KOMİSYON KONUŞMASI

AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Sayın Başkan, Saygıdeğer Bakan ve Adalet Bakanlığının değerli mensupları; izin verirseniz ben ilk önce Sayın Bakanın şahsından başlayacağım ve müspet anlamda başlayacağım çünkü Sayın Bakanın çeşitli vesilelerle dile getirdiği görüşler ve söylemler bizi müspet anlamda şaşırtıyor. Bunlardan bir tanesini geçen hafta sarf etti Sayın Bakan, demokrasi ile muhalefet partileri arasındaki ilişki bağlamında ve "Hayırdır inşallah." dedirttiniz bize, onun için teşekkür ederiz her şeye rağmen ama maalesef, sizin söyleminiz ile eylemler birbiriyle pek uyumlu olamıyor.

Buradan geçiyorum, nedir sonunda? Biz milletvekiliyiz, milletvekiline vatandaş telefon eder "Aman ağabeyim, canım ağabeyim, yandım, ettim..." Bir örnek vereceğim size, bunu belki arkadaşlar tahkik ederler. Bursa E Tipi Kapalı Cezaevinde 16 kişilik koğuşta 45 kişi yatıyor; bunu söyleyen, oradan tahliye olan birisi "Ben tahliye oldum ama arkadaşlar -yani mahkûmlar, hükümlüler ama insan bunlar neticede- o yatak ranzaları arasında yere serilen battaniyeler üzerinde yatıyorlar." diyor. Şimdi, ben buna insan hakkı ihlali demeyeyim ama insanlığa pek sığmayacak bir ortamda mahkûmların cezalarını çektiklerinin bir örneği olarak anıyorum. Ha, şimdi, bunu bana aktaran bir örnek verdi ama bunun mutlaka başka örnekleri de vardır. Dolayısıyla bu insani olan hususa lütfen dikkat atfetmenizi istirham edeceğim.

Göreviniz Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı olsa da -mutlaka farkındasınızdır- görev ve yetki alanınız Türkiye sınırlarının dışına taştı. Ne demek istediğimi anlatayım. Bugün, Türk Silahlı Kuvvetleri bir terör operasyonu çerçevesinde Suriye'de görev yapıyor ve Suriye'de birtakım coğrafyayı kontrol ediyor, hatta, Silahlı Kuvvetler olmasa dahi bizim oraya atadığımız yani sizin oraya atadığınız birtakım devlet görevlileri aracılığıyla orada bir idari işlev de görüyor ama o coğrafyalarda da insan hakları ihlalleri oluyor. Bize atfedilebilecek değil ama orada türlü, çeşitli başka terör örgütlerinin, başta IŞİD olmak üzere, burada anmak istemediğim, insanlığa sığmayacak davranışları maalesef, sosyal medyaya da yansımış vaziyette. Buradan türetilecek davalar olabilir ve bu davalar bizim topraklarımız içinde olmasa dahi bir şekilde bize yansıyabilir. Bunu bir hatırlatma olarak ifade etmek gereğini duyuyorum, ileriye yönelik inşallah böyle bir şey başımıza gelmez.

Başka bir hususa işaret etmek istiyorum. Tabii ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi meseleleri biraz can acıtıyor. Can acıtıyor derken, bugün Mahkemenin önünde bulunan davalardan yüzde 21,2'si Türkiye'ye ait; bu konuda Rusya'yla yarışıyoruz. Şimdi, şu anlamda bunu söylüyorum: Demokrasi ile insan hakları arasında doğru bir ilinti var. Nitekim, biz 1987 senesinde bu bireysel müracaat hakkını tanıdıktan sonra 1990'lı yıllarda bir patlama oldu bireysel müracaatlarda. Ne zamana kadar? AKP iktidara gelip ve bir anlamda AB uyum yasaları çerçevesinde, biraz daha demokratik normların daha çağdaşlaştığı bir ortamda bu sayı düştü. Memnuniyetle karşıladık, zaten herkes o dönemi andığı zaman bir artı işaretiyle anıyor. Ama 2007'den sonra bu sayılar yeniden patladı ve bu sayıların patlaması sonucu olarak maalesef, Türkiye'nin görüntüsü pek çok açıdan yıprandı; bu da üzerine eğilinmesi gereken bir husus.

Bir de Ankara üzerinden bir konuya değineyim, sürem çok sınırlı kaldı. Ankara'da adli hizmet 10 ayrı binada veriliyor. Şimdi, bu 10 ayrı binanın ayrı ayrı semtlerde olmasından kaynaklanan bir sıkıntı var. Bu sıkıntı hâkimler, savcılar için değil pek. Niye? Çünkü hâkim, savcı sabahleyin işine gidiyor, akşama kadar orada...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son cümlelerinizi alalım lütfen.

AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - ...akşamleyin çıkıyor, gidiyor. Avukatlar ne yapacak? Bu insanlar, avukatlar, Yargıtaydan Danıştaya, Danıştaydan Anayasa Mahkemesine koşuşturuyor. Dolayısıyla, bu mekânların hem şehircilik anlayışı açısından hem de hizmetin vasıflı olarak verilmesi açısından mutlaka orta ve uzun vadede gözden geçirilmesi gerekir.

Çok teşekkür ediyorum.