuradan söyleyeyim, şu anda 6 ilçede başlayan, savaştan çıkmış Gazze görüntüsü altındaki ilçelerde sokağa çıkma yasağı uygulamaları üzerinden geliştiği için yerel yönetimler, kaymakamlıklar ve valilikler hasar tespit çalışmaları içerisine girdiler. Benim öngöremeyeceğim kadar büyük hasarlar var, ortada kalmayan konutlar var, onarımına harcanması gereken paralar var. Öldürülen sivil insanların... Özellikle bunlara dönük ödenmesi gereken tazminatlar var ki benim vicdanım nezdinde hiç birinin yaşamının parayla ölçülebilir bir tarafı yoktur.
Bunun üzerine, Orta Doğu'daki yanlış dış politikaların ülkemize yaşatmış olduğu bölgesel kriz riskleriyle birlikte bugün önümüzdeki dönemde bu geçici bütçede göremediğimiz ve öyle sanıyorum ki kalıcı bütçeye de dercedilmesi ihtimali zor olan bu sürecin nasıl bir sıkıntı doğurabileceğini öngörebiliyor musunuz? İşte, Parlamentomuzun en milliyetçi partisinin genel başkanı bugün grup toplantısında söyledi, bugün yaşananların adı artık olağanüstü hâl ötesidir, adı konulmamış bir savaştır ve onun deyimiyle söylüyorum bir etnik kırım süreci yaşanıyor, bir etnik temizlik sürecinin yaşandığını Bahçeli bile itiraf eder bir noktaya gelmiştir. Buradan baktığımızda tam bir savaş ekonomisinin başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesine hâkim olduğunu, bunun sadece bölge ekonomisini, yaşam gerçekliğini, sosyal yaşamını felç etmediğini, her kurşunla öldürülen gencin, kimliği ne olursa olsun, aslında bir parça birimizden ve insanlık değer yargılarımızdan bir şeyleri götürdüğünü, sadece bir canın ölmediğini ifade etmek isterim ben. Bunu getirip işte bir hendek kazma olayı üzerinden ülkeyi, askerî, sosyal, siyasal, güvenlik açısından olağanüstü bir cenderenin içerisine sokmuş olmanın ekonomik maliyetlerini ne kadar hesaplıyorsunuz veya bunun önümüzdeki yıl veya yıllarda bize getireceği yükü ne kadar öngörüyorsunuz bilemiyorum çünkü ben hesaplayamayacağım kadar, devam etmesi durumunda çok ileri boyutlara varacağı hususunda kaygılarımın olduğunu ifade etmek isterim. Şunu da tekrar söyleyerek, öldürülen asker, polis, eli silahlı genç, örgüt mensubu veya bugüne kadar öldürülen son dört aydaki sivil sayısının 170'i bulmuş olması ki savaş kavramını şundan ötürü kullanıyorum, son iki ayda bölgede öldürülen asker, polis, güvenlik güçleri, örgüt mensubu ve sivil halktan sayı 350'yi buldu. Aynı periyotta Suriye'de bu kadar kişi öldürülmedi. Suriye'de bir savaş var. Bakın, son...