| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/283) ve 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/282) ile Sayıştay tezkereleri a)Adalet Bakanlığı b)Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumu c)Türkiye Adalet Akademisi ç)Hâkimler ve Savcılar Kurulu d)Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu e)Kişisel Verileri Koruma Kurumu f)Anayasa Mahkemesi g)Yargıtay ğ)Danıştay |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 24 .11.2021 |
HASAN SUBAŞI (Antalya) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, değerli Komisyon üyesi arkadaşlarım, değerli katılımcılar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Adalet reformu, yargı reformu 2018'den itibaren gündemimize girmiştir. Sayın Bakanım, sizin Adalet Komisyonu üyelerinize verdiğiniz yemekte ve sunumda bir yargı reformu ihtiyacını, insan hakları konusundaki güçlendirme ihtiyacını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine uyulması gerektiğini, yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı ve Anayasa'nın güvencelerini anlatan bir sunum yapılmıştı. Ben 2020'deki sizin konuşmanıza baktığımda da hemen hemen aynı konu tekrar edilmişti. "Bizim rehberimiz hukuktur, bizim rotamız hukuktur, bizim kılavuzumuz hukuktur. Hukuk düzenimiz, insan hakları temelinde yükselmeye devam edecektir. Reform irademizin özünde daha geniş özgürlükler, daha güçlü demokrasi ve daha yüksek standartlarda insan hakları bulunmaktadır. Kurtuluştan günümüze cumhuriyetimiz temeline adaleti, adaletin temeline insanı koymuştur. Siyaset ve anlayışımızın ana bileşeni, esas unsuru budur. Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir." Demiştiniz, "İnsan haklarına saygı siyasetimizin temel hassasiyetidir." sözünü sarf etmiştiniz. 2019 Strateji Belgesi'nin açıklanmasında ve 2021 yine İnsan Hakları Eylem Planı açıklanmasında benzer cümleleri Sayın Cumhurbaşkanımız da kullanmıştı. Sayın Bakanım, toplumlar sürekli değişir, hukuk sistemini de çağın gereklerine göre değiştirme ihtiyacı her zaman olmuştur ve bunun değiştirilmesi gerekir yaşayan organizmalar gibi. Fakat hukuk reformu dediğiniz zaman, bu ilkeleri alt alta sıraladığınız zaman çok farklı bir tabloyla karşılaşırız. Bu yüzlerce yıldır hukuk adamlarının, düşünürlerin, filozofların ortaya koyduğu ve bugün her çağdaş anayasada olan ve olması gereken hususlardır. Ve şunu söylemek istiyorum ki bu hususlar bizim darbe anayasalarına rağmen her anayasamıza giren, güvenceye alınmış hususlardır. 2018 yılındaki sunumunuzda ben şunu söylemiştim: Bütün bu güvencelerin Anayasamızda olduğunu, acaba bu konularda bir hukuk reformuna ihtiyaç olup olmadığının düşünülmesi gerektiğini fakat Türkiye'de olanın bitenin uygulama hataları olduğunu, uygulama hatalarının sebebinin de siyasi baskılar sonucunda olduğunu, hâkim ve savcıların huzurlu ve rahat görev yapamadıklarını ifade etmiştim.
Bugün de görüşüm hiç değişmedi. Adalet ve Kalkınma Partisi göreve geldiği 2002 yılında Avrupa Birliği çalışmaları içinde Kopenhag kriterlerini de benimsemek suretiyle "acemilik dönemi" dedikleri dönemde bütün dünyanın dikkatini çekmişti. Hem görüşleriyle, düşünceleriyle ve hukuk devletine saygılı görünümüyle dünyanın ilgisini çekmişler ve bunun da bir karşılığı olmuştu, bütün devletler tarafından desteklenmişti ve de sermaye akışı sağlanmıştı. Çok büyük çapta gelen sermaye akışıyla Türkiye, yatırım yapılabilir ülke, güvenilir ülke kabul edilmesi nedeniyle de çok ciddi bir kalkınmayla karşı karşıya kalmıştı. Bunun temelinde yatan hukuk ve güvendi. Yani o gün bizim Anayasamızda, hukukumuzda olan ve Hükûmetin uygulamaları sonucunda duyulan güven nedeniyle ilk yıllar parlak geçmişti, ekonomik alanda da hukuk alanında da. Fakat geldiğimiz noktada 2018'de Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle ilk darbeyi maliye ve ekonomiye Cumhurbaşkanının yakınının gelmesiyle yemiştik. O zaman dünya şöyle algılamıştı: Demek ki Türkiye'de kurulan sistem hukuk ve Anayasanın dışında, demokrasiye çok da saygılı olmayacak bir tek adam sistemine gidiş sinyalleriydi. Birdenbire ekonomik dengeler alt üst olmuştu.
Yine, geçtiğimiz günlerde bir kırılma daha yaşadık. Sayın Cumhurbaşkanının "Ben ekonominin kitabını yazdım, ekonomiyi ben yönetirim." şeklindeki beyanı ve bağımsız Merkez Bankası başkanlarını dilediğince değiştirdiğinin dünya tarafından görülmesi üzerine, artık bugün "dış güçler" olarak ifade edilen dış ülkelerin hiçbir hukuk ve yatırım güvencesi kalmadığı gibi yatırım yapılabilir ülkeler arasından da Türkiye çıkarılmıştır. 2018'de dünyanın bakış açısının değişmesi üzerine hukukta ve demokraside güven vermiyorsunuz sinyalleri üzerine iktidar hemen tedbir almak gereği duydu. Ve sizin vasıtanızla üst üste adalet reformları paketleri hazırlanmaya başlandı. Bunlarda güven verebildik mi? Güven veremedik çünkü bu esaslar, bu usuller hepsi de bizim Anayasamızda ve hukukumuzda geçen güvenceye alınmış konulardı. Belki Türkiye'de iç kamuoyunda birtakım sempati ilişkileri doğmuş olabilir ama dış ülkelerin, bugün "dış güçler" ya da "dış düşmanlar" denilen ülkelerin ya da sermayenin bunu anlamamasına hiç imkân yoktu. Onun için para muslukları kesildi; Türkiye'de ekonomik kırılmalar, dengesizlikler, çöküntüler başladı ve bugün neyi satsak, nereye götürsek artık ekonomiyi dizginlemek ve yabancı parayı dizginlemek mümkün değildir. Her ne kadar bunun adına "Kurtuluş Savaşı" da desek, "mandacılar" da desek Kurtuluş Savaşı'mızı şanla şerefle yüz yıl önce tarihe nakşetmiştik. Bugün bu Kurtuluş Savaşı değildir, bunu eleştirenler de "mandacı" değildir. Bizim ortak aklı tesis etmekten başka yolumuz kalmamıştır ama bu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin de -sanıyorum- gidecek başka bir yolu da kalmamıştır, bu reformları göstermek durumundadır.
Biz sizin iyi niyetinize inanıyoruz, ben bunu her defasında söyledim. Geçenlerde İçişleri Bakanının beyanı üzerine sizin söylediğiniz çok anlamlıdır. "Bizim rehberimiz hukuktur, bizim rotamız hukuktur, bizim kılavuzumuz hukuktur. 'Biz yapalım hukuk arkadan gelsin.' değil, 'Hukuk önden yürüsün, biz ona göre kendimizi ayarlayalım.' anlayışıdır hukuk devleti." derken bunu samimiyetle söylediğinize inanıyoruz fakat İçişleri Bakanı bunu yaranma ihtiyacından söyledi yani tepedeki, iktidarı temsil eden kişiye yaranma ihtiyacı maalesef böyle bir şey. Nereden mi biliyorum? Çünkü Anayasa Mahkemesinin kararlarını tanımayan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını tanımayan savcıların, hâkimlerin terfi ettirildiğini, Anayasa Mahkemesine kadar seçilip gönderildiğini biz yaşadığımız için biliyoruz yani sizin yolunuz ve rotanız ile iktidarın çizdiği yol ve rota aynı değildir. Buradaki hukuk adamlarının, bürokratların hepsine tabii ki saygılıyız ama üzerlerinde siyasi baskı olduğu sürece hangi reformu yaparsak yapalım yargı huzurlu ve güven içinde karar veremeyecektir. "Bizim ihtiyacımız olan bu reformları yapıyoruz." dersek... AYM kararlarında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, bireysel özgürlüklerde, bunlarda hiç eksikliğimiz yoktur; dediğim gibi, darbe anayasalarında bile bunlar yeterli güvencelere alınmıştır; bu reformlar yüzlerce yıl önce her anayasaya neredeyse girmiştir. Ha, bugün yapılanlar nedir? Bugün yapılanlar, değişen toplumun değişen koşullarına göre hukuktaki düzenlemelerdir; tabii ki bunlara mecburuz.
Bakın, son örnek "beşinci yargı paketi" denen, "reform paketi" denen düzenlemedir. Milyonlarca insanımız borçlanırsa, çalışanların yarıdan fazlası açlık şartlarında çalışmaya başlarsa, milyonlarca kredi kartı borcu olan varsa, insanımız geçinemiyorsa icra iflas dosyaları tıka basa, ağzına kadar dolmuştur; iş yapamaz hâle gelmiştir. Onun için İcra ve İflas Yasası'nda bugünün çağdaş değişikliklerine göre gerekli düzenlemeleri yapmak zorunluluğu tabii ki vardır ama bu, sorunu çözer mi? Hayır, sorunu çözmek insanları borçtan kurtarmak olmalı; icra iflas dairelerini artırmak olmamalı ama bugünün "yeni Türkiye" denen Türkiye'sine baktığımız zaman cezaevlerinin arttığını, icra iflas dairelerinin arttığını, birçok yatırımın buralara yapıldığını görüyoruz. Almanya'da tutuklu ve hükümlü sayısı 60 binken bizde 300 bin. Bu kadar yatırım yapılmasına rağmen yüzde 120 dolulukla Avrupa'nın en dolu cezaevleri bizde. Türkiye bu olmamalı, Türkiye bu olmamalı, bu değil çünkü Türkiye. Bizim birçok şeyi yeniden kurgulamamız, yeniden düşünmemiz gerekir.
Birinci yargı paketiyle şunu söylemiştik: Eleştiri maksadıyla düşünce açıklaması suç sayılamaz. Bu paket açıklandığında şunları söylemiştik: Bu, hem Anayasa'da hem Ceza Kanunu'muzda zaten böyledir. Bunu yargı paketi olarak yeniden düzenlemeye gerek yok demiştik ama biraz önce söylediğim nedenlerle bu paket çıkmıştı. Çünkü Batı'nın ve sermayenin ciddi eleştirileri vardı. Bu birinci paket çıktıktan sonra hemen ardından Müyesser Yıldız, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Murat Ağırel ve daha birçok, ismini şimdi hatırlayamayacağım gazeteci arkadaşımız cezaevine girmişti. Bunun anlamı, yasalarımızın yetersizliği değil, yukarıdan gelen baskıyla yargının verdiği kararlar sonucudur. Bakın Müyesser Yıldız sonunda ne dedi: "Ben yargıya güvenmiyorum, bu yargı bağımlıdır, siyasi iradeye bağlıdır. Onun için savunma dahi yapma ihtiyacı duymuyorum. Meşruiyet sağlamam çünkü başka yerden görev ve talimat alınıyor." Bu çok anlamlı bir savunmaydı.
Yine, dört buçuk yıldır tutuklu olan Osman Kavala, mahkemeden beraat etti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı var, umutları tükendikten sonra şunu demiştir: "Ben yargıya güvenmiyorum. Savunma yapmamın, duruşmalara katılmamın anlamı kalmadı çünkü talimat veren veya beni burada, hapishanede tutan güç başka bir güçtür. Yargıya savunma yapmayıp duruşmalara da katılmayacağım."
Yine, sadece inanmayanlar bunlar değil, muhalefet olarak biz de inanmıyoruz. Yani iktidarın samimiyetine, iktidarın samimiyetle reform yapma iradesine muhalefet de inanmıyor. Sadece biz değil, AK PARTİ Hükûmetinin bugüne kadar Cumhurbaşkanlığı yapmış, Başbakan Yardımcılığı yapmış, Meclis Başkanlıkları yapmış, tüm yol yürüyen Bakanlar da dâhil en güçlü kişilerin hepsi inanmadığını, bu gidişin yol olmadığını, doğru olmadığını, Türkiye'nin felakete gittiğini açıklıyorlar. Onların yanında Batı'nın ve sermayenin, ki en ürkek olanı sermayedir... Dünyada da para bolluğu vardır ve dünya sermayesi, parası gidecek yer aramaktadır. Nasıl ki sizin ilk yıllarınızda hukuk ve güven sağladığınız gibi hukuk ve güveni, adaleti, demokrasiyi gösteren her ülkeye Afrika ülkesi de olsa gitmeye hazır, muazzam bir para birikimi vardır. Bugün Türkiye en ucuz ülkelerden biridir, hatta en ucuzudur; iş gücü olarak da öyle ama maalesef yatırım yapılabilir ülkeler arasından çıkmıştır. Bugün göstermemiz gereken, yeniden hukuku, adaleti, demokrasiyi tesis etmek, güven verebilmektir ama biraz önce de söylediğim nedenler hiç güven verecek görüntümüz olmadığı için artık sermayenin gelme ihtimali hiç kalmamıştır.
Birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci paketlerden sonra başımıza gelenler... Beşincisi daha netleşmedi ama hemen dördü söyleyeyim: Kadına şiddete sıfır tolerans derken İstanbul Sözleşmesi tek taraflı iptal edildi "Biz bunu böyle istiyoruz." diye. Hep bu görüntüler dünya kamuoyuna "Türkiye'de hukuk yok, tek kişinin söylediği oluyor." mesajlarını -maalesef, üzülerek ifade ediyorum- vermekte. Bugün Cumhurbaşkanının en başlıca görevlerinden birisi, 1567 sayılı Yasa'ya göre Türk parasını korumak ama Merkez Bankası inadından, "faiz sebep, enflasyon sonuç; biz bunu böyle biliyoruz." inadından dolayı felakete gidiyoruz ve göstergelere göre de artık Türkiye'nin güven verme imkânı da kalmamıştır. Türk parasına da şu geçtiğimiz on beş yirmi gün içinde yüzde 30 değer kaybettirdik, geçen yıldan bu yana yüzde 100 değer kaybettirdik. E, Türk parasını korumakla görevli Cumhurbaşkanı "Bunu ben biliyorum, bu uygulamayı ben böyle yapıyorum." deme hakkına sahip olmamalı. Liyakat sahibi bilenlerin ve bağımsız Merkez Bankasının bu kararları vermesi gerekirken "Hayır, ben bunun en iyisini bilirim." dediğiniz zaman dışarıyı ikna edemediğiniz gibi... Bugün olanlar nedir, Türkiye'de olanlar? Artık iç kamuoyunu da ikna edemez hâle gelmiştir. İç kamuoyunu da ikna edemeyince herkes dolar ve euro aramaktadır. Sadece dışarıdan para gelmeme değil, Türkiye'de bugün insanlar her gün doların ve euronun peşine düşmüştür. Korumakla görevli Devlet Başkanımız, Türk parasını pula çevirmiştir.
OTURUM BAŞKANI ABDULLAH NEJAT KOÇER - Sayın Subaşı, normal süreniz bitti, ek iki dakika süre veriyorum, lütfen tamamlayın.
HASAN SUBAŞI (Antalya) - Aynı zamanda Cumhurbaşkanımız, ormanları korumakla görevlidir, en başlıca görevi. Çevreyi ve yaşam şartlarını korumakla görevlidir; huzuru, güveni, birliği, güvenliği sağlamakla görevlidir ama Cumhurbaşkanımız -"Ben ekonomiyi bilirim, bunun kitabını..." Merkez Bankası değişiklikleri vesaire- rotanın doğru düzgün gitmesi gerekirken rotadan çıkaran kişi olmamalıdır. Bugün, maalesef, Türkiye kamuoyundaki güvensizlik de artık had safhadadır. Çiftçinin -ben çiftçiyim- sattığı portakal, elma, buğday, arpa hemen hemen hiçbiri 1,5-2 lirayı geçmedi ama ben geçen yıldan bu yana gübre için 3 kat fazla ödüyorum, mazot için 2 kat fazla ödüyorum. Girdi maliyetleri arttı ama bu yıl, bu saydığım ürünlerin hemen hemen hepsi birkaç yıldır aynı ve bugün artık elma bahçelerimizi söküyoruz. Portakal, nar, arpa, buğday 1,5 lira, 2 lira ve sadece bu yıl 2,5 lira oldu ama bizim fiyatlarımız 2-3 katına çıktı. 40 milyon dönüm arazi Türkiye'de ekilmiyor ve köylerdeki insanımız büyük şehirlerde iş arar hâle geldi.
3600 ek göstergenin, EYT'nin, işsizliğin, emeklinin durumunun gerçekten süratle düzenlenmesi, değiştirilmesi gerekir ama bu bütçeyle, bu değersiz parayla nasıl bunları yaparız, nasıl yaparsınız; onlar da ayrı konular. Ortak aklı yeniden tesis etmeliyiz. Ortak aklı, insanların bir araya gelmesini, liyakat sahibi insanların görev almasını ve güçlü bir Parlamenter sistemi yeniden tesis etmek gerekir diye düşünüyorum. Sistemin revizyonla çözülecek hâli kalmamıştır. Türkiye'nin yeni baştan organize olması şarttır diye düşünüyorum.
Bütçenin hayırlı olmasını diliyorum, teşekkür ediyorum.